Alevi Haber Ajansi

Hatimoğulları: Suriye’de Alevi kadınlar kaçırılıyor; bizler bu büyük utancı görüyoruz!-VİDEO

PİRHA- Partisinin Meclis grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Suriye’de Alevilere yönelik soykırım saldırılarının devam ettiğini hatırlatarak, Alevi kadınlara yönelik şiddete ve kaçırmalara tepki gösterdi.

 

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Meclis grup toplantısında konuştu.

Ticaret savaşlarının Orta Doğu’da, İran merkezli gerilimlerin tırmanması ve bölgesel savaş risklerini ciddi bir biçimde büyüttüğünü söyleyen Tülay Hatimoğulları, Asya Pasifik’te dinmeyen hesaplamaların, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları koridorunun giderek artan bir krize dönüştüğünü kaydetti.

“ALEVİ CANLARIMIZIN YANINDAYIZ”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, konuşmasında şunları ifade etti:

“Suriye’de halklar ve inançlar yok sayılıyor. Geçici hükümet kuruluyor 5 yıllık bir anayasa hazırlanıyor ama bu anayasada ne yazık ki Suriye’de yaşayan farklı halklar ve inançlar yok, Kürtler yok, Aleviler yok. Bu anayasada kadınlar yok. Ve ben buradan bir kez daha altını çizmek istiyorum. Alevi katliamı Suriye’de devam ediyor. Lazkiye’de ve kıyı şeridinde yaşayan Suriyeli ve Arap Alevilerin üzerindeki katliam kimilerine göre bitti kimilerine göre azaldı dense de gerçekler öyle değil, oradan bizlere gelen haberler öyle değil. Aleviler orada ciddi bir biçimde sistematik bir katliama maruz bırakılmış, yerinden yurdundan topraklarından edilmeye devam ediliyor. Ve burada HTŞ ile iletişim içinde olan başta Türkiye hükümeti olmak üzere bütün hükümetlere, bu ilişkiyi sürdüren bütün kesimlere buradan bir kez daha çağrımızı yineliyoruz. Alevi katliamının son bulması için herkes gerekli girişimleri yapmak durumundadır.

Şu bilinsin ki biz DEM Parti olarak orada yaşayan Alevi canlarımızın yanındayız, yanında olmaya devam ediyoruz, onlar için mücadele etmeye onların Türkiye ve bütün dünyada sesi soluğu olmaya devam edeceğiz. Bugün Orta Doğu’daki baskıcı rejimlerin önünde iki seçenek var. Ya halkların taleplerine direnecekler ve krizlerle boğuşacaklar ya da gerçek anlamda demokratikleşme ve iç barışın sağlanması için adım atacaklar. Bizim her  daim önerimiz başta Türkiye olmak üzere Orta Doğu’daki bütün bölge ülkelerinin tamamının demokrasiyi, tamamının özgürlükleri seçmesidir. Aksi takdirde buradaki bu gelişmelere baktığımızda bölgenin halkları çok daha fazla zarar görecek.

FİLİSTİN’E YÖNELİK SALDIRILAR

Filistin meselesi sıcaklığını hala korumaktadır. Netenyahu’nun başlatmış olduğu katliamda 50 bini aşkın Filistinli insan yaşamını kaybetti. Sözüm ona anlaşmalar yapıldı ama anlaşmaların gereklilikleri yerine getirilmediği için oradaki katliam ve yerinden yurdundan etme  politikaları hala devam ediyor. Şimdi kimisi bunu yumuşatmak için Filistinliler  için diyor ki hicret etmek. Hayır bunun adı tehcirdir, bunun adı zorla sürgündür bunun adı katliamdır. Tarihte Yahudilere yapılan zulmün aynısı şimdi Filistinlilere yapılıyor. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Bu insanlığın en güncel ayıbıdır en çıplak en yalın utancıdır. Geçici çözümlerle saldırıların durdurulamayacağını hepimiz çok iyi biliyoruz. Filistin’de yaşananlar bunun en canlı örneğidir. Filistin halkının meşru ve demokratik talepleri tanınmadan, kalıcı bir çözümü inşa etmek mümkün değildir.

TÜRKİYE DEMOKRASİ ADINA OLUMLU BİR ADIM ATMADI

27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı asrın çağrısından bu yana geçen sürede ne yazık ki Türkiye’de demokrasi adına bırakın olumlu bir adım atılmasını daha iç karartıcı bir tablo ile karşı karşıyayız. İktidar bu süreçte iyi bir sınav vermedi. Tarihi çağrı bir metinden ibaret değildi. Bunu her fırsatta söyledik. Bu tarihi çağrı Türkiye’de yaşayan 85 milyon yurttaşımızın adil demokratik bir toplumda yaşaması için yapılmış bir çağrıdır ve bu demokratik toplumun dönüşüm davetidir. Ama iktidar bu çağrının ruhunu yok saydıkça gereğini yapmadıkça ülkede demokratikleşmenin yolu açılamaz. Bu tıkanıklığın patlak verdiği son olayları hatırlayacak olursak birisi HDK ve Kent Uzlaşısın a dönük gerçekleşen operasyon, diğeri 19 Mart sürecidir. Bakın 19 Mart’tan bu yana Türkiye  halklarının yükselen sesi sadece sıradan bir tepki değildi, sadece bir şahsın özgürlüğü için değildi. Bunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu tepkiler eşit, adil, özgür ve demokratik bir yaşamı talep etmek için ortaya çıkan tepkilerdir. Gençler, öğrenciler hep bir ağızdan haykırıyor. Bu ülke bizim, bugün bu ülke bugün de bizim, yarın da bizim, gelecekte de bizim diyor gençler.

İŞKENCEYE ÖDÜL

İktidar yükselen bu seslere karşı ne yapıyor bu sesleri duymazdan gelerek baskılarını artırıyor. Öğrencilere sokak ortasında işkence yapılıyor. Hepimiz izledik televizyonlarda ya da katıldığımız eylemlerde. O öğrencilere ve gençlere jopla vuran ve gaz sıkan polislere her birine 10 bin TL ödül verdiniz. Siz kaç ülke bilirsiniz ki yeryüzünde işkenceye ödül veriyor apaçık. Ama ne yazık ki kendi ülkemizde buna kötü bir biçimde tanıklık ettik. İşkenceye prim vererek iç barış sağlanamaz. Aksine toplumsal barışa zarar verir, ortak yaşamı zehirler. Siz batıda gençleri joplayanlara bu şekilde prim verirseniz Kağızman’da bir uzman çavuş cafede yan baktın diye bir insanı herkesin gözü önünde katleder. Bu cesaretin kaynağı cezasızlık politikası ve iktidarın açık korumasıdır. Üstelik üzerine de ödül veriyorsunuz. Yani teşvik ediyorsunuz şiddete. Bu apayrı bir suçtur, bunu biliyor musunuz. Evet suç işliyorsunuz. Bu apayrı bir suçtur, suça teşvik etmek de suçtur, suçluyu ödüllendirmekte suçtur. Bunu bizler asla kabul etmiyoruz. Bu antidemokratik uygulamalar bitmiyor. Şöyle bir ara vermek, bir nefeslenmek bile gelmiyor akıllarına. Yine bu zorlayıcı gündemleri sürdürüyorlar. Bakın iktidar tüm bunların dışında okullarda öğretmen avında. Proje okullarında öğretmenlere dönük siyasi tasfiyeye girmiş durumda. Buradan milli eğitim bakanına sesleniyorum, öğretmen atamaları, yönetici görevlendirmeleri, tayinler şeffaf, denetlenebilir ve liyakat esaslı olmalıdır. Öğretmenlere dönük bu siyasi operasyon sadece öğretmene dönük değildir. Bilime, bu ülkenin demokratik geleceğine dönük de bir müdahaledir, bir operasyondur. Ayrıca mülakat mağduru öğretmenler bugün Milli Eğitim Bakanlığı önünde toplandılar, eylem gerçekleştiriyorlar. Alenen hukuksuzlukla karşı karşıya kalmış öğretmenlerimizin ve onlara sahip çıkan öğrencilerimizin yanındayız, yanında olmaya devam ediyoruz.

BARIŞ DEMOKRASİYLE OLUR

Hakkı, hukuku yok sayan hiçbir politika meşru değildir. Demokrasi karşıtıdır, topluma zarar verir, barışa hizmet etmez. Bu ülkede sahici bir barış olacaksa bu ancak demokratik bir dönüşümle mümkündür. Barış demokrasiyle olur. Bunun altını bizler her fırsatta çizmeye devam edeceğiz. Unutmayalım, bu süreçte atılacak önemli adımlar vardır. Bu adımlarda en önemli sorumluluk devlete ve iktidara düşmektedir. Doğru, ama aynı zamanda bu talepler etrafında örgütlenen bütün kesimlere yani hepimize yani alanları meydanları dolduran gençlere kadınlara, toplumsal muhalefetin öncüsü olan bütün kesimlere de görev ve sorumluluk düşmektedir. Hep birlikte bizler elimizi taşın altına koyarsak biz bu ülkede ciddi bir değişim ve dönüşümü hep birlikte inşa edebiliriz. Şairin dediği gibi; ‘hangi yangın bir başına söndürülebilir’. Bütün toplumu yakan yangını birlikte söndüreceğiz. Bu karanlıktan birlikte el ele vererek çıkabiliriz, çıkmalıyız. Başka çaremiz yok. Kendimize güveniyoruz, gençlere güveniyoruz, kadınlara inanıyoruz. Bizler başaracağımıza inanıyoruz. Mutlaka başaracağız, mutlaka başaracağız.

“KADINLAR KAÇIRILIYOR, BU BÜYÜK UTANCI GÖRÜYORUZ

Sevgili kadınlar barış bizim için çok önemlidir. En temel gündemlerimizden birisidir. Savaşları çıkaran erkek egemen zihniyete karşı biz kadınlar barışta ısrarcıyız. Savaşın yarattığı şiddet, tacizi, tecavüzü, yoksulluğu, işsizliği sömürüyü en derinden biz kadınlar yaşıyoruz. Bakın savaşın en ağır bedelini biz kadınlar ruhumuzda tenimizde, bedenimizde hissediyoruz. Yakın zamanda çıkan savaşlarda Ezidi kadınların çeteler tarafından nasıl kaçırıldığını, küçük Ezidi kız çocuklarının nasıl kaçırıldığını ve Ankara’nın göbeğinde dahi onların satıldığını gayet iyi biliyoruz. Şimdi aynı uygulama Suriye’de Arap Alevi kadınlar üzerinden gerçekleşiyor. Arap alevi kadınlar, kız çocukları küçük yaştaki çocuklar kaçırılıyor ve bizler büyük bir utancı görüyoruz hep birlikte. 21. yüzyılda kız çocukları ve kadınlar adeta köle pazarında satılır gibi satılıyorlar. İşte biz o yüzden savaşın bütün negatifliğini bedenimizde, tenimizde, ruhumuzda o yüzden hissediyoruz. Bakın bununla ilgili mücadele eden dünyada çok önemi örnekler var. Siyahi kadınlar Filistinli kadınların kurduğu barış için kadın koalisyonu İrlandalı kadınların kadın destek ağı, Kolombiyalı kadınların güzel rotası, Kürt barış anneleri barış için kadın girişimi. Bu dünya deneyimlerinin ortak noktası var. O ortak nokta şudur. Kadınlar barış istiyor.

EKONOMİK KRİZ

Şimdi bütün bu yoksulluğun içerisinde bu krizin içerisinde sıcaklığın aniden düşmesiyle çiftçilerin tarladaki ürünü zarar gördü. Meyvecilikle geçimini sağlayan bölgeler özellikle büyük bir darbe aldı. Yaşanan don olayları yüzünden üreticiler yüzde 80 oranında rekolte kaybı yaşadı. Tarım Bakanlığı derhal harekete geçmelidir. Üreticilerin zararları derhal giderilmelidir. Üreticiler olmadan soframıza ulaşacak ürün de olmaz. İktidar çiftçilerin üzerindeki yükü hafifletilecek tedbirleri zaten almalıdır. Ama şu anda yaşanmış doğal afet karşısında mevcut olan iktidar ve ilgili bakanlık acilen devreye girmelidir. AKP iktidarında demiştik ki yoksulluk, kriz daha da derinleşiyor. İnsanlar barınamıyor. İnsanlar kira ödeyemez bir hale gelmiş durumdalar. Mart ayında enflasyon yüzde 38 olarak açıklandı. Ancak nisan ayı kira artış oranı yüzde 51 olarak belirlendi. Asgari ücrete sene başında sadece yüzde 30 emekli maaşında yüzde 15. 75, memur maaşına ise yüzde 11.54 oranında zam yapıldı. Yurttaş ne yiyecek, yurttaş ne içecek? Yurttaş nasıl geçinecek?

1O BİNLERCE BARIŞ GÖNÜLLÜSÜYLE EV ZİYARETLERİNE BAŞLIYORUZ

1 Ekim’de başlayan 27 Şubatta sayın Öcalan’ın tarihi çağrısı ile taçlanan Barış ve Demokratik Toplum süreci üzerinden tam 6 ay geçti. Bu 6 ay boyunca bir gün bile yerimizde durmadık. Asya’dan Okyanusya’ya oradan Avrupa’ya kadar dünyanın dört bir yanını dolaştık. Her yerde heyetlerimiz bu süreci dünya ülkeleriyle paylaştı. Bir çok ülkenin temsilcisiyle elçilikleri ve kurumlarıyla bir araya geldik. Heyetlerimizle bu süreci anlattık ve çözümü tartıştık. Türkiye’nin dört bir yanında il il ilçe ilçe dolaştık. Halklarımızla barışı konuştuk. 100 bine yakın yurttaşımızla barış için açık ve şeffaf haliyle toplantılar gerçekleştirdik. Şimdi 10 binlerce barış gönüllüsüyle tek tek ev ziyaretlerine başlıyoruz. Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında 10 binin üzerinde barış elçisiyle, arkadaşımız ve yoldaşımla tek tek evleri ziyarete başladık. Yetişemediğimiz yerlere milyonlarca mektup yollayacağız. Online toplantılar yapacağız. Bugüne kadar yaptığımız onca çalışmanın bize gösterdiği tek gerçeklik var ki o da çok önemli. Toplum barış istiyor, halk barış istiyor. Herkes buna hazır. Barışı esnetin, uzatın yaklaşımına da toplum karşı. Barış istiyoruz, acil ve hemen diyorlar. Geçtiğimiz her yer konuştuğumuz herkes bu süreci canı gönülden destekliyor.

ERDOĞAN VE DEM PARTİ GÖRÜŞMESİ

En son Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile DEM Parti İmralı Heyetimiz bir görüşme gerçekleştirdi. Daha önce de kamuoyu ile paylaşıldığı gibi görüşme olumlu geçti Heyetimiz toplumun kafasındaki soru işaretlerini gözlemlerimizi ve önerilerimizi Sayın Erdoğan’a aktardı. Beklenti bu görüşmenin barış sürecine hız kazandırması ve çözümün kapısının aralanmasıdır. Elimizde büyük bir fırsat var, tarih yapma ve tarihe geçme fırsatı. Ama açık konuşalım ki aradan 2 ay geçmesine rağmen çağrıya denk düşen bir adım adım ve iradeyi henüz göremedik. Toplum net konuşuyor son derece makul konuşuyor son derece rasyonel ifade ediyor. Diyor ki iktidar neden adım atmıyor, bu süreç neden tek taraflı ilerliyor bir oyalamı mı var. Biz de buradan yürütme erkine soruyoruz. Tecrit sürerken bir tek somut adım atılmazken, tam tersine hergün yeni anti demokratik uygulamalar devreye girerken kayyımlar devam ederken sizce biz bu yurttaşlara ne cevap verelim. Bunlar çok büyük soru işareti olarak toplumun kafasında duruyor. Güven sadece güzel sözlerle değil pratik ve güven verici somut bir zeminin tesis edilmesiyle olur. Bu zemin nasıl sağlanır? Sayın Öcalan’ın çalışma ve iletişim özgürlüğünün sağlanmasıyla mesela. Meclisin silahsızlandırma süreci için bir yasa çıkarmasıyla örneğin. Demokratik dönüşüm ve barış teklifinin hazırlanmasıyla. Bu kanunu meclisten hep beraber çıkarmakla. İlk adım olarak bunları yaparsak tüm Türkiye rahat bir nefes alır ve toplumun kafasındaki bu soru işaretleri az da olsa yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlar. Mücadelemizle güncel, somut ve acil ihtiyaçlarımızın altını çizmeye devam edeceğiz.

HASTA MAHPUSLAR VURGUSU

Mahir Polat’ın tahliyesi hepimizi çok mutlu etti. Ve şimdi daha iyi koşullarda tedavi edileceğine inanıyoruz. Buradan da kendisine geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum. İçerde onun gibi yüzlerce ağır hasta tutsak var. Özge Özbek, Hatice Yıldız, Soydan Akan, Server Yıldırım, Hatice Öneren gibi daha burada sayamayacağım yüzlerce insan hapishanelerde hem hapishane koşullarıyla hem de hastalıklarıyla boğuşmak zorunda. İktidara ve meclis başkanlığına sesleniyorum. Güven artırıcı adımlar atabilirsiniz. İnsani ve hukuki olan bu meselede cesur davranabilirsiniz. Toplum hasta tutsaklarla, infazı keyfekeder bir şekilde yakılan mahpuslarla ilgili atılacak adımları beklemektedir.

“GÜN BARIŞI ERTELEME DEĞİL, BARIŞI BİRLİKTE KURMA GÜNÜDÜR”

Barış ve Demokratik Toplum için bizleri ayrıştırmasına izin vermeden daha güçlü bir biçimde ortak ses çıkarmaya devam etmeliyiz. Bunun için cesurca mücadele etmeye devam etmeliyiz. Bizler bu tarihi sürecin sonuna kadar arkasındayız. Elimizden gelenin fazlasını yapmak için yoğun bir çaba içindeyiz. Zamanın daraldığının farkındayız. Küresel krizlerin uzandığı bölgesel gerilimlerin tırmandığı bir dönemde barış ve çözüm asla ertelenemez. Biz buradan bir kez daha sözümüzü yeniliyoruz, toplumun beklentisi yürütme erkinin başı olan Sayın Erdoğan’ın zamanın ruhuna uygun bir şekilde cesurca adım atması ve tarihsel bir meseleye dair tarihi bir sorumlulukla yaklaşmasıdır. Halk çözümden yana kararlı bir duruş sergilemektedir ve somut bir adım beklemektedir. Türkiye’deki bütün halklar için emekçiler için işçiler için yoksullar için kadınlar, gençler için 85 milyon yurttaşımız için gerekli adımlar atılmalıdır. Gün barışı erteleme değil barışı birlikte kurma günüdür. Türkiye hazır Kürtler hazır DEM Parti hazır muhalefet hazır, en önemlisi de toplum hazır. Artık barış için harekete geçmenin tam vaktidir. Toplumun yüreği barış için atıyor. Rüzgar hiç olmadığı kadar barıştan yana. Konuşmamı Mevla’nın bir sözü ile tamamlayacağız. Mevlana der ki; insan aradığı şey ile ölçülür. Biz barışı arıyoruz, demokrasiyi arıyoruz. Bizim ölçümüz barıştır demokrasidir.”

PİRHA/ANKARA

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.