Alevi Haber Ajansi

‘Erdoğan da, Bahçeli de nefret dilini değiştirmez, muhalefet bu dili reddetmeli’-VİDEO

PİRHA-Türkiye’de nefret dilini ve siyasetteki yerini, topluma yansımasını değerlendiren Avukat İbrahim Sinemillioğlu, “Ne Erdoğan, ne Bahçeli dilini değiştirmezler. Giderek arttırırlar. Buna karşı muhalefet kanadı gerçekleri ortaya çıkarmalı ve nefret dilini özellikle reddetmelidir” dedi. Sinemillioğlu, ayrımcı dilin topluma enjekte edildiğini vurguladı. 

Nefret suçu; bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi ön yargı doğurabilecek nedenlerden dolayı işlenen, genellikle şiddet içeren suçlardır.

Nefret suçu, insanlığa karşı işlenmiş olarak görülüyor ve uluslararası hukukta karşılığı var. Ancak günlük yaşamda özellikle inancı, kültürü, yaşam biçimi, dili vb. farklı olan toplum ve topluluklar nefret diline, baskısına ve saldırısına maruz kalıyor.

Türkiye’de geçmişten günümüze nefret saldırıları devam ederken, nefret dili siyasette karşılığını buluyor ve saldırıların beslendiği alan haline geliyor. Aleviler, Ermeniler, Kürtler, Romanlar, mülteciler, LGBTİ+’lar, iktidardan muhalefete, sokaktan meclise, törenlerden toplantılara kadar günlük siyasetin hedefi haline gelebiliyor.

Türkiye’de nefret dilinin siyasetteki yer bulmasını ve topluma yansımasını Avukat İbrahim Sinemillioğlu‘na sorduk.

PİRHA: Türkiye’de ayrımcı politikaların beslendiği bir tarihsel arka plan var mıdır?

İBRAHİM SİNEMİLLİOĞLU: Tabii Türkiye’de ayrımcı politikalar çok eskiden beri var. Bir kere Osmanlı döneminde Kanuni dönemindeki Ebu Suud’u hatırlamak bile buna yeterli. Osmanlı Devleti kuruluşu itibariyle aslında Alevi ağırlıklı bir devlet olarak kuruldu. Ama Aleviliğin devlet yönetiminde yeterli olmadığı düşüncesine varan yani astığı astık; kestiği kestik mutlak bir idari sistem elbette ki Aleviliğin kul hakkı yememe prensibiyle kesinlikle bağdaşmaz. En başında vergi bile kul hakkı sayılmakta zaman zaman. Osmanlı döneminde özellikle devletin artık bütçesinin zora girdiği dönemlerden itibaren Aleviler çeşitli bölgelerde bazı hak taleplerinde bulunmaya başlayınca Aleviler hakkında müthiş bir ayrımcı yaygara çıktı ve akla hayale gelmez söylemlerle Aleviler kötülenmeye başladı.

Bu ‘mum söndü’ hikayesi falan yeni değil. Ta o dönemden beri yani Kanuni döneminden ve belki daha öncesinden beri yürütülmekte. Biz Aleviler hakkında yapılan dedikoduları, yapılan söylemleri eskiden beri biliriz. Özellikle 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başından itibaren de Osmanlı Devleti’nde boy gösteren Türkçe akımlar bu sefer Türk olmayanlar hakkında bir sürü söylemlerde bulunmaya başladılar. İşte Ermeni kırımı, Süryanilere, Yahudilere karşı yapılanlar ve bunlar zaman içinde sürekli gelmekte.

Ben 1954’ten bu yana gazete okuyan biriyim. Zaman zaman gazetelerde şöyle haberler çıkardı. Bilmem nerede bir tarikat baskını yapılmış. Yani Ege’de olurdu, Orta Anadolu’da olurdu. Bu tarikat baskınlarının hepsinde Alevi cemleri ele alınır ve Alevi cemleri kötülenirdi. Tarikatlar deyince Sünni tarikatlar, Nakşibendilik başta olmak üzere hiçbir zarar görmedi Türkiye’de. Ve bunların hepsi çok rahat bir şekilde faaliyetlerini yürüttüler, medreselerini açık tuttular. Hatta şu anda bile medreseleri var ve onların bir sürü kendilerine göre Kur’an kursları adı altında eğitim verdikleri yerler var. Bu söylemlerin ta o zamandan beri süregelen Alevileri dışlayan, Alevileri hor gören Türk, Sünni olmayanlar hakkında Hristiyanlar ve Museviler için de gavur, kafir sözü çok eskiden beri kullanılmakta. Bu ötekileştirmedir. Atasözlerine girmiştir. Mesela bizim oralarda yaygın bir söz vardır. Hristiyanlarla ilgili kadını aşağılayıcı sözler ‘gavur’ sözüyle kullanılır. Yani o nedenle bu ayrıştırıcı söylemler eskiden beri var.

“TÜRKİYE’DE AYRIMCI DİL YAYGINLAŞMAKTA”

-Günümüz siyasal ikliminde ayrımcılık içeren dilin topluma yansıması nasıl oluyor?

Zaten şu anda Türkiye’de siyaset ayrımcılıktan besleniyor. Özellikle sağ siyasi partiler açıkça ayrımcılık yapıyorlar ve müthiş bir aşağılama edebiyatı, bir ayrıma tabi tutma edebiyatı kullanıyorlar. Daha 1967’de Elbistan olayları çıktığında dönemin Maraş Valisi ki sonradan meclis başkanlığına kadar yükseldi Necmettin Karaduman. Bir köyde toplanırlarken tarafları karşı karşıya getirmiş. Olayları çözmeye yönelik diyor ki; “yahu işte sizinkiler de bizimkiler de böyle yapsınlar, engel olmaya çalışsınlar bu gençlere.” Rahmetli ağabeyim de o zamanlar 32 yaşındaydı. Vali bey diyor, “Siz hepimizin valisisiniz. Sizinkiler de bizimkiler de derseniz bu ayrım işini siz yapıyorsunuz.” Bu demokrasi döneminin valisi bunu söylüyor. Ve abimi azarlıyor. Nasıl bana böyle bir toz kondurursun dercesine. Günümüzdeyse en ağır hakaretlere kadar vardırıyorlar. Mezhebini, soyunu, sopunu hesaba katıyorlar. Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ile Medeni Kanunu Türkiye’ye getirmekle övünülüyor. Bir yerdeki konuşmasında diyor ki; “Bu ülkede Türk milletinden olmayanların yapabilecekleri bir tek iş vardır. Türk milletine kölelik yapmak, hizmet etmek.” Ve bu adam bizim Türkiye’de ilerici, demokrat dediğimiz baroların hemen hemen büyük bölümü, kütüphanelerine ‘Mahmut Esat Bozkurt’ adını koyuyorlar.

“SİYASETTE AYRIMCI DİL ÇOK KÖTÜ KULLANILIYOR”

Bundan daha ala ayrımcılık olur mu? Şimdi Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olacağı konuşuluyor. Ben kişisel olarak, Kılıçdaroğlu’nun partisinden de değilim. Kişisel olarak tanıdığım biridir. Dürüsttür, namusludur. Ama Kılıçdaroğlu’nu ben mezhebinden, dininden, ırkından, soyundan, sopundan dolayı değil; bu işi yapar mı yapmaz mı? Ona bakarak oyumu kullanacağım. Ama bakıyorum ki, solcu, demokrat, özgürlükçü geçinenler, “efendim Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olamaz, çünkü Alevi’dir” diyor. Yahu ırkçı Amerika’da bir siyah rahatlıkla Cumhurbaşkanı olabiliyor da, Kılıçdaroğlu Türkiye’de niye cumhurbaşkanı olamasın? Olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Benim için önemli olan gerçek demokrat birinin cumhurbaşkanı olması Türkiye’de. Ama bunu rahatlıkla kullanabiliyorlar. Aleviliğini, Kürt kökenini öne çıkararak “Cumhurbaşkanı olamaz” diyorlar. Şu anda Cumhurbaşkanı adayı olarak Sünni ve Türk biri aranıyor.

Siyasette ayrımcı dil çok kötü kullanılıyor. Ya Kılıçdaroğlu’nun ya da bir Akşener’in ya da Erdoğan’ın kişisel olarak yaptığı hataları sayabilirsiniz. Bunlar ayrı. Ama ne Kılıçdaroğlu, ne Erdoğan ne Akşener’in ne de bir başkasının babasından, annesinden dolayı geçmişinden, soyundan, sopundan dolayı olabilecek bir olumsuzluğu onlara mal etmenin anlamı yok. Kendi yaptıkları neyse onunla konuşun, hatalarını söyleyin. Yanlışları neyse onları söyleyin. Hırsızlık yaptıysa hırsızlığını, yolsuzluk yaptıysa yolsuzluğunu, kayırmacılık yaptıysak kayırmacılığını söyleyin.

“SİYASETTE AYRIMCI DİL TOPLUMU BÖLMEYE GÖTÜRMEKTE”

Ama Türkiye’de konuşulan ayrımcı dil son derece çirkin ve bu giderek yaygınlaşmakta. Giderek toplumu bölmeye götürmekte. Ben Türkiye’nin geleceğinden son derece kaygılıyım. Türkiye bu gidişle ikiye, belki üçe bölünme noktasına geliyor. Bu çok hoş bir şey değil. Türkiye’nin bütünlüğünü eğer koruyacaksak Alevisi, Sünnisi, Kürt’ü, Türk’ü, Çerkezi, Arap’ı, Rum’u, Ermeni’si hepsiyle birlikte eşit yurttaşlık temeli içinde herkese aynı saygıyı göstererek bunu yapmak zorundayız. Birilerine ayırırsak bu iş olmaz.

“AYRIMCI DİLİ ORTADAN KALDIRMAK ZORUNDAYIZ”

-Alevi Kürt, Ermeni, Roman gibi kimliğe sahip siyasetçiler sosyal medyadan miting alanlarına (Kılıçdaroğlu örneğinde olduğu gibi) hedef haline getiriliyor. Toplum bu dile nasıl bakıyor? Bu dile karşı nasıl bir yol izlenmeli?

Toplum dünyanın her tarafında böyledir. Dünyanın edebiyat, müzik, resim, heykel gibi sanat alanında ve bilim alanında en ileri halklarından biri olan Almanlar, toplum psikolojisi sonucu Hitler gibi bir caniyi yıllarca başlarında tuttular. Yahudileri fırınlara attılar. Toplumlar bir siyasetçiye gönül verdikten sonra ve o siyasetçinin birçok hatasını görmüyor ve belli noktadan sonra rahatlıkla onun söylemlerine sahip çıkıyor. 2015 öncesi barış sürecinde Türkiye toplumunun yüzde yetmiş beşten fazlası barış sürecinden yanaydı. Kürt sorununun çözümünden yanaydı. Çünkü o toplumun önde gelen siyasetçileri bunu topluma lanse etmişlerdir. Toplum kabul etmişti bunu. Toplumlar böyledir. Yani onları yönlendirmek çok kolaydır. Şimdi siyasetçi çıkıp cumhurbaşkanı ya da parti genel başkanı, bakan, başbakan önemli bir milletvekili, önemli bir kişi çıkıp birine mezhebinden dolayı soyundan sopundan dolayı hakaret ederse çok rahatlıkla o toplum da bunu alkışlar. Berkin Elvan’ın annesi niye yuhalansın? Ne yapmış ki Berkin Elvan’ın annesi? Oğlu suçsuz, sebepsiz yere kör kurşunla ölmüş. Bunun ne kabahati var? Ama o kadın yuhalatılabiliyor. Ankara’da Kılıçdaroğlu’na linç girişimi yapıldı.

Kılıçdaroğlu eğer onların arasına düşseydi o eve içeri girmeseydi. Ölebilirdi. Ya da emniyet müdürü büyük bir basiret gösterip “benim cesedimi çiğnersiniz” demeseydi o evi başına yıkarlardı. Madımak’ta olanlar gibi. ‘Yakın’ diyen kadın serbest dolaşıyor. Evi yakacaklardı içindekilerle birlikte. Madımak’ta nasıl yaktılarsa. Madımak’ta ben seyrederken videoyu itfaiye eri kurtarmak isterken Aziz Nesin’i yumruklayarak çıkarıyor aşağıya doğru çekiyor. Yani böyle bir toplum her yerde maalesef var. Maraş Katliamı’nı günü gününe biliyorum. Çünkü davanın avukatlığını yaptım.

“TOPLUMU SİZ NASIL YÖNLENDİRİRSENİZ ÇOK BÜYÜK BİR BÖLÜMÜ ÖYLE GİDER”

Maraş Katliamı öncesinde “Ben kızımı aşirete vereceğim” diyen; orada Kürtlere, Alevilere aşiret diyorlar. Kürt ve Alevi lafını kullanmamak için. “Ben kızımı aşirete vereceğim” diyen komşusu, Kürt’ü, Alevi’yi öldürmekten sanık olarak yargılandı. Toplum budur. Toplumu siz nasıl yönlendirirseniz çok büyük bir bölümü öyle gider. Bu Emevi’de de böyle olmuştur. Ama toplumu rahat bırakırsanız, serbest bırakırsanız, topluma her şeyi özgürlükler içinde anlatırsanız, ayrımcı dil kullanmasanız doğru yolu toplum bulur gene. Yani halkın basiretine ben güvenirim. Ama yeter ki halka doğruları anlatabilelim. O nedenle bu ayrımcı dili ortadan kaldırmak zorundayız.

Ermeni kırımında, Süryani kırımında en büyük payı olan ve Osmanlı Devleti’ni savaşa sokarak devletin parçalanmasına yol açan Talat Paşa’nın, Enver Paşa’nın, Cemal Paşa’nın heykellerini dikiyoruz. Adlarını caddelere, yollara, sokaklara, okullara veriyoruz. Sivas’ta Aşık Veysel’in adını taşıyan bir okula hükümet yanlısı Eğitim Bir Sendikası’nı kuran ve AKP’nin militanı olan bir adamın adı veriliyor. Bu ülkenin kültür varlığı, Aşık Veysel’dir, Yunus Emre’dir, Hacı Bektaş’tır, Mahsuni’dir, Neşet Ertaş’tır. Bunlar Alevi diye nasıl bu kültür şehrinin dışına çıkarırsınız? Bunları çıkarsanız Türkiye’de kültür diye bir şey kalmaz. Ama bunlar hakkında en aşağılayıcı sözler kullanılabiliyor.

“AYRIMCILIĞI TOPLUMA ENJEKTE EDİYORLAR”

Yani şimdi Pir Sultan’a küfrediliyor. Sen Pir Sultan’a küfretmekle bana küfrediyorsun. Benim halkıma, inancıma küfrediyorsun. Bunları engellemek lazım. Şu anda Türkiye’de Yunus, Mevlana, Hacı Bektaş Sünnileştirilmeye çalışılıyor. Çünkü bütün dünyanın kabul ettiği değerlerdir. Bir Nazım Hikmet’i, bir Yunus’u, Fuzuli’yi, Pir Sultan’ı, Nesimi’yi çıkarırsanız Türkiye’de kültür diye bir şey kalmaz ki. Bunu yapıyorlar ve bunları ayrımcı bir biçimde topluma enjekte ediyorlar.

Ben iktidar kanadından umudum kestim. Ne Erdoğan, ne Bahçeli dilini değiştirmezler. Giderek arttırırlar. Benim istediğim buna karşı muhalefet kanadının gerçekleri ortaya çıkarması ama bu dili özellikle reddetmesi. Yani bu insanları dışlayıcı, insanları hor gören, hakaret dolu dili terk etmeleri, birbirlerine bunu söylememeleri. Halkımızın da buna prim vermemesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle sizin hitap ettiğiniz Alevi camiasının kendi değerlerini unutmamalarını ve kendi değerlerine göre eline, diline, beline sahip olmalarını en önemli özellikleri de diline sahip olmaktır. Dilini sadece doğruyu söylemek için kullanmasını dilerim.”

Barış KOP-Diren KESER/PİRHA

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak