PİRHA-Hubyar Ocağı’na mensup Cemal Şahin, Aleviliğin bir doğa inancı olduğunu söyledi. Şahin, “Alevilikte doğanın tüm hareketine ‘Devriye’ denir. Her şey birbirini izler. Her varlaşan ve bedenleşen bitime doğru gider ve bu anlamda her varlıkta bir bitim vardır. Ancak bu bitim yeni bir canlıyı var eder. Bu nedenle ölen yok olmamakta ve her ölüm yeniden başka doğuşları var eder” dedi.
Hubyar Ocağı’na mensup Cemal Şahin’den Alevilik ile doğa arasında ne türden bir ilişki söz konusu, bunun detaylarını dinledik.
Tüm canlıların yaşatılması üzerine kurulu Alevi inancı, doğadaki her bir Can’ın; suyun, ateşin, taşın, kısacası en küçük hücrenin dahi bir yaşam hakkına sahip olduğunu ifade eder. Peki kentlerde yaşayan Alevi toplumunun, doğa ve inançları arasında nasıl bir bütünlüğü var? Cemal Şahin ile yaptığımız röportajın detaylarından öğreniyoruz…
“YERDEKİ KARINCAYA KADAR BÜTÜN CANLININ HAKKINI KORUYASIN…”
PİRHA- Alevilik ile doğa arasında nasıl bir ilişki var?
CEMAL ŞAHİN: “Öncelikle nasıl bir evrende yaşıyoruz, kısaca değinmek istiyorum. Bizler ve bütün canlılar, milyarlarca galaksilerden, kara deliklerden, trilyonlarca yıldızlardan ve birçok tespit edebildiğimiz ya da edemediğimiz, görebildiğimiz ya da göremediğimiz maddeyi içinde barındıran bir evrende ve kendiliğinden var olan, insan etkinliğinin dışında kendini sürekli olarak yeniden oluşturan ve değiştiren, değişik nesnelerden oluşan bir doğada yaşıyoruz.
Sonsuzdan gelip, sonsuza giden evrende doğanın yasaları, kendi kurguları içinde, sürekli olarak, kendi doğrultusunda ilerler. Aynı zamanda evrende var olan her şey, birbirine zincirleme olarak bağlı ve karşılıklı olarak birbirini etkiler. Bu nedenle evrende var olan insan ve tüm canlı-cansız dediğimiz her şey birbirlerinin ayrılmaz birer parçasıdır.
Alevilik ile doğa arasındaki ilişkiye gelince;
Alevilikle ilgili genel bir çerçeve çizecek olursak Alevilik; insanın insan olma bilincine vardığı günden bugüne değin, uygarlıklar kurmuş ve bilimi kendisine rehber edinmiş olan toplumların oluşturdukları, her türlü maddi ve manevi özelliklerin ürünü olan, insani değerleri, doğa ve insanla iç içe kaynaştırarak, insan sevgisinde somutlaştıran;
– Hakk – doğa – insan birlikteliğini savunan,
– Çevre ile ilgili sistemin sürdürülmesini, öncelikli gören,
– Bu dünyanın gerçekliliğine inanan,
– Var olan tüm şeylerin, birbiriyle bağlantılı olduğunu söyleyen,
– Devriye kuramıyla, sonsuz bir evrimi var gören, Hakk ve hakikat yoludur.
Alevi öğretisinin temeli ‘Her şey eşittir, birdir’ anlayışla, doğada, evrende var olan varlıkların birliği (vahdet-i mevcut, Hak- evren/doğa-insan) temelinde, bir bütün olarak görür.
Bunu:
– Yiğit bilge olasın.
Gönlünü Hakk ile bütün kılasın.
Dünya ile dost olasın ama nefsine kapılmayasın.
Kurda, kuşa, ağaca, yerdeki karıncaya kadar bütün canlının hakkını koruyasın’ özdeyişinde olduğu gibi, benzer birçok özdeyiş ve uygulamaları ile yaşam felsefelerini oluşturarak doğa ile iç içe yaşarlar.”
“ALEVİLİK DONMUŞ, KALIPLAŞMIŞ BİR ÖĞRETİ DEĞİLDİR”
‘Alevilik tam olarak bir doğa inancıdır’ denilebilir mi?
“Alevilik tam olarak bir doğa inancıdır. Çünkü Alevi öğretisine göre; evrende hiçbir şey birden bire var olmaz. Her şey birbirini izleyen ve art arta gelen olaylar zinciri sonu oluşur. Her varlaşan ve bedenleşen şey ise bitime doğru gider ve bu anlamda her şeyde bir bitim vardır. Ancak bu bitim yeni bir nesneyi var eder. Bu nedenle ölen yok olmamakta ve her ölüm yeniden başka doğuşları var eder.
Ayrıca evreni oluşturan maddenin hepsi hareket halindedir. O nedenle evrende hareketsiz hiçbir madde bulunmaz. Şu anda ne görüyorsak her şey hareket halindedir. Çünkü hareket evrenin temel taşı olan atomun özelliklerindedir.
Örneğin; bir insanın yaşamı uygun ortam ve uygun şartlarda, döllenmiş bir yumurtadan başlayarak, ölünceye kadar devamlı hareket halindedir. Ölümden sonra ölü bedenin öğeleri ise başka hayatları oluşturmak için başka şeylere dönüşür. Bilim buna ‘maddenin tepkimesi’ diyor. Eğer maddenin değişimi, tepkimesi olmasaydı ne biz ne de öteki canlı ve cansız maddeler olurdu. Alevilikte doğanın bu hareketine ‘Devriye’ denir. Çünkü Alevilik donmuş, kalıplaşmış bir öğreti değildir. Tüm tarihi boyunca sürekli bir gelişim, değişim ve ilerleme içerisinde olmuştur. Bu nedenle Aleviler, tüm öğretilerini yaşadığı çağa göre uyarlar ve yaşadığı zaman ve mekâna uyma yeteneğini her zaman gösterirler. Kuralcı ve biçimciliği reddederler. Öze önem verirler. Dogmatizme karşı, bilimden yana, insan aklının ve iradesinin özgürlüğünü kendilerine rehber edinirler. Eleştirel bir yaklaşımı savunurlar. Alevilik öğretisinde mutlaklık, değişmezlik söz konusu değildir. Çünkü sonsuzdan gelip sonsuza giden bu evrende her şey, bir döngüsellik içinde ve bir şey bittiğinde, bir başka şeyi var eder. Bu nedenle Alevilik tam olarak bir doğa inancıdır.”
Aleviliğin “doğa inancı” olarak yorumlanabilmesindeki en somut söylem ve davranışlar nelerdir?
“Alevilikte ‘öbür dünya, cennet, cehennem’ inancı yoktur. Her şey yaşanılan dünyadadır. Alevi öğretisi taşıyıcılarından Âşık Veysel, TRT de bir söyleyişinde bunu şöyle dile getirir:
‘Ben öldüğümde beni betonun içine koymayın, taşın içine koymayın, toprağın içine koyun.
Bir an önce toprakla karışayım, çayır olayım, çimen olayım, çiçek olayım. Koyunlar gelsin yesin et olsun. Kuzular gelsin yesin süt olsun. Arılar gelsin yesin bal olsun. Onlardan da diğer canlılar faydalansın’ der.
Aleviliğin ‘doğa inancı’ olarak yorumlanmasında ozanlarımızdan birkaç örnek:
‘Evreden evreye nice çark oldum,
Nice hayat buldum, nice gark oldum.
Âdem sıfatına girdim fark oldum,
Denizde, havada, yerde idim ben’
(Ozan Bindebir)
‘Önce ya madendik ya toprak ya taş
Bitki olduk yedi büyük küçükbaş
Sonra insan olduk bu yüz, bu göz kaş
Benzedi o yâre, yâr ile geldik’
(Gönüllü Coşkun)”
“BU DÜNYA İNSAN VE BÜTÜN CANLILARIN EVİDİR”
Alevilikte eğer doğa yüceltiliyor ise bunun günümüze yansımasını nasıl değerlendirmeli?
“Tüm canlılar ve bunların doğal bir uzantısı olan insan, evrende bir zaman diliminin ya da sürecinin ürünüdür. Canlı bir varlık olan doğa ile canlı bir varlık olan insan, birbirleri ile uyum içerisinde olması gerekir. Bu dünya, insan ve bütün canlıların evidir. Burada doğduk, burada geliştik, burada yaşadık.
Para ve çıkar hırsları nedeniyle doğada maden arayarak, nükleer santraller yaparak, gölleri kurutarak, dağları ve ormanları tahrip ederek, HES’ler yaparak, denizleri kirleterek doğa ile barışık olamayız. Yoksa doğanın intikamı çok acı olur.
Unutmayalım; şimdilik bu dünyadan başka gidecek ve yaşayacak bir yerimiz yoktur. Ayrıca bir inanç ve etnik kökenden gelen yurttaşların yaşadığı coğrafyalarda, o inanç ve etnik kökenden gelen yurttaşları, zor durumda bırakarak, bu tür yerlerde hem doğayı ve hem de oradaki yurttaşları tahrip ve yok etme uğraşısı, doğaya ve insanlığa yapılan en büyük ihanet olduğu da unutulmamalıdır.”
“CANA KIYARAK KUTLAMA YAPMAK O ÖĞRETİYE İHANETTİR”
Aleviliği ‘Yeryüzü inancı’ olarak tarif edersek eğer ‘Kurban’ ritüeli ve insan haricindeki canlıların yaşam hakkını savunma konusunda neler söylersiniz?
“Bugünkü bilimin gelişmiş olduğu, genel kabul gören ilkeler doğrultusunda, Güneş sistemimizi incelediğimizde, bilim adamlarına göre, yaklaşık 4-6 milyar yıl önce, Güneş ve sistemindeki diğer gezegenler, ölmüş bir yıldızın toz ve gaz bulutlarından oluştu.
Dünyamız oluşumundan yaklaşık 1 milyar yıl sonra, yani günümüzden 3,5 milyar yıl önce, bütün canlıların yaşamı, bakteriler şeklinde ilkel hücrelerle başlar. 3,5 milyar yıldan bu yana, bu tür canlılar, mutasyonlara uğrayarak, günümüz canlı türlerini oluşturur.
Bilim bizlerin de, yaklaşık 6,5 milyon yıl önce, ortak ataya sahip olduğumuz ve gen benzerliğimiz 99,9 olan şempanzelerden ayrılmaya başladığınızı söyler. Böyle bir benzerlik bize, tüm canlıların ortak bir atadan geldiğini ve zaman süreci içerisinde, meydana gelen uyumlu mutasyonlarla farklılaştığını gösterir.
Yaklaşık olarak 50 bin yıl önce ise, modern insan ‘Homo Sapiens’ ortaya çıkmaya başlar. O tarihten bu güne insanoğlu, bir önceki kuşaktan aldığı kültürü, kendi yaşadığı çağa göre uyarlayarak, bir sonraki kuşağa aktararak, bu günlere gelindi. Bu nedenle Alevilik öğretisini de bu kural ve kaideler içerisinde algılamamız gerekir. Çünkü evrenin tarihi, değişmeye yatkın olmayanların, değişime direnenlerin, değişime ayak uyduramayanların er ya da geç ortadan kalktığını gösterir. İnsanlık tarihi de, değişmeye yatkın olmayan, değişime ayak uyduramayan toplumların da, ortadan kalkığını anlatır. Bu nedenle Evren, evrim ve insan ve tüm canlılar birbirlerinin ayrılmaz birer parçasıdır. Bilim de bize, ‘Evrende hiçbir şeyin sabit kalmadığını, her an mimarisini değiştirdiğini, bu nedenle bugünün geçmişe benzemeyeceğini öngörür. Yani geçmiş tıpatıp örnek alınamaz; ancak gelecek için bilgi sağlanmasına hizmet eder’ der.
Alevi öğretisinde ‘Varlığın birliği’ anlayışı ise:
‘Alevi öğretisinde de evrende var olan her şey, bir bütünün parçasıdır. Çünkü var olan her şey zincirleme olarak birbirleriyle bağlı, birbirleriyle özdeş ve birbirlerini etkiler. Bu nedenle var olanlar, aynı bütünün parçalarıdır. Her biri bütünün bilgisini, içinde taşır. Evren de en küçük bir taneciğin içinde, bütün evrenin bilgisi saklıdır. Bilge pirler der ki; ‘Damla deryadandır ve deryanın bütün nitelikleri onda gizlidir’. Bu bilimsel veriler ışığında, Alevi öğretisinde ‘Hakk’ anlayışı, varlığın birliğine dayanır.
Evrende var olan her şey, uyum içerisinde Hakk’ı oluşturur. Bu denenle var olan her şey, bütünün parçasıdır. Evrendeki en küçük zerrenin içinde dahi, bütünün bilgisi vardır.
’Ne varsa âlemde, o vardır âdemde’ özdeyişinde olduğu gibi, insan küçük bir evrendir. Bir insanın içinde de, bütün insanlık ve evren saklıdır. O nedenle, evrende hiçbir şey tek başına değil, her şey birbirine bağlıdır. İnsana ve doğaya verilecek değere, her zaman saygılı olurlar. Bunun içindir ki Alevi yol uluları:
‘Hararet nardadır sacda değildir,
Keramet baştadır taçta değildir,
Her ne arar isen kendinde ara,
Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir’ derler.
Bu konuda âşık, ozan ve şairlerimizin birçok deyiş, türkü ve şiirleri vardır.
Örneğin, Yunus Emre bunu şöyle dile getirir:
‘Evvel benim, ahir benim
Canlara can olan benim
Azıp yolda kalmışlara,
Hazır medet eren benim
…………………………
Kâbe ve Put, iman benim,
Çark vurup da dönen benim.
Bulut olup göğe ağan,
Rahmet olup yağan benim.
………………………………
Yeri, göğü benim kuran,
Ayrılmadan kayım duran,
Irmaklara göl çağıran,
Adım Yunus, umman benim’
Cümle âlemin birliğine inanan, doğa ile barışık olan bir öğreti anlayışında, cana kıyarak, kan akıtarak, bir kutlama yapmak o öğretiye ihanettir. Çünkü kişiler doğanın hâkimi değil, bir parçasıdır. O nedenle doğada var olan her şeyle uyum içerisinde olmaları gerekir. Bu nedenle bir cana kıyarak, kan akıtarak bir bayram yapmanın Alevi öğreti ile bir ilgisi yoktur.
Değerli hocamız Prof. Dr. Ali Demirsoy’un ‘Tanrı Parçacığından Güneşe’ adlı eserinden esinlenerek benim de, bütün canlar için dileğim:
Üzerinde kuşların cıvıldadığı,
Ağaç dallarının içine sarktığı,
Şırıl şırıl akan temiz bir su kenarında,
Dostlarımızla yürüyebileceğimiz,
Eğilip kana kana su içebileceğimiz,
Doğanın şiirini dinleyebileceğimiz,
Bin bir çeşit renklerini görebileceğimiz,
Güllerini, çiçeklerini ve çeşit çeşit bitkilerini koklayabileceğimiz,
Tertemiz nefesler alabileceğimiz,
Hiçbir engellerle karşılaşmayan hayvanların, özgürce danslarını seyredebileceğimiz bir doğada, tüm dostlarla birlikte özgürce yaşamak, dileklerimle;
Aşk ile…”
Eren GÜVEN/ANKARA
Yoruma kapalı.