PİRHA- Dersim’in yoksul bir köyünden çıktı. Yoksulluğa, adaletsizliğe, zulme başkaldırdı. 25 Ekim 1984 sabahı Burdur Cezaevi avlusunda idam sehpasına yürüdü. Türkiye Cumhuriyeti’nin son idam mahkûmu Hıdır Aslan’dı. 41 yıl geçti, ama o sabahın soğuğu hâlâ bu ülkenin adalet terazisinde duruyor.
BİR DERSİM ÇOCUĞU
Hıdır Aslan, 1 Nisan 1958’de Dersim’in Hozat ilçesine bağlı Taşıtlı köyünde dünyaya geldi. Çocukluğu yoksullukla ama bir o kadar da dayanışmayla geçti. Babası köylü, annesi emekçi bir kadındı. İlkokulu köyünde bitirdikten sonra, başarısı nedeniyle Ankara’ya gönderildi. Kentte ilk kez devletle, eşitsizlikle, kimliğiyle yüzleşti. Lise yıllarında politikleşti. 1970’lerin fırtınalı gençliğinde, üniversite kapılarında biriken adaletsizliğe karşı çıkan binlerce gençten biriydi.
BİR GENÇLİĞİN HİKAYESİ
Aslan, 1978’de İzmir’e geçti, devrimci hareket içinde yer aldı. “Devrimci Yol” çevresiyle ilişkili olduğu iddiasıyla gözaltına alındı. 12 Eylül darbesi sonrası kurulan askeri mahkemelerde delil aramak gerekmiyordu. Hıdır Aslan, bir örnek olsun diye seçilmişti. Devletin gözünde “ibretlik” bir idam gerekiyordu. 1982’de karar çıktı, Yargıtay onayladı, Kenan Evren imzaladı.
25 Ekim 1984 sabahı Burdur Kapalı Cezaevi avlusunda darağacına götürülürken başı dikti. Son sözleri, sadece bir gencin değil, bir kuşağın sesiydi:
“Yaşamak bir türküyse, kısa da olsa onurlu yaşamanın yolunu seçtiğim için mutluyum.
İyi, güzel şeyler uğruna yaşanıyorsa… ölüm bile basitleşiyor.”
1980’ler… Her şeyin “devletin bekası” adına meşrulaştırıldığı yıllar. Gençler kurşunlandı, kadınlar zindanlarda çürütüldü, kitaplar yakıldı. O dönemde darağacına gönderilen onlarca devrimciden sonuncusuydu Hıdır Aslan.
Onun ardından bir daha idam sehpası kurulmadı. Aslan’ın ölümü, hem bir devrin kapanışı hem de adaletin en büyük utançlarından biri olarak tarihe kazındı.
HABER MERKEZİ
Yoruma kapalı.