PİRHA-Araştırmacı-Yazar Mesut Özcan, Dersim’in öteden beri herhangi bir tarikatın yerleşim alanı olmadığını belirterek, “Dersim öteden beri Alevilerin yaşadığı bir coğrafya. Zaten bu yüzden öteden beri seferler düzenlenen, katliamlar yapılan bir coğrafya olmuştur” dedi. Alevi örgütlüğünü de eleştiren Özcan, “Alevilik diye bir dertleri yoktur” dedi.
Dersim Araştırmaları Merkezi’nin (DAM) tarikat örgütlenmesine dair saha çalışmasının ardından tepkiler gelmeye devam ediyor.
Araştırmacı-Yazar Mesut Özcan, Dersim’deki tarikat yapılanmasına, ocakzadelerin bu sürece dahil edilmek istenmesine, Alevi kurumlarının bu yapılanmaya karşı nasıl bir refleks içinde olmasına dair PİRHA’nın sorularını yanıtladı.
“DERSİM, ALEVİLERİN YAŞADIĞI BİR COĞRAFYA OLDUĞU İÇİN KATLİAMLAR YAPILMIŞTIR”
PİRHA: Tarikat yapılanmasının Dersim’deki yeri nedir? Tarihsel olarak karşılığı hangi politikaya dayanıyor?
MESUT ÖZCAN: Dersim öteden beri herhangi bir tarikatın yerleşim alanı değil. Öteden beri Alevilerin yaşadığı bir coğrafya. Zaten bu yüzden öteden beri seferler düzenlenen, katliamlar yapılan bir coğrafya olmuştur. Fakat Dersim’de özellikle 1980’den bu yana sürdürülen politika esasında büyük bir oranda II. Abdülhamid’in 1800’lü yılların sonlarında uyguladığı Kızılbaş politikasına benzemektedir. Alevi köylerine yapılan camiler o zamanlar da vardı. Aleviler o zamanlarda da “inançsız”, “inancı düzeltilecek olanlar”, yani “tashih-i itikat” politikası uygulanacaklar olarak görülmekteydi. Daha sonra Cumhuriyet ile birlikte devam etti bu politika. 1937-1938 Kırımı, bu politikanın bir devamıydı. Tek parti döneminde Dersim’deki Alevilerin arasına karışmak, onları dönüştürmek için yazılan raporların olduğunu biliyoruz. Hasan Reşit Tankut’un, CHP’ye, İsmet İnönü’ye yazdığı raporlar bunlardan bazılarıdır. 1960’larda, 1970’lerde ve hatta 1980’lerde özellikle sol örgütlerin Aleviliğe yaklaşımları, işte bu çok önceden sistem tarafından oluşturulan Alevilik algısından dolayıdır. Çünkü bütün dönemlerde Alevilik çağ dışı, ne olduğu belli olmayan bir inanç, gerici bir anlayış olarak gösterilmiştir. Solcularımız da, Türkiye’de devrim yapacakları için, önündeki bu gericilikten, bu anlayıştan kurtulmak için, yine Muşirleri (Mürşidleri), Pirleri, Rayverleri hedef almış, bu yol önderlerini çok ağır bir biçimde itham etmiş, tehdit etmişlerdir. Cemler yasaklanmış, Pir ya da rayver taliplerine gidememiştir ya da gizli olarak, kaçak olarak gidebilmiştir. 1970’lerde Aydınlar Ocağı ile birlikte Türk-İslam Sentezi ideolojisi ortaya çıkmış, 1980 Darbesi ile birlikte de bu ideolojiye göre özellikle Alevilerin yaşam alanları hedef alınmıştır. Dersim’de köylere cami yapılması bu dönemdedir, köylerden toplanıp Türkiye’nin çeşitli illerindeki Kuran kurslarına gönderilen yaklaşık 5.000 çocuk, bu dönemde toplanıp gönderilmiştir. Ardından, ara verilmeksizin bu politika bugüne değin, farklı biçimlerde sürdürüldü. Bugün baktığımızda, işin içine bir de tarikatlar ve cemaatler girmiştir. O zamanlar devletin resmi politikası olan uygulamalar, bugün bu uygulamalarla birlikte bir de tarikatlara ve cemaatlere bırakılmıştır.
“OCAKLAR ALEVİLİĞİN TEMEL TAŞLARIDIR”
Neden ocakzadeler bu sürece dahil edilmek isteniyor?
Ocaklar, Aleviliğin temel taşlarıdır. Ocaklar bütün Alevi felsefesini, inancını yaşatan kurumlardır. Elbette bu ocak mensuplarıyla mümkündür. Sadece bugün ocakzadeler hedef alınmıyor, ne zaman Aleviler hedef alındıysa o hedefin merkezinde özellikle ocaklar ve kutsal mekanlar, ziyaretler vardı. Kutsal mekanlar da zaten genellikle bir ocakla anılıyor, bir ocağın merkezi sayılıyor. Hani deniyor ya, “Tunceli’de Aleviler boşlukta”, “Tunceli’de Aleviler dinsizliği din edinmiş” diye. İşte merkez; yani Ocaklar, kutsal mekanlar dağıtıldığında, işte asıl o zaman Aleviler boşlukta olacaklardır. Bu durum sadece Dersim’deki Aleviler için geçerli değil, Dersim dışında yaşayan Aleviler için de geçerlidir. Dersim katliamları sırasında da hedef alınanlar öncelikle ve özellikle ocaklardı, pirlerdi, mürşitlerdi. Kutsal mekânlardı. Yakılan bir Dersim 1937/1938 ağıdında, Dersimli Aleviler için kutsal olan Jele dağının üzerinde askerlerce nasıl at oynatıldığı, bu kutsal mekânın atların ayakları altında nasıl çiğnendiği anlatılıyor ve yaşanılan çaresizlikten söz ediliyor. Ağıtta “Pilê Dersim” olarak anılanlar, Muşirler, Pirler, Rayverlerdir. Dikkat edin, son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle yurt dışına götürülen ve “gri dede” olarak anılanlar, çoğunlukla ocak mensubu. Özellikle hangi ocaktan oldukları belirtiliyor. Böylelikle ocaklar da kendilerinin kurdukları yapının içlerine çekilmeye çalışılıyor.
“ALEVİ ÖRGÜTLÜLÜĞÜNÜN ALEVİLİK DİYE BİR DERDİ YOKTUR”
Alevi kurumlarının bu yapılanmaya karşı ciddi bir refleks içinde olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer değilse bunu neye bağlıyorsunuz?
Alevilerin bu yapılanmaya karşı ciddi bir refleks içinde olduğunu düşünmüyorum. Hatta bir ikisi hariç, Alevi kurumlarının çoğunun hiç oralı bile olmadığını görüyoruz. Bunun iki nedeni var. Birinci olarak, Alevi örgütleri Alevilerden kopukturlar. Alevi örgütleri, Alevileri örgütleyemiyorlar. Alevi örgütleri, Alevi inancını sürdürmek, Alevi inancını yaşatmak, Alevilik için değerli olan her şeyi korumak ve gelecek kuşaklara aktarmakla sorumludurlar. Fakat örgütlerimizin birçoğunun böyle bir derdi bile yoktur, Alevilik diye bir derdi bile yoktur. Böyle olunca Aleviler, Alevi örgütlerine inanmıyor, desteklemiyorlar çoğunlukla. İkinci olarak, Alevi örgütlerinde yer alan birçok arkadaşımız yetersizdirler, donanımsızdırlar. Sadece mağduriyet edebiyatı yaparak Aleviler örgütlenmez, örgütlenemez. Çoğu, bunu bile beceremiyor. Yani bu haldeyiz. Alevilik siyaset yapmak değildir. Her siyasetten Alevi olabilir, bu çok doğal. Olmazsa zaten bir sorun var demektir.
“EN BÜYÜK TEHLİKE ALEVİLERİ SİYASALLAŞTIRMAKTIR”
En büyük tehlike, Alevileri siyasallaştırmaktır. Alevileri ve Aleviliği bir siyasi oluşum, bir siyasi parti, bir siyasi örgüt gibi görmek, göstermektir. Bu, Aleviliğin altına dinamit koymaktır. Bugün neredeyse her partinin, her örgütün, her oluşumun Alevisi, Alevileri vardır. Yani Alevilik bu haldedir. Oysa biz Aleviler, bir siyasi oluşum, parti vs. değiliz. Düşünebiliyor musunuz, milyonlarca nüfusu olan Alevilerden söz ediyoruz ama Alevilerin kendi felsefelerini, kendi inançlarını anlatabildikleri doğru dürüst bir televizyon kanalı yok Türkiye’de. Bir gazetesi yok. Hepsini bırakın, cemevleri Alevilerin ibadet yeri olarak adlandırıldı ve kuruldu, bugün Alevilerin elinde olan doğru dürüst bir cemevi bile yok. Yani demem o ki, bugün esasında bir Alevi örgütlülüğü yoktur. Var olan ve kimilerinin Alevi örgütlülüğü dediği örgütlülük, esas olarak bir örgütlülük falan değil bana göre.
Alevilerin istediği şudur: Biz Aleviyiz, biz inancımızı yaşamak istiyoruz. İnancımıza saygı gösterilmesini istiyoruz, katledilmek istemiyoruz. Bizim için kutsal olan hiçbir şeye, suyumuza, dağımıza, doğamıza; hiçbir şeye dokunulmasın istiyoruz. İbadetimizi yapmak istiyoruz dilediğimiz gibi. Biz, nasıl başkasının inancına saygı gösteriyor isek, bizim de inancımıza saygı gösterilsin istiyoruz. Bugün Dersim’de olan bitenler yeni değil. Yıllardır var. Her hangi bir Alevi örgütünden ses çıkmadı doğru dürüst. Alevi aydınlardan bile doğru dürüst ses çıkmadı. Dersim’de olan bitenler sadece Dersim’deki Aleviler’in sorunu değil, bütün Alevilerin sorunudur. Bu misyonerlik faaliyetleri, bugün Dersim’de yaşanıyor, yarın herhangi bir Alevi şehrinde de yaşanacaktır. Belki de yaşanıyordur. Aleviler, birbirinden habersiz oldukları için bilemiyorlardır.
Cihan BERK/PİRHA
Yoruma kapalı.