PİRHA- Kadının bir özgürleşme stratejisi olarak barış ve demokratik toplumsal inşa sürecini yürütmesini bir zaruret olarak gördüğünün altını çizen Yüksel Genç, “Tam da bu noktada Alevi kadınların Suriye’de HTŞ iktidarına bağlı güçlerin yarattığı o vahşi katliamın bir benzerini yaşamak istemiyor iseler ya da çok yakın bir tarihte belleğimde, benim kişisel belleğimde de çok yer eden Maraş Katliamının ortaya çıkardığı vahşetin yeniden bir hedefi olmak, kolayca iktidar kavgasının araçsallaştırdığı bir hedef haline gelmek istemiyorsa, çok hızlı bir biçimde demokratik toplum inşasının kurucu bir unsuru olarak kendilerini örgütlemek, barışı ve ortaya çıkan bu yeni yaşam tahayyülünü sahiplenmek gibi bir sorumluluk ve hakkı buluyor” dedi.
27 Şubat’ta Abdullah Öcalan tarafından yapılan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, “40 yıllık çatışmanın sonlanma fırsatı” olarak yorumlandı. PKK’nin kendini feshedip, silahlarını yakması ardından ülke siyasetinde de yeni bir aşamaya geçildi denilebilir.
Yeni süreçle birlikte farklı kesimler de demokrasi taleplerini dile getirerek Mecliste kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na önerilerini sundu. Ancak söz konusu komisyonda henüz dinlenmeyen bir kesim var ki o da kadınlar oldu.
Çatışmalı süreçle birlikte kültürel kimliklerin yanı sıra inanç kimliklerinin de yasaklanması, özelde Alevi kadınlar için daha zorlu bir dönem oldu. Kadın kimliğinin de yüküyle ağır bir dönem geçiren Alevi kadınlar, geçmişte yaşadıkları mağduriyetler ve bugüne dair önerilerini dinledik.
Araştırmacı Yüksel Genç ile Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin kadınlara etkisini konuştuk.
“KADINLARIN MÜCADELESİ ÖZ SAVUNMAYLA ŞEKİLLENİYOR”
PİRHA: Savaşın etkisinin kadına yansıması nedir?
Yüksel GENÇ: Savaşlar, militar erkek karakterinin en şiddetli yansımalarından biri aslına bakarsanız. Erkek erkek dünyasının kendi içindeki hegemonya güç yarıştırmaları ve kaynak gaspları iktidar heveslerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu şiddet dalgasının kuşkusuz en önemli hedef ve mağdurlarından birinin kadınlar, çocuklar ve doğanın kendisi olması anlaşılabilir. Çünkü o iktidar ve hegemonya ilişkisi dışında kalan kadınlar, çocuklar ve doğa bu savaşın ne yazık ki en fazla kendisine ait olmayan savaşın en fazla etkileneni durumunda oluyor.
Nihayetinde savaşlar egemen erkek dünyasının ortaya çıkardığı süreçler olmakla birlikte kadınların daha çok mağdur olmak, eril şiddetin, savaş şiddetinin hem fiziksel, hem ruhsal olarak etkileneni olmak gibi bir durum yaşar iken ve savaşların sonunda kim kazanırsa kazansın aslında günün sonunda kaybeden kadınların bedensel, ruhsal, duygusal, düşünsel hakikatleri oluyorken son yıllarda yaşanılan savaşlar karşısında meşru savunma hattını güçlendirmeye çalışan savaş ve şiddetin edilgen bir mağduriyeti değil de ona karşı konumlanmaya çalışan, kendisini mağdur olmaktan çıkarıp öz savunma gücünü bu anlamda aslında kurgulayabilen kadın aktörler, kadın yaklaşımlarıyla da karşılaşıyoruz.
Belki de savaşın kadın üzerindeki etkilerinin ortaya çıkaracağı en anlamlı sonuçlardan birinin de kadının öz savunma ve aslında giderek kendisinin de var olduğu, özne olduğu bir yaşamı inşa etme sürecinin öznesi olarak konumlandırma biçimi bu konudaki arayışlarıdır. Kürt meselesi ve Kürdistan üzerinden yürüyen savaş bununla ilgili çok tipik bir örnek aslına bakarsanız.
Kadının savaşın edilgen ve mağdur ama aynı zamanda savaşın birer yönelim aracı haline getirilmesine karşı durarak kadının etkin olduğu bir tür hak talebi alanı kurmasına da vesile oluyor. Bu anlamıyla aslında savaşların kadın üzerindeki etkisini salt mağduriyetler üzerinden artık kurmak anlamlı olmayabilir. Savaşlar elbette altını çizeyim egemen erkek şiddetinin ortaya çıkardığı bağlamın bir boyutu ve egemen erkek şiddetiyle beraber erkek egemenlikli dünyanın kendini inşa edip sürdürülebilir kılmasındaki en işlevli araçlardan biri. Bu bağlamıyla kadın savaş sürecinin her açıdan en büyük mağdurlarından biri ama günümüz dünyasında kadınlar savaşın edilgen ve mağdur birer taraf olmaktan çok savaşın ortaya çıkarabileceği süreçlerde kendi lehine bir kırılma süreci de elde etmeye çalışıyorlar. İşte Rojava bunun bir örneği aslına bakarsanız.
Rojava’daki savaş kadınların yaşanılır bir dünya kadınların öncülüğünde, kadınların adalet, özgürlük ve eşitlik duygusuyla beraber erkek egemen akıl ve dünyada ve onun sürdürülebilir anlayışında kocaman bir gedik açan bir örnek durumunda.
Dolayısıyla artık savaşlarda kadınlar yaşadıklarına “Yeter artık” deyip egemen erkeklik sisteminin şiddetine eklemlenmek ya da onun mağduru olmaktan çıkıp giderek kendi dünyasını inşa etmeye çalışan bu anlamıyla da savaşsız bir dünya için büyük bir özgürlük ve öz savunması deneyimi de kazandırmaya çalışan bir yerde konumlanmış görünüyor.
Tüm bu deneyimlerin sonunda Kürt kadınları çok özel bir alan açtılar kendilerine. Savaşın ve erkek şiddetinin tıpkı topraklarındaki güç gösterisinin bir parçası haline getirilmek istenen bedenini koruyarak aslında bedenlerini, zihinlerini, akıllarını, kimliklerini birlikte örgütleyerek bir öz savunma gücü açığa çıkardılar. Nasıl bir dünya kurulacak olursa olsun bu savaşın sonunda kadınlara yer açmayan bir inşanın aslında kaybetmeye mahkum olduğunu gösterdiler.
Tam da bu noktada Kürt siyasal hareketi içerisinde kadınların özgün özerk örgütlenmiş olmaları, doğayı, dünyayı, yaşanılacak ülkeyi ve geleceği kadın özgürlükçü bir bakış açısıyla yeniden tahayyül etmeleri ve bu tahayyülün kendisini örgütleme, bu tahayyül için mücadele etme ve bu mücadele ettikleri bu tahayyülü sadece yerel değil, evrensel anlamları içerisinde de yeniden güçlendirmek gibi çok özel bir süreç yaşadılar.
Kürt kadını savaşın bir mağduru değil artık. Savaştan etkilenen erkek dünyasının yarattığı savaşı kendisine bir koyun gibi başını uzatan bir yerde durmuyor. Analık duygusu, ablalık duygusu, kardeşlik duygusu, kadınlık duygusu, kızlık duygusunun geleneksel tariflerinin ortaya çıkardığı tüm suistimal biçimlerine karşı duruyor. Kendisini yeni dünyanın kurucu öznesi, yaratıcısı, değerlerini oluşturucusu olarak görmeye başlıyor.
Bu anlamıyla aslında bir söz var hani her şerden bir hayır vardır sözü. Her şerde bir hayır var mıdır? Çok emin değilim ama bu şerrin sonunda belki de dünya kadınları için bir kurtuluş örneği, bir özgürleşme örneği, bir eşitlenme örneğini Kürt kadınları nezdinde deneyim deneyimlemeyi sürdüreceğiz gibi görünüyor.
Gelecek kuşakların inkar edilen, sömürülmesi arzu edilen kimlikleri taşıyabilmesinin en önemli adreslerinden biri kadının çocukla, çevreyle, toplumla, kültürle kurduğu ilişki de gizli. Dolayısıyla bu mesele, bu kimliğin varlık ve sürdürülebilirlik meselesinin kadında kilitlenmiş yanının sadece Kürt kadınları, Kürt kimliği açısından değil, Alevi kimliği açısından da geçerli olduğunu gösteriyor. Tam bu noktada Alevi kadınların da salt etnik kimlikleri açısından değil, inançsal kimlikleri açısından da hedeflenen, tırnak içinde zayıf karın olarak görülüp, aslında inançsal kimliğinde asimilasyonun kadın üzerinden yürütüldüğü pek çok politikaya tabiler.
Kürt meselesinde Kürt kadınlarının gösterdiği direniş ve “biz de varız. Bu dünya bizim, biz yeni bir dünyayı kurmaya muktediriz” diyebileceğimiz direniş hallerinin ve inşa çabalarının kendisinin içerisinde Kürt Alevi kadınlarının varlığı azımsanmayacak düzeyde. Kendim de bir Kürt Alevi kadınıyım örneğin. Ve bir yandan inanç kimliğinin ortaya çıkardığı iyi değerleri korumak, iyi değerleri var kılmak öte yandan kadın kimliğinin bütün ezilen inançlar karşısında hedeflenmesini büyük bir güce dönüştürme ile ilgili önemli bir deneyimin sahibi olmaya başlıyoruz. Alevi kadınlar açısından da böyle.
Dolayısıyla Alevi kadınların aslında bir kimlik taşıyıcısı olmaktan çok, kimlik koruyucusu olmaktan çok bu kimlik taşıyıcılığını kimlik üreticiliğini aynı zamanda yaşam üreticiliği yeni değer üreticiliği adalet eşitlik ve özgürlük odaklı yeni değer üreticiliğine dönüştürmeleri lazım.
“KADINLAR DAİŞ’E KARŞI BÜYÜK BİR DİRENİŞ ORTAYA KOYDU”
Yıllardır süren çatışmalı ortamın kadın mücadelesini nasıl etkiledi? Özelde Alevi kadınlar özelde bu süreçte ne yaşadı?
Türkiye nezdinde aslında Alevi kadınlar açısından genel olarak baktığımızda ne yazık ki hem inançsal kimliklerini hem farklı ezilme kimliklerini yeterince savunma, sahiplenme ve buradan ortak eşitlikçi, çoğulcu bir düzlem çıkarma konusunda güç birliği yapma alanlarının sınırlı olduğunu, zayıf olduğunu görüyoruz.
Tam olarak Kürt kadın hareketinin ortaya çıkardığı bu çoğulcu özgürleşme biçiminin kendisinin Alevi kadınlar açısından da örnek alınabilecek bir deneyim olduğunu düşünmek mümkün ve bunu önermek de gerekecek. Bir örnek vermek istiyorum yine. Savaşlar her zaman en ezilmiş olana en kolaya yöneliyor. Erkek şiddeti en kolay yöneliyor. İşte Suriye’de bizim sahil hattında Alevi kadınlara yapılanı (Ezidi kadınlara yapılan gibi) kadınlar üzerinden savaşı kazanmayı ve toplumu onursuzlaştırmayı hedefleyen erkek aklının ortaya çıkardığı sonuçları hep beraber izliyoruz.
Tüm bunlar karşısında eğer en öncelikli erkek şiddetinin ve erkek hegemonyasının en vahşi hedefi farklı inanç ve kimliklerdeki biz kadınlar isek, biz kadınlar farklı inanç bağlamlarımızın hepsini de sahiplenerek bir araya gelerek güç olmak durumundayız.
Geçmişte bundan 10 yıl önce DAİŞ saldırılarına karşı Kürt kadınlarının gösterdiği birleşme hareketi, birlikte güç olma hareketi ve karşı savunma hareketinin yarattığı başarıyı Alevi kadınları da yaratabilir. En nihayetinde DAİŞ kristalize, erkek iktidarının ve egemenlik aklının en kristalize, en sert, en çirkin yönelimlerinden biriydi ve bu yönelimlere karşı durabildi bu kadınlar. Kürt kadınları, içlerinde Kürt Alevi kadınları da vardı. Bunlar karşı durabildiler.
Neden bütün Alevi kadınlar benzer bir erkekliğin karşı yönelimi karşısında durmasınlar. Güçlerini birleştirerek durabileceklerini gösteren deneyimler var çünkü artık. Dolayısıyla Alevi kadınlarının da farklı inanç gruplarının da aslına bakarsanız egemenler karşısında egemen olmayan tüm kimlik dokularına sahip kadınların güç birliği eder iseler, ilk hedeflenen olmaktan çok ilk korkulan olma hakkı da bulunuyor.
“BARIŞIN HAK EDENİ KADINDIR”
Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin kadınlara etkisi nasıl olacaktır? Alevi kadınlar bu sürece ne tür katkılar sağlayabilir, neler önerirsiniz?
Egemen erkek şiddetinin ilk mağduru ve en derin mağduru kadınlar ise bu şiddetin sonunda açığa çıkabilecek barışın da en fazla hak edeni kadınlar. Hani buradan bakarsak da barışın hak edeni kadındır.
Ama öte yandan yeni dünya kurmak isteyen kendisine de yeni dünyada eşitlikçi bir alan açmak isteyen kadın için barış bir tür özgürleşme stratejisi, bir tür var olma stratejisinin kansız devamı ve aslında barışçıl süreçler ve mekanizmalarla toplumsallaşarak ve toplumun şiddet ve gerilim dalgalarının aşağıya çekilerek kalıcı barışı örme konusunda kadın en önemli özne konumunda görünüyor. Dolayısıyla demokratik toplum sürecinin kurulmasında, barış sürecinin kalıcılaşması ve gerçek rayında, hakikatli rayında, doğru ve adil rayında ilerleyebilmesinde kadının etkin müdahilliği açık gerekiyor.
Kadının etkin müdahil olduğu ve değerlerini kendisinin kurduğu bu yeni inşa sürecinin başarısız olma şansı olmayacağı gibi yeni gerilim hatlarının erkek şiddeti tarafından kışkırtılmasının da önüne büyük oranda geçilmiş olacaktır. Eğer kadın var ise. Bu yüzden demokratik toplum çağrısı ve demokratik toplum çözümünün öncelikli aktörü öncelikle inşacı gücünün kadın olduğuna inananlardanım.
En nihayetinde bu çağrı ve bu toplum inşası şiddetten arındırılmış, gerilim hatlarını aşağıya çekmiş, iktidar hegemonya, egemenlik, sömürü bağlamlı hevesleri alta indirgemiş, dolayısıyla da olası bir şiddet ihtiyacını ya da şiddetle sorunları üretme aklını bir şekilde aşmaya çalışmış bir toplum düzenine hitap ediyor.
Tam da bu toplum düzeni asıl olarak kadının bir öz savunma gücü olarak örgütlü gücünü ortaya çıkarmak istedi. Kadının bir özgürleşme stratejisi olarak barış ve toplumsal inşa sürecini, demokratik toplumsal inşa sürecini yürütmesini bir zaruret olarak görüyorum.
Hani erkek egemen şiddetinin parçası olmak istemiyorsa taşıdığı kimliklerin hele ezilen kimliklerin ilk ve öncelikli hedefi haline getirilmek istemiyorsa ve toplumsal çoğulculuğu koruyabilecek yeni dünyanın rengarenkliğini inşa edebilecek bir güç arayışında ise kadının bu sürece kesinlikle sahiplenmesi gerekiyor.
Bakın savaş hak ve özgürlüklerin güce göre şekil aldığı zamanlara aittir. Hatta haksızlık ve özgürlüksüzlük hallerinin gücün ihtiyaçlarına göre güçlendirildiği zamanlara aittir. Hak ve özgürlüklerin güçlendiği yerdir kadının kendisini var etme biçimi, toplumunu var etme biçimi.
Dolayısıyla Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin inşası kadın açısından hem hak, hem vazgeçilmez bir durum hem de gelecek tahayyülü açısından kadın için bir sorumluluk alanı.
Biz eğer demokratik toplum sürecini tüm kimliklerin etnik, inançsal, düşünsel tüm farklı kimliklerin, cinsel kimliklerin kendisini var etme, var kılma biçiminin bir yöntemi olarak algılıyor isek, çoğulcu, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir aklın yönettiği, idare ettiği bir toplumsal kurgudan bahsediyor isek, tam da bu noktada zaten Alevi kadınların yer olması, bu düzenin içerisinde bunun inşacı bir gücü olarak var olması bir sorumluluk olarak addedilimeli. Çünkü Alevi kadınları Türkiye düzleminde de, Ortadoğu düzleminde de en çok hedeflenen kadınlar, en yalnızlaştırılmış kadınlar, en örgütsüzleştirilmiş kadınlar profilinde.
Şöyle bir bakarsanız sol hareketler içerisinde, ulusal hareketler ve bir miktarda feminist hareketler içerisinde Alevi kadınlar var ama Alevi kimliğinin ortaya çıkardığı total hedeflenme biçimine karşı durabilecek biçimde bir güç oluşturabilmiş değiller. Bundan sonraki dünya düzleminde büyüyebilecek erkek egemen sisteme karşı koruyucu bir mekanizmaya sahip değiller. En büyük koruyucu mekanizma demokratik kıldığınız toplumdur. Demokratik kıldığınız toplumun ne kadar güçlü parçası olduğunuz ve değerlerini ne kadar kendi değerlerinizle ortaklaştırdığınız meselesidir.
Tam da bu noktada Alevi kadınların Suriye’de HTŞ iktidarına bağlı güçlerin yarattığı o vahşi katliamın bir benzerini yaşamak istemiyor iseler ya da çok yakın bir tarihte belleğimde, benim kişisel belleğimde de çok yer eden Maraş katliamının ortaya çıkardığı vahşetin yeniden bir hedefi olmak, kolayca iktidar kavgasının araçsallaştırdığı bir hedef haline gelmek istemiyorsa, ya da Ezidi kadınların yaşadığı şeyi yaşamak istemiyorsa, Alevi kadınların çok hızlı bir biçimde demokratik toplum inşasının kurucu bir unsuru olarak kendilerini örgütlemek, barışa ve ortaya çıkan bu yeni yaşam tahayyülüne sahiplenmek gibi bir sorumluluk ve hakkı buluyor.
PİRHA/DERSİM
Yoruma kapalı.