PİRHA – Gazeteci Fatih Polat, 2025 yılını değerlendirirken, hem Türkiye’de hem de bölgede “pek çok taşın yerinden oynadığı” bir dönemin geride kaldığını söyledi. Ekonomik yoksullaşmadan emek hareketine, medya üzerindeki baskılardan Kürt sorunu ve barış sürecine kadar geniş bir çerçevede değerlendirmelerde bulunan Polat, sendika bürokrasisinin sınıf hareketindeki rolüne dikkat çekti; 2025’in aynı anda hem baskıların hem de kitlesel mücadelelerin yılı olduğunu vurguladı.
Gazeteci Fatih Polat, 2025 yılını değerlendirdi.
AKP–MHP iktidarının iç ve dış politikaları doğrultusunda Türkiye’nin 2025’te daha da kritik bir sürece girdiğini belirten Polat, uygulanan ekonomi programlarının işçi, memur ve emeklileri derin bir yoksulluğa sürüklediğini ifade etti. 2026 yılı için belirlenen asgari ücretin açlık sınırının altında kalmasının, krizin daha da derinleşeceğinin göstergesi olduğunu söyledi.
Bir önceki yıla kıyasla 2025’in sokak hareketlerinin arttığı bir yıl olduğuna işaret eden Polat, “yeni anayasa” ve “barış” taleplerinin daha geniş kesimler tarafından dillendirildiğini kaydetti. Bu süreçte itirazların sokağa taşmasıyla birlikte halk hareketlerinin yanı sıra basın emekçilerinin de hedef haline geldiğini belirten Polat, televizyonlara kayyım atanmasını, muhalif gazetecilere dönük soruşturma ve operasyonları hatırlattı.
Muhalefetin bütünüyle susturulmak istendiği bir yıl yaşandığını söyleyen Polat, buna karşın toplumsal barış açısından da yeni bir döneme girildiğini vurguladı. 27 Şubat’ta Abdullah Öcalan tarafından yapılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın, hem iktidar hem de muhalefet cephesinde yankı bulduğunu ifade etti.
“SİLAH TEKELLERİNİN KAZANDIĞI BİR YIL”
2025’i küresel ölçekte değerlendiren Fatih Polat, dünyada sağ siyasetin güç kazandığı bir dönemden geçildiğini, Ortadoğu’da ise ABD öncülüğünde tarihsel bir kırılmanın yaşandığını dile getirdi. Gazze saldırılarıyla birlikte İsrail’in çevresindeki ülkelerin “ordusuzlaştırma operasyonlarına” dahil edildiğini belirten Polat, şunları söyledi:
“60 binden fazla Filistinlinin katledildiği bir yakın coğrafyadan bahsediyoruz. Ardından bir ‘Amerikan barışı’ geldi ve sonuç olarak yine Amerika’nın çıkarları garanti altına alındı. Gazze’yi yeniden yapılandırma ve bir tatil bölgesine dönüştürme söylemi de bu sürecin parçasıydı.
Bu dönemde, başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin silah teknolojilerinin yeni ürünleri, insanların canı ve kanı pahasına Ortadoğu sahasında test edildi. 2025, aynı zamanda ekonomik kriz emarelerinin konuşulduğu bir dönemde silah tekellerinin borsada kârlarını katladığı bir yıl oldu.”
“YOKSULLAŞMA DERİNLEŞTİ EMEK HAREKETİ İNİŞLİ ÇIKIŞLI SEYRETTİ”
Ekonomik yoksullaşmanın Mehmet Şimşek programıyla birlikte daha da derinleştiğini söyleyen Polat, emek hareketinin yıl içindeki pratiklerine de dikkat çekti. Türkiye’nin yılı, ilk kez açlık sınırının altında belirlenen bir asgari ücretle kapattığını hatırlatan Polat, şu değerlendirmede bulundu:
“Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırının 30 bine dayandığı bir dönemde 28 binli rakamlarda bir asgari ücret belirlendi. Asgari ücret yalnızca bir kesimi değil, tüm emekçileri ilgilendiren bir standarttır. Toplu sözleşmelerin tamamında ölçü alınan bir referanstır bu. Bu programın uygulanmasında emperyalist kurumların baskılarının da etkili olduğu bir süreç yaşandı.”
Emek mücadelesinin yıl boyunca inişli çıkışlı seyrettiğini belirten Polat, Tokat’ta Şık Makas işçilerinin direnişini örnek gösterdi. DİSK’in Ankara yürüyüşünü hatırlatan Polat, sendikal yapıların tutumuna ilişkin ise şu eleştiriyi yaptı:
“HAK-İŞ’i iktidara yedeklenmiş bir konfederasyon olarak saymıyorum bile. Türk-İş açısından ise belki de en kötü dönemlerinden biri yaşanıyor. Türk-İş başkanının masada olmamayı bir tür ‘suç ortaklığından kurtulma’ gibi sunması kabul edilemez. Oysa Türk-İş masada ve sahada olsaydı, Türkiye’nin en büyük konfederasyonu olarak bu tablo ortaya çıkmazdı. Sınıf hareketindeki sendika bürokrasisinin pozisyonu, emekçilerin ezilmesinde pay sahibidir.”
Polat, yılın sonuna doğru düşük ücretli otellerde kalmak zorunda kalan emeklilerin, otogarlarda yaşayan ailelerin haber olduğunu hatırlatarak, “Türkiye sokakta yaşayan insan sayısının arttığı bir yöne girdi. Yoksullaşma çok daha derinleşti” dedi.
“HEM BASKI HEM MÜCADELE YILI”
2025’e damga vuran siyasal gelişmelerden birinin Ekrem İmamoğlu ve CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar olduğunu söyleyen Polat, İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve ardından tutuklanmasını hatırlattı. Ancak bu sürecin yalnızca bir baskı dönemi olarak okunamayacağını vurguladı:
“İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin barikatları yıkarak başlattığı mücadele, Gezi’den sonra Türkiye’nin dört bir yanında kitlesel protestolara yol açtı. Maltepe’de yaklaşık 2 milyon kişinin katıldığı eylem, İBB’ye kayyım atanması planını durdurdu. Bir yanda gözaltılar ve tutuklamalar var ama diğer yanda iktidarın her istediğini yapamadığı bir tablo da var. Türkiye, mücadele nüveleriyle yeni bir yıla giriyor.”
“ÖCALAN YENİ BİR DÖNEMİN KAPISINI AÇTI”
2025’in en önemli siyasal başlıklarından birinin Barış ve Demokratik Toplum Süreci olduğunu belirten Polat, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısının ardından yaşanan gelişmeleri şöyle değerlendirdi:
“PKK, çağrı doğrultusunda fesih kongresi gerçekleştirdi. 11 Temmuz’da Meclis’te bir komisyon kuruldu, toplantılar yapıldı, raporlar hazırlandı. DEM Parti, Emek Partisi ve TİP’in raporları Kürt meselesinin kök nedenlerine eğilen bir yerde duruyor. CHP’nin raporu ise ürkek ve beklentileri karşılamaktan uzak. İmralı konusundaki tavrı da doğru değildi. Oysa bu komisyon Öcalan’ın talebiyle kuruldu.”
AKP’nin süreci iktidarını pekiştirme ve muhalefeti bölme aracı olarak değerlendirmek isteyebileceğini söyleyen Polat, buna rağmen demokratik güçlerin sürece edilgen değil, müdahil bir aktör olarak yaklaşması gerektiğini vurguladı.
“MEDYADA DA PEK ÇOK TAŞ YERİNDEN OYNADI”
Medya alanındaki gelişmeleri de değerlendiren Polat, AKP döneminde gazetecilere yönelik baskıların yeni bir evreye geçtiğini söyledi. Daha önce ağırlıklı olarak Kürt basını ve muhalif medya hedef alınırken, artık iktidara yakın isimlerin de bu baskıdan payını aldığını belirtti.
“Fatih Altaylı’nın tutuklanması, medya içindeki yapıların, iktidar–sermaye ilişkilerinin ve Erdoğan sonrası tartışmaların bir yansımasıdır. 2025, Bilal Erdoğan’ın yeniden sahneye çıktığı, çeşitli açılışlarda boy gösterdiği bir yıl oldu. Tüm bu arka planla birlikte 2025, gerçekten de pek çok taşın yerinden oynadığı bir yıl oldu. Türkiye 2026’ya böyle giriyor.”
Eren GÜVEN/İSTANBUL
Yoruma kapalı.