PİRHA- Alevilerin sorunlarının çözülüp, taleplerinin karşılanması yerine, Alevi kurumlarının İçişleri Bakanı danışmanı düzeyinde gezilmesine Yazar Mehmet Kabadayı’dan tepki geldi. Kabadayı, Bakanlık danışmanının Alevi kurumlarını gezmesinin asimilasyona dönük olduğunu belirterek, “Alevilerin eşit yurttaşlık talepleri Meclis’te konuşulup anayasal güvenceye alınmalı” çağrısında bulundu.
AKP hükümetinin danışmanlık düzeyinde Alevi kurumlarını ziyaret etmesini değerlendiren Yazar Mehmet Kabadayı, “Naçizane kanaatime göre bu ziyaretlerin gayesi Alevileri nasıl ayrıştırırız, nasıl asimile ederiz ve nasıl dönüştürürüz den başka bir şey değildir. Bu ziyaretler, 100 yıldır asimile edemediğimiz ve dönüştüremediğimiz Alevileri dönüştürmeye ve asimile etmeye yönelik raporlaştırma çalışmaları gibi ve de Alevileri hangi vaatlerle kontrol altına alırız çalışması gibi gözüküyor” dedi.
Yazar Kabadayı, cemevlerine ziyaretlerin bir toplumsal mühendislik olduğunu kaydederek, “Bizler şunu hiçbir zaman unutmayalım: devlet her dönem raporlar hazırlatır ve kendi arşivini oluşturur” şeklinde ifade etti.
“ALEVİLİK KIRILMAK, ALEVİLER İSE ASİMİLE EDİLMEK İSTENDİ”
Kabadayı’nın PİRHA’ya gönderdiği yazısı şöyle:
“Hakikat Yol’u (Alevilik); 15-16.yy’da Safevi Şia’sıyla, devam eden yüz yıllarda Osmanlı asimilasyon dayatmalarıyla kırılmak istendi. 1900’lü yılların başında Baha Sait’le başlayan Alevileri dönüştürmeye ve asimile etmeye yönelik raporlaştırma çalışmaları Cumhuriyet döneminde devlet politikaları haline getirildi. 1924 yılından başlayarak “Türk-İslam Sentezci” politikalarla yani tekçi-inkârcı ve asimilasyoncu (Diyanetçi) devlet zihniyetiyle Alevilik kırılmak, Aleviler ise asimile edilmek istendi. Günümüzde Alevi toplumsal ve sosyolojik yapısı dikkatli incelenip, gözlemlendiğinde devletin bu kırım ve asimilasyon politikalarında büyük oranda başarılı da olunduğu açıkça görülecektir…
1924 yılından başlayan tekçi-inkârcı ve asimilasyoncu politikalar günümüzde de her alanda hız kesmeden devam etmektedir. Nasıl mı? 03 Mart 1924 tarihinde 429 Sayılı Kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir kurum olarak kurulan DİB eliyle kurulduğu günden itibaren Alevi sürekleri üzerinde tahakküm kurulmaya devam ediliyor. 03 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe konulan 442 sayılı Köy Kanun (madde 02) gerekçe gösterilerek Alevi köylerine cami yapıldı, günümüzde de cami yaptırılıyor. 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip, 13 Aralık 1925 tarihinde yürürlüğe giren Tekke, Zaviye ve Türbelerin Seddine dair 677 Sayılı Kanunla Alevi-Bektaşi Dergâhları kapatıldı. Alevi-Bektaşi Yol önderlerinin Mürşidlik, Dedelik, Babalık ve Çelebilik gibi unvanları yasaklandı… Bu kanunla getirilen yasaklar günümüzde de halen devam ediyor! Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır denilerek, Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında 1982 darbe Anayasası’yla zorunlu ders haline getirildi. Zorunlu hale getirilen bu dersle Alevi çocukları üzerinde bir baskı oluşturuluyor. Bu ders Alevi çocukları için zulüm ve asimilasyon aracından başka bir şey değildir.
DANIŞMANLIK DÜZEYİNDEKİ ZİYARETLER
Son günlerde bakanlık danışmaları ile kimi Alevi kurumları ziyaret ediliyor. Naçizane kanaatime göre bu ziyaretlerin gayesi Alevileri nasıl ayrıştırırız, nasıl asimile ederiz ve nasıl dönüştürürüzden başka bir şey değildir. Bu ziyaretler, 100 yıldır asimile edemediğimiz ve dönüştüremediğimiz Alevileri dönüştürmeye ve asimile etmeye yönelik raporlaştırma çalışmaları gibi ve de Alevileri hangi vaatlerle kontrol altına alırız çalışması gibi gözüküyor. Bütün bunlar bir haliyle bile bir toplumsal mühendislik projesidir. 100 yıldır yapılan toplumsal mühendislik projeleri sonucunda toplumsal yapının sosyolojik olarak getirildiği yer apaçık bir şekilde ortadadır. Bizler şunu hiçbir zaman unutmayalım: Devlet her dönem raporlar hazırlatır ve kendi arşivini oluşturur.
Alevi kurumsallığı, kimi Alevi kurum temsilcileri (Başkan, Yönetici, Pir-Dede) Bakanlık Danışmanı düzeyindeki bu ziyaretlere nasıl bakıyorlar? Yazılı, görsel ve sosyal medyadan okuyup, izleyip, gördüklerimden ve de duyduklarımdan, gözlemlediğim kadarıyla, Alevi kurumsallığı içinde 3 ana görüş olduğu kanaatine vardım: 1- “Hoş gelgeldiniz sefa geldiniz, biz sizi bu noktada tanımıyoruz, 100 yıllık devletin bize borcu var! Bizim haklarımız bellidir. Uluslararası hukukta kazandığımız haklarımız bellidir. Devlet Alevi hakikatiyle buluşmalıdır. Alevilerin haklarını iade etmelidir” diyenler var. 2- “Hoş geldiniz, baş göz üstüne geldiniz. Neye geldiniz, bir şeye ihtiyacımız yok” diyenler var. 3- “Hoş geldiniz devletlüm deyip el üstünde taşıyan, sosyal medyada paylaşan” Alevi kurum temsilcileri var. Bu 3 ana görüş, zaman zaman ayrı ayrı düşünüyor gözükse de, zaman zaman bir araya gelebiliyorlar. Bizler bütün bu olup bitenleri onaylasak ya da onaylamazsak da bunların her birinin birer Alevi kurum temsilci olduğu gereğini ortadan kaldırmıyor. Bu Alevi kurum temsilcilerinin o temsilcilik haklarını nasıl elde ettikleri de ayrı bir tartışma konusudur!
BÜTÜN BU OLANLARIN SEBEBİ KİM YA DA KİMLERDİR?
Kimi Alevi kurumları içinde son 30-40 yıl boyunca yoğun bir şekilde başka bir inanca benzeşmeye dönük ve bu kapsamda Cami-Cemevi projesi de dâhil olmak üzere Alevileri dönüştürmeye yönelik çalışmalar yapıldı. “Türk-İslam” Aleviliği algısı gibi bir algı oluşturuldu. Her Perşembe yapılan Cemler (Oysaki Hakikat Yol’unda her Perşembe Cem yok!) ve Hakk’a uğurlama ve de sırlama erkânları oluşturulan bu algı çerçevesinde yapıldı. Yetmedi, oluşturulan bu algı çerçevesinde, Bayram cemi adı altında uydurma bir şekilde bayram cemleri yapıldı. Yaratılan bu “Türk-İslam” Aleviliği algısı günümüzde (son 5-6 yıldır) asimilasyona karşı direnen, dönüştürülmeyi kabul etmeyenler yani kendi hakikatine sahip çıkan Alevi canlar tarafından sorgulanmaya başlandı. Artık “Türk-İslam” Aleviliği algısı bu kesim tarafından kabul görmüyor ve de karşılık bulmuyor.
“ALEVİLİĞİ TANIMAMAKTIR”
Aleviler bu ülke toplumun 4’te birini oluştururken, temsiliyetleri Bakan Danışmanı düzeyine indirgenmesi açık bir deyimle Aleviliği tanımamaktır. 100 yıllık bu tekçi-inkârcı ve asimilasyoncu zihniyete göre Aleviler bu ülkede ötekisinin de ötekisidir! Mevcut yönetim biçimi (sistemi) içinde Bakan Danışmanlığı idari hukukta çokta böyle hukuk zemininde oturmuş, kriterleri (ölçütleri) belirlenmiş bir temsiliyet değildir! Mevcut bakan görevden alındığında ya da görevi kendi isteğiyle bıraktığında yerine getirilen (atanan) Bakan, bu yönetim biçimiyle, mevcut Bakan’ın danışmanıyla çalışmayıp, kendisine her hangi bir kişiyi danışman yapabilir. Bu durum apaçık bir şekilde bilinmektedir.
Bakan Danışmanı düzeyinde yapılan ziyaretlerden anlaşılıyor ki; sizi tanımıyorum diyenlere yönelik sosyolojik bir analiz yapıldıktan sonra, biz sizin içinizde bizim aklımıza ikrar verebilecek kesimi belirleyelim. Belirlediğimiz bu kesimi küçük mikroekonomilerle besleyelim. Belediyelerimiz aracılığıyla da cemevleri yapalım! Mevcut cemevlerinin elektrik, su parasını ve 1-2 cemevi çalışanının da maaşını biz ödeyelim, uluslararası sözleşmelerden kazanılan haklarınızdan vazgeçin derdindeler. En önemlisi de bizi tanımayan kesime karşı da direk bir karşıtlık oluşturmadan, bunları nasıl etkisiz hale getirebiliriz. Bunlara karşı nasıl bir proje oluşturabiliriz ve nasıl asimile ederiz derdindedir.
“YOL’UMUZDA, ÖĞRETİMİZDE ARSIZA, HIRSIZA YER YOKTUR”
Nursuza peyda olan, ona düş olanlar bizden değildir. Bunu açık ve net bir şekilde söylüyoruz! Ama şunu da söylüyoruz. Bizler bu ülkenin yurttaşıyız, bu ülkede, bu coğrafya da yaşıyoruz, bizler devletle diplomasi yürütebiliriz. Devlet’te bizimle diplomasi yürütebilir. Ama bunun yol ve yönetimi vardır. Bunun yöntemi, Bakanlık Danışmanı düzeyinde yürütülecek bir diplomasi değildir. Bu yöntemle başladığınız an zaten baştan ben sizi tanımıyorum demektir. Bu zihniyetten kaynaklı olarak ülkede eşit yurttaşlık sorunu vardır… Biz Aleviler Semavi dinlerden ayrı farklı bir inanca sahibiz, bundan dolayıdır ki; biz Alevilerin devletten ne istediği de açık bir şekilde bellidir!
Bu ülkenin yurttaşı olmamızdan, bu ülkede yaşamamızdan ve bu ülkenin nüfusunu taşımamızdan kaynaklı olarak devlet en üst düzeyde bizimle temsiliyet kurup, diplomasi yürütmelidir. Devlet, bütün ocak pirleri ve Yol’a ikrar vermiş Alevi hakikatini inkâr etmeyen yazarlar- çizerlerle ve bizim irade gösterdiğimiz seçilmişlerimizle beraber bir araya gelip aleni bir şekilde en üst düzeyde görüşmeler yapabilir. Meseleleri bilinmiyormuş gibi, sanki bu ülke de bu konuya dair “çalıştaylar” yapılmamış gibi davranmak, toplumun aklıyla alay etmek demektir. Acaba, Uluslararası sözleşmelerden kazanılan haklarımızın tekrar gündeme gelmesi mi devleti bu düzeyde görüşmelere zorluyor?
“DEVLET, ACİLEN BİR ŞEY YAPMAK MI İSTİYOR?”
Devletin acilen yapması gerekenler bellidir! Devlet ilk önce Tekke, Zaviye ve Türbelerin Seddine dair 677 Sayılı Kanunla kapatılan Alevi-Bektaşi Dergâhlarını Alevilere iade eder. Ve yine bu kanunla yasakladığı Alevi-Bektaşi Yol önderlerinin Mürşidlik, Dedelik, Babalık ve Çelebilik gibi unvanları üzerindeki yasağı kaldırır. 429 Sayılı Kanunla kurulan DİB’in Alevi sürekleri üzerinde kurduğu tahakküme ve Alevilik hakkında verdiği fetvalara son verir. 442 sayılı Köy Kanun’da değişiklik yapar. Alevi köylerine cami yapmaktan vazgeçer. 1982 darbe Anayasası’yla Din ve Ahlâk Eğitimi adı altında zorunlu ders haline getirilen bu dersi derhal zorunlu olmaktan çıkartır.
Din ve Ahlâk Eğitimi adı altında zorunlu kılınan bu ders, Alevi çocukları için zulüm ve asimilasyon aracından başka bir şey değildir. Bir başka yönüyle bu dersi görmek isteyenler olabilir, bu gayet normal bir şeydir. O halde bu ders seçmeli olabilir. Bu ciddi bir müfredat sorunudur. Alevilerin çocukları bu konuda Anayasal güvence altına alınır. O zaman Alevilerin çocukları bu dersleri görmezler. Üniversite sorunlarında Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden sorular çıkmaz. Diğer ölçme ve değerlendirmelerde ve kamuya alımlarda da yazılı ve sözlü mülakatlarda Din kültürü ahlak bilgisi dersinden sorularla karşılaşmazlar.
Alevilerin neyi istediği, neyi talep ettiği açık kaynaklarda mevcuttur. Her şeyden önce Aleviler, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinden ve eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu, demokrasiden ve barıştan yana olan bir devletten yanalar. Alevilerin talepleri bu çerçeveden bakılır ise daha anlaşılır olacaktır. Bütün bunları görmeyip, Alevilerin eşit yurttaşlık sorununu belediyelere havale edip, bir de sorunu cemevlerinin elektrik ve su parasına ve de cemevinde çalıştırılan bir iki kişinin maaşını ödemeye indirgemek Aleviliğe ve Alevilere yapılan en büyük haksızlık ve saygısızlıktır. Çünkü Alevilerin toplumsal sorunları bunları kat be kat aşan sorunlardır. Devlet kendi anayasasında kendisine laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletiyim diyor ise, öyle çalıştaylara ve bakan danışmanı düzeyinde yapılan ziyaretlere hiç gerek yok! Meselenin adresi ve konuşulacağı yer bellidir. Alevilerin eşit yurttaşlık talepleri mecliste (TBMM) konuşulup anayasal güvenceye alınmalıdır. Sevgiyle. Aşk ile.”
PİRHA/ İSTANBUL
Yoruma kapalı.