PİRHA- Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bedriye Poyraz, Türkiye’de nefret dilini ve siyasetteki yerini ve topluma yansımasını değerlendirdi. Poyraz, bu kadar kötü bir sistem içerisinde, insanların karnını doyurmakta zorlandığı bir durumda Tayyip Erdoğan’ın kullandığı dilin tek başına düşünülmesinin yeterli olmayacağına işaret ederek, “İyi niyetli bir şekilde bir dil oluşturmak gerekiyor. Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden Alevilere yönelik ayrımcı dili meşrulaştırılıyor, pekiştiriliyor. Yeniden yeniden üretiliyor” dedi.
Nefret suçu; bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi ön yargı doğurabilecek nedenlerden dolayı işlenen, genellikle şiddet içeren suçlardır.
Nefret suçu, insanlığa karşı işlenmiş olarak görülüyor ve uluslararası hukukta karşılığı var. Ancak günlük yaşamda özellikle inancı, kültürü, yaşam biçimi, dili vb. farklı olan toplum ve topluluklar nefret diline, baskısına ve saldırısına maruz kalıyor.
Türkiye’de geçmişten günümüze nefret saldırıları devam ederken, nefret dili siyasette karşılığını buluyor ve saldırıların beslendiği alan haline geliyor. Aleviler, Ermeniler, Kürtler, Romanlar, mülteciler, LGBTİ+’lar, iktidardan muhalefete, sokaktan meclise, törenlerden toplantılara kadar günlük siyasetin hedefi haline gelebiliyor.
Türkiye’de nefret dilinin siyasette yer bulmasını ve topluma yansımasını Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bedriye Poyraz’a sorduk.
“KEMAL KILIÇDAROĞLU ÜZERİNDEN ALEVİLERE YÖNELİK AYRIMCI DİL YENİDEN ÜRETİLİYOR”
PİRHA: Türkiye’de ayrımcı politikaların beslendiği bir tarihsel arka plan var mıdır?
BEDRİYE POYRAZ: Bu nefret söylemi içeren ayrımcı dil giderek daha çok yaygınlaşıyor. Her düzeyde kullanılmaya başlandı ve çok hoyratça kullanılmaya başlandı. Kemal Kılıçdaroğlu meselesi tamamen bir Alevilik meselesi. Alevilere yönelik ayrımcı dilin nasıl işlediğine bakmak gerekiyor. Toplumda bu mayanın nasıl kullanıldığına, bu zeminin nasıl kullanıldığına bakmak gerekiyor.
Yüzyıllardır devam eden bir durum söz konusu. Geçmişten günümüze Alevilere yönelik ayrımcılık, nefret, katliamlar oldu. Alevilere yönelik ayrımcı dilin kullanılması belki de Alevilere yönelik işlenen suçun en hafifi. Çünkü Aleviler tarih boyunca katledildiler. Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik böyle bir dilin kullanılmasını ne yazık ki üzülerek takip ediyoruz. Türkiye’deki entelektüeller, aydınlar, üniversite çevresi, kamuoyundaki fikir önderlerine baktığımızda hepsi ne diyorlar, ‘Benim açımdan sorun değil ama toplum onu sorun eder’ diyorlar. Bizzat bunun kendisi ayrımcı bir ifadedir. Bunun fark edilmesi lazım. Senin için sorun olmayan bir şey neden toplum için sorun oluyor? Böyle diyerek meseleyi kilitlemiş oluyorlar. Bu dilin ayrımcı olduğunu fark etmeleri gerekiyor. Bu ayrımcı, ötekileştirici, nefret diline karşı tüm toplumun bu dili bertaraf edecek bir strateji izlemesi gerekiyor. Senin için sorun yoksa tamam. Sen neden başkası adına konuşuyorsun ki? Üstelik de bunun başkası için sorun olduğunu nereden biliyorsun? Elinde veri mi var? Neye dayanarak bunu söylüyorsun? Şu anda bir cumhurbaşkanının Alevi mi Sünni mi ya da başka bir dinden mi olması önemli yoksa ülkenin içinde debelendiği ekonomik sorunlar, antidemokratik uygulamalar, insan hakları ihlalleri mi önemli? Dolayısıyla meseleyi buradan kurmak gerekir. Bu sorunları kim daha iyi, daha uygun çözebilir? Buna bakmak gerekir. Buna uygun aday eğer Kemal Kılıçdaroğlu ise mesele bitmiştir. Ki öyle görünüyor, bir sürü çaba harcadı. Türkiye demokrasisi açısından önemli şeyler yaptı. Türkiye’de demokrasisinin belki de en ileri yanı Kürtlerle milliyetçilerin aynı adaya oy vermesi. Bunu çok kıymetli buluyorum. Özellikle geçmiş yerel seçimlerde yaşandı bu ve bunun mimarı beğenseniz de beğenmezseniz de Kemal Kılıçdaroğlu.
Amalı cümleler kurarsanız, orada zaten ayrımcılık yapmış olursunuz. Kemal Kılıçdaroğlu sadece Alevi olduğu için eksik bir tarafı varmış gibi kabul ediliyor. Bu kabulle hareket ediliyor ya da Kemal Kılıçdaroğlu tırnak içinde söylüyorum, defoluymuş gibi bir pürüzü varmış gibi hareket ediliyor. Dolayısıyla kendini en azından demokratik olarak tanımlayan ve demokrasiye inanan, bu yönetimin, iktidarın değişmesi gerektiğine inanan insanların bu düşünceden vazgeçmesi gerekiyor ve öncelikle kendi konuşmalarına dikkat etmeleri gerekiyor.
Bin yıllardır Aleviler sürekli haksızlığa uğruyorlar, katliama uğruyorlar, bir sürü ayrımcılık yaşıyorlar ama Aleviler, Sünni birisinin cumhurbaşkanı olması tehlikelidir demiyorlar? Üstelik de gerçekten tehlikeli. Çünkü neredeyse her birinin yönetiminde bir Alevi katliamı oldu. Aleviler bunu söylüyor mu? Söylemiyor. Bu meseleye ciddi bir şekilde yaklaşıp, nasıl bir dil kullanmamız gerektiği konusunda araştırma yapılmalı. Bir uzlaşıya varmamız gerekiyor. İyi niyetli bir şekilde bir dil oluşturmak gerekiyor. Bu negatiflik içeren, imalı dili bertaraf etmek zorundayız. Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden Alevilere yönelik ayrımcı dil meşrulaştırılıyor, pekiştiriliyor. Yeniden yeniden üretiliyor.
“SİSTEM ÇÖKTÜ!”
-Günümüz siyasal ikliminde ayrımcılık içeren dilin topluma yansıması nasıl oluyor?
AKP iktidarı her seçim döneminde aynı taktikleri izliyor. Erdoğan’ın kullanmadığı hiçbir strateji kalmadı sanırım. Duruma göre farklı farklı unsurları, farklı farklı stratejileri kullandı ve şimdiye kadar iktidar olmayı becerdi. İllegal yöntemler, anti demokratik yöntemler ve savaşı da kullandı. Seçimlerde hile yapıldığını da biliyoruz. Bunu da kullandı. Demokratik bir ortamda bir seçime gitmiyoruz. Son olarak Canan Kaftancıoğlu siyaseten yasaklandı. Bir çok kişi hakkında soruşturmalar yürütülüyor. Selahattin Demirtaş hapiste. Osman Kavala hapiste. Neden hapiste? Bunların hepsi aslında yol temizliği. Sanıyorum bunu Ahmet Şık kullanmıştı. Doğru bir laf. Teknik ayrıntılarını tam bilmiyorum ama Yüksek Seçim Kurulu’nun yapısını da değiştirdiler. Oradaki hakimleri değiştirdiler. Çok önemli bir değişim. Bunu yeterince tartışmadık. Yapılan son yerel seçimler gerçekten bu ülkeye bir sürü şeyi anlattı. Bütün baskılara, anti demokratik uygulamalara rağmen seçim kazanılabileceğini gösterdi. Bu deneyim çok kıymetli.
Tayyip Erdoğan’ın özellikle kadınlara yönelik kullandığı ifadelere baktığımızda insanın üzülmemesi, incinmemesi mümkün değil. İnsanlık onuruna aykırı bir aşağılama, küfür. Tek başına bir dil üzerinden değerlendirmek yetersiz kalır. İnsanlar aç, insanlar çocuklarına su içiremiyor. İlkokulda çocuklar su içemiyor. Çünkü aileleri su alıp yanlarına veremiyorlar. Okullarda su da içilemediği için çocuklar su içemiyorlar. Bizim okulumuzda birçok öğrencimiz eminim ki aç yaşıyor, barınma sorunu yaşıyor. Ekonomi bir taraftan, insan hakları ihlalleri bir taraftan çok ciddi yönetim sorunlarımız var ve bütün onlara bağlı olarak bir sistem yok oldu. Beğensek de beğenmesek de meğerse önceden her şeye rağmen daha iyi bir sistemimiz varmış. Çok acıklı geliyor, geçmişi olumlamak ama her şeye rağmen iyi kötü bir sistem varmış. Şu anda sistem çöktü.
Bu ülkede genç insanlar umutsuzlar. Üniversiteyi bitiriyorlar ve işe giremiyorlar ve giremeyeceklerini biliyorlar. Neden? Çünkü sadece siyasi iktidarın yandaşları, onu savunanlar, oraya üye olanlar işe girebiliyorlar. Diğerleri işe giremiyor. Bu kadar kötü bir sistem içerisinde, insanların karnını doyurmakta zorlandığı bir durumda Tayyip Erdoğan’ın kadınlara yönelik kullandığı lafın tek başına düşünülmesi yeterli değil. Bütün bir atmosferi düşünmek gerekiyor. Ekonomik krizi örtmek için bu tür söylemleri kullanıyor.
“DEMOKRASİ, EKONOMİK DURUMUN DÜZELMESİ ORTAK TALEPLERİMİZ”
-Alevi Kürt, Ermeni, Roman gibi kimliğe sahip siyasetçiler sosyal medyadan miting alanlarına (Kılıçdaroğlu örneğinde olduğu gibi) hedef haline getiriliyor. Toplum bu dile nasıl bakıyor? Bu dile karşı nasıl bir yol izlenmeli?
Her şeye rağmen elbette bir sürü farklılıklarımız var. Kürtler, Aleviler, milliyetçiler, farklı demokratlar, farklı görüşler. Her kesimin farklı talepleri de olabilir ama sonuçta üzerinde uzlaştığımız taleplerimiz de var. Demokrasi, ekonomik durumun düzelmesi gibi. Bu iktidarın nasıl değiştirileceği konusuna kafa yormamız gerekir. Bu dönemde iktidar iyice zıvanadan çıktı. Dilleri o kadar hoyratça ki. Hiçbir ahlak, hiçbir etik kalmadı. O kadar rahat dolandırıcılık, hırsızlık yapılıyor ki. Bir mafya liderinden bir ülkenin İçişleri Bakanının dünya uyuşturucu şebekesini yönettiğini öğreniyoruz. Bunun ötesinde ne konuşabiliriz ki, ne söylenebilir ki? O kadar büyük bir çökmüşlük var. Yine Ahmet Şık’a gönderme yapacağım. ‘Mafya Devleti’ diyordu ya, gerçekten öyleymiş. Geçmişte Demirel’in, ‘Ben sağcılar adam öldürttü dedirtmem’ lafını unutamayız. Tansu Çiller’in, ‘Çok şükür otelin dışındaki vatandaşlarımıza bir şey olmadı’ lafını unutamayız. Bunlar belirli bir ideolojinin tezahürleri olmakla birlikte, toplumun vicdanını yaralayan, insanı inciten laflardı. Bu dönemde çürüme, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık her şey çok ayyuka çıktığı için bu dil meselesi de ayyuka çıkmış durumda. Bir bütün olarak düşünmek gerekir diye düşünüyorum.
Ülke sanki işgal edilmiş ve talan ediliyormuş gibi geliyor bana. Her yer, bütün kurumlar talan edildi. Hiçbir gelenek kalmadı. Bütün iyi kurumlarımız elden gitti. Doğru düzgün bir üniversite kalmadı. Çok ciddi bir beyin göçü var. Bu beyin göçünü de bu talan politikalarının bir parçası olarak görüyorum. Sosyal bilimlerde emek veren birisi olarak, kamu çıkarı meselesi bizim için çok önemli. Bin bir zorlukla yetiştirilen, ülkenin en iyi gençleri yurt dışına gidiyor. Ben her gördüğümde içim sızlıyor.
Bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor. Bütün olumsuzluklar çok ayyuka çıktı. O nedenle tek hedef bütün farklılıklara rağmen bu yönetimin değiştirilmesi yolunda olmalıdır. Aksi takdirde bu ülke zaten şu anda yaşanmaz halde, iyice yaşanmayacak bir duruma gelecek.
Melis CİDDİOĞLU-Diren KESER/PİRHA
İLGİLİ DOSYALAR
1-‘Erdoğan da, Bahçeli de nefret dilini değiştirmez, muhalefet bu dili reddetmeli’
2-‘Milliyetçi, ırkçı yaklaşımları reddetmeli, teşhir etmeliyiz’
3-‘AKP, Türkiye’nin genetiğiyle oynuyor, büyük bir toplumsal barışa ihtiyaç var’
4-‘Ayrımcı dile karşı birleştirici, toplumu kucaklayıcı politikalar izlenmeli’
Yoruma kapalı.