PİRHA-Türkiye’de nefret dilinin siyasette yer bulmasını ve topluma yansımasını değerlendiren Avukat Çiğdem Koç, “Hoşlanmadığımız insanlar hukuksuzluğa uğradığında sessiz kalıyoruz. Böyle olunca bütün haksızlıklar, hukuksuzluklar devam ederken bir birimizle aramızdaki mesafeyi giderek açıyoruz. Bunu sadece siyasetin ya da siyasetçilerin ayrımcı diline bağlamanın çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum, çünkü bunu değiştirmek için bir şey yapmıyoruz” dedi.
Nefret suçu; bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi ön yargı doğurabilecek nedenlerden dolayı işlenen, genellikle şiddet içeren suçlardır.
Nefret suçu, insanlığa karşı işlenmiş olarak görülüyor ve uluslararası hukukta karşılığı var. Ancak günlük yaşamda özellikle inancı, kültürü, yaşam biçimi, dili vb. farklı olan toplum ve topluluklar nefret diline, baskısına ve saldırısına maruz kalıyor.
Türkiye’de geçmişten günümüze nefret saldırıları devam ederken, nefret dili siyasette karşılığını buluyor ve saldırıların beslendiği alan haline geliyor. Aleviler, Ermeniler, Kürtler, Romanlar, mülteciler, LGBTİ+’lar, iktidardan muhalefete, sokaktan meclise, törenlerden toplantılara kadar günlük siyasetin hedefi haline gelebiliyor.
Türkiye’de nefret dilinin siyasette yer bulmasını ve topluma yansımasını Avukat Çiğdem Koç’a sorduk.
“TÜRKİYE’DE MUTLAKA HER DÖNEM ÖTEKİLEŞTİRİLEN BİR KİTLE OLMUŞTUR”
PİRHA: Türkiye’de ayrımcı politikaların beslendiği bir tarihsel arka plan var mı?
ÇİĞDEM KOÇ: Türkiye tarihinde herkes bir dönem ötekileştirilip, baskı altına alınmıştır. Ama tabii bu durumdan en çok acı çekenler Kürtler, Aleviler ve solculardır. Türkiye’deki demokrasi kültürünün eksikliğiyle alakalı bir durum. Dikkat edin Türkiye tarihinde dönemler, mazlumlar, mağdurlar ve zalimler değişir ama mutlaka ötekileştirilen bir kitle olur. Kürtlerin tarihine, Türkiye’nin tarihiyle paralel olarak bakarsak dillerinin yasaklanması, kültürlerinin baskı altına alınması, insanların katledilmesi, binlerce faili meçhul, işkenceler, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar inkar edilebilir gerçekler değil. Ama bu Türkiye’nin demokrasi kültürüne sahip olmaması ve demokrasi kavramıyla kurduğumuz bir mesafeyle ilgili bir şey. Bunun yakın zamanda aşılıp aşılamayacağını bilmiyorum. Ama biz hukukçular olarak hep aynı şeyi söylüyoruz; hukuk kavramı, hukuk ahlakı, hukuk kültürü olmayan bir ülkede demokrasi kültürü de olmaz.
“HOŞLANMADIĞIMIZ İNSANLAR HUKUKSUZLUĞA UĞRADIĞINDA SESSİZ KALIYORUZ”
-Günümüz siyasal ikliminde ayrımcılık içeren dilin topluma yansıması nasıl oluyor?
Siyasette kullanılan nefret diliyle birbirlerinden çok uzaklaştık, birbirimize çok öfkeli hale geldik ve çok fazla düşmanlaştırıldık. Sonuçta siyasetçileri uzaydan ithal etmiyoruz, kendi içimizden çıkarıyoruz. Bizi yönetsinler ya da bizi temsil etsinler diye seçtiğimiz insanlar bizim aramızdan çıkıyor. Demokrasiyle, hukukla kurdukları bağı, gücü eline geçirdiklerinde sevmediği, hoşlanmadığı, beğenmediği kimlikleri baskılamak için kullanıyor. Biz siyasetin dilini seçmenler olarak belirleyemeyince siyasetçiler o dili bize dayatıyorlar ve bizim aramızdaki uçurumlar gitgide açılıyor. Biz neden hala kabulleniyoruz ve buna müsaade ediyoruz. Biz hoşlanmadığımız, beğenmediğimiz insanlar hukuksuzluğa uğradığında sessiz kalıyoruz. Böyle olunca da bütün haksızlıklar, hukuksuzluklar devam ederken birbirimizle aramızdaki mesafeyi giderek açıyoruz. Bunu sadece siyasetçilerin ayrımcı diline bağlamanın çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Çünkü biz bu durumu bunu değiştirmek için bir şey yapmıyoruz.
“BİR BİRİMİZİN VARLIĞIYLA YAŞAMAYI ÖĞRENMEMİZ GEREKİYOR”
-Alevi Kürt, Ermeni, Roman gibi kimliğe sahip siyasetçiler sosyal medyadan miting alanlarına hedef haline getiriliyor. Peki buna karşı nasıl bir yol izlenmeli?
Kürtler kadim düşman diye tanıtılıyor, solcular zaten Türkiye tarihinde sürekli işkence tezgahlarından geçirilen bir kitle. Şimdi sanatçıların konserlerinin yasaklanması, siyasetçilerin tutuklu olması ve neredeyse dışarıda Kürt siyasetçi kalmayacak bir hukuk sisteminin içindeyiz. HDP’nin kapatılması gündemde, Selahattin Demirtaş ve bir sürü HDP’li milletvekili hapiste. Buna bağlı olarak dışarıda Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı gündeme getirildiğinde Alevi kimliği hemen ön plana çıkartıldı ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği üzerinden yürütülen hikaye tutmadı. Toplum bu kampanyaya “Alevi olabilir ve ben bununla ilgilenmiyorum” dedi.
Selahattin Demirtaş barışa ve demokrasiye dair insanları etkileyen söylemleri olan bir lider ve altı yıldır tutsak edilmesi de bir şey değiştirmedi. Hatta tam tersi Selahattin Demirtaş’a olan ilgi büyüdü. Çünkü hapiste bile bir düşmanlaştırıcı dil kurmadı, kendi halkının değerlerini sahiplendi ama Türklere de biz hep beraber yaşayacağız, dedi. Çünkü bu insanlar bizim barışa, demokrasiye ve hukuka dair umudumuz. Her zaman muhalefet edilecek bir şeylerimiz olacak, bu asla değişmez. Çünkü iktidar güç ilişkisi her zaman olacak bunu değiştiremeyiz.
Ülkedeki antidemokratik, hukuksuz uygulamalara dindar, liberal, Kemalist kesimden de tepkilerin yükseldiğini görüyorum. Ama daha kararlı olmak lazım, yoksa sağlam durmadığımız anda bu kitlelerden biri ağır zulme uğrar. Bir birimizi çok sevmemiz gerekmiyor ama bir birimizin varlığıyla yaşamayı öğrenmemiz ve demokrasi dediğimiz şeyin de bu olduğunu anlamamız gerekiyor.
Cihan BERK-Diren KESER/PİRHA
İLGİLİ DOSYALAR:
1-‘Erdoğan da, Bahçeli de nefret dilini değiştirmez, muhalefet bu dili reddetmeli’
2-‘Milliyetçi, ırkçı yaklaşımları reddetmeli, teşhir etmeliyiz’
3-‘AKP, Türkiye’nin genetiğiyle oynuyor, büyük bir toplumsal barışa ihtiyaç var’
4-‘Ayrımcı dile karşı birleştirici, toplumu kucaklayıcı politikalar izlenmeli’
5-‘Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden Alevilere yönelik ayrımcı dil meşrulaştırılıyor’
6-‘Nefret diline sahip olanların siyaset sahnesinden silinmesiyle toplum rahatlayacak’
7-‘Çoklu demokratik yaşama uygun bir anayasal sistem inşa edilmeli’
8-‘Politik dilden yansıyan nefret dili topluma hızla yayılabiliyor’
Yoruma kapalı.