PİRHA- Berlin’de başlayan ‘Demokrasi ve Özgürlük Konferansı’nın tamamlanmasının ardından sonuç bildirisi okundu. Konferansta söz alan Alevi kurum başkanları; “Özgürlük, birlik için değil elimizi bedenimizi bile taşın altına koymaya hazırız. Kendimizi, mücadelemizi, değerlerimizi koruyarak gericiliğe ve faşizme karşı kim mücadele ediyorsa biz onun yanındayız” dedi.
Demokrasi ve Özgürlük Konferansı, 5 Mart Cumartesi günü Berlin’de toplandı. İkinci kez toplanan ve iki gün süren ‘Demokrasi ve Özgürlük Konferansı’ bugün sona erdi.
Konferansın ikinci gününde hak ve adalet mücadelesi sürdüren 17 dernek, platform ve inisiyatifin temsilcileri söz alarak konuşma yaptı.
“BARIŞ İÇİN MÜCADELE ETMEMİZE RAĞMEN CENAZELERİMİZİ BUZDOLABINDA SAKLADIK”
Konferansta ilk sözü Barış Anneleri’nden Nafiye Yiğit aldı. Yiğit, Kürtçe yaptığı çevrimiçi konuşmasında, Kürt annelerinin yıllardır barış için mücadele ettiğini, buna karşılık çocuklarının cenazelerini buzdolabında saklamak zorunda kaldığını söyledi. Yiğit, ‘Çocuklarımızın cenazelerini bize kargoyla gönderdiler’ dedi ve Avrupa’da yaşayan insan hakları savunucularına barışa destek vermesi için çağrıda bulundu.
Gezi Aileleri inisiyatifinden Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan ise, mevcut siyasi iktidarın barış, huzur ve adalet getirmesinin imkansız olduğunu, bu nedenle mevcut ittifakların güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
“KOLEKTİF BİR SİLKELENMEYE İHTİYAÇ VAR”
Ardından söz alan Rıza Türmen, Aslı Erdoğan, Can Dündar, Tülay Hatimoğulları, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Can Candan ve Hatip Dicle de kısaca şunları dile getirdi:
“Yeniden inşa için, yeni bir şey inşa etmek için, bir silkinmeye, kolektif bir silkelenmeye ihtiyaç var. Alevi, Kürt, kadın ve emek cephesinin birliğinin karşısında hiç bir güç duramaz. Toplumda bir değişim talebi var ama bu talep değişimin gerçekleşmesi için yeterli değil. Güçlendirilmiş bir demokrasiye, katılımcı bir demokrasiye ihtiyaç var. Geleceğe dair düşünmeye, konuşmaya ve kararlı bir şekilde demokrasi güçlerinin bir araya gelmesine devam.”
“FAŞİZME KARŞI KİM BİR TAŞ KOYUYORSA, BİZ ONUN YANINDAYIZ”
Söz alan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) Eşit Başkanı Hüseyin Mat, Alevilerin artık sadece yönetilen değil, yönetmeye de talip bir toplum olduğunu belirterek; “Avrupa’da tüm anayasal haklarımızı, eşit yurttaşlar olarak sonuna kadar kullanıyoruz. Bizim sorumlarımız Cumhuriyet döneminde ya da Osmanlı dönemimde başlamadı. Bizim sorunlarımız kalubeladan beri hep var oldu. Kendimizi herkese anlattık ama kendi mahallemize anlatamadık. Hem Alevilere yönelik saldırılara, asimilasyona karşı mücadele ettik ve hem de kendimizi anlatmak zorunda kaldık. Evet, mağdurların birliğinden başka şansımız yok. Aleviler sadece kendisi için mücadele etmiyor. Aleviler her zaman mazlumun yanında oldu. Demokrasi mücadelesi yürüten her toplumsal katmanda Aleviler en önde yer alır. Asimilasyona karşı herkesin bir duruş sergilemesi gerekiyor. Türkiye’de herkesin özgürleşmesi için mücadelemiz. Kendimizi, mücadelemizi, değerlerimizi koruyarak, gericiliğe, faşizme karşı kim bir taş koyuyorsa, biz onun yanındayız” şeklinde konuştu.
“ALEVİLERİN KADERİYLE KÜRTLERİN KADERİ BİRDİR”
Ardından söz alan Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri (PSAKD) Genel Başkanı Gani Kaplan ise şunları söyledi;
“Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Alevilerin vicdanı olan bir örgütüdür. Seçimler yaklaşırken biz de kendi sorunlarımıza dair partilerin ne önerdiğine bakacağız. Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri olarak elektrik faturalarımızı ödemiyoruz. Gelen faturada ‘Cemevi İbadethanedir’ ifadesi yazmadığı sürece de ödemeyeceğiz. Özgürlük, birlik için değil elimizi bedenimizi bile taşın altına koymaya hazırız. Alevi köylerine oy karşılığı adeta şantaj yapılıyor. Alevi köylerine yapılan camiler kabul edilir şey değil. Aleviler bu zulmü hak etmiyor. Azınlıklar, ötekiler bir araya geldiğinde yıkamayacağı güç yok. Alevilerin kaderiyle Kürtlerin kaderi birdir.”
“KONFERANS, BU KARANLIK DÖNEMDE FARKLI GÖRÜŞLERİ BİR ARAYA GETİRDİ”
Konferans sonrası Akademisyen Latife Akyüz ve Gazeteci Can Dündar sonuç bildirisini okudu. Sonuç bildirgesinde şu ifadelere yer verildi:
“İkinci Demokrasi ve Özgürlük Konferansı, dünyada işgal ve savaş koşulları altında barış talebinin yükseldiği, otoriter baskıyla birlikte direncin de örgütlendiği bir dönemde, savaşın yaralarını en iyi bilen başkentlerden Berlin’de toplandı.
İki buçuk yıl önce toplanan ilk konferanstan bu yana Türkiye’de de, yaklaşan seçimle birlikte baskıların artışına ve muhalefetin de buna karşı yeni direniş modelleri geliştirmesine tanık oluyoruz. Ukrayna ile yeniden gündeme gelen, Türkiye’nin uzunca süredir yaşamakta olduğu otokratik yönetim, işgal siyaseti ve saldırganlığın, insanlığa nasıl bir tehdit oluşturduğu daha iyi görüldü. Demokrasi ve Özgürlük Konferansı, tam da bu dönemde, barış talebinin, dayanışma ihtiyacının, yeni bir Türkiye ütopyasının öneminin bilinciyle, farklı görüşten kurum temsilcilerini, hak örgütlerini, siyasetçileri, akademisyenleri, aktivistleri bir araya getirdi.
“TEK ADAM REJİMİ ÜLKEYE ÇÖKÜŞ VE YOZLAŞMA YAŞATIYOR”
Mafyalaşmış bir tek adam rejimi, ülkeye topyekûn bir kurum kıyımı, çöküş ve yozlaşma yaşatıyor. Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Romanlar ve tüm ezilen halklar, her geçen gün artan bir şiddetle terörize ediliyor. Tek tipleştirme ve baskı politikalarından nasibini almayan kurum, toplumsal yapı, hak mücadelesi alanı kalmadı. Toplum, yoksullukla cezalandırılırken, yargı, medya, akademi, sağlık, ekonomi, eğitim, kültür, sanat alanları enkaza dönüştü. Barış akademisyenlerinden KHK’lılara kadar birçok kesim sivil ölüme mahkum edildi. Belediyeler ve üniversiteler başta olmak üzere birçok kurumda kayyum siyasetiyle temsiliyet hakkı ve özerk yapılar gasp edildi. Rehine politikasıyla tutukluluk, tutsaklığa dönüştürüldü. Doğa ve yaşam alanları talan ediliyor. Yoğunlaşan beyin göçüyle ülkenin düşünsel zenginliği sistematik olarak çölleştiriliyor. Cinsiyet ve cinsel yönelim ayrımcılığı, kadınlara, çocuklara, LGBTQ+lara yönelik şiddet, her gün tırmanıyor. Böyle bir dönemde İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması yaşanan cinayetlere meşruiyet zemini sundu.
“ÖZGÜR TÜRKİYE’NİN OLMAZSA OLMAZLARINI TARTIŞTIK”
Özellikle son 20 yılda yaratılan ağır hasara rağmen Türkiye’de hala süren bir mücadele geleneği var. Baskıya direnen kararlı halk iradesi, özellikle yerel yönetim zaferiyle uçuruma gidişi durdurdu ve yarın umudu yarattı. Bu umudun büyütülerek demokratik ittifakların geliştirilmesi, özellikle de giderek güçlenen emek örgütlerinin, kadın hareketinin, ekolojik muhalefetin bu süreçte aktif rol alması, Türkiye’de verilen mücadelenin dünya deneyimleriyle, özellikle Latin Amerika’da zafere ulaşan özgürlük mücadelesiyle dayanışması vurgulandı. Burada da enkaz kaldırıldıktan sonra inşa edilecek çoğulcu, demokratik, özgür Türkiye’nin olmazsa olmazları tartışıldı. Tabandan tavana yansıyan bir kolektif kurucu irade ihtiyacı dile getirildi.
Cezaevlerinde çok ağır koşullarda tutulan başta hasta tutsaklar olmak üzere, siyasi tutukluların özgürleştirilmesi, bugüne dek verilen siyasi mahkûmiyet kararlarının sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılması istendi. Denetleme ve dengeleme kurumlarının yeniden oluşturulmasına, bağımsız yargının, etkili meclisin, özgür basının, özerk üniversitenin, güçlü sivil toplumun yeniden kurulması gerekliliğine dikkat çekildi. Tek adam diktasına dayalı merkezi örgütlenme yerine, katılıma ve uzlaşmaya dayalı yerel siyaseti önceleyen, âdemi merkeziyetçi bir yapının zorunluluğu; çözümü, muhataplarla birlikte aramanın hayatiyeti vurgulandı.
“TÜRKİYE’NİN ÖTEKİ YÜZÜNÜN GÖSTERİLMESİNE İLİŞKİN YAPILABİLECEKLER ÜZERİNE YOĞUNLAŞTIK”
Konferansın sonunda üç çalışma grubu oluşturuldu. ‘Diplomasi ve medya çalışma grubu’, konferansta alınan kararların diğer dünya halklarına, siyasi çevrelerine, medyasına iletilmesi ve Türkiye’nin öteki yüzünün gösterilmesine ilişkin yapılabilecekler üzerine yoğunlaştı. ‘Halkla ilişkiler grubu’, 200 kişiyle oluşturulan iradenin, çok daha geniş kitlelerle buluşması, paylaşılması, dayanışma sağlanması için yapılabilecekleri tartıştı; demokrasi şenlikleri, forumlar, konserlerle barış, demokrasi, özgürlük talebinin kitleselleştirilmesi kararlaştırıldı. Nihayet ‘Hak ve adalet çalışma grubu’, hukuksuz yargı kararlarının raporlaştırılarak yaşanan adaletsizliği dünyaya anlatabilecek, yurtdışındaki sürgünlerin yaşadığı adalet sorunlarına, hukuk ihlallerine çözümler üretebilecek mekanizmalar oluşturulması konusunu görüştü.
“ÜÇÜNCÜ KONFERANSIN TÜRKİYE’DE TOPLANMASI UMUDUYLA”
Demokrasi ve Özgürlük Konferansının bütün katılımcıları, acil dayanışma ihtiyacıyla birlikte ortak mücadele azmini de ortaya koydu. Konferansa, bir barış annesinin deyimiyle, bütün yaşatılan zulme rağmen nefretin üremediği, tersine emsalsiz bir empatinin ağırlık kazandığı bir yaklaşım hâkim oldu. Oluşturulan birlik ve dayanışma ikliminin, kurulan ittifakın ve ortak mücadelenin büyüyerek sürdürülmesi, sadece baskı ortamı sona erene dek değil, herkesin özlemi olan demokratik Türkiye ve toplumsal barış ortamı kurulana kadar birlikte çalışma kararlılığıyla ve üçüncü konferansın Türkiye’de toplanması umuduyla sona erdi.”
(HABER MERKEZİ)
Yoruma kapalı.