PİRHA- Eğitim-Sen Genel Yükseköğretim ve Eğitim Sekreteri Sinan Muşlu, Diyanet Akademisi açılması kararına tepki gösterdi. Muşlu, yaptığı değerlendirmede “Protokoller aracılığıyla dini tarikatlar, eğitimin tüm kademesinde öğrencilere kolaylıkla ulaşabilmekte, okullarda etkinlikler düzenleyebilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ‘Akademisi’ ise bu süreci hızlandıracak, MEB ve YÖK üzerinden yapacağı protokollerle eğitim ve yükseköğretimde temel bir aktör haline getirilecektir” dedi.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Genel Yükseköğretim ve Eğitim Sekreteri Sinan Muşlu, TBMM Milli Eğitim Komisyonu’nda kabul edilen Diyanet Akademisi’ne dair görüşlerini paylaştı. Muşlu, “Türkiye’de gerçek anlamıyla akademiye yönelik haksız ve hukuksuz biçimde ağır bir tasfiye gerçekleştirildi. Şimdi de bu kavramın içi yeniden doldurulmak isteniyor.” diyerek AKP iktidarının eğitim politikalarını eleştirdi.
Sinan Muşlu, “Diyanet ve Akademi kavramları ancak böylesi bir iktidar döneminde karşımıza çıkabilirdi” yorumunu yaparak “Siyasi iktidar ve iktidar yandaşları her alanda olduğu gibi önce kavramların içini boşaltmayı sonra da kendilerince doldurmayı alışkanlık edindiler. Ama bu akademinin doğrudan Diyanet İşleri Başkanı bünyesinde kurulması eğitimin içeriğine dair de önemli ipuçları veriyor. Lüks ve şatafat gibi iktidar nimetleri karşılığında siyasi iktidara tam sadakat ve itaat gösteren bir kurum, eğitimi de siyasi iktidarın makbul gördüğü çerçevede, yani piyasacılığın ve dinselleştirmenin el ele verdiği biçimde yürütecektir” dedi.
“DERNEK VE VAKIFLARIN EKONOMİK GÜÇLERİ SEKTEYE UĞRAYINCA…”
Sinan Muşlu, Diyanet Akademisi uygulamasıyla birlikte “Burada önemli bir nokta var” uyarısını yaparak şu bilgileri paylaştı:
“Geçmişte, dini tarikat ve cemaat derneklerine Büyükşehir Belediyelerinden aktarılan kaynakları artık tüm açıklığıyla biliyoruz. Bu dernek ve vakıfların ekonomik güçleri sekteye uğrayınca, siyasi iktidar bu soruna daha kurumsal çözümler aramaya başladı. Haliyle finansal destekteki kesintiler sonucunda, doğrudan DİB bünyesinde kamu kaynakları kullanılarak bu işler yapılmak isteniyor. Bu nedenle önümüzdeki süreçte Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden daha fazla yurt ve kursların açılacağını söylemek mümkün olabilecektir.”
“KAYNAKLAR, İKTİDARIN İHTİYAÇLARINI KARŞILAMAK ÜZERE KULLANILIYOR”
Sinan Muşlu, Diyanet Akademisi için yapılacak sözleşmeli personel istihdamına da dikkat çekti. Atanamayan öğretmenlerin durumunu işaret eden Muşlu, “MEB bünyesinde yüz binin üzerinde öğretmen ihtiyacı varken ve her eğitim öğretim yılında 90 binler civarında ücretli öğretmen bir çok ekonomik ve özlük haklardan yoksun bir şekilde ucuz iş gücü olarak çalıştırılırken, DİB’e bu kadar bütçe ayrılarak sürekli bir kadro istihdamı yapılması ve gelinen kadro düzeyinin yoğunluğundan bir ‘akademi’ açılıyor olması aslında iktidarın genel olarak eğitim alanına ilişkin planlamalarında DİB’e nasıl bir rol biçtiğinin de göstergesi aslında. Kamu kaynakları toplumun yakıcı ve gerçek sorunlarına çözüm üretmek için değil, siyasi iktidarın ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılıyor. Bu nedenle eğitimde ihtiyaç duyulan atamaları yapmak yerine kimi zaman daha güvenlikçi bir politikaya başvurarak bekçi istihdam etmeyi, kimi zaman ise böylesi kadrolar açmayı tercih ediyorlar.”
“EĞİTİMİ, BİLİMSEL NİTELİKLERİNİ ZAYIFLATIRSINIZ!”
Muşlu, ‘eğitimde nitelik’ vurgusu yaptığı açıklamasında “Her yurttaşın nitelikli eğitim alabilmesi temel bir haktır. Bu temel hakkın kullanılabilmesi için Milli Eğitime daha fazla bütçe ayrılması ve ihtiyaç duyulan tüm kadroların atanması gerekir. DİB’e ayrılan istihdam yerine ve yine atanan binlerce bekçi yerine eğitimin ihtiyacı olan öğretmen, yardımcı hizmet personeli, idari ve teknik kadro atamaları ihtiyaç duyulan sayıda yapılsaydı, okullarımızın fiziki ve teknik alt yapıları çoğaltılıp güçlendirilseydi bugün böyle bir sorunu konuşmuyor olacaktık” ifadelerini de kullandı.
Sinan Muşlu, MEB’in DİB’le ve birçok vakıf-dernekle yapmış olduğu protokolleri de hatırlatarak şu yorumda bulundu:
“Dinin daha fazla eğitimde yer edinmesi sonucunda yurttaşlarımızın bilimsel, demokratik ve laik eğitim hakkının önüne geçilmiş olunmaktadır. Eğitim dinselleştirildiğinde, siyasi iktidar tarafından ‘makbul olan’ ve ‘olmayan’ diye insanlar ayrıştırıldığında, herkesin bu haktan yararlanma biçimlerine müdahale edilmiş ve eşit yurttaşlık ilkesinin bir ayağı ortadan kaldırılmış olur. Haliyle niteliği de bilimsel olarak değil, siyasal iktidarın tercihleriyle belirlenir. Halbuki eğitim, çocukların potansiyellerini keşfedecekleri ve yaratıcılıklarını geliştirecekleri bir alandır. Bu ilkeyi yok saydığınızda makbul nesiller tarifi yapmaya başlar, toplumu kutuplaştırır, temel hak ve özgürlükleri yok sayar ve eğitimi, bilimsel niteliklerini zayıflatırsınız.
“İKTİDAR ‘DİNDAR NESİLLER’ HEDEFİNE HIZ KAZANDIRDI”
Sinan Muşlu, okul öncesi 4-6 yaş için de zorunlu hale getirilmek istenen din derslerinin bir çok yanlış barındırdığını vurgulayarak konuşmasına şu cümlelerle son verdi:
“MEB’in okul öncesi okul sayılarını paylaşarak ve ‘ana okullarının, ana sınıflarının sayılarını şu kadar arttırdık’ diye övünmesi ile şura kararı haline getirdikleri okul öncesinde din eğitimi ve DİB ‘akademisi’ arasında bağlar vardır ve iktidarın geleceğe dair ‘dindar nesiller’ hedefine hız kazandırdığını gözlemlemek mümkündür. 4-6 yaş arasına dayatılan din eğitim asla kabul edilmemelidir. Ancak temel sorun tüm eğitim sistemindeki dinselleştirmedir. Yapılan protokoller aracılığıyla dini tarikat ve cemaatler eğitimin tüm kademesinde öğrencilere kolaylıkla ulaşabilmekte, okullarda etkinlikler düzenleyebilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ‘Akademisi’ ise bu süreci hızlandıracak, MEB ve YÖK üzerinden yapacağı protokollerle eğitim ve yükseköğretimde temel bir aktör haline getirilecektir. Üstelik bu durum ilgili taslakta da yer almakta, ‘Diyanet Akademisi dini yüksek ihtisas, dini ihtisas ve eğitim merkezlerinden oluşur.’ denilerek protokoller yoluyla okul öncesinden yükseköğretime kadar tüm alanlara, DİB’in müdahil olacağı anlaşılmaktadır. Bunun kabul edilebilmesi mümkün değildir. Öğrenciler siyasi iktidarların, hükümetlerin üzerlerinde istedikleri tasarrufta bulunacağı nesneler değillerdir. Her biri hakları olan bireyler olarak görülmelidir. Yoksul ailelerin çocuklarının açık liseye, imam hatip liselerine ve meslek liselerine nasıl mahkum edildiğini hep birlikte deneyimliyoruz. Çünkü siyasi iktidar uzun zamandır bir toplum mühendisliği yapmaya odaklanmıştır. Bu nedenle de çocuk haklarını, insan haklarını, temel hak ve özgürlükleri yok saymaktadır. Kendisinden olana tüm imkanları seferber ederken, makbul görmediği kesimlere de yasakçı ve dayatmacı yaklaşmaktadır. Bu durum da kuşakların harcanmasına yol açmaktadır.”
Eren GÜVEN/ANKARA
Yoruma kapalı.