PİRHA – Barış Akademisyeni Evun Okumuş, siyasetin, medyanın ve yerel yönetimlerin kadın özgürlüğünü çoğu zaman yüzeysel ve araçsal biçimde ele aldığını belirterek, “Kadın özgürlüğü bir slogan değil, bir programdır” diyor. Feminist kuram, özgürlüğü söylemden çıkarıp somut politikalar, bütçe ve uygulamalarla tanımlıyor.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü mezunu olan Evun Okumuş, aynı bölümde yüksek lisansını tamamladı. Barış Bildirisi imzacısı akademisyenler arasında yer alan Okumuş, arkeolog kimliğinin yanı sıra feminist ve LGBTİ+ alanında da çalışmalarıyla biliniyor. Okumuş, kadın özgürlüğü, toplumsal cinsiyet ve kadın hakları üzerine PİRHA’ya değerlendirmelerde bulundu.
“KADIN ÖZGÜRLÜĞÜ SÖYLEMDE DEĞİL, UYGULAMADA OLUR”
PİRHA: “Kadınların özgürlüğü” kavramı bugün siyaset, medya ve yerel yönetimlerde sıkça kullanılıyor. Sizce bu tanım neden eksik?
Evun Okumuş: Siyasetin, medyanın ve yerel yönetimlerin kadın özgürlüğüne yaklaşımına baktığımızda parlak bir tablo görmüyoruz. Çünkü bu alanlarda kadın özgürlüğü çoğunlukla bir slogan olarak ele alınıyor. Oysa bu bir slogan değil, bir programdır. Eğer gerçekten kadın özgürlüğünden söz edilecekse, bunun somut politikalarla ve uygulamalarla desteklenmesi gerekir.
Örneğin sığınma evleri meselesi. Keşke bunu konuşmak zorunda olmasaydık ama kadınların sığınma evlerine hâlâ çok ciddi bir ihtiyacı var. 85 milyonu aşan bir nüfusa rağmen Türkiye genelinde yaklaşık 144 sığınma evi bulunuyor ve toplam kapasite 3 bin 454 yatakla sınırlı. Günde ortalama beş kadının öldürüldüğü bir ülkede bu rakamlar son derece yetersiz. Eğer siyaset ve yerel yönetimler kadın özgürlüğü konusunda samimiyse, sığınma evlerinin sayısı ve kapasitesi artırılmalıdır. Kadın özgürlüğü söylemde değil, uygulamada görünür olur.
İkinci önemli başlık ekonomik özgürlüktür. Yerel yönetimlerin kadın kooperatiflerini desteklemesi, kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılabileceği alanlara yatırım yapması gerekiyor. Üçüncü olarak kent hakkı meselesi var. Kadınlar kentin yalnızca kullanıcıları değil, öznesi ve karar vereni olmalıdır. Güvenli ve aydınlatılmış sokaklar, erişilebilir ulaşım, toplu taşıma sorunlarının çözümü ancak kadınların karar alma süreçlerine katılmasıyla mümkün olabilir. Bunun yolu da cinsiyete duyarlı bütçelemeden geçer.
Dördüncü hayati konu ise bakım hizmetleri: kreşler, yaşlı, engelli ve hasta bakımına yönelik kamusal hizmetler. Bu hizmetler yaygınlaştırılmadıkça kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımının önündeki en büyük engeller kalkmaz. Kadınların bedenini, hayatını ve geleceğini özgürce kurabilmesi için bu yapısal engellerin kaldırılması şarttır. Feminist hareket tam da bu noktada özgürlük kavramını genişletir: Kadın özgürlüğü bir vaat değil, bir haktır.
Medya da bu sürecin önemli bir parçası. Kadın özgürlüğü çoğu zaman medya tarafından araçsallaştırılıyor; özgürlük görünüşe indirgeniyor, kadın hareketleri kriminalize ediliyor. Yapısal sorunlar görünmez kılınarak birkaç “başarı hikâyesi” üzerinden özgürlük bireysel bir meseleymiş gibi sunuluyor. Reklamlardan dizilere kadar pek çok alanda toplumsal cinsiyet rolleri yeniden üretiliyor; özellikle ev içi emeğin sürekli kadınlarla özdeşleştirilmesi bunun en somut örneklerinden biri.
“ÖZGÜRLÜK SÖYLEMLERİ KADINLARIN YÜKÜNÜ ARTIRIYOR”
-Aile, eğitim ve iş yaşamında özgürlük söylemleri kadınların yükünü artırıyor mu?
Evun Okumuş:Toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretildiği ilk ve en temel alan ailedir. Feminist teori bu nedenle aileye özel bir vurgu yapar. Toplumsal yapılar değişmeden bireysel özgürlük çağrıları çok sınırlı sonuçlar doğurur. Kadının aile içindeki konumu hâlâ köklü biçimde değişmiş değil: Ekonomik söz hakkı sınırlı, miras ve karar süreçlerinde eşitlik hâlâ sağlanmış değil. Eğitimde kız ve erkek çocukları arasında süregelen eşitsizlikler de bunun bir parçası.
Üstelik kadın, aile içinde söz almak istese bile buna ayıracak bir zaman ekonomisine sahip değil. Ev içi emek, çocuk, yaşlı ve engelli bakımı, evin tüm organizasyonu ve duygusal emek kadının omuzlarına yıkılmış durumda. Bu yükler ortadan kaldırılmadan kadın özgürlüğünden söz edilemez. Aynı örüntü eğitimde ve iş hayatında da karşımıza çıkıyor. “Güçlü ol, özgür ol” söylemleri dolaşımda ama cam tavanlar yerinde duruyor. Kadınlar hem evde hem işte çalışırken bu söylemler gerçek bir özgürlük üretmiyor.
“KADIN BEDENİ ÜZERİNDEKİ DENETİM ÇOK KATMANLI”
-Kadınların kendi bedeni üzerinde söz sahibi olma hakkı nasıl sınırlandırılıyor?
Evun Okumuş: Bu sınırlandırmalar yalnızca muhafazakâr yapılarda değil; kendini demokratik ya da sol olarak tanımlayan çevrelerde de karşımıza çıkıyor. Kadının bedeni üzerinde söz sahibi olması istenmiyor çünkü bu kadının hayatı ve geleceği üzerinde de söz sahibi olması anlamına geliyor.
En somut örnekler doğurganlık üzerinden karşımıza çıkıyor: Kaç çocuk doğuracağı, nasıl doğuracağı, kürtaj hakkına erişim, sağlıklı doğuma ulaşmadaki engeller… Seyahat özgürlüğünün kısıtlanması, ilişkilerin denetlenmesi, kadınların belirli mekânlara hapsedilmesi de beden denetiminin diğer biçimleri.
Bir de daha görünmez ve sinsi yöntemler var. Yasa yerine utanma, itaat ve rıza üzerinden işleyen mekanizmalar bunlar. Ne giyeceğinden ne söyleyeceğine kadar kadınlara normlar dayatılıyor ve bu dayatmalar sanki kadınların kendi tercihiymiş gibi sunuluyor. Bugün kadınlara sürekli “çocuk yap” denilirken, hamilelik iş hayatında cezalandırılıyor. Kadınlar işe alınırken evlilik ve hamilelik üzerinden sorgulanıyor. Sistem bir yandan doğurganlığı teşvik ederken, diğer yandan bunu bir yük gibi görüyor.
“EŞİTLİK SÖYLEMİ BÜTÇEYE YANSIMIYORSA SAMİMİ DEĞİLDİR”
-Siyaset kadın eşitliğini gerçekten savunuyor mu?
Evun Okumuş: Yerel ve ulusal siyasetin büyük bir kısmı kadın eşitliğini gerçekten savunmuyor; eşitlik söylemi çoğunlukla araçsallaştırılıyor. Bunu ayırt etmek zor değil: Eğer kadınlara yönelik bütçe yoksa, somut politikalar yoksa, iyileştirici mekanizmalar hayata geçirilmiyorsa ortada gerçek bir eşitlik yoktur. Feminist hareketin yıllardır vurguladığı gibi, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme olmadan yol almak mümkün değil. Vaat mi var, uygulama mı? Asıl ayrım noktası budur.
“NEOLİBERAL ÖZGÜRLÜK VAADİ KADIN EMEĞİNİ UCUZLATIYOR”
-Neoliberal düzenin kadınlara sunduğu özgürlük vaadini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evun Okumuş: Neoliberal düzen özgürlük vaat eder ama kadınların hayatı gerçekten kolaylaşıyor mu diye bakmamız gerekir. Kadınlar bu düzende çoğunlukla düşük ücretli ve güvencesiz işlere yönlendiriliyor. Ev içi emek toplumsallaştırılmadığı için kadınlar hem evde hem dışarıda çalışıyor; yani iki kez sömürülüyor.
Bu nedenle eşit iş, eşit ücret ve güvenceli istihdam talebini ısrarla dile getirmek zorundayız. Bakım hizmetlerinin kamusallaştırılması ve ev içi emeğin toplumsallaşması olmadan kadınların özgürleşmesi mümkün değil. Feminist mücadele tam da bu nedenle inatla şunu söylüyor: Kadın emeği ucuz, esnek ve güvencesiz bir kaynak değildir; kadın özgürlüğü de piyasaya terk edilemez.
Nuray ATMACA/DERSİM

Yoruma kapalı.