PİRHA-İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 72. yıldönümünde Türkiye’nin hukuk karnesini verdi. Türkdoğan, Türkiye’nin hukuk alanında en az 10 yıl geriye gittiğini ifade ederek, “Bizi koruyacak olan en önemli değer insan hakkıdır” dedi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, İnsan Hakları Haftası nedeniyle Türkiye’nin son 10 yılda hukuk alanındaki durumunu yorumladı.
Türkdoğan, iktidarın 10 yıl önce değiştirdiği Anayasa ile daha da geriye gidildiğini ifade ederek, “Sonradan iyi anlaşıldı ki bu Anayasa değişikliği esasen siyasi iktidarın yargı üzerindeki vesayetini pekiştirmek içindi” dedi.
TÜRK ETNİSİTESİNE DAYALI SÜNNİ YÖNETİM ANLAYIŞI
Türkiye’nin Türk etnisitesine dayalı Sünni bir yönetim anlayışı ile yönetildiğini söyleyen Türkdoğan, “Anayasası’nda her ne kadar ‘sosyal hukuk ve laik devlet’ olduğu yazsa da Diyanet İşleri Başkanlığı ile devlet destekli tarikat ve cemaatler eliyle aslında bir devlet dinini hayata geçiren rejime sahip” yorumunu yaptı.
Türkdoğan, 2011 yılı sonrasında Türkiye’nin ‘orta büyüklükte bir savaş bilançosuna sebep olan yaygın bir silahlı çatışma haline’ girdiğini belirterek sonraki yıllarda hukuk alanında yapılan şu politikaları dile getirdi:
“Roboski Katliamı sivillerin bilerek ve isteyerek katledildiği bir katliamdı. 1993’te Şırnak köylerinin bombalanması gibi…
Tabi silahlı çatışmalar da derinleşti. Bir çözümsüzlük söz konusu olduğu için iktidar yeniden Kürt meselesinde çözüm arayışlarına girdi ve 2012’nin sonu ile birlikte Türkiye’de yeni bir süreç başladı.
2014’te Suriye’deki gelişmeler, yani Kürtlerin statü talepleri iyice açığa çıkınca Türkiye oradaki Kürtlere yardım etmek yerine basmahane bir tutum geliştirdi.
2015’e geldiğimizde seçimlerin etkisi ile farklı bir süreç gelişti. 28 Şubat 2015 günü Abdullah Öcalan’ın kaleme aldığı 10 maddelik bir demokratikleşme metni ilk defa devlet, hükümet ve siyasi parti temsilcileri huzurunda canlı yayında televizyonlarda okundu. Bu Kürt meselesinin geldiği aşama itibariyle tarihsel bir andı. Ama maalesef Türkiye siyaseti bunu değerlendiremedi ve maalesef süreç bozuldu.”
“KÜRTLER, ALEVİLER, SOSYALİSTLER KAMUDAN TASFİYE EDİLDİ”
Öztürk Türkdoğan’ın dikkat çektiği bir diğer gelişme de 2016 yılında yapılan darbe girişimi oldu. Türkdoğan, “İktidar bunu bahane ederek Olağanüstü Hal ilan etti” diyerek şunları söyledi:
“Devlet içerisinde bir grubu tasfiye etmek isterseniz bunun için olağanüstü hale gerek yok. Özellikle Kürt kültür kurumları, kadın dernekleri kapatıldı. Devlet içerisinde sadece Fethullah Gülen örgütüne mensup olanlar değil; Kürtler, Aleviler, sosyalistler tasfiye edildi. 135 bin civarında kamu görevlisinin işine son verildi. Tahminimize göre bunun 10 bin civarında olanının özellikle iktidara muhalif Kürt ve sol camiadan, Alevilerden oluştuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.”
“2017 REFERANDUMU BİR TÜR DARBEDİR”
Öztürk Türkdoğan, 2017 yılı önemli gelişmelerinin başında ise AKP-MHP ittifakını işaret etti. İktidarın, milliyetçi diğer grupları da arkasına alarak Kürt sorununda şiddete dayanan politikalara imza attığını söyledi.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli’nin de devreye girdiği 2017 yılına dair Öztürk Türkdoğan, “Otoriter yönetim sistemi başlamış oldu” diyerek şunları dile getirdi:
“Muhalefet, referandum günü ‘Hayır’ çıkmasına rağmen kitleyi sokağa taşıyacak ve bu kitleyi sokakta tutacak bir pratik sergilemedi. Mevcut siyasi iktidar, istediğini yaptırdı ve ‘Hayır’ çıkan sonuçları ‘Evet’e dönüştürdü.
Aslında bu bir darbedir. Otoriter başkanlık modeline geçildi. Ve bunlar OHAL koşullarında yapıldı. Bizler 1982 Anayasası’ndan kurtulalım derken şu anda çok daha kötü bir anayasa ile yönetilen noktaya geldik.”
“AK PARTİ AK OLMAKTAN ÇIKTI”
Türkdoğan, 2018’de yılında kaldırılan OHAL’in aslında halen yürürlükte olduğunu da ifade etti. AKP’nin ‘insan haklarını iyileştirme’ vaadiyle iktidara geldiğini vurgulayan Türkdoğan, “Artık AK Parti AK olmaktan çıkmış durumda” dedi. Türkiye’nin yayılmacı savaş politikalarına da girdiğini söyleyen İHD başkanı şöyle devam etti:
“2018’de önce Afrin, 2019’da da Kuzeydoğu Suriye’ye girmesi ile Türkiye aslında askeri varlığını şu anda Suriye topraklarının önemli bir kısmında muhafaza ediyor. Orada çok ciddi anlamda silahlı çatışmalar yaşanıyor. Keza 2020’d
e de Irak Bölgesel Kürt yönetiminin topraklarında şu anda askeri bir varlık var. Silahlı çatışmalar devam ediyor. Yani Türkiye bir yandan da yayılmacı bir dış politika izliyor. Bu yayılmacılık kendini Libya’ da, Doğu Akdeniz’de, Azerbaycan’da gösteriyor.”
“10 YIL ÖNCEKİ İNSAN HAKLARI KARNESİ DAHA İYİYDİ”
Öztürk Türkdoğan 2020 yılıyla birlikte ülkenin daha da otoriterleştiğini savundu. İktidarın salgınla mücadele yerine algı yönetimine başvurduğunu söyleyen Türkdoğan, mevcut politikalar sonucu en az 10 yıl geriye gidildiğini söyledi. Öztürk Türkdoğan şöyle devam etti:
“Salgın, enflasyon, işsizlik rakamları ile ilgili gerçekleri sürekli manipüle eden bir iktidar var. Gelinen aşamada bir sıkışmışlık hali var. Çünkü 2015’ten beri uygulanan güvenlik politikaları da istenilen noktaya gelemedi. Çatışmalar bitmedi. Bunun ekonomiye çok ciddi anlamda bir maliyeti var. Uluslararası alanda Türkiye’ye tanınan süre ve hoşgörü neredeyse bitmek üzere. Avrupa Birliği artık Türkiye’nin demokratikleşme konusunda adım atmasını istiyor. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yönetim değişikliğinin de çok ciddi anlamda etkileri olacağı kanaatindeyim.
İktidar şimdi yeniden reform ve insan hakları ile yargı alanında adım atacağı taahhüdünde bulunuyor. İktidar, İnsan Hakları Haftasına yeni insan hakları eylem planı ve yargıda vaat ettiği daha somut gelişmeleri açıklayabilirdi. Bunu bile yapamıyor. Hatta kendi içerisinde reform yanlısı olan kişilerin de istifa etmesi durumu yaşanıyor.
10 yıl önce insan hakları karnesi daha iyiydi. Bugüne baktığımızda, rejimi değişmiş, daha otoriter bir Anayasa var. Tabii şunu da belirtmek gerekiyor; Türkiye’nin siyasal ve toplumsal muhalefeti büyüdü. 2019 yerel seçim zaferi birçok şeyi hatırlatıyor. İlk olarak siyasi muhalefetin, demokrasi ortak paydasında bir araya gelerek, iktidarı erken seçim yapmaya mecbur edecek bir mücadele hattı örmesi gerekir. Bir diğeri ise; çatışma ve savaşın olduğu yerde demokrasi mücadelesi verilmesi çok zordur. Dolayısıyla öncelik akan kanın durmasıdır. Türkiye’nin yeni bir barış süreci inşa edilmesine ihtiyacı vardır. Kürt sorununda yeniden çözüm arayışlarına girilmesi noktasında adım atılması gerekiyor. Bunun başlangıç yolunun da İmralı’da tecridin kaldırılması ve Abdullah Öcalan ile arkadaşlarının yasal haklarının kullandırılması ile başlanabilir. Ayrıca İnfaz Kanunu’ndaki ayrımcılık sona erdirilmelidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş ve Kavala kararlarının uygulanması noktasında daha güçlü bir muhalefet pratiğinin sergilenmesi gerekir.”
“REFORM İSTENİYORSA KÜRT MESELESİ KABUL EDİLMELİ”
Öztürk Türkdoğan, “Bireyi koruyan en büyük değer insan haklarıdır” diyerek sözlerini şlu cümlelerle sonlandırdı:
“Bu yılki haftada biz özellikle kovid-19 pandemisi koşullarında ve uzatılmış OHAL rejiminde insan haklarını savunmanın ne kadar kıymetli olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. İnsan haklarını öğrenecek ve savunacağız. Çünkü bizi koruyacak olan en önemli şeyin insan hakları değerlerinin korunması olduğunu, hayata geçirilmesi olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz. Bu hafta vesilesiyle ifade edebileceğim şey; iktidar reform yapmak istiyorsa Türkiye’deki temel sorunlarla yüzleşmeli. Yani Kürt meselesini kabul etmeli. Bir çatışma çözüm sürecine imkan tanımalı. Siyasi mahpusları tahliyesine yol açmalı. Muhalif örgütler üzerindeki baskıyı tamamen sona erdirmeli.
İsmail YILDIRIM-Sabri MERAL/İSTANBUL
Yoruma kapalı.