PİRHA – İstanbul Baro Başkanı İbrahim Kaboğlu, barış sürecine ilişkin yürütülen tartışmalara hukukun merkezinde durarak müdahil oldu. “Hukuk yoluyla demokrasiyi inşa edersek barış kendiliğinden gelir” diyen Kaboğlu, iktidarın barış söylemi ile uygulamaları arasındaki çelişkilere dikkat çekti.
Baroların ve hukuk kurumlarının Meclis’te kurulan komisyonun dışında tutulmasının sürecin meşruiyetini zedelediğini belirten Kaboğlu, “Siz bu meşruluğu barolar, hukuk kurumları temelinde aramayacaksanız nerede arayacaksınız?” diye sordu.
Türkiye’de hukuka olan güvenin en fazla aşındığı dönemlerden birinin yaşandığını vurgulayan Kaboğlu, barış tartışmalarının hukuki zeminden koparılarak yürütülemeyeceğini söyledi. Kürt sorununun çözümüne dair adımların somutlaşmadığını belirten Kaboğlu, demokratikleşme iddialarının sahadaki uygulamalarla örtüşmediğini ifade etti.
“EKMEKTEN ÇOK HUKUKA İHTİYACIMIZ VAR”
İstanbul Barosu Başkanı ve anayasa hukukçusu İbrahim Kaboğlu, son yıllarda yaşanan siyasal ve hukuksal kırılmaları tarihsel bir perspektifle ele aldı. 27 Şubat çağrısının ardından başlatıldığı ifade edilen süreci değerlendiren Kaboğlu, hukukun sistematik biçimde geriletildiğini belirterek şu ifadeleri kullandı:
“Milletvekilliği yapmış ve aynı zamanda dünyanın en büyük hukuk kurumu olan İstanbul Barosu Başkanı sıfatımla da konuşuyorum! O nedenle sorumlu bir dil kullanmam gerekiyor. Türkiye’nin yüzyıllara dayanan birikimi var. Osmanlı’dan bu yana anayasal ve siyasal tarih açısından çok zengin bir mirasımız var. Ama gelin görün ki son 10 yılda Türkiye hemen hemen 100 yılda yaşamadığı bunalımlı dönemler yaşadı. 7 Haziran seçimleriyle ilk kez 13 yıldır iktidarda bulunan parti, meclisteki çoğunluğunu kaybetti. Sonrasında Anadolu’nun nasıl bir toplu katliamlar toprağına dönüştüğünü hep birlikte gördük. Sonra 15 Temmuz’da darbe girişimi oldu. 10 yıl boyunca kendisiyle ittifak yaparak ülkeyi yöneten bir tarikat, sorumlu bulundu! Aradan yaklaşık 9 ay geçti, dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir anayasa değişikliği yapıldı; hükümet kaldırıldı, hukuk diliyle lağvedildi.”
“TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÖYLEMİ NEYİ ÖRTÜYOR”
Kaboğlu, anayasal düzenin askıya alındığını ve bu tablonun “terörsüz Türkiye” söylemiyle perdelenmeye çalışıldığını ifade etti. Barışın bir sloganla değil, hukukla mümkün olabileceğini vurgulayan Kaboğlu, Meclis’te kurulan komisyonun adından başlayarak yanlış kurgulandığını söyledi:
“Şimdi bu çerçevede anayasaya saygı ve asgari demokratik standartları geçerli kılmak dururken bir anda ‘terörsüz Türkiye’ söylemi öne çıkarılarak bu hukuk dışılıklar perdelenmeye başlanıyor. ‘Terörsüz Türkiye’ demek yalnız başına ulaşılacak bir hedef değil. Çünkü terörsüz bir toplum, ülke ancak hukuk yoluyla inşa edilebilir. O bakımdan Mecliste oluşan komisyonun kuruluş aşamasında bunun adının ‘Hukuk, demokrasi ve barış komisyonu’ olması gerektiğini öne sürmüştüm. Hukuk olmadan demokrasi tesis edilemez. Hukuk ve demokrasi olmadan da barış kurulamaz.”
HUKUK YOK AMA SEÇİCİ BİR SEFERBERLİK VAR
Kaboğlu, barış söyleminin pratikte hukuki bir karşılığının bulunmadığını belirterek, bazı dosyalarda devletin tüm mekanizmalarının harekete geçirildiğini, buna karşın beraat kararlarının görmezden gelindiğini vurguladı:
“Barış inşa etmek isteyen kesimler nedense hukuku hiç ağızlarına almıyorlar. Ama hükümlü bir kişiyi nasıl hükümlü olmaktan çıkarırız diye yasama, yürütme, yargı seferber olmuş durumda. Ama öbür taraftan beraat etmiş kişiler Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Karaman örneğinde olduğu gibi onlar hakkında bir sözcük etmiyorlar.”
Ankara–İmralı hattında yürütülen görüşmelere ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kaboğlu, barış iddiasının ancak hukukun işletilmesiyle anlam kazanacağını söyledi. Süregelen tutuklamaların bu süreci gölgelediğini belirten Kaboğlu, yaşanan tabloyu anlamakta zorlandığını ifade etti:
“Kıdemli bir hukukçu olarak, öğretim üyeliğini uluslararası standartlarda icra etmiş bir kişi olarak bu anayasa, hukuk ihlalinin sürekliliğini anlamakta güçlük çekiyorum.”
Kaboğlu, “terörsüz Türkiye” söyleminin ardından art arda gelen operasyonlara dikkat çekerek şöyle konuştu:
“İlkin Ahmet Özer tutuklandı, 22 Aralık 2024’te İstanbul Barosu’na, 19 Mart 2025’te İmamoğlu’ndan itibaren yüzlerce belediye başkanı, üst düzey görevli, gazeteci, hukukçu tutuklandı. Siyasal muktedirlerin barış istediği konusunda samimi olduklarını varsayıyorum. ‘Söylemleri yanlış. Siz yalancısınız’ demiyorum.”
ANKARA-İSTANBUL HATTI DİKENLİYKEN BARIŞ MÜMKÜN MÜ?
Kaboğlu’na göre barış söylemi ile siyasal pratik arasındaki temel çelişki, serbest seçimlerin önünün tıkanmasında somutlaşıyor:
“Ama barış istedikleri konusunda içten ve tutarlı olduklarını söyleyebilmem için bir tarafta siyasal iktidarın el değiştirmesine giden yolun dikenlenmemesi gerekir. Şimdi bir tür barış süreci başlatılmak istenirken İstanbul’da alınan önlemlerle, yapılan tutuklamalarla serbest seçimlerin önü tıkanıyorsa burada çok büyük bir çelişki var demektir.”
Kaboğlu, Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun daha baştan güven vermediğini belirtti. Komisyonun hukuk zemininden uzak kurulduğunu vurgulayan Kaboğlu, şu eleştirileri yöneltti:
“Orada bir hukuk söylemini göremedik. Meclis başkanı, Can Atalay kararını, Anayasa Mahkemesi kararını okutmadı ve anayasal olarak geçerli olmayan Yargıtay Ceza Dairesi’nin kararını okutmaya çalıştı. Şimdi bu kadar anayasaya karşı olan bir kişinin başkanlığındaki komisyon, daha baştan güven vermiyor.”
BAROLAR NEDEN YOK?
Baroların sürecin dışında bırakılmasını doğrudan meşruiyet sorunu olarak değerlendiren Kaboğlu, hukuk yoluyla barış iddiasının bu haliyle inandırıcı olmadığını söyledi:
“Birçok kesim dinlendi ama barolar gibi temel hukuk kuruluşlarına bir yarım gün ayırılmadı. Hukuk yoluyla yapacaksak bunu o zaman Hakkari’den Edirne’ye, Artvin’den Muğla’ya, baro başkanlarını çağırırsınız. Siz bu meşruluğu barolar, hukuk kurumları temelinde aramayacaksanız nerede arayacaksınız.”
“ÖNCE FİKİR SUÇLULARI BERAAT ETMELİ”
Kaboğlu, demokratik entegrasyon ve “umut hakkı” tartışmalarının mevcut koşullarda karşılığının olmadığını belirtti. Önceliğin açık mahkeme kararlarının uygulanması olduğunu vurguladı:
“Açık Anayasa Mahkemesi kararları olduğu halde kararların uygulanmadığı bir ortamda umut hakkından söz etmek bana biraz fantezi geliyor.”
Sürecin kişiler üzerinden değil, ülkenin geleceği üzerinden ele alınması gerektiğini ifade eden Kaboğlu, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Kişilere yönelik değil, Türkiye’nin geleceğine yönelik söylem geliştirmeliyiz. Mahkemelerin verdiği kararlara saygı duyulmalı. Kayyum ve benzeri bahanelerle görevden alınan belediye başkanları, görevlerine iade edilmeli. Hapishanede olan milletvekilleri serbest bırakılmalı. En başta siyasal fikri suç işledikleri öne sürülen kişiler beraat etmeli…”
Kaboğlu, barışın yol haritasını net bir çerçeveyle özetledi. Hukukun yok sayıldığı bir yerde barışın yalnızca bir söylem olarak kalacağını vurguladı:
“Her zaman, her yerde, herkes için hukuk. Barış sürecinin öncelikli gündemimiz olması için önce hukuk, sonra demokrasi, sonra barış olur. Hukuk ön koşuldur. Ancak hukuk yoluyla demokrasi olur. Hukuk yoluyla demokrasiyi inşa edersek barış kendiliğinden gelir.”
Son olarak ihtiyatlı bir iyimserlik içinde olduğunu belirten Kaboğlu, görmezden gelinen her hukuksuzluğun yeni bir kırılma yarattığını söyledi:
“Eğer bir bildiri yüzünden İstanbul Barosu bir yıldır yargılanıyor ve 147 yıllık tarihinde karşılaşmadığı kadar anayasa dışı operasyonla karşı karşıya ise o zaman bunu ve benzeri operasyonları görmeden barışı dillendirmek mümkün değildir.”
Eren GÜVEN/PİRHA
Yoruma kapalı.