PİRHA- “40 Yıldır Sarılamayan Yara: Maraş Katliamı” başlığıyla bir yazı yazan Yazar Özcan Öğüt, katliamda yaşananları anlattı.
Yazar Özcan Öğüt, “40 yıldır Sarılamayan Yara: Maraş Katliamı” başlığıyla bir yazı kaleme aldı.
Böyle bir katliamdan sonra Maraş’ın, kurtuluş savaşında üstüne yiğitlik destanları yazılan ‘kahramanlığından’ eser kalmadığını belirten Öğüt, Maraş’ın aynı zamanda savunmasız canları kalleşçe katlederek her bir köşesine mazlum kanı bulaşan ‘Kanrevan’ Maraş’a dönüştüğünü ve üstüne sinen kan kokusundan sonra, katillerinin hiçbirisinin ceza almayıp çeşitli makamlarla ödüllendirilen, devlet erkanının onur konukları olan bir ‘Kara’ Maraş’ olduğunu hatırlattı.
Maraş kıyımını en acı tecrübelerle yaşayan şehirdeki Aleviler için artık isminin önündeki böyle birçok acı unvanla da beraber anıldığının altını çizen Öğüt, canlı kalabilen tüm canların hafızalarındaki bu katliamın, ızdırabı, vahşeti ve hüznü ile her an diri olan ve asla ama asla kapanamayacak derin bir yaraya dönüştüğünü hatırlattı.
Yazar Özcan Öğüt, Maraş Katliamı’nı anlattığı yazısında, “Maraş’ta insanlık, merhamet ve vicdan gibi kavramlar üzerinde övgüye mazhar ne varsa çırılçıplak soyunup, âdemden bu yana sanki hiç yokmuşçasına susar” vurgusunu yaptı.
İşte Özcan Öğüt’ün Maraş Katliamı’nın yıl dönümünde kaleme aldığı yazısının tamamı:
“Maraş Katliamı’nı hazırlayan olaylar dizisi; ilk olarak 19 Aralık 1978’de Rusya’dan Türkiye’ye kaçan iki Türk’ün öyküsünü anlatan ve ülkücüler tarafından izlenen “Güneş ne zaman doğacak” filminin oynatıldığı Çiçek sinemasına konulan ses bombasının patlamasıyla başlar. Ses bombasının patlaması üzerine sinemada bulunan seyircilerin paniğe kapılarak çıkış kapısına hücum etmesi sonucunda oluşan kargaşada 9 kişi hafif şekillerde yaralanmıştır. Patlama sonrasında sinemadan dışarıya çıkan 150-200 civarı bir grubun sinemanın önünde toplanarak “Milliyetçi Türkiye, Müslüman Türkiye, Komünistler Moskova’ya” diyerek sloganlar atmasıyla, “bunu Alevi ve solcu komünistler yaptı” yalanı tüm şehre yayılır. Maraş davasının 1 numaralı sanığı olarak yargılanan bir ülkücünün bunun sorumlusu olduğu daha sonra ortaya çıksa da, bu provokasyon işe yarar ve büyük bir katliamın ilk fitilini ateşler. Faşistler bu yaygara üzerine ilk etapta Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İl Başkanlığını, TÖB-DER İl temsilciliğini ve PTT binalarını taşlar. Şehirde o dönem milliyetçi cephenin taraftarları; TÖBDER üyesi Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu isimli kurban olarak seçtikleri iki solcu öğretmeni evlerine giderken katlederler. Kısa süre içinde tam anlamıyla koordine bir şekilde organize edilen şiddet olayları bir anda başlar.
“MARAŞ: KATLİ VACİP KILINAN PLANLI BİR CİNAYET SİLSİLESİ”
Artık o andan itibaren Maraş Katliamı’nda olanlar, asla ‘Maraş olayları’ gibi hafif kaçan kelimelerle nitelendirilemez. Maraş’ta 19-26 Aralık tarihleri arasında bir hafta boyunca yaşananlar ‘katli vacip kılınmış’ planlı bir cinayetler silsilesidir. Hedef ailelerin oturduğu evler haftalar öncesinden işaretlenir. Bu evlere saldıran faşist gruplar, içerisindeki insanlara yaş, cinsiyet veya herhangi bir insani kavram tanımamaksızın işkenceler yaparak sadistçe katliamlar gerçekleştirir. IŞİD terörünün Orta Doğu’dan tüm dünyaya bir korku markası olarak pazarlanan cani eylemlerinin çoğunun yıllar önce Maraş Katliamı’nda provalarını görmek mümkündür.
“KATLİAM PLANLAYICISI, TETİKÇİ VE KATİLLERDEN TEK BİRİ CEZA ALMADI”
Resmi rakamlara göre 111 kişi, gayrı resmi kaynaklara göre ise bu rakamın çok çok üzerinde insan katledilmiştir. Alevi-Sünni, Türk-Kürt, solcu-sağcı ayrımının körüklenmesiyle çıkan ve 26 Aralık’a kadar aralıksız devam eden çatışmaların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edilir. Türkiye’nin en fazla sanıklı davası olarak geçen Maraş Katliamı davalarında tamamına yakını aşırı sağcılardan oluşan 804 sanığın yargılanması ve davalarının sonuçlanması 1988’e kadar sürer. Bu süreçte katliamın şifrelerini çözmeye yaklaşan katliam mağdurlarının 3 müdahil avukatı ardarda faili meçhul cinayetlere kurban gider. Katliamdaki suçlarından ötürü yargılanan 804 sanıktan 22 kişiye idam, 7 kişiye müebbet hapis, 321 kişiye ise 1 ila 24 yıl arasında hapis cezaları verilir. Fakat idam ve müebbet cezalı sanıkları da içeren kararlar bir süre sonra Yargıtay tarafından bozulur. Bozma kararının ardından gerçekleşen yeni yargılama sürecinde çoğu kişi beraat eder, kalanlarsa hafif cezalarla kurtulur. 1991 yılında çıkarılan “Terörle Mücadele Kanunu”ndaki affın kapsamına alınan bu hafif cezalar da ertelenir ve tüm sanıklar serbest bırakılırlar. İçlerinde ana karnındaki ceninler, masum bebekler, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar dahil onlarca insanın yaşamını yitirdiği Maraş Katliamı’nın planlayıcılarından, tetikçilerinden ve katillerinden tek bir kişinin bile ceza almadığı bir utanç davası olarak tarihe geçer.
“KAHRAMANLIĞINDAN ESER KALMAYAN ŞEHİR: ‘KANREVAN MARAŞ’ ”
Böyle bir katliamdan sonraki Maraş’ta, kurtuluş savaşında üstüne yiğitlik destanları yazılan ‘kahramanlığından’ eser kalmaz. Orası aynı zamanda savunmasız canları kalleşçe katlederek her bir köşesine mazlum kanı bulaşan ‘Kanrevan’ Maraş’tır. Üstüne sinen kan kokusundan sonra, katillerinin hiçbirisinin ceza almayıp çeşitli makamlarla ödüllendirilen, devlet erkânının onur konukları olan bir ‘Kara’ Maraş’tır. Maraş, o kıyımı en acı tecrübelerle yaşayan şehirdeki Aleviler için artık isminin önündeki böyle birçok acı unvanla da beraber anılır. Gayrı canlı kalabilen tüm canların hafızalarındaki bu katliam, ızdırabı, vahşeti ve hüznü ile her an diri olan ve asla ama asla kapanamayacak derin bir yaradır!
“ALEVİLER VE SOLCULARIN TOPTAN CEZA FATURASININ KESİLME ZAMANI GELMİŞTİR”
Katillerin katliamı meşru kılan dar zihniyetlerine göre katledilen Aleviler ve solcular tüm insani kimliklerinden önce kâfirlerdir (!) Çünkü onlar ne ramazan orucu tutmuşlardır, ne namaz kılmışlardır, ne de hacca gitmişlerdir. Bu durumları, hamile kadınların karınlarını deşmekten veya kundaktaki bebeği soluksuz bırakmaktan bile daha vahim bir günahtır! Uğruna cihat ilan ettikleri inançları, yaradılanları yaradılışlarından ötürü yok etmelerine engel değildir. Çünkü solcu ve Aleviler dinsiz, kendileri ise mümindir, inanandır, onlar sözde müslümandır!
Katliam öncesinde öldürülen iki sol görüşlü öğretmenin cenazelerinde, bu makûs kaderlerine isyanların ve yakılan ağıtların ardından, artık onların varlıklarının boşlukta yer kaplaması bile fazladır. Öyle ya; bir dinsizle bir müminin aynı toprakta bulunması, hatta aynı oksijeni paylaşması bile caiz olamaz (!) Sonunda şehirdeki ‘Alevilerin ve solcuların’ toptan ceza faturasının kesilmesinin zamanı gelmiştir ve bu cezanın kesilmesi hiç zaman kaybetmeden gerçekleşir.
22 Aralık 1978’de, Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız’ın Cuma namazında katliamların startını verdiği şu meşhur vaazı o günkü toplumsal histerinin dehşet boyutlarını göstermeye yeterlidir; ‘Sadece oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır. Bütün din kardeşlerimiz hükumete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır; çevremizde bulunan Aleviler ve Sünni imansızlar temizlenmelidir.
“ALEVİLER ADETA BİRER AV, FAŞİST KATİLLER İSE AVCIDIR”
İnanç mabetlerinden çıkan bu kitleler, Alevilerin daha önceden işaretlenen evlerinde ‘Allah-u Ekber’ tekbiriyle yaradanın adını anarak Azrail’in rolünü çalarken, oradaki savunmasız masumları da yaratan yine aynı ‘Allah’ dememişlerdir! Katliamlar başladığı anda şehir merkezinin tüm giriş çıkışları kapatılır. Şehirde kıstırılmış solcu ve Aleviler adeta birer av, faşist katillerse amansız avcıları gibi ürkekçe köşelerine sinmiş canları, cennetten bir yer kapabilmek hevesiyle katleder. Ardından çevre il, ilçe ve köylerden haber alan binlerce insan araçlara dolup şehir merkezine girip katliamdan kalanları kurtarmak için Maraş’a akın ettiklerinde, şehrin girişlerinde bu araçların geçişleri engellenir. Şehirde insanlar hunharca katledilirken günlerce varlığını hissettiremeyen devlet, adeta cehennemin kapısında bekleyen bir zebani gibi sadece şehrin giriş çıkış noktalarında belirir.
Çarpı ile işaretlenmiş Alevi ve solcu evleri faşist mezbahanelerine dönerken, memleketi vicdanları cırmalayan bir suskunluk sarar. Ankara bile ancak günler sonra bu sessiz çığlığı duyar. Ordu müdahale etmek için girdiğinde neredeyse çürümeye yüz tutmuş cesetleri toplamaya yetişebilmiştir. Sarıldığı yavrusuyla beraber ebediyete intikal eden anayla bebeğine, daha elindeki bez bebeği düşmeden katliamın kurbanı olmuş bir çocuğa ve gözleri oyulup helâ çukuruna atılan 80 yaşındaki nineye katlin ayrımı yoktur.
“BİR CEHENNEM PROVASI OLAN MARAŞ HER DEM DİRİ KALMAYA MAHKUMDUR”
Gayrı gözünü karartan faşistler, kafayı koyduklarını eninde sonunda yaparlar. Hani bir kere layık gördüler mi size cehennemi, o iş asla ahirete kalmaz… Ki zaten o günler Maraş’ta yaşananlar bir cehennem provasından başka bir şey olamaz! Maraş’ta insanlık, merhamet ve vicdan gibi kavramlar üzerinde övgüye mazhar ne varsa çırılçıplak soyunup, âdemden bu yana sanki hiç yokmuşçasına susar! Yobazlar içlerindeki kin tohumlarını kusar! Artık solunacak bir nefesi kalmayan mazlumların bedeni zalimlerin gölgesine pusar! Geriye kalanlar ise; sadece tarumar olan hayatların, son bulan umutların ve yitirilen canların ardından kopan ağıtlar ve kulaklarda çınlayan zılgıtlardır. Şanı kahraman, bahtı kara Maraş’ta, yüreklerden hiç çıkamayan o sessiz çığlıkların tüyler ürperten esintisi canlarda her dem diri kalmaya mahkumdur!
(HABER MERKEZİ)
Yoruma kapalı.