PİRHA – Avukat İbrahim Sinemillioğlu, AKP’nin Alevilerin yaşadığı sorunları çözebilecek kabiliyetten yoksun olduğunu belirterek, “AKP’nin Alevi sorununu çözme konusundaki samimiyetinin en güzel ölçüsü, bugüne kadar iktidar eliyle yapılan 10’a yakın Alevi çalıştayıdır. Hepsinde çözüm için parlak sözler söylenmiş, cemevlerini ‘cümbüş evi’ olarak nitelendiren düşünce tarzı değişmemiştir” dedi.
AKP Hükümeti tarafından önce cemevlerine dağıtılan paralar, yardımlar, ihtiyaç ziyaretleri ve ardından ibadethanelere yönelik saldırılar yeni bir sürecin de başlangıcı oldu.
İçişleri ile Kültür ve Turizm Bakanlıklarının koordinasyonunda “Milli Birlik ve Beraberlik Çalışması” kapsamında 58 ildeki 1585 cemevi ziyaret edilip çok sayıda talebin yerine getirildiği öne sürülmüştü.
“AKP yeni bir açılım süreci mi başlatıyor?” sorusu tartışıla dururken, yakın süreç içerisinde beş cemevine saldırı yapılması, Hüseyin Gazi Cemevi bahçesindeki dilek ağacının yakılması toplumun tedirginliğini de arttırdı.
Alevi kurumları, AKP iktidarının saldırılara karşı sessiz kalıp, özellikle kurumları dışlayıp, bağımsız cemevleri üzerinden Alevilere yönelmesini eleştiriyle karşıladı. Yeni eğitim yılının açılmasıyla birlikte Alevi toplumunun en çok itiraz ettiği sorunlardan biri olan ‘zorunlu din dersleri’ de iktidar tarafından yine görmezden gelindi.
Tüm bu saldırı politikalarına karşı PİRHA olarak “Aleviler ne yapmalı?” başlığını tartışmaya sunduk. Eğitimciler, hukukçular, akademisyenler ve toplumun birçok kesiminden yurttaşlardan asimilasyonun mevcut işleyişini ve “Nasıl karşı durulmalı?” sorusunun cevabını aldık.
“ORTAÇAĞ ÜRÜNÜ EĞİTİM SİSTEMİYLE DEMOKRASİ OLMAZ”
Son gelişmelere dair görüşlerine başvurduğumuz isimlerden biri Avukat İbrahim Sinemillioğlu oldu. Hukukçu Sinemillioğlu, yeni eğitim-öğretim yılının toplumun hassasiyetleri göz önüne alınmadan açıldığına vurgu yaptı. Toplumun bilimsel eğitim talebine karşılık zorunlu din dersi uygulamasını yorumlayan Sinemillioğlu, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Yalnız yeni eğitim yılında değil, Cumhuriyetin kuruluşundun sonra kurulan ve laik devlet yapılanmasına tamamen aykırı bir biçimde düzenlenen Diyanet İşleri örgütü yanı sıra ırkçı ve tekçi bir anlayışa hizmet eden Milli Eğitim teşkilatı yalnızca Alevilerin değil, diğer tüm grupların hassasiyetlerini göz ardı etmiştir. Ne ana dil eğitimiyle milyonlarca Kürt’ün, Çerkes’in, Laz’ın, Gürcü’nün, Boşnak’ın, Arap’ın dili var, farz edilmiş; gayrımüslim azınlıklara ise ancak Lozan Antlaşmasıyla tanınan haklar çerçevesinde olanaklar tanınmıştır. O alanda bile Süryanilerin ve özellikle Hatay-Mersin ekseninde yaşayan Hristiyan Arapların varlığı bile hatırlanamamıştır.
‘Toplumun hassasiyeti’ deyimi ile Türkiye’nin hakim zümresi olarak kendilerini ülkenin tek ve gerçek sahibi olarak farz eden Türk-İslam sentezinin sahipleri olan ve İslamı sadece Sünni/Hanefi mezhebiyle özdeşleştiren kesimin hassasiyetleri anlaşılmaktadır. Ramazan’da açıkta yemek yemek toplumun hassasiyetine aykırıdır ama Muharrem’de pekala yenir ve toplumsal hassasiyet diye bir şey olmaz. Açıkta her dilden şarkı söylenir ama Kürtçe toplumun hassasiyetlerine aykırıdır, hatta dayak, işkence, gözaltı ve ölüme bile sebep olabilir.
Ana dili eğtimini nazara almayan ve adına ‘Milli’ sıfatı eklenen, tek etniğe dayalı 4+4+4 gibi ucube bir eğitim sistemi, felsefeyi okutmayan, din dersinin matematik, fizik, kimyadan önemli olduğunu iddia eden, Evrim Teorisini müfredattan çıkaran Ortaçağ ürünü bir eğitim sistemiyle ne demokrasi olur, ne kalkınma olur, ne de çağdaş ülkeler arasında yer alınabilir.
Daha önce sadece belli sınıflarda okutulan din dersleri, 12 Eylül darbesiyle birlikte zorunlu hale getirilmekle kalmadı, Anayasaya da konularak kaldırılması zorlaştırıldı. Anayasada yer almasına rağmen Anayasaya aykırı olarak Hristiyan ve Museviler için bu zorunluluk gevşetilmesine rağmen Aleviler için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına karşı bile bu zorunluluk devam edegeldi. Memlekette açılan binlerce imam hatip lisesi olmasına, maddi olanaklar bakımından bu liselere ayrılan tahsisatın diğer liselerin çok çok üstünde olmasına rağmen eğitim yerlerde sürünmekte, imam hatip liseleri, üniversite girişlerinde diğer liselere göre çok geride kalmaktadır. Çünkü bu toplumda üzülerek belirtelim ki ‘dininiz varsa bilimin de ahlakın da olmaması önemli değil’ düşüncesi revaçtadır.”
“ULUSLARARASI HUKUK HİÇE SAYILIYOR”
İbrahim Sinemillioğlu, zorunlu din derslerinin hukuki boyutunu da yorumladı. AİHM-Eylem Zengin kararlarını ele alan Sinemillioğlu, siyasal iktidarın “hukuk tanımadığını” vurgulayarak şunları söyledi:
“Hukuki boyutu bakımından da din dersinin zorunlu olması zaten mümkün değil. Anayasanın 90. Maddesi’ne göre Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden usulüne uygun olarak geçmiş bir uluslararası antlaşma, tüm kanunların üzerindedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararından sonra din derslerinin yalnız Aleviler için değil, ülkede yaşayan herkes için zorunlu olmaktan çıkarılması gerekmektedir. Ama biz işimize geleni uygularız, ‘gerekirse tazminatını öderiz’. Eylem Zengin davasında AİHM kararının uygulanmaması, Uluslararası Hukukun hiçe sayılması olmayacak da uygulanması mı olacak?”
“MUHALEFETİN SESSİZLİĞİ GELECEĞE DAİR UMUTLARA GÖLGE DÜŞÜRMEKTE”
Alevi toplumunun zorunlu din derslerinin kaldırılması konusundaki çabası da Sinemillioğlu’nun değerlendirmeleri arasındaydı. Din dayatmasının kaldırılması konusunda toplumun tüm kesimlerinin sorumluluk alması gerektiğini ifade eden Av. Sinemilliolu “Toplumun ve Alevi kurumlarının zorunlu din derslerinin kaldırılması yolundaki talepleri ve bu konudaki çabaları elbette saygıdeğerdir. Seçimlerin yaklaştığı bu dönemde yeni ve sağlıklı bir demokratik düzen kurma çalışmalarını sürdüren, muhalefeti teşkil eden altılı masa mensuplarının bu çabalara sahip çıkacaklarına yukarıda değindiğimiz ‘toplumsal hassasiyet’ ve oy kaygısıyla sessiz kalmaları da geleceğe dair umutlara gölge düşürmektedir” dedi.
“YILMADAN MÜCADELE ETMELİ”
İbrahim Sinemillioğlu, “Zorunlu din dersleri konusunda hukuken yeni bir girişim mümkün mü? Sizce ne yapılmalı?” sorusuna ise şu cümlelerle cevap verdi:
“Hukuk, durağan değil, yaşayan bir kurumdur. Her olay karşısında daha yeni, daha farklı bir çözüm yolu bulabilir. Aynı hukuk normuna rağmen dün doğru bulunan bir karar zamanın ve toplumun değişimine paralel olarak bugün yanlış çıkabilir, farklı bir çözüme ulaşabilir. Dün uygulanmayan ve yürürlükten düşmüş bir karar gene rahatlıkla alınabileceğine göre yılmadan mücadele etmeli, biri uygulanmamışsa ikincisi için uğraşmalı. Elbette her hak ihlali karşısında hukuk yollarına başvurulmalıdır.”
“KURUMLARA YAPILAN SALDIRILAR SİSTEMLİ BİR HAL ALMAKTA”
Av. İbrahim Sinemillioğlu, Alevi kurumları ve yöneticilerine yapılan saldırıları da değerlendirdi. Sinemillioğlu, oluşan şiddet furyasının sebebi olarak hükümet politikalarını işaret ederek şunları kaydetti:
“Türkiye’de 1950’den sonraki demokrasi denemesinde demokrasinin tek taraflı ve rövanşist bir biçimde uygulanmasının sonucu olan 27 Mayıs 1960 darbesi sonunda hazırlanan 1961 Anayasası’nın getirdiği, solu ve Kürtleri dışarıda bırakan, görece rahatlamayı ve sendikal hareketlerin güçlenmesini hazmedemeyen kapitalizmin kışkırtmaları sonucu çıkan 1971 darbesi. 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesi, toplumu kamplara ayırdı, ekonomik başarısızlıklar iç ve dış düşmanlara yüklendi. İç düşman olarak da Aleviler, Kürtler, Komünistler gösterildi. İnsanlar polis fezlekelerinden ‘K’ harfinin sayılarıyla kodlaştırıldı. Fezlekede adı geçen birinin adı önündeki ‘KKKK’ harfleri, o kişinin Kürt, Kızılbaş, Komünist, Kadın olduğunu gösteriyordu. Maraş, Malatya, Çorum ve benzeri olaylar bu ayrıştırmanın ve düşmanlaştırmanın sonucudur. Alevi kurum ve yöneticilerine yapılan saldırılar sistemli bir hal almakta ve seçime doğru bu olayların daha da artabileceği akla gelmektedir.
Bu olaylara karşı yalnızca Alevilerin kişisel ve kurumsal olarak değil, başta Altılı Masa mensupları, tüm demokratik kurumların, sendikaların, mesleki ve sivil toplum kuruluşlarının, baroların karşı çıkması gerekir.”
“CEMEVLERİNİ ‘CÜMBÜŞ EVİ’ OLARAK NİTELENDİREN DÜŞÜNCE DEĞİŞMEMİŞTİR”
Yaşanan saldırıların ardından AKP’nin, Alevi sorununa yaklaşım tarzı da İbrahim Sinemillioğlu’nun eleştirileri arasındaydı. “AKP’nin, Alevi sorununu çözebilecek kabiliyeti var mı?” sorusuna Sinemillioğlu, “AKP’nin Alevi sorununu çözme konusundaki samimiyetinin en güzel ölçüsü, bu güne kadar iktidar eliyle yapılan 10’a yakın Alevi çalıştayıdır. Hepsinde çözüm için parlak sözler söylenmiş, cemevlerini “cümbüş evi” olarak nitelendiren düşünce tarzı değişmemiştir” sözleriyle yanıt verdi.
“ALEVİ, ALLAH’I İÇİMİZDEKİ SONSUZLUK OLARAK DEĞERLENDİRİR”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘Alevilik’ tanımlaması da toplumun çokça eleştirdiği bir diğer konu oldu. AKP hükümeti, yaptıkları ile “Alevilerin oylarına mı oynanıyor yoksa Aleviliğin özüne mi?” sorusu da tartışılıyor. Av. İbrahim Sinemillioğlu ise “Sayın Erdoğan’ın Alevilik tanımının Alevilikle pek ilgisini görmedim” diyerek şu yorumu yaptı:
“Sayın Erdoğan Aleviliği, yalnızca Ali sevgisiyle açıklayan, Ortodoks İslam’dan farksız görmektedir. Halbuki Aleviliğin hayata, ölüme, insana, doğaya bakışı çok farklıdır ve derin bir felsefi içeriğe sahiptir. Ali sevgisi Alevilikte farklıdır. Alevi, Alevinin savaşlarıyla değil, Nahcul Belaga’daki düşünceleriyle sever Ali’yi. Alevi, Allah’ı soyut bir kavram olarak değil, içimizdeki sonsuzluk, vicdan olarak değerlendirir. Oy, elbette her şeye kadirdir.”
“ALEVİ GİBİ DAVRANMALI”
“Aleviler ne yapmalı?” sorumuzu da yanıtlayan Av. İbrahim Sinemillioğlu, “Aleviler, her türlü baskıya, şiddete, horlamaya, ve ötekileştirmeye rağmen kimliklerine sahip çıkmalı” dedi. Sinemillioğlu, Alevilerin, tüm insan hakları ihlallerine karşı mücadele vermesi gerektiğini belirterek sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Empati yapmalı, Kürtlere, Romanlara, dışlanan ve horlanan kesimlere sahip çıkarak onların da sorunlarını kendi sorunları olarak görmeli ve onların yanında yer almalı.
Emekçi sınıfların haklarının korunmasında, kadın kimliğine karşı işlenen suçlarda kendilerini asli muhatap saymalı. Doğa tahribatına, çevrenin kirletilmesine, yağmalanmasına ‘Dur’ diyenlerin ön safında yer almalı.
Kime karşı olursa olsun, insan hakları alanında yapılan her türlü ihlalin karşısına dikilmeli. Cemevine yapılan saldırıya olduğu gibi başörtüsü takana müdahale edenin karşısında aynı kararlılıkla durmalı. Hasılı bir Alevi gibi davranmalı.”
Eren GÜVEN/ANKARA
Yoruma kapalı.