PİRHA- Sosyal Antropolog Hasan Harmancı, ‘Horasan’ın devamı-bütünü’ olarak tanımladığı Afganistan’da Kızılbaşların tüm baskılara rağmen yolu sürdürmeye yönelik tarihsel hafızasının kendisini koruduğunu söyledi. Tek yaşam şansları olan ‘Kızılbaş olmama’ şartına karşı Afganistan’daki Kızılbaşların hala direndiğini kaydeden Harmancı, mevcut durumu Afganistan Kızılbaşlarının, “Bizim elimizde Kızılbaşlılara dair hiçbir şey kalmadı. Ancak büyüklerimizle bir araya gelme şansımız olmadığı ve çoğu da tutuklandığı için bir erkan yürütme konusunda da çok sınırlıyız. Gittikçe unutuyoruz” cümleleriyle aktardı.
2017 yılından bu yana İran ve Irak’a giderek saha çalışmaları yapan, çeşitli diyaloglar geliştiren ve karşılaştırmalar yapan Sosyal Antropolog Hasan Harmancı’nın son durağı ‘Horasan’ın devamı/bütünü’ olarak ifade ettiği Afganistan oldu.
Konuya sosyolojik pencereden bakıldığında da özellikle aynı coğrafyada yaşayan ancak aralarına resmi devlet sınırları çekilen Alevilerin inanç ritüelleri arasında şaşırtıcı derecede birbirine yakın ‘benzerlikler’ ile ‘farklılıklar’ taşıdığını gördüğünü belirten Harmancı, Afganistan Kızılbaşlarının Taliban baskılarına rağmen yolu sürdürmekte ısrar kıldığını kaydetti.
Yine bununla birlikte Aleviler için tarihsel toplumsal ve inançsal yönden güçlü yaşam alanlarına resmi ideolojinin yeni kimlik kazandırma ve dönüştürme girişimlerinin bir gömleğini de Afganistan’daki Kızılbaşlara giydirme çabasına (Afganistan’da sadece Türkmen Kızılbaşlar olduğu ve onların da Şia kökenli olduğu tezi) da bir cevap olan Hasan Harmancı bölgede özellikle Özbek ve Kürt Kızılbaşların varlığına işaret etti.
Afganistan’daki Kızılbaşların cemlerini yaptıklarını, adaklarını adadığı, lokmalarını paylaştığı, özel günlerinin öncesinde gittikleri ziyaretlerinin Talibam kuşatması altında olduğunu kaydeden Harmancı, Kızılbaşların buna rağmen ziyaretlerini terk etmediğini söyledi.
Afganistan Kızılbaşlarının Çarşamba günü ibadet ettiğine işaret eden Hasan Harmancı, “Öyleyse Aleviler bugün dışında ibadet olmaz diye dayatmamalılar. Ya da bununla ilgili bir şey sunduğumuzda,” Böyle bir şey yok Alevilikte’ gibi kesin retler olmamalı. Peki biz hangisiyiz?” sorusunu yöneltti.
Afganistan Kızılbaşları için en önemli günün Newroz olduğu bilgisini paylaşan Harmancı, bu günün ise Hızır’ı karşılama olarak anlam bulduğunu elirterek,, “Bizler nasıl ki Hızır döneminde belli bir ritüel, belli bir ilişki yürütüyor ve hepimiz Hızır günlerinde aktif oluyorsak onların da ise en aktif oldukları, neredeyse toplumun bütünüyle bir araya geldikleri dönem Newroz” ifadelerini kullandı.
Saha araştırmalarını daha öncede, “Antropolog eğer gidip alanı görmemiş ise o alan ile ilgili susması gerekiyor. Benim de konuşabilmek, yazabilmek ve karşılaştırma yapabilmek için gitmem gerekiyordu ve gittim” sözleriyle tarif eden Sosyal Antropolog Hasan Harmancı, Afganistan’da bulunan Kızılbaşlara (Özbek ve Kürtler) dair temaslarını, izlenimlerini PİRHA’yla paylaştı, sorularımızı yanıtladı.
“AFGANİSTAN, HORASAN’IN BİR BÜTÜNÜ GİBİ”
Türkiye İran sınırına yakın Yaresanları, sonrasında ise Özbekistan, Türkistan ve Afganistan sınırlarında olan Horasan’da alan çalışmaları yaptınız. Afganistan saha çalışması için Horasan’ın devamı yada bütünü diyebilir miyiz?
Evet aslında Horasan’ın bir bütünü tabi ki. İran’dan sonra Afganistan önemli bir bölümdü parçaydı. Biraz zorlansam da Afganistan kısmını da bir kısmını tamamlayabildim. Çünkü Afganistan birbirini takip eden şehirlerden çok birbirini takip eden dağlar var. O dağların arkasına geçmek, doğal koşullara üzerinden atlamak ve aynı zamanda bir de toplum çok dağınık. Bu nedenle biraz zor oldu tamamına ulaşmak ama zaten tamamına ulaşmadım.
Özellikle bu bölgede de Horasan’da Kürt Kızılbaşlarla çalışmaları yürüttüm. Burada da izini sürdüğümde rehberlerimle ancak Özbek olan Kızılbaşlara ulaşmış oldum. Ama Kürt Kızılbaşlar da var bölgede. Gelenekleri hemen hemen birbirine de yakın. Bölgede Özbek Kızılbaşları çalıştığını söyleyebilirim bu seferde.
“SAVAŞ SÜRECİNDE İNANÇLARINI, SOSYAL YAPILARINI DÜŞÜNECEK DURUMDA DEĞİLLER”
45 yıllık bir işgal ve Taliban sonrası Alevilerin durumu nedir? Ülke potansiyelinin kaçına sahipler? Kendilerini nasıl tarif ediyorlar?
Kendilerini Kızılbaş ifadesi kullanıyorlar. Kızılbaş olmaktan büyük bir onur duyuyorlar. Kendilerini saklamayı hiç istemiyorlar. Onların cumhuriyet dönemi dedikleri bir dönem var. Yani Taliban öncesi. Cumhuriyet döneminde birazcık daha özgürlüklere sahipler. Tabii 45 yıllık bir savaşın içinden geçiyorlar. Bu savaş sürecinde inançlarını, sosyal yapılarını düşünecek durumda değiller.
Sürekli olarak dış güçlerle mücadele etmek ve aynı zamanda içeride de yine farklı kesimler, gruplarla bir çatışma ve iç savaş toplamı var. Bu nedenle Kızılbaşlar da orada kiminle yakın olacaklar, ne yapacaklar? Bu konu hep karıştı. Fakat cumhuriyet dönemini kendileri için parlak bir dönem olarak görüyorlar.
Geri bir dönem olmakla beraber Taliban’ın yönetimi 3-4 kez işgal etmesi ve geri durması söz konusu. Bu süreçte Taliban şimdi ülkenin neredeyse bütünü ele geçirmiş ve Kızılbaşlara kesin ve net yasaklarla gitmiş durumda. Bölgede Kızılbaşlar doğal olarak şimdi çok büyük sorunlar yaşıyorlar. Çünkü Taliban geldiğinde öncelikle dergâhlarına, cemhanelerine, tekkelerine saldırdı. İbadet yerlerine saldırdığı gibi ibadet günlerinde ev toplantılarına dahil olmak üzere haber aldığı an ki takip etti, izledi. Ona bile izin vermedi.
“CEMLERİ BASILARAK TUTUKLANIYORLAR, TEK KOŞUL CEME KATILMAMAK!”
Ve görüştüklerimin bazıları cem sırasında gözaltına alındıklarında tutuklandıklarını ve hiçbir gerekçe olmadan bir yıl, iki yıl, üç yıl gibi cezaevlerinde kaldıklarını, sonra da bir daha ceme katılmamak koşuluyla serbest bırakıldıklarını söylediler. Ama buna rağmen Kızılbaş topluluk bütün baskılarına, farklı irade koymalara ve sindirme çabasına rağmen geleneklerini yürütmeye, inançlarını devam ettirmeye çalışıyorlar.
Aleviler günümüz Türkiye gibi demokrasiden, laiklikten dem vuran ülkelerde baskı altında iken Irak’ta Ezidiler daha yeni yaşam haklarına yaşam hakkına kavuşmuşken, Suriye’de yaşam hakkı mücadelesi verilirken İran’da da keza durum öyle. Hala tam bir tanınma yok.
Ve Yaresan kesimi özellikle çok büyük çatışmalar ve her an soğuk savaş pozisyonundaymış gibi yaşıyorlar. Horasan bölgesi de öyle. Şiilik adı altında kendini gösteriyor. Ama öbür türlü Alevi gelenekleriyle ibadetlerini yapmaları mümkün değil ve Türkiye’de gerçekte öyle. Türkiye devlet olarak bunu yapıyorum gibi gösterdiği yerde bu sefer biz Avrupa’daki demokrasi anlayışıyla ve Avrupa’daki Alevilerle karşılaştırmak durumunda kalırız.
Ve bu durumda Türkiye’nin de büyük eksiklerinin olduğunu görmüş oluruz ama Afganistan ve günümüzde de Suriye ölçü kabul etmeyecek kadar baskı altında bir toplumsal yaşam sürdürüyor.
“KIZILBAŞ İSMİNİ KULLANMAK YASAK”
Peki nasıl karşılandınız orada?
Burada yaşadığım yerde Afgan olan insanlar vardı. Kendi alanımdan yola çıkarak bunlarla onların sosyal sorunları, mülteci olmaktan sorunları, kimliksiz olmaktan kaynaklı sorunları üzerine aslında çalışıyordum.
Fakat bir yandan da benim asıl çalışma alanım olan Kızılbaşlarla ilgili. Afganistan’da Kızılbaşlara ulaşır mıyım diye bir yandan tabii onlarla bu görüşmeleri yapıyorum. Biraz cesaret oldu. Onlara yani güven vermekle ilgili. Oradaki Kızılbaşları da tanıdıklarını falan söylediler. Sonradan hakikaten çok sevdiğim, değer verdiğim insanlarla tanışmamı ve bana rehberlik etmelerini sağladılar.
Onlarla biraz yolculuk yaptık. Benden önce de onlar hazırlık yaptılar. Hakikaten baskı altındalar. Gerçek anlamda baskı altındalar. Kızılbaş ismini kullanmak mümkün değil. Kızılbaşların bir araya geldiği düşüncesi olursa işler yine karışıyor. Bu kadar baskı altında. Rehberlerim önceden görüşme yaptıkları için onlarla böyle küçük küçük bir araya gelmeleri nasıl yapacağız diye konuştuk ve onlar da cesurlar.
Benim de Kızılbaş, Alevi olduğumu tabii bilmiş olmaları, duymuş olmaları onların ilgilerini çekti. Türkiye’den gidiyor olmak başka bir ilgilerini çekti, Çünkü Türkiye onlar için mülteci olarak geldikleri göç verdikleri bir ülke konumunda. Yani bizim Almanya’mız gibi, Almanya nasıl biz göç ediyoruz, oraya nasıl özeniyoruz ve merak ediyoruz ve gidebilir miyiz diye koşullarımızı zorluyoruz yani. Onlar da buraya Türkiye’ye böyle bakıyorlar.
Tabii onların da çok soruları oldu. Benim de çok sorularım oldu. Karşılıklı konuşmuş olduk. Onların da öğrenmek istedikleri, sormak istedikleri Türkiye’deki Alevilerle, Kızılbaşlarla ilgili hem de kendileri ile bilgileri karşılıklı böyle bir araya getirmiş olduk. Öyle bir yapı.
KIZILBAŞ VE ZERDÜŞTİ MEZARLAR
Sanal medya hesabınızdan Kızılbaşlara ait olduğu söylenen bir mezarlık görüntüsü paylaştınız? Bir yanında da bir mescit tarzında bir yapı vardı. Gerçekten böyle miydi? Bu mezarlıklarda Alevilere ait olduğunu düşündüğünüz simgeler vs. bulabildiniz mi?
Ben bir alan çalışan biriyim. Kestirmeden gidemem. Toplumların da kendilerine ait gibi gösterdiği şeyin ana kaynağına doğru yolculuk yapmam lazım. Biri bu bize ait dediğinde tamam kabul diyerek bir yere koymam mümkün değil. Bu mezarlık bizim gezi yolumuz üzerindeydi, yani bizim ana yol üzerindeydi. Tamamen tesadüf oldu. Öncesinden gideriz, görürüz ve bakar İlgileniriz diye bir durum yoktu. Alevi ya da Kızılbaş mezarlığı diye söylemedikleri için benim rehberlerim de bunu bilmiyorlardı.
Meraktan indik. Toprak evler vesaire var. Mezarlık kısmı ilgimi çekince ve üzerinde alemler var. Yani bizim bayrak dediğimiz, filama dediğimiz şeyler. Onları görünce o tarafa doğru gittik. Sonra tesadüfen biriyle karşılaştık. Ona çeşitli sorular sorduk. O da, “Burası Kızılbaşların mezarlığı aslında. Burası da Kızılbaş yerleşimi” dedi. Eski bir Alevi yerleşimi. Tabii daha fazla sormalar yapıyoruz. “Emin misiniz?” dedim. “Ben buraya 30-40 yıldır geldim. Bizden önce burada Kızılbaşlar vardı, Aleviler vardı. Benim büyüklerim de böyle söylüyorlar” cevabını verdi. Ben de evlerde simgeler arıyorum doğal olarak. “İleride bir tane cami var, yanında minaresi var” o kişi de “Mescide mi diyorsun? Çok eski değil. Ama Kızılbaş ibadet yeri duruyor, fakat şimdi biz kullanıyoruz” cevabını verdi.
Önce orayı ziyaret ettik. Gezip simge arıyorum bakıyorum falan. Tabii Taliban dönemi olduğu için yasağın da yasağı var. Örneğin Taliban döneminde müzik yasak, müzik aleti yasak. Bu durumda herhangi bir topluma ait bir işaret daha da yasak. Gittiler Budist tapınaklara ve Buda’nın ellerine saldırdılar biliyorsunuz.
Bunun kapatılabileceği şeylerine bakıyorum. Hakikaten küçük böyle şeyler kalmış ama o da Alevilere ya da Kızılbaşlara doğrudan ait simgeler olarak karşılaşmadım. Sonra daha fazla konuştu da ben mezarlık sordum. Ben mezarlığı gördüğümde daha çok hani yerel bir mezarlık ve Zerdüşt bir mezarlık olarak baştan koymuştum. Çünkü tarz biraz uyuşuyor aslında.
Zerdüştler de açıklanan bir mezarı yok ama yakın dönemlerde Zerdüştler yaklaşık 100 yıldır yerel topluluklara, İrani topluluklara uyarak mezar taşı koymaya ve mezar yapmaya başladılar. Normalde orada yakarlar, emikleri götürürler ve sırlarlar. Bu kadar. Böyle bakarlardı. Fakat modern dünyaya uyumla beraber bunu yapmışlar. Öyle düşündüm.
MEZAR TAŞINDA ANA FATMA’NIN ELLERİ
Doğal olarak kullandıkları toprak yapısı da bölgeye uygun toprak yapısı olunca gidip baktığımda ve Kızılbaş mezarlığı deyince “Emin misiniz?” diye soruyorum. “Evet, evet. Bunlar Kızılbaş mezarlığı.” Ve üzerinde simgeler arıyorum. Tabii bir âlem gördüm. Âlem başlıkları gördüm. Ve yanında da Fatma Ana’nın eli olarak beşli iki tane eller görmeye başladım. Sonra mezarların üzerine kadınlar olmak üzere özellikle bileziklerini atmışlar.
Onları görmeye başladım. Kimi bez bağlamış, onları görmeye başladım. Farklı bir benzer bir yapı var. Bu kadarla kaldım aslında. Tabii bütününe baktım. Bazı mezartaşlarını okumaya çalıştık. Farsça olanlar, Afganca olanlar var. Bunların üzerine konuştuk. Biraz birkaç şey daha soralım dedik. Daha fazla soramadık ama yerel kaynağımız bizim buranın Kızılbaş mezarlığı olarak ifade edince bu böyle de kaldı.
Çünkü önceden bir çalışma yapmam olmadı. Sonrasında bu mezar tipini başka yerlerde de gördüm. Belh şehri Kızılbaşlıların yerleşim alanına yakın ve aynı zamanda Hızır makamının olduğu bir yer. Mevlana’nın da makamının orada da olduğu bir yer. Ali olarak yani Hazreti Ali demiyorlar.
Mevlam Ali olarak ifade ettikleri Mezar-ı Şerif bölgesinin eski adını belki. Bu da orada olunca buna kani oldum. Kızılbaşların da böyle bir şehirde bu tarz mezarları kullanabileceğine dair. Yedi basamak sistemi Zerdüştlükte çok önemlidir öbür dünyaya gidiş için. O mezarların tarzında dörtlü, yedili diye görünce yani ortak bir kullanım. Çünkü bölge halkı hem Zerdüşt hem Kızılbaş.
“ALEVİLİKTEKİ ORTAK SİMGELER VE UYGULAMALARI GÖRDÜM”
Ve bu ikisini de birinden ayırıyoruz ama yerel halk açısından bunu ayıramayız. Hani Ezidilerle, Zerdüştler, Ezidilerle, Kızılbaşlar, Ezidilerle işte Müslümanlar ondan sonra Hristiyanlar nasıl bir arada yaşıyorsa orada da yaşama olasılığı olduğu için bu mezarların orada da yaygın olduğunu gördüm.
Ve yakın döneme kadar da ziyaret edildiğini, adaklar adandığını, çocuk olması için çeşitli ip bağlamalar, bez bağlamalar olduğunu gördüm. Aynı zamanda bir araya gelip işte gülbanglar ya da onların deyimiyle dualar okumak ve mezarları sulamalar gerçekleştiğini ve aynı zamanda Alevi geleneğinde mezar ziyareti ya da ziyaretgâhın biçimiyle ortak simgeleri ve uygulamaları görünce bunun da Kızılbaşlara yakın bir uygulama olduğuna kanaat getirdim. Çünkü orada Müslümanlar bunu yapmıyorlar ve bu tür şeylerin tamamen karşısında davranış sergiliyorlar.
Ve doğal olarak yerel etnik topluluklar, inançsal topluluklara ait mezarlar olduğu belli oluyordu.
“TALİBAN, ELLERİNDEKİ BÜTÜN VERİLERİ YAKARAK YOK ETMİŞ”
Alevi olduklarına veya ritüellerine dair ellerinde herhangi bir veri, kaynak var mı? Horasan’daki genel durum Afganistan’da da kendisini gösteriyor mu?
Nasıl Türkiye’de 12 Eylül’de evlerde kitap arayıp herhangi bir broşür varsa onu alıp, kaset varsa onlara dahi el koyuluyorsa aynı durumu Taliban onu orada gerçekleştirmiş. Evlere girmiş, tek tek evleri taramış.
Zaten bölge halkı birbirlerine karşı düşmanlaştırıldığı için Kızılbaş Alevi aşiretler olarak geçen ya da farklı etnik aşiretler geçen her yere doğrudan Taliban saldırıyor ve defalarca bunu yapıyor. Onların elindeki her şeyi ele geçirmiş yakmış, yok etmiş, paramparça etmiş, dağıtmış. Bu nedenle yaklaşık bir 10-15 yıldır ellerinde hiçbir veri yok. Bir araya gelip de erken yürütmek, cem yapmakta zorlandıkları için kendilerine ait verileri bulmakta bile zorlanıyorlar.
KİMLİKLERİNDE KIZILBAŞ OLDUKLARI YAZIYOR
Ancak ezberledikleri şiir, nefeslerin birkaç yerde kayıtlı olduklarını söylüyorlar. Dedelerin elinde bunların zor bela da olsa kayıtlarının olduğunu söylediklerini biliyorum. Ama istediğimde ise bunları bana veremediler. Fakat çok ilginçtir. Afganistan Cumhuriyet döneminden kaldığı halde sonrasında da devam eden bir şey var. Kimliklerde Kızılbaş yazıyor. Bu onların yeterince Kızılbaş olduklarına dair deliller.
Ama kendilerine ait olan mekanlarda Kızılbaşlığa dair hiçbir şey bırakmamışlar. Ellerinde bir belge olmadığı için, benim Fransızcaya çevrilmiş ‘99 soruda Alevilik’ çalışmamı onlara teklifi yaptım. Farsça olacak şekilde. İsterseniz size de böyle bir çeviri yaparız dedim. Bundan çok mutlu oldular. “Bizim elimizde Kızılbaşlılara dair hiçbir şey kalmadı. Ancak büyüklerimiz de bir araya gelme şansımız olmadığı ve çoğu da tutuklandığı, gözaltına alındığı için bir erkan yürütme konusunda da çok sınırlıyız, bunu gerçekleştiremiyoruz. Gittikçe unutuyoruz. Bizim buna ihtiyacımız var” diye belirttiler. Ancak sorularla Aleviliği nasıl yaşadıklarını ya da bilgilerinin düzeyini görünce bu beni mutlu etti.
“GENÇLERİN YOLA İLGİSİ SEVİNDİRİCİ”
Peki gençlerin yola ilgisi ne durumda? Yolla ilgili neler biliyorlar?
14-15 yaşındaki gençler dahil ikrar almaya, yola girmeye çaba harcıyorlar. İkrar alanlar da var ve yolu biraz olsun biliyorlar. Dedelerinden, pirlerinden; onlar pir diyorlar. Pirlerinden öğrenmişler. Bu çok ilginçti. Gençle konuştuğumda ön bilgiler, ön nüveler alabilmek için sorular sordum. Bana o genç anlatmaya başladı. “Bizde müsahiplik var ve ben müsahip de olmadım ama bekliyorum ve ben ben ikrarlıyım” dedi. Onlar erkanlarını çarşamba yapıyorlarmış bazen de perşembe.
‘Pirimiz bize orada yolla ilgili şeyler anlatıyor ve biz bir araya geliyoruz’ diyor. Bütün bunları anlatınca genç birisi bu şaşırtıcı ve güzel bir şey. Yani bir kişi bir kişidir çoğu zaman. Hani hiç yok duygusundansa bir kişi bile çok şey ifade edebiliyor bir toplumda. O genç yaşta olmuş olması da beni çok mutlu etti.
Genç yaşta toplumuna ait bilgileri edinme çabasında. Hani yaşlılarla bu bilgi gitmeyecek ya da büyüklerle bilgi gitmeyecek duygusunu edinmek güzel. Çünkü gençler ilgileniyorlar. Yani bu baskı bazen ilgiyi daha da arttırıyor. Hani bizim toplumumuzda, Avrupa toplumunda gençlerin ilgisi düşük değil aslında ama ana beklediğimizden daha düşük. Fakat orada da düşük gibi görünmesine rağmen müthiş bir ilgi var ve çocuklar gizli biçimde ikrarlarını devam ettiriyorlar.
Ve onlardan alıyorum. Hani yol sürüyor. Öyleyse yol Alevilikte sözlü gelenektir zaten. O nedenle sürüyor demek ki. Beklediğimden daha farklı bir toplumsal yapıyla karşılaştım. Önce bunu söylemeliyim.
“EN ÖNEMLİ GÜNLERİ NEWROZ; HIZIR’I KARŞILAMA RİTÜELİ”
Belli özel günleri var mı? Varsa nasıl karşılıyorlar?
Horasan’da giderken Horasan’la ilgili çalışmalar yapılmıştı. Horasan’da aşiretler Kürt aşiretleriydi. Örneğin Selim Temo, Faik Bulut gibi alan araştırması yaparak güçlü veriler bize taşıyan araştırmacı arkadaşlarımız çalışma yapmışlardı. Başka çalışmalar da vardı. Ha Horasan’dan bizzat oranın yerellerinden de bilgiye ulaşmak mümkündü. Ama Afganistan’a dair bir çalışmak mümkün olmuyordu. Bu nedenle Afganistan benim için kapalı bir kutuydu. Giderken çeşitli hazırlıklar, çalışmalar yaptım. Ama gerçeğin ne olduğu konusu karışıktı.
Afganistan’da rehberlerim Özbek’ti. Bu nedenle daha çok Özbek toplumuyla haşır neşir oldum. Oradaki Kızılbaşlarla ilgili çalışmaya haşır neşir oldum. Özbekistan’daki topluluğun en önemli günü Newroz. Newroz’a dair çalışmalar, ritüeller ve Newroz’a dair ortak hareket etme var.
Bizler nasıl ki Hızır döneminde belli bir ritüel, belli bir ilişki yürütüyor ve hepimiz Hızır günlerinde aktif oluyorsak onların da ise en aktif oldukları, neredeyse toplumun bütünüyle bir araya geldikleri dönem Newroz.
Ancak Newroz onlar için yeni yıl kutlamalarından daha çok Hızır’a gidiş, Hızır’la hazırlık ve ritüellerini yapmak, cemlerini, erkanlarını yapmak olarak gerçekleşiyor. Üç gün oruç tutuyorlar. Sonra Hızır’ın makamı, Mezarı Şerif bölgesine gidip ziyaret ediyorlar. Orada erkanlarını yürütüyorlar. Cemlerini kurup her pir kendi talipleri bir araya gelip erkanlar yürütülüyor.
MEZAR-I ŞERİF’E GİDİP ERKANLARINI GERÇEKLEŞTİRİYORLAR
Yani Hacı Bektaş Veli’ye gitmek gibi düşünelim. Ya da Munzur’a gitmek gibi düşünelim. Gidiyorlar ve erkanlarını gerçekleştiriyorlar. Bu erkanlarını gerçekleştirirken bir kısmı ikrarını oradan alıyor ya da müsahiplik erkanları yapıyorlar. Cem yürütüyorlar.
Cemleri ve semahları ve bizim sazander yada zakir dediğimiz kişiler de orada bizzat bağlamaları, curalar elinde erkan yürütüyorlar. Ve bu hizmetleri onlar gerçekleştiriyorlar. Onlar için ritüel günü tamamen Hızır’ın makamının olduğu bölgeye gitmek. Ama Hızır makamı yakınında başka büyüklerin makamları da var. Bu da ilginç orada. Hızır dışında başka pirlerin de makamları var. Örneğin Mevlana’yı da kendi pirlerinden biri olarak görüyor. Ama orada bir karışıklık oldu. Onu söylemeliyim. Oradaki Mevlevilerle Kızılbaşlar sanki birbirlerine biraz karışmışlar. İç içe geçmişler gibi. Bu 45 yıllık sürecin 20 yılında baskıların artmasıyla beraber de bu olgunlaşmış olabilir. Böyle de bir yanları var.
“TALİBAN BASKISI ÇOK YOĞUN; ZİYARETLERİNE PİKNİĞE GİDER GİBİ GİDİYORLAR”
Güncelde bu ritüeller uygulanabiliyor mu bu mekanlarda?
Maalesef. Ancak şöyle bir şey söylediler. Bu çok acı. Oraya piknik yapmak için zaten eskiden de biz giderdik günlerce kal alırdık. Doğal olarak yeme içmemizi orada gerçekleştirirdik. Ama şimdi kurban orada adakları oluyor ve kurban tığlıyorlar. Şimdi belli zamanlarda orada hafta sonları tatile gider gibi, piknik yapar gibi gidiyorlar.
Yani ritüel gerçekleştirmeden sadece muhabbet olarak bir araya giriyor. Çünkü ellerinde silahı olan bizzat Taliban mensupları dolaşıyor. Öyle tahmin ettiği bir grubu orada bırakabileceğini, barındırabileceğini düşünmüyorum. Ama o bölge yerel halkın çok yüksek oranda gidip piknik yaptığı da bir bölge. Onlar da Hızır’a denk gelen dönemde gidiyorlar.
Ancak Taliban’ın baskısını hissettiklerinde o gün değil de sonraki günlerde gitmek biçiminde yine de ibadetlerini, yine de ritüellerini, yine de ziyaretlerini ikrarı tamamlamak için, niyaz etmek için gidiyorlar.
“EN ZOR BASKI ANLARINDA DAHİ YOLU SÜRDÜRÜYORLAR”
Afganistan göründüğünden daha keskin bir inançsal forma sahip. Örneğin pirlerinin geldiğini söylüyorlar. Şu anda pirleri başka şehirden geliyor pirleri. Bunu Taliban anladığında sorun çıkarıyor. Baskı uyguluyor, yasaklıyor ve bir araya gelmelerini engelliyor. Ama geçmiş dönemlerde yani cumhuriyet döneminden bahsediyorlar. Taliban öncesi dönem.
Yaklaşık 20-25 yıl önce kadınlarla beraber kadın erkek bir arada erken yürüttüklerini söylüyorlar. Ve çok daha eski olmamak üzere kadın pirlerinin olduğunu da söylüyorlar. Bakın Afganistan gibi zorlu bir yerde kadın ve erkek bir arada yine erkanı yürütmek için mücadele ediyorlar. Böyle bir toplumsal yapı. Hafızamız var. Bu hafıza en zor baskı anlarında dahi sürdürülebiliyor ve sürdürülüyor. Hakikaten ben çalışmayı genişlettikçe şaşırıyorum gittikçe. Afganistan bu şaşırtmanın daha da çapraşık bir hale gitmesine neden oldu.
“NEWROZ’DA 3, MUHARREM’DE 6 GÜN ORUÇ TUTUYORLAR”
Belli oruçları var mıdır?
Afganistan’da oruç günlerini sorduğumda Newroz’da 3 gün oruç tutuyorlar. Hızır bizim Türkiye’de Anadolu’da ya da genel olarak Mezopotamya’da Hızır Orucu biçiminde tuttuğumuz oruca benzer bir orucu Newroz’da tutuyorlar. 3 günlük bir oruç bu bir kere. Ve orucu Hızır makamı üzerinden tutuyorlar.
Hızır orucu olarak tutuyorlar ve o makamın olduğu yere gidip niyaz ediyorlar. Erkanlarını, cemlerini gerçekleştiriyorlar. İkinci bir oruçta bizim Muharrem dediğimiz onların da aşure dediğimiz dedikleri bir oruç. Muharrem orucunu 6 gün tutuyorlar. Böyle gerçekleştiriyorlar. Bu Muharrem orucunun aşure kısmında ise yedi çeşit yiyecek katıyorlar. Ve buna da heşte olarak söylüyorlar. Çorbanın adını öyle veriyorlar.
“12 İMAM ORUCU DİYE BİR ORUÇLARI YOK”
Onların söylediği ifade yani aşurenin dahi 10 olmayacağını farklı bir yiyecek adıyla ifade ediyorlar. Aşura diyerek 10 adını kullanıyoruz ama 12’ye çevirmişiz. Yakında belki ona başka bir isim takmak zorundayız. Çünkü aşura adıyla 12 ürün uymuyor, oraya katılan katık olarak. Burada Muharrem’de 6 gün oruç tuttuklarını öğrenmek şaşırtıcıydı. Çünkü 12 imamlar adına tutulduğunu söyleyen bir toplumsal yapı ile karşılaşıyoruz, özellikle de Türkiye’de. Ama Afganistan’da 12 imam oruçları diye bir oruç adı yok.
Orada 6 imam olarak da geçmiyor. Başka bir şey olarak da geçmiyor ve orucun adı orada 6 gün olarak geçiyor. 6 günlük bir oruç. Böyleyse Alevi toplumunun sıkı sıkı işte ‘bu 12 imamlara atfedilen bir oruçtur. Muharrem’e ait bir oruçtur’ demeleri biraz işi karıştırıyor. Bu toplumsal durumu biraz sorgulamamız gerekiyor. Her toplumumuz farklı bölgelerde birbirine başka şeyler taşıyabilir.
SEMAHA RAKS DİYORLAR
Alevi toplumunun kendini bu anlamda bulmasında Afgan toplumunun bu 6 günlük orucu ve 7 ürün kullanması tartışmalı ve önüne daha fazla seçenek olarak koymalı. Neden 7? Bizde neden 10, neden 12 diye bunu sorgulamalıyız. Raksa semah diyorlar bunlar mesela. Biz sadece semah diyoruz. ‘Semah dansı demeyin buna’ denir ya bizde. Bu mesela bir tartışmalı. Raksa semah diyorlar. Farsça raks, raks-ı semah.
Ve pirlerin huzurunda ateş başında dönüyorlar. Hani ateşin etrafında semah dönmek olarak yani. Bu Newroz’da gerçekleşen dansın semah olarak gerçekleşmesi oluyor. Örneğin eskiden düğünlerinde de semah dönüyorlarmış. Fakat sonra bunu durdurmuşlar. Sanırım hani bu Taliban’ın gelmesiyle ilgili daha çok.
Kadın erkek katılımları ayrı onlarda şimdi. Belki bu da engel olmuş olabilir. Kadın erkek sabah dönmüyorsak o zaman semah dönülmemeli diye bakıyorlar. Çünkü onlar semahnın bir bütün olduğunu düşünüyorlar.
BİLİNEN KIZILBAŞ PİRLERİNİN İSİMLERİ
Bilinen pirlerinin isimleri nelerdir?
Pirleri ise Pir Seyit Cafer Nadiri, Pir Seyit Mensur Nadiri, Pir Seyit Giylan Nadiri, Piri Piran Seyidi Keyhan.Pir Seyit Nasir, Pir Seyda Nazar, Pir Hacı Abdullah ve bu pirlerin Hepsi Seyit Keyhan’a bağlı. Bizim Hacı Bektaş kimse Seyit Keyhan da aynı kimlik. Motifler aynı, isimler ve sıfatlar değişiyor. Burada dikkatimi çeken şey şu. Başlarında yine seyit var ama biz seyit değiliz diyorlar. Hiç öyle bir şeyimiz yok.
Kendilerini Özbek olarak görüyorlar. Ve Nadir Şah’a da çok atıfta bulunuyor. Nadir Şah onlara o bölgede yer verdiği, desteklediği, güvenli alanlara taşıdığı için Kızılbaşlığın başladığını da ifade ediyorlar. Ve örneğin Mensur yani Mansur adını kullanmaları güzel. Seyit Giylan bu Geylani’den geliyor. Geylani’nin Kızılbaşlarla ilgisi yok ama Kürtlükle ilgisi var. Fakat Özbeklerle ne ilgisi var? Bunu merak ediyorum. Ben bu isimlerin olması tartışmanın derinlerini bize gösteriyor. Piri Piran kavramını kullanmaları çok önemli. Yani bölgede farklı olması gerekiyor. Yine Seyda Nazar, Seyit Nazar pazar yani bunu kullanıyor. Seyit olarak kullanıyor. Fakat böyle şeyleri var.
“İBADETLERİ ÇARŞAMBA GÜNÜ; PEKİ NEDEN BİZLER PERŞEMBE DAYATMASINDA BULUNUYORUZ”
Erkanlarını Çarşamba günleri gerçekleştirdiklerini söylediniz. Çarşamba gününün özelliği nedir?
Kadınlar dışarı çıktıkları çarşamba günleri gidip kendi ziyaret yerlerini, tekkelerinin etrafında bulunan niyaz veya makamlara ediyorlar. Çarşamba günleri gidiyorlar. Öyleyse Alevilerde perşembe gidilir. Başka bir gün gidilmez. Bizim ibadet günümüz perşembedir diye, ya da cuma akşamıdır diye. İşte bunlar hepsi tartışmalı şeyler. Bölge bölge, topluluk topluluk ya da birbirlerine sınırlar ayrıldıkça bu karışıyor. Acaba işin aslında hangi gündü? Biz Müslümanlara uyup Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece mi ibadet etmeye başladık?
Ezidiler gibi onlar da Çarşamba günü ibadet ediyor. Birbirinden binlerce kilometre uzakta ve bağlantıları dil açısından neredeyse ulaşılamaz durumda olan Ezidiler ve Afganistan’daki Özbek Kızılbaş birinin birbirlerini anlamaları düşük olasılık. Biri Özbekçe konuşuyor, birisi Kürtçe konuşuyor. İki topluluk Çarşamba günleri ibadet yapmayı tercih ediyor. Biz hangisiyiz? Aleviler bütün bunu kendi çeperinde bunu tartışmalılar. Bugün dışında ibadet olmaz diye dayatmamalılar. Ya da bununla ilgili bir şey sunduğumuzda ‘bu ibadette yok, kadimde bu yok. Bunu nasıl yapabiliriz? Böyle bir şey yok Alevilikte’ gibi kesin retler olmamalı.
“NEWROZ ASLINDA BİR HIZIR KUTLAMASI”
Newroz’da özel bir oruçları olduğunu ifade ettiniz? Neye atfediliyor bu oruç?
Alevilik toplumsal yapısı buna farklı farklı boyutlar katıyor. Bu nedenle Alevilikte bu bizim için hakikaten birbirimizi, farklı toplumsal yapımızı anlamak açısından çok önemli. Bir motif farklılık ve ritüel değişimi yaratacaktır. Mesela Newroz ateşi orucunu kadimden beri tuttuklarını söylüyorlar ve 15 gün önceden başlıyorlar oruç tutmaya. 3 gün tutuluyor bu oruç. Ondan dolayı Newroz günü tutmuyorlar bunu mesela. Tutan da var ama Newroz’dan önce başlıyorlar. Ve Newroz’da toplamda 6 gün oruç tutanlar da var.
Hani 3 öncesinde, 3 sonrasında böyle tamamlıyor. 6 gün yine tutuyor. Ve aynı zamanda Muharrem’de de 6 gün ayrı bir oruç tutuyor. Yani bu daha çok pirlerin uyguladığı bir şey. Muhtemelen böyle bir yol var ve yeni yıl başladığında bütün Alevi Kızılbaş topluluklarında olduğu gibi yine kutlama yapıyorlar ama bu Hızır kutlaması. Newroz kutlaması değil. Bu işin farklı bir boyutu.
Ve bu kutlamada kadın erkek bir arada olmaya çok özen gösteriyorlar. Şimdi ‘biz kadınlar bir tarafa gidelim, erkekler bir tarafa gidelim. Yada kadın pir olmaz, erkek pir olmaz, o olmaz, bu olmaz ya da oluru böyleyi’ çok fazla tartışıyorlar. Ve cemde mesela onlar zakirlik yapana dumbaracı diyorlar. Dumbara diye bir alet var. O da dumbaracı oluyor. Bizim curaya yakın bağlama ile cura arası aleti çalan kişiye dumbaracı ismini vermişler.
KIZILBAŞLARIN İBADET GİYSİLERİ
Afganistan deyince Arap geleneğine uyan giysiler giyen bir toplumdan bahsediyoruz. Bu ama epeydir böyle. Fakat Kızılbaşların farklı bir takke tarzları var. Onu takıyorlar. Ve aynı zamanda giysileri de erkâna giderken farklı olabildiğince. Bir kızılbaş giysi kültürü var orada. Ancak onu görme şansım olmadı. İstedim de, sonraki bir zamanda bunu gerçekleştiririz diyorlar. Çünkü o elbiseleri saklı giyiyorlar. Saklıyorlar aynı zamanda. Bu onlar için bir farklı bir boyut.
“2 EVLİLİK YAPANLAR HALA CEME ALINMIYOR”
Örneğin bir kişiyle konuştum. Dedim ki ‘erkanları yürütüyor musun, ceme giriyor musun’ diye. İki kişi yan yana. Biri giriyor, erkan yürütüyor, cemi yürütüyor. Ve ikrarlı ikisi de aslında. Birisi, ‘cemlere girmiyorum artık’ dedi. Ben de birincisine sorularımı tamamladıktan sonra ona sordum. ‘Neden girmiyorsun?’ dedim. ‘Çünkü ben ikinci bir eş aldım kendime. O nedenle beni ceme sokmuyorlar. Ben de ceme giremiyorum’ dedi. Peki neden? Düşünün toplumsal hafıza tek eşliliği sürdürmek üzerine büyük bir direnç gösteriyor. Afganistan’da bu artık geleneksel çok kolay bir durum. Kaç eş aldığına kimse bakmıyor. Ama Alevi geleneği buna izin vermiyor. İkrar aldıktan sonra bu gerçekleşmiyor daha.
AŞUREYE 7 ÇEŞİT MEYVE KOYUYORLAR”
Biz ne diyoruz? Aşura. 10. günden kaynaklı. Acaba bu bize aşure dediğimiz bu çorbayı, bu ritüel yiyeceğini tartışmaya gerek getiriyor mu getirmiyor mu? Bunu sorgulamak lazım. Yani yedi ‘hefte’ meyve diyor ve meyve olarak koyuyor bunu. Yedili meyve ve bunları da hatta söylüyorlar. Bir kere badem kullanıyorlar, bölgede yaygın. Antep fıstığı koyuyorlar. Zerdali ya da kayısı dediğimiz şeyi koyuyorlar. Sincit dedikleri bir meyve çeşidi var, onu koyuyorlar. Kişmiş ya da üzüm dedikleri bir şey koyuyorlar. Bir de glas vealu. Alu bu alıç olabilir bilmiyorum. Böyle koyuyorlar ve bunlarla yapıyorlar. Bir de puder dedikleri bir şey var. Yani çok daha fazla bir arada kalamadığımız için bazı soruları daha fazla derinleştiremedim kavramları da. Ama bir sonraki süreçte olur ve bir araya gelebiliriz.
“TEBERİK GELENEĞİ ÇOK YAYGIN”
Örneğin onlarda teberek (ziyaretten alınan toprak, taş) geleneği çok yaygın. Niyaz ettikleri mezarlarına gidip oradan veya o mezarlık alanlarında toprak alıyorlar. Ve o toprak evlerine götürüyorlar. Çaylarına koyuyorlar. Belli dönemlerde hastalık zamanında da onu kullanıyorlar. Çocuklarına yediriyorlar. Ve çocuğu olmayan kadınlar da onun bereketi, onun gücü, niyaz gücüyle onu kullanıyorlar örneğin.
Örneğin bazı bölgelerde, korularda bazı ağaçlardan hiçbir şekilde dal koparılmaz yada meyve. Orada da bir ağaç gördüm. Fıstık ağacıydı. Ondan hiçbir şekilde meyvesini yemiyorlar. Dalına hiçbir şekilde dokunmuyorlar. Sadece pirleri o o daldan meyve alıyor. Ve toplu o ağacın dallarına da dokunan pir. Yani bu hem bize yakın hem de sorgulanması gereken konular arasında bizim için. Bunlar hakikaten tartışmalı bölümler ve Aleviliğin de bunun üzerine kendini yeniden sorgulaması gerekiyor. Alevilik sadece bu deyip geçemeyiz.
“ALEVİLİK SADECE BUDUR DİYEMEYİZ”
Alevilik sadece bunun üzerine kurulur demek yerine bu toplumsal farklılıkları ‘sürek bir yol bin bir’ görüşümüzü daha geniş, daha anlaşılır biçimde bunu ortaya koymamız gerek. Örneğin Hakk’a yürüme erkanlarını damburayla yaptıklarını söylediler. Fakat bizde Hakk’a yürüme erkanını bazı insanlar tartışıyorlar. Şu anda çok değişti bu. Toplum bunu bilinç, hafıza olarak tekrarlıyor ve diyor ki niye bu doğru bir şey diyor. Ve damburayı kullanıyorlar erkanlarında ve mezarlıklarında. Örneğin Tahtacılar gider ve erkanların orada gerçekleştir cem yürütürler ya öyle. Onlar da bazı perşembeler gidip erkanlarını dambura olmak üzere, pirlerle bir araya gelip mezarlarında yapıyorlar. Çünkü onların mezarları, ataları onlar için önemli ve saygı duyulan kimlikler ve atalarla beraber o erkanları yürütüyorlar. Ataları, ruhları orada diye bakıyorlar. O canlılık, o bir toprakla bütünleşmişlik orada gerçekleşiyor onlarla. Böyle bir yanları var.
“MUSAHİPE ‘TAAHHÜT’ DİYORLAR”
Peki Kızılbaşlarda şehirleşme var mı? Varsa bunun genel yansımaları nedir? Kendilerini saklıyorlar mı?
Bu Özbek topluluktan bahsediyorum. Pirler özellikle Bedehşan şehrindeler. Oradan kışın olmak üzere geliyorlar. Bunlar hep tanıdık değil mi? Kışın pirleri geliyor, evleri ya dolaşıyor ya da bazı evlerde ortak erkanlar, cemler yürütüyorlar. Bu tarzda bir araya geliyor ve yine bu dönemde oruç tuttukları da olabiliyor.
Onlar musahipe ‘taahhüt’ diyorlar. Anlaşma diyoruz ya öyle. Anlaştığım, anlaşma yaptığım kişi olarak ikrar aldığım anlamda müsahibe taahhüt oluyor. Onlarla bir araya geliyorlar. Ve şimdi gittikçe bu azalıyor doğal olarak.
Çünkü Taliban dönemi onlar için zor ve Kızılbaşların önemli bir kısmı Mezar-ı Şerif ve diğer büyük şehirlere taşınmış durumdalar. Maalesef bu döneminde Kızılbaş köylere de baskı çok yüksek olduğu için Kızılbaşlar şehre taşınmayı tercih ediyorlar ve Kızılbaş görüntü vermeme çabasında davranıyorlar. Ancak bazılarının kimliğinde artık ortadalar.
Kimliklerinde Kızılbaş yazdığı için de, buda ibadet yapmamak koşuluyla bir sorun değil. Kızılbaş ibadeti yapmayacaksın, camiye gideceksin, namaz kılacaksın. Hakikaten de bunu gerçekleştiriyor, çünkü yüksek oranda kontroller var. Birbirlerini şikayet var. Halk sanki bu doğal bir şeymiş gibi namaz kılmaya devam ediyor. Böyle bir toplumsal yapıyla karşı karşıyayız.
Ersin ÖZGÜL/MUĞLA
Yoruma kapalı.