PİRHA – Barış Vakfı Yöneticisi Hakan Tahmaz, Meclis’te kurulan komisyonun kapsayıcı olmadığını belirtti. Komisyonun, Kürt sorununun ağırlığına uygun düşmediğini söyleyen Tahmaz, “Toplumda, silah bırakmayı destekleyenlerin oranı %87’lere gelmiş ama bu sürecin başarıyla yürütülebileceğine olan inanç ise %50’nin altında” diye belirtti.
Abdullah Öcalan tarafından 27 Şubat’ta yapılan ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ ardından devletin atacağı adımlar merakla beklenmekte. PKK’nin kendisini feshetmesi ve bir grup PKK’linin silahlarını yakmasının ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) çalışma yürütecek komisyon da şekil almaya başladı.
Komisyonda AKP 21, CHP 10, MHP ve DEM Parti 4, İYİ Parti ve Yeni Yol Partisi ise 3’er vekille temsil edilecek. Ancak mevcut tablo sebebiyle iktidarın ağırlığına vurgu yapılarak, alınacak kararların sürecin toplumsal meşruiyetini tam anlamıyla yansıtamayacağı da ifade ediliyor.
Bir diğer eleştiri de sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderlerinin sürece dahil edilmemesi sebebiyle yapılmakta. Barış Vakfı kurucusu ve yöneticisi Hakan Tahmaz da komisyonun şeffaf ve çoğulcu bir yapıyla çalışması gerektiğinin altını çiziyor.
TAHMAZ: YOL HARİTASI OLMADAN OLUŞTURULAN BİR KOMİSYON!
Kürt sorununun çözümü ve barış konularında çalışmalar yürüten Hakan Tahmaz, iktidara yönelik bir güven sorununun olduğunu anlatarak şu değerlendirmeyi yaptı:
“Komisyonla ilgili Meclis başkanı, Çanakkale’de bir açıklama yaptı. Ağustos ayında, komisyonun çalışacağını, bu hafta içerisinde, komisyonun, birleşiminin tamamlanacağını duyurdu. Komisyonun, Kürt sonunun ruhuna, Kürt sorununun ağırlığına ve yeni dönemin özelliklerine uygun düşmeyen bir komisyon olduğu kanaatindeyim. AK Parti, komisyonu, ne yazık ki sadece PKK’nin silah bırakmasıyla sınırlı bir komisyon olarak tasarladı. Bu tasarım, bütün dünyadaki çatışma çözümleri deneyimi bize gösteriyor ki başta bir tasarımda yanlış yapılırsa, eksik başlarsa; yani bir gömleğin düğmesini yanlış iliklersen daha sonra doğru iliklemek mümkün değil.
Evet, silahların bırakması bu sürecin en önemli özelliği. Dünyada örneği görülmeyen bir tarzda yeni bir süreç yaşanıyor. Bunu kabul ediyoruz. Zaten bizim kabul edip etmememizin bir anlamı yok. Taraflar buna ‘Evet’ demiş. Ama bugün toplumun büyük bir kısmı, Kürtleri de aşan büyük bir kısmı, sorunun diğer boyutları; yani silahlı çatışmayı ortadan çıkartan nedenler; siyasal ve toplumsal zemine ilişkin ya da çatışma döneminin yarattığı sorunlar, açtığı yaraların nasıl kapatılacağına dair bir yol haritası, bir tanımlama olmadan oluşturulan bir komisyon.
Hatta şu anda bilebildiğim kadarıyla Meclis’te grubu bulunan partilerin her biri, bu komisyonun nasıl olması gerektiği, hangi konuların ele alınıp nasıl işlemesi gerektiğini ve karar alma sürecinin ne olması gerektiğine dair hepsinden görüş alındı. Başta, komisyonda yer alma iradesi gösteren partilerin, yani AK Parti dışındakilerin hiçbirinin ismi daha kapsayıcı olma konusundaki önerileri dahi ciddiye alınmadı. AK Parti, ‘Terörsüz Türkiye Komisyonu’ olduğunu ifade etti.
İki; herhangi bir tanımlama yok. Sadece Meclis başkanı ve Meclis başkanının partilerle yaptığı görüşmede buna dair bir konuşma, tartışma var ama bu tartışmalarda nereye kadar ortaklaştığına dair şu ana kadar açıklanmış hiçbir şey yok. Bir tek anlaşılan, işte PKK’nin silah bırakma süreciyle ilgili sınırlı bir çalışma yapacağı anlaşılıyor. Bu ihtiyaç var mı? Vardır. Ama bu durum, bu sürecin gelişmesine, Kürt sorununun geldiği noktadaki beklentilere, ağırlığına ve Türkiye’nin siyasi ihtiyaçlarına yanıt veren bir şey değildir.”
“EKSİK, YANLIŞ BİR TARZDA KURULDU”
Hakan Tahmaz, AKP’nin kendi konsept ve ihtiyaçlarına göre bir komisyon kurduğunu söyleyerek şöyle devam etti:
“Yanlış yapıldığı kanaatindeyim. Abdullah Öcalan’ın son görüşmesinden “komisyonun kapsayıcı, katılımcı bir tarzda oluşması” diye bir cümle var. Ancak ikisi de yok.
Sivil toplum örgütlerini, hak örgütlerini, akademisyenleri, kanaat önderlerini kapsamayan bir şey. Yani Meclis’teki komisyonların ne kadar anlamı varsa bu komisyonun da o kadar anlamı olacak. AK Parti, istemediği zaman nasıl ki 2013’teki çözüm sürecinde oluşturulan o Meclis’teki komisyonu felç ettiyse bugün de aynı durumla karşı karşıya. Bu güvensizlik bunu aşamıyor. Onun için bence yanlış. Bir biçimde kuruluyor olması iyidir ama eksik, yanlış bir tarzda kuruldu.”
“MAHMUR’A GİDEN 15 BİN İNSAN NE OLACAK?”
Bu durumun, barışın toplumsallaşması önünde bir engel olduğunu ifade eden Tahmaz, sözlerini şu cümlelerle sürdürdü:
“Meclis’te ve barış sürecine dahil olanları, destekleyenleri dahil etmediğinizde; bu süreci karakterize eden hiç kimse, ne olacağını, nasıl bir yol yürüyeceğini bilinmiyor. Oslo süreci de gizli yürütüldü. Bu süreçte de belli noktalarda gizli yürütülebilir ama Meclis toplumsal meşruiyetin kazanacağı zeminse yasa, komisyon buna hizmet etmeli. Kürt sorununun açtığı yaraları iyileştirme süreçlerinde komisyonun, Türkiye’nin başka bir dizi idari, yapısal, hukuksal, anayasal sorunlarının çözümüne de hizmet eder olması gerekir.
Cumhur İttifakı, DEM ve CHP’nin birlikte ortaklaştığı noktalarda bir yürüyüş demek çok büyük bir toplumsal destek demek. Şimdi aksi bir riskle karşı karşıyayız. Ağustos ayında AK Parti, MHP, CHP sahaya çıkıyor. DEM Parti zaten sahadaydı. Herkes kendi hikayesini anlatıyor. Şimdi bu, kutuplaşmanın derinleşmesi anlamına gelir. Halbuki Türkiye’nin şuna ihtiyacı var; ortak hikayelerimizi anlatmak… Çözüm sürecinin sağlıklı ilerlemesinin yolu budur. Bu nedenle barışın toplumsallaşmasını zora sokan bir şeydir. Silah bırakmayı ise riske atan bir şeydir. Yani siz keyfe keder geçmişteki gibi Meclis yürütmesini, yasamasını tarafları kapsamayan bir tarzda yürütmeye çalışırsanız bu çeşitli riskler doğurur. Zaten şu anda uluslararası, mayınlı bir tarlada yürüyoruz. Bölgedeki dinamikler, küresel güçler açısından baktığımızda oldukça zorlu, çok aktörlü bir süreç yaşıyoruz. Onun için silah bırakma işini ya da fesihin gereklerini yerine getirme sürecini de riske atan bir şeydir.
Silahlı çatışmanın yarattığı sorunlar çok boyutlu ve hiç konuşulmuyor. Bir soru sorayım; tamam bu süreç ilerliyor, köyleri yakıldığı için, faili meçhul cinayetler ile karşı karşıya olunduğu için Mahmur’a giden 15 bin insan ne olacak? Buna kim cevap verecek? Silah bırakanların ne olacağına cevap arayacaklar, peki bunu kapsamayan bir şey barışın toplumsallaşmasına hizmet eder mi? Türkiye’nin demokratikleşmesine kapı aralandığına dair bir hissiyatın oluşması gerekir.
Bakın, önce ‘Abdullah Öcalan bu çağrıyı yapmaz’ dendi. Yapıldı. ‘PKK buna yanıt vermez’ dendi. Verildi. Umutlar yükseldi. Silah yakıldı. PKK’nin en tepesindeki insanlar öncülüğünde yapıldı bu.
Toplumda, silah bırakmayı destekleyenlerin oranı %87’lere gelmiş ama bu sürecin başarıyla yürütülebileceğine olan inanç ise %50’nin altında. İhtiyaç duyduğumuz temel sorun şu; silahlar gömülebilir, çatışma durulabilir, çatışma sorununu çözebilmek için bu muktedirlerin ya da tarafların karar vereceği bir iş değil. Savaşa karar verebilirler ama toplumsal barışı inşa etmek toplumun katılımıyla olabilecek. Şimdi burada sorun yaşıyoruz.
CHP, kendi tarihi açısından en pozitif bir noktada duruyor. Fakat bir heyecan yaratabilmiş değiliz bugün. 2013-2015’deki gibi bir heyecan yaratabilmiş değiliz. Evet, kimse işin kötüye gittiğine dair güçlü bir kanaate sahip değil ama iyiye gidiyor diye de içi rahat bir biçimde bunu ifade edemiyoruz. Bunu sadece bir parti görüyorsa buradan toplumsal barış inşa edilemez.”
“İKTİDAR, KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKAR POZİSYONDA”
Hakan Tahmaz, gelinen süreçte en fazla tedirgin olan kesimlerin başında Alevilerin geldiğini de sözlerine ekledi. Tahmaz, söz konusu tedirginliğin nedenini ise şu sözlerle açıkladı:
“Türkiye’nin Suriye politikaları Alevileri daha fazla tedirgin ediyor. Özellikle de Cumhurbaşkanının işte Türk, Kürt, Arap ittifakından söz edip sonra geri çekmesi ve bu HTŞ yönetimiyle kurduğu ilişki, Dürzilere, Alevilere karşı Suriye’deki katliamlara karşı Türkiye’nin takındığı tutum ve daha çok mezhepçilik yaptığına dair toplumsal kanaatinin yaygın olması doğal olarak Alevileri rahatsız ve tedirgin eden bir tablo oluşturuyor.
Türkiye’de özellikle iktidar medyasında bu konudaki dil, hem Kürtleri, hem barış isteyenleri, hem Alevileri; toplumun ötekilerini tedirgin eden, sürece güveni zayıflatan bir durum. Kendi ayaklarına kurşun sıkar bir pozisyondalar.”
Eren GÜVEN/İSTANBUL
Yoruma kapalı.