PİRHA- KESK Kadın Komisyonu, 2 Ağustosta, milyonlarca kamu emekçisi ve emeklisinin yaşamını doğrudan etkileyen TİS sürecine ilişkin açıklama yaptı. Komisyon, “Siyasal iktidar yaşadığı çöküşten ve ekonomik krizden salgını korku ve baskı aracına dönüştürerek, toplumu ve emeği daha fazla sömürerek çıkmaya çalışıyor. Kadın emeğine yönelik açık bir saldırı var. Kadınların taleplerini ve sorunlarını yok sayan TİS istemiyoruz” dedi.
KESK Kadın Komisyonu, 2 Ağustosta, milyonlarca kamu emekçisi ve emeklisinin yaşamını doğrudan etkileyen Toplu İş Sözleşmesi (TİS) sürecine ilişkin taleplerini dile getirdikleri bir basın açıklaması yaptı.
KESK Kadın Komisyonu Sekreteri Döne Gevher Koyun’un okuduğu açıklamada, ‘TİS sürecine haklarımıza, emeğimize, ücretlerimize, iş güvencemize saldırıların arttığı, ağırlaşan çalışma yaşamına bir yandan da pandeminin, savaşın, şiddetin ve ekonomik, ekolojik başta olmak üzere çoklu krizlerin eşlik ettiği koşullarda karşılıyoruz’ denildi. Koyun, bu koşullara mahkûm olmayacaklarını ve KESK’li kadınlar olarak bu TİS dönemine ilişkin belirledikleri her biri yaşamsal öneme sahip özgün ortak talepleri etrafında birlikte mücadele edeceklerini belirtti.
“PANDEMİ AKP-MHP ORTAKLIĞI TARAFINDAN BİR FIRSAT ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ”
AKP’nin 19 yıllık iktidarı boyunca saray şatafatı ve bir avuç sermaye sınıfının aşırı zenginleşmesi uğruna doğaya, kadına ve emeğe saldırılarının sonu gelmediğini, nerdeyse ülke kaynaklarının sonunu getirildiğini ifade eden Koyun şunları dile getirdi:
“Diğer yandan AKP’nin, özellikle 2015 genel seçim sonuçları ile birlikte, iktidarını kaybetmemek adına MHP’yi de yanına alarak hız verdiği savaş politikalarının yarattığı tahribat onulmaz boyutlara ulaştı. Bu aymazlık halinin yarattığı ekonomik kriz, bugün çok daha derinleşmiş ve tüm kesimleri etkisi altına almış durumda. Doğanın tahakküm altına alınmasının sonuçlarından birisi olarak ortaya çıkan Covid-19 pandemisi de AKP-MHP ortaklığı tarafından bir fırsat aracına dönüştürüldü. Siyasal iktidar yaşadığı çöküşten ve ekonomik krizden salgını korku ve baskı aracına dönüştürerek, toplumu ve emeği daha fazla sömürerek çıkmaya çalışıyor. Bir taraftan topluma evde kal çağrısı yapılırken diğer taraftan ne ekonomik, ne sosyal hiçbir destek sağlanmadığını, sağlık emekçileri başta olmak üzere, emekçilerin yaşamlarının hiçe sayıldığını hepimiz ölümle burun buruna çalışmak zorunda kaldığımız bu dönemde çok daha acı bir şekilde tecrübe etmek zorunda kaldık.
“SİYASAL İKTİDAR KATİLLERİN, TECAVÜZCÜLERİN YANINDA YER ALIYOR”
Pandemi ve ekonomik krizle birlikte kadınların işgücü piyasasından çekilme hızının, kadın işsizliği ve yoksulluğunun hiç olmadığı kadar arttığını belirten Koyun sözlerine şu şekilde devam etti:
“Bu dönemde, kadına yönelik şiddet de aynı oranda artıyor. Zira, ataerkiye, cinsiyetçi politikalara ve cezasızlığa ek olarak, işsizlik ve yoksulluk kadınları şiddet karşısında çok daha çaresiz bırakıyor. Hal böyle iken bir yandan da Erdoğan’ın Saray rejimi şiddetle mücadele mekanizmalarına savaş açmış durumda. Kadını, çocuğu, LGBTİ+ları erkek şiddetinden koruyan en önemli kazanımlarımızdan birisi olan İstanbul Sözleşmesinden bir gece yarısı kararnamesi ile çıkılması bunun en veciz örneği oldu. Böylelikle aslında siyasal iktidar, katilleri, tacizcileri, tecavüzcüleri cesaretlendirerek açıkça yanlarında olduğunu ilan etmiş oluyor. Diğer yandan, 2016 yılından bu yana çocuk istismarcılarına af getirmek için çabalayan AKP-MHP bloğunun son hamlesi, çocuk istismarı dahil bazı katalog suçlarda tutuklama gerçekleşebilmesi için kuvvetli suç şüphesinin “somut delillere” dayanması koşulunu dördüncü yargı paketiyle birlikte yasalaştırması oldu. Siyasal iktidarın tüm bu niyet ve girişimlerini açıkça, kadın, LGBTİ+ ve çocuk düşmanlığı olarak gördüğümüzü ve bu düşmanlığa karşı mücadelemizi büyüterek sürdüreceğimizi ifade etmek istiyoruz.”
“KADINLAR ÜREME MAKİNESİ OLARAK GÖRÜLÜYOR”
AKP iktidarının, milliyetçi, tekçi, dinci, muhafazakâr, mafyatik, politikalarını, neoliberal politikalar aracılığıyla sürdürmesinin bedelini en çok kadınların ödediğini vurgulayan Koyun; “Neoliberalizm doğrultusunda şekillendirilen yeni emek rejiminin yapı taşları olan, yarı zamanlı, evden, performansa dayalı gibi esnek çalışma türleri güvencesizlik ve yoksullaşma temelinde tüm emekçileri olumsuz etkileyecek bir strateji. Ancak, bu stratejinin özellikle ve öncelikle kadınlar üzerinden kurgulanıyor ve uygulanıyor olmasının ideolojik ve politik nedenleri bulunuyor. Eve sabitlenmek istenen kadın emeği ile hem devlet üstlenmesi gereken sorumluluklardan kurtulmayı, hem de küçük devlet olan aile içinde kadınları daha kolay kontrol edebilmeyi amaçlıyor. Bu amacın bir parçası olarak bir yandan da sosyal politikaların geriletilmesi, ücretlerin düşürülmesi, yaşlı, hasta ve çocuk bakım kurumlarının sayısının azaltılmış olması gibi politikalar da, Covid-19 salgını fırsata çevrilerek kalıcı hale getirilmek istenen esnek çalışmayı kadınlar için cazip hale getiriyor. Tüm bunlarla birlikte, kürtaj sınırlandırılması, boşanmanın zorlaştırılması ve gebelik takibine ilişkin politikaları göz önüne aldığımızda, kadınların hem ücretsiz emek gücü olarak hem de geleceğin ucuz işgücünü ve savaşa verilecek kurbanları büyütecek üreme makineleri olarak eve hapsedilmek istendiğini açıkça görebiliyoruz” şeklinde konuştu.
“KADIN EMEĞİNE YÖNELİK AÇIK BİR SALDIRI VAR”
Çalışma yaşamında esas hale getirilmek istenenin güvencesizlik olduğunu da belirten Koyun şunları kaydetti:
“Güvencesizlik biz kadınlar açısından mobbingi, ayrımcılığı artırıyor, örgütlenmenin ve hak aramanın önüne geçiyor. Performans yarışı da, ev ve bakım yükümlülüğünü taşıyan kadınlar açısından çok daha fazla çabayı gerektirirken yine baskıyı artıran bir uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Kamuda güvenceli çalışmanın fiilen ortadan kaldırıldığı KHK’lerle işten atma gibi yasa ve hukuk dışı uygulamalarda görüldüğü gibi otoriterliğin keyfiliği, hesap vermezliği, yeni emek rejiminin tesis edilmesinde “yol temizleyici unsurlar” olarak kullanılıyor. İhraç politikasının birçok amacının yanında, AKP’nin kadını geleneksel cinsiyetçi rollere hapsetme, bağımlı kılma amacının bir parçası olduğunu görmek, kadın emeğine yönelik açık bir saldırı olarak nitelendirmek gerekiyor.”
“MEMUR-SEN’DEN BİR BEKLENTİMİZ YOK, GÖLGE ETMESİN YETER”
‘Her iki yılda bir bugüne dek 5 kez kurulan grevsiz, yetkisiz bir masaya sıkıştırılarak imzalanan toplu iş sözleşmelerinde, kamu emekçilerinin her seferinde daha da katmerlenmiş bir yoksulluğa mahkûm edildiğini, haklarının eridiğini, kadın temsiliyetinin ısrarla reddedildiğini ve kadın taleplerinin görmezden gelindiğini gördük’ diyen Koyun son olarak şunları aktardı:
“Bu tabloda büyük vebali bulunan, İstanbul Sözleşmesi2nin iptalini de büyük coşkuyla karşılayarak siyasal iktidarın yanında saf tutan Memur-Sen, bu yıl bir kez daha masaya oturacak. Bugüne dek kamu emekçileri lehine tek bir kazanıma imza atmayan ve hatta maaş zammı dahi alamadığımız bir toplu sözleşme imzalayan konfederasyon olarak tarihe geçen Memur-Sen’den emekçilerin hiçbir beklentisi olmadığını çok iyi biliyoruz. Hele hele biz kadınların, İstanbul Sözleşmesinin iptalini destekleyen Memur-Sen’den, gölge etmemesinden başka hiçbir beklentisi olamaz. Ayrıca TİS masasını en hafif ifadeyle “uzlaşma” masası haline getirenlerin imzaladığı sözleşmenin nezdimizde bir hükmü de bulunmuyor.
KESK olarak, 4688′ in ve bu yasayla kurulan TİS masasının antidemokratik olduğunu, tarafların belirlenmesinden, imza yetkisine kadar gerçek bir toplu pazarlıktan uzak olduğunu, ayrıca kadınların taleplerini ve sorunlarını yok sayan cinsiyet körü bir düzenek olduğunu yıllardır ifade ediyoruz. Öte yandan TİS masasında kadın temsilinin olması ve kadın taleplerinin ayrı başlık ve fasıllarda tartışılması için yıllardır büyük çaba sarf ediyoruz.”
KESK’li kadınların 2022-2023 yılları için imzalanacak TİS sözleşmesinde yer almasını istediği talepleri ise şunlar:
1-ILO standartları ve kamu emekçisi kadınların fiziksel ve sosyal koşulları dikkate alınarak, çalışan hamile kadına doğum öncesi 8 hafta, doğum sonrası 24 hafta olmak üzere en az 32 hafta ücretli doğum izni verilmelidir. Doğum sonrası ücretli-ücretsiz izin ile süt izni kullananlar sosyal ve özlük hak kaybı yaşamamalıdır.
2-ILO’nun 190 sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi imzalanmalıdır. Kadınlara ve LGBTİ+lara uygulanan ayrımcılık, fiziksel cinsel, psikolojik, ekonomik şiddet ve taciz, sözlü sataşma, ısrarlı takip ve dijital taciz son bulmalı, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlandığı bir çalışma yaşamı ve ortamı sağlanmalıdır.
3-Boşanan, boşanma aşamasında olan, fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik şiddet ve taciz, ısrarlı takibe uğrayan kadın emekçilerin tayin ve yer değişikliği talepleri herhangi bir belge ibrazı istenmeksizin kabul edilmelidir.
4-Çalışma yaşamında şiddet ve taciz aynı zamanda çalışanların sağlığı sorunu olarak görülmeli ve İşçi Sağlığı ve Güvenliği Kurulu’nun çalışmalarının bir parçası haline getirilmelidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddet ve tacizin önlenmesine yönelik eğitimler ve farkındalık çalışmaları kadınların ve LGBTİ+ bireylerin ihtiyaç duyabileceği sağlık ve/veya psikolojik destek kurul çalışmalarının parçası haline getirilmelidir.
5-8Mart’ta tüm kamu çalışanı kadınların ücretli izinli sayılması için yasal düzenleme yapılmalıdır.
6-Kamu kreşleri yeniden açılmalıdır. Kadın erkek fark etmeksizin en az 50 çalışanın olduğu işyerlerinde, ücretsiz, nitelikli, anadilinde ve gerektiğinde 7/24 hizmet verecek, istihdam biçimine bakılmaksızın tüm çalışanların yararlanacağı kreşler açılmalıdır.
7-İstanbul Sözleşmesi’nin feshi iptal edilmeli, sözleşmenin etkin bir biçimde uygulanması sağlanmalıdır.
8-Kadınların çifte mesaisi göz önünde tutularak erken emeklilik ve yıpranma payı sosyal güvenlik sistemine dâhil edilmelidir.
9-Nüfusu 50 bini geçen belediyelerde şiddete ve istismara uğrayan kadın ve çocuklar için sığınma evleri açılmalı, sığınma evlerinin uluslararası standartlara uygun hizmet verecek hale getirilmesi sağlanmalıdır. Bu hizmetlerden trans kadınların da yararlanması sağlanmalıdır.
10-Kamuda toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini ortadan kaldırmak ve kadınların yönetim düzeylerinde yer almalarını sağlamak için cinsiyet eşitliği sağlayan mekanizmalar uygulanmalıdır.
11-Eğitim alanında müfredat toplumsal cinsiyet eşitliği esas alınarak düzenlenmeli, cinsiyet, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ayrımcılığının ortadan kalkması için okul öncesinden itibaren tüm kademelerde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitimi zorunlu ders olarak okutulmalıdır.
12-HPV aşısı (rahim ağzı kanser aşısı) ücretsiz olmalıdır ve özellikle risk grubundaki kadın emekçiler başta olmak üzere 26 yaşından büyük olsalar dahi tüm kadınlar açısından aşıya ulaşımın önündeki engeller kaldırılmalıdır.
13-Talepleri halinde kadınlara regl dönemlerinde ayda 2 gün ücretli izin hakkı tanınmalıdır.
PİRHA/ANKARA
Yoruma kapalı.