PİRHA- Maraş’ın Afşin ilçesinde çeşitli tarikat ve cemaatlerde din eğitimi alan Osman Dağlı’nın, ağıtçı bir hakikatçi olan Afê Ana ile tanışması ile Aleviliği benimsemesi hikayesini oğlu Kemal Dağlı PİRHA’ya anlattı.
Haderin videosu
Afê Ana ile tanışması ile içerisinde önemli bir yere sahip olduğu tarikatlardan sert bir kopuş yaşayan Osman Dağlı bu sefer hakikatçi Aleviliğe yönelir. Afê Ana onun için artık bir dönüm noktasıdır.
Osman Dağlı yani meşhur ismi ile Maksudi. Küçük yaşlarda din eğitimi alması için verildiği tarikatlarda gözde isimler içinde yerini alır. Hatta o kadar gözde bir kişiliktir ki cami inşaatının son taşı olan kabe taşını yani şerefeyi koymaya Osman Dağlı layık görülür. Tarikatlar içerisinde de olsa o sürekli sorgulamayı seçer. Aslında ondaki bu ışığı ilk gören kişi meşhur ozan Davut Sulari’dir. Alevileri yeren bir şiir yazan Kul Hamit ile atışmak ve haddini bildirmek için Afşin’e gelen Davut Sulari, atışmanın sonunda Osman Dağlı’nın okuduğu şiirin ardından onu sahneye çıkarır ve yeni bir yıldızın doğduğunu söyler.
‘Gönül kaynakçısı’ olarak nitelendirdikleri Yemliha Ertekin’in kendisini Aşık Mahzuni ile tanıştırması sonrası bütün yaşamı değişir Osman Dağlı’nın. O artık hakikatçi Aleviliğe gönül veren bir aşık-ı sadık Maksudi’dir.
Aşık Mahzuni ile Afşin, Elbistan ve Sarız’da köy köy, kasaba kasaba dolaşıp cem tutarlar. Osman Dağlı’nın muhalif duruşuda o dönem kendini eylemlerinde de hissetirir. Tekke ve zaviye kanunu ile kapatılan Hacı Bektaş Dergahı’na giderek mühürlenen kapıyı kırarak içeri girer ve bu kanuna muhalefetten dolayı 5 ay kadar hapise atılır.
Gericilerin tehditleri sonrasında Maraş’ı terketmek zorunda kalan Osman Dağlı, Aşık Mahzuni Ankara’ya geçerek, ‘Devrimci Ozanlar Derneği’ni kurarlar ve köy köy konserler verirler. Devrimci mücadele ile de yakından tanışan Osman Dağlı, 15-16 Haziran 1970’lerde gerçekleşen büyük işçi eylemine katılmasından dolayı aranır ve artık ismi radyodan anons edilen arananlar arasındadır.
Arandığı süreç içerinde Avrupa’ya gitmek zorunda kalan Osman Dağlı’nın arayışları orada da kendini nüksettirir. Devrimci mücadeleden ve en önemlisi gerçek bir halk ozanı olmaktan taviz vermeyen Osman Dağlı bu müthiş hikayesinin sonunda Alevi kültürüne 600’den fazla şiir bırakır. Belki de günlük hayatta dinlenen türküler, deyişlerin sözü Osman Dağlı’ya ait o kadar çok eser vardır ki.
Bu hikayeyi oğlu Kemal Dağlı’dan dinleyelim:
“TARİKATLARIN GÖZDE İSMİ OLUYOR”
Osman Dağlı, yani namı diğer Maksudi dedik. Babanızın tarikatlardan hakikatçi Aleviliğe uzunca bir hikayesi var. Osman Dağlı kimdir? Nasıl bir coğrafyadan çıkmıştır?
Ey benimle ok atışan ahali
Bir sevdaya duçar olduğumu duyun
Sizlere bıraktım malı melal
Meşru ticareti bulduğumu duyun
Bıraktım cübbemi attım sarığı
Batın diyarına çektim çarığı
Benlik kalesine çak ettim tığı
Müjdesiz bir bahre daldığımı duyun
Dilenciyim fakat heybem çul değil
Seydullahım sevgi, para pul değil
Eskiden geçtiğim dağlar yol değil
Şu dakika dünyaya geldiğimi duyun
Bomboş medresede tesbih çekmekten
Nakışlı halıda nazar dökmekten
Her beyaz sakala boyun bükmekten
El silkip usanıp kaldığımı duyun
500 yaşındayım yeni doğmuşum
Sade insanlığa boyun eğmişim
Nice şahı sarayımdan kovmuşum
Turnamı tarıka saldığımı duyun
Maksudi çeşmimde eyledim usül
Hakikat sırrına olmak için vasıl
Kıblem veci Adem, Mustafa resul
Minberim miraçsız kıldığımı duyun
Bu Osman Dağlı’yı anlatan bir şiir. Babamın doğum tarihi 1936. Ama bu gerçek değil. Babam ilk çocuk olduğu veaskere geç göndermek için amcam ile yaşını değiştirmişler. Bizim kasabamız şiirlerden de çıkardığımız üzere 800 hane. Etrafında Alevi Kürtlerin, Bektaşilerin köyleri var. Bizim köyümüz ise Sünni. Babam, dedem tarafından 11 yaşında din eğitimi alması için tarikatlara veriliyor. Okur yazarlığı sonradan öğreniyor. Kuran okumakta ezberi çok güçlüymüş ve bu mahareti görülünce ödüllendiriliyor. İslam içerisinde büyük bir geleceği olacak deniliyor. Din içerisinde sorgulamaya başladığı zaman ise nerede farklı bir görüş görürse onun peşinden koşuyor. Bir dönem Malatya’ya Süleymancı, Antep’te de Nur tarikatına gidiyor. Sürekli tarikatlar içerisinde dolaşıyor. Çevre köylerimiz Alevi ve Kürt kimliğine sahip. Cami içerisinde mezhepler var mıdır, yok mudur tartışması çıkıyor. Hoca ile çelişkiye düşüyor. Osman Dağlı mezhepleri kabul etmiyor deniliyor. Babam o dönemde onların gözde isimleri. Üstelikte genç olmasına rağmen cami yaptırma derneği başkanı ve caminin son taşı olan şerefesini takan kişi. Güvenilir bir kişiliği var.
“DAVUT SULARİ VE MAHZUNİ İLE TANIŞMA”
Tarikatlar içerisinde de olsa babanızın hem bir sorgulayıcı hem de gizliden şiir yazan bir yönü var. Davut Sulari ve daha sonrasında Yemliha Ertekin’in aracılığıyla Ozan Mahzuni ile tanışması var. Biraz o dönemden bahsedir misiniz?
Bölgemizde Aleviler ile olan tartışmalarda var. Kul Hamit denen bir ozan Alevileri yeren bir şiir yazıyor. Davut Sulari bu şiiri duyuyor ve atına binerek Afşin’e Kul Hamit’e cevap vermek için geliyor. Afşin’de Kul Hamit ve Davut Sulari’nin atışması var. Babamın o döneme kadar şiir yazdığı bilinmiyor. Daha çok gizli yazıyor. Şiir yazmak gibi o tür şeyler bir anlamda bir müzik aletine sahip olmak, bağlama çalmak gibi günah şeyler olarak algılanıyor. Yazdığı şiirler de tasavvuf ağırlıklı. Afşin Garajı’nda Kul Hamit ile Davut Sulari’nin atışmasına gidiyorlar. Orada Yemliha Ertekin ile tanışıyor. Davut Sulari atışmada etkinliğini gösteriyor. Kul Hamit af diliyor ve yenilgiyi kabul ediyor. Bir Alevi karşısında yenilgiye tarikat üyeleri üzülüyorlar. Babamı ön plana itekliyorlar, ‘çık bir şeyler söyle’ diyorlar. Babam bir şiir okuyor orada. Şiiri şöyle;
Üstad ne sorarsın alemin fendin
Arif isen bahara, yaza ne hacet
Nerede olursa gösterir hüner kendini
Gönül incitecek söze ne hacet
Bir gönül gafletten ayılır ise
Şöhreti aleme yayılır ise
Aşık maşukuna sevilir ise
Karşıdan karşıya poza ne hacet
Bülbül gibi aşık oldum güllere
Onun için düştüm gurbet ellere
Muhabbet ehlini bu dokun tellere
Keramet dildedir saza ne hacet
Aşinası oldum kuru selamın
Danıştım aleme hakkın kelamın
Değil bizim 18 bin alemin
Sahibi sultan var bize ne hacet
Gönül kırma aman ha aman
Ehli dil olanlar yamandır yaman
Gönül aşk atına bindiği zaman
Yol alır ovaya, düze ne hacet
Böyle bir şiir okuyor. Davut Sulari bu genç ozanı sahneye çağırıyor. Tebrik ediyor alnından öpüyor. Halka seslenerek, ‘Ey Afşinliler burada bir yıldız doğuyor bu yıldızın kıymetini bilin’ diyor. O atışma güzel bir havada bitiyor. Davut Sulari ilişkileri sonuna kadar devam ediyor. Bunu duyan Yemliha Ertekin, babam ile Mahzuni’yi tanıştırmak istiyor. Randevulaşıyorlar. Babam ile Mahzuni amca konuştuklarında Yemliha Ertekin’e , ‘gönül kaynakçısı’ derlerdi. İnsanları birbirleri ile tanıştıran, kaynaştıran bir insan. Yemliha Ertekin ile babam Berçenek köyününe gidiyor ve Mahzuni ile orada tanışıyor.
“AFÊ ANA İLE TANIŞMASI DÖNÜM NOKTASI OLUYOR”
Babanız için dönüm noktası olduğunu söylediğiniz Afşin Kamalak köyünden Afê Ana ile tanışması var. Afê Ana ile tanıştıktan ve sohbetine demine katıldıktan sonra Aleviliğe geçiyor. Hatta bu olaydan sonra üzerine fetvalar çıkarılıyor. Bu ilişkileri ve bu dönüşüm babanızda nasıl gelişiyor?
Sonra Afê Ana ile tanışması var. Afê Ana ile tanışması babam için bir dönüm noktası oluyor. Kırkısrak’tan tutun Kamalak’a kendi aralarında sınır yok, herkesin kapısı açık. Hırsızlık veya herhangi bir kötü olay yok. Öyle bir yaşam tarzları var ki; bir evde tuz yoksa bütün köyde yok. Tabi bu babam için müthiş dönüşüm. Afe Ana ile tanışmayla birlikte Alevi- Bektaşi felsefesinin o hakikatçi Aleviliğin etkisi orada kendini gösteriyor. Zaten arayış içerisinde olan biri. Bu onun için bir dönüm noktası. Zaten kendi şiirinde de belirtir;
İki defa geldim ben bu aleme
Bir anamdan doğdum birde Afê’den
İzah azze düşer sığmaz kelama
Bir anamdan doğdum birde Afê’den
Afê Ana sırrın söyleme yâda
Vuslat durağında erdim murada
Bazen meyhanede bazen havrada
Dağlı‘ya pösteki saydıran benim
Afê Ana’ya yazdığı böyle bir şiiri var. Tabi Afê Ana, Şakir Baba, Cırık Baba, Mahzuni, Cuma Aslan (Bektaşi Cuma), Meluli’nin olduğu bir ortam var. O dönem için imece halinde yaşamak, paylaşmak onlar için ayrıca zorunluluk. Çünkü gericiler buna tahammül etmiyor. Bir Alevi’nin Alevi olmasında mahsur görmüyorlar. Ama kendilerinden birinin Alevi-Bektaşi felsefesini benimsemesi onlar için müthiş bir karşıtlık oluyor. Böylesi bir dönüşüm geçirmesine tahammül edemiyorlar. O dönem 38 hoca ortak olarak fetvalar veriyorlar. ‘4 mezhep var, 5’ncisi de Aleviliktir ama bunların yapmak istedikleri 6’ncı bir mezhep’ diyorlar. Bu da müthiş öfke ile karşılanıyor.
“OSMAN DAĞLI’YI ÖLDÜREN CENNETE GİDER”
Daha sonra kendisi Maksudi ismini alıyor. Bu isim nereden geliyor? Geçen sohbetimizde babanızın Aleviliğe geçmesi ile duyulan öfke ve intikam duygusundan kaynaklı köyünüzde bir çocuğun isminin Muaviye konulduğunu söylemiştiniz. Böylesi büyük bir intikam duygusu var. O süreçte nasıl bir yönelim vardı?
Afşin, Elbistan ve Sarız’da ne kadar köy varsa bunları Mahzuni ile dolaşıyorlar. Mahzuni ve Maksudi ismini, Mahzuni’nin amcası olan Cırık Baba veriyor. Osman dememek için birçok isim takıyorlar. Hürşehit, Hunulu Aşık, Mücrimi ve Umman gibi 17 tane isim veriyorlar. En son Maksudi’de karar kılıyorlar. Cırık Baba’nın o dönem ki felsefesi diyelim. Aziz Nesin’in kendi ölümünden önceki vasiyeti gibi o dönem Cırık Baba vasiyetinde, ‘Benim mezarımı dümdüz edin. Kimse sonradan gelip çaput bağlamasın, çocuklar korkmasın’ diye vasiyeti var. Ankara’dan babam ile Mahzuni gidip onun mezarını düzlüyorlar.
O dönem kendi içlerinde de müthiş bir dayanışma var. Afşin, Elbistan o dönem onlara dar geliyor artık. Köy köy dolaşıyorlar. Hatta 3-4 köy birleşip ay ışığında cem tutuyorlar. Ayrıca gericiler de suikast, fetva gibi şeylerle boş durmuyorlar. Osman Dağlı’yı o dönem öldürmek cennete gitmek ile eş anlamlı. Hatta hocanın birisi torununun ismini Muaviye koyacak kadar ileriye gidiyor. Fikir çatışması o dönem Binboğa Dağları’nın iklim koşulları gibi çok soğuk ve sert. Bunun üzerine 1963 yılında Ankara’ya gidiyor. Bizim bir elma bahçesi vardı. O dönem o elma bahçesini satarak, ‘Mahzuni buradan gidelim’ diyor. Bir anlamda kendi canlarını da kurtarmak istiyorlar. Çünkü can tehlikeleri var. O dönem babama kimse ismi ile hitap etmiyor. Bir sürü çirkef dedikodular da yapıyorlar. Babam kendi evine gizli gidip gelmek zorunda kalıyor. Memleketi terk etmek zorunda kalıyor.
“DEVRİMCİ OZANLAR DERNEĞİ PİR SULTAN’I ANIYOR”
Osman Dağlı Maraş’ı terk ettikten sonra bir çok halk ozanını toplayarak Devrimci Ozanlar Derneği’ni kuruyor. Sanırsam o dönem devrimci mücadele ile ilişkileri ilk demlerinde. Pir Sultan’ı ilk kez toplu bir şekilde anıyorlar. Birçok alanda da böyle bir öncü kişiliği var. Ankara macerası nasıl başlıyor?
Mahzuni ile Ankara Rüzgarlı Sokakta, ‘Devrimci Halk Ozanları Derneği’ni kuruyorlar. Tabi ilk icraatları da Pir Sultan’ı anmak. Pir Sultan gecesi düzenliyorlar. Hatta onunla ilgili bir anektotları vardı, anlattıklarında gülüyorlardı. Savcılıktan izin almaya gidiyorlar. Babam başkan ve Mahzuni’de ikinci başkan. Pir Sultan’ı anma gecesi düzenlemek istediklerini söylüyorlar. Sultan ismi geçince savcı, ‘Bu kadın kimdir ki?’ diye soruyor. Pir Sultan’ın bu kadar tanınır olması yok o dönem. Merzifon’dan Çorum’a, Sivas’a kadar köy köy, kasaba kasaba minibüslerle giderek konserler veriyorlar. O dönem Aşık Veysel, Davut Sulari gibi isimler var. Sol rüzgarların estiği de bir dönem. Tabi bazıları ayrılıyor. Kendi memleketinde de 1967 yılının sonunda bir konser düzenleniyor. İsimleri de o dönem baya yayılıyor. Ozanların revaçta olduğu bir dönem. Kovuldukları, dışlandıkları yerde konser vermeleri gericiler için kışkırtıcı oluyor. Yine o dönemde de müftüler fetva veriyor. Yergiler yazılıyor. Alevi- Bektaşi deyişlerinin dışında toplumsal şeyleri de işlemeye başlıyorlar.
“HACI BEKTAŞ DERGAHININ KİLİDİNİ KIRIYOR VE 5 AY HAPİS YATIYOR”
Mahzuni Şerif ve babanız Osman Dağlı’nın bir Hacı Bektaş anıları var. Dergahın kapısını mühürlü görünce taş ile kırıp içeriye giriyor ve bu kanuna muhalefetten 5 ay cezaevinde kalıyor. Anı da olsa bir gerçekliği gün yüzüne vuruyor. 1925 yılında çıkarılan tekke ve zaviye kanunu ile Alevi ocakları hedef alınarak kapatıldı, işlevsiz hale getirildi. Birçok yerde bu ocakların mallarına el konuldu. Osman Dağlı’nın bu eylemi asıl olarak buna bir tepki değil midir?
Daha Ankara’ya gitmeden önce bir Hacı Bektaş anıları var. Hacı Bektaş Dergahı’na o dönem, ‘Tekke ve Zaviye Kanunları’ndan dolayı girilmesi yasak. Kapıları mühürlü üstelik. Afşin ile Hacı Bektaş arası baya bir mesafe. Çoğu yerde yayan ve köylerde konaklayarak geliyorlar. Hacı Bektaş’a girmeden olmaz. Oradan bir taş alıyor mühürü kırıyor. İçeri giriyorlar ve, ‘Dergahı ziyarette maksat, yaşayan Hünkar’ı yaşatmak’ diye yazıyorlar. Şikayet oluyor, tekke ve zaviye kanunlarına uymamaktan dolayı jandarma tarafından gözaltına alınıyorlar. İlk tutuklanması orada oluyor. Hacı Bektaş’a bir şiir yazıyor orada;
Gördüm melul melul dostuğum bağı
Camı kırılmış, meyleri dökülmüş gitmiş
Bir hüzün içinde gülü yaprağı
Muhabbet sarayı yıkılmış gitmiş
Nerede bulurum ben o maralı
Düşmüşüm dağlara olmuşum yaralı
Derler ki vardı bir Osman Dağlı
Katli aşk uğruna bükülmüş gitmiş
Tabi bu Hacı Bektaş’ın o günkü durumunu anlatan bir şiir. Oranın kapalı olmasına hüzünleniyor.
“OSMAN DAĞLI RADYODA ARANANLAR LİSTESİNDE”
Ankara’da daha çok toplumsal sorunlara ağırlık veriyor gibi görünüyor. Katıldığı eylemlerden dolayı aranması çıkıyor ve Osman Dağlı için de Avrupa’ya gitme yolu gözüküyor. Avrupa’ya çıkışı nasıl oluyor?
O dönem İşçi Parti’liler. Orada da bu konuları sürekli işler;
İnsaf ile insanlığın kırgını
Düşündükçe aklı durur insanın
Kimisi hür yaşar köşkte sarayda
Kimi de zindanda çürür insanın
Bunun gibi sosyal içerikli bir çok şey yazmaya başlıyor. 15-16 Haziran 1970’de İstanbul’da büyük bir işçi ayaklanması oluyor. Babam ve arkadaşları da katılıyor. Babamın buna katılması suç sayılıyor ve arama kararı çıkartıyorlar. Tabi bunun üzerine 12 Mart muhtırası geliyor. Radyodan verilen anonslarda Osman Dağlı’da arananlar listesinde. Sendikalar yardım ederek yurt dışına kaçırıyorlar. Ondan sonrada Almanya dönemi başlıyor. Almanya’ya gittiğinde Deniz Gezmiş’lerin idamı gündemde. Daha çok onlara evriliyor. Devrimci hareketlere, demokratik kitle hareketlerine sempati duyuyor ve birçok faaliyet yürütüyor. Şiirlerinde genelde özgür davranıyor. Söylenecek sözünü içeride bırakmıyor. Kendisine sansür uygulamıyor. Yine sosyalizm için:
Ne sefalet kalkar ne kavga biter
Sosyalist bir düzen kurulmadıkça
Ne işsiz tükenir, ne ekmek biter
Bakan, köylü gibi yorulmadıkça
Köylü eker biçer kendisi yemez
Aracı, tefeci insaf eylemez
Dünyada insanlık huzur göremez
Kurtuluş savaşı vermedikçe
Buna benzeyen toplumsal şiirlere evriliyor. Deniz Gezmişlere yazdığı şeyler var. Sürekli pratikçi ve örgütçüydü. O dönem 3 plak çıkartıyor ve 20 bin plak basılıyor. Kendi bastırdığı plakları bile kendi parası ile satın alacak kadar örgütçü ve fedakar.
“KÜRT SÖZCÜĞÜNÜ DİLE GETİREN İLK OZAN”
Babanızın, ‘Kürt’ sözcüğünü dile getiren ilk ozan olduğunu söylemişti bir araştırmacı. Ezilen toplumlar ile sürekli dayanışma içinde olan bir ruh hali var kendisinde. Ayrıca 1938 Dersim Katliamı’nı sonradan duymasına rağmen bu katliam üzerine şiirleri de var. O dönem şiirleri hangi konulara evriliyor?
Devrimci hareketlerden etkilenmesi onu farklı şeylere götürüyor. Bir Kürt olmadan Kürt’ün acısını dile getiriyor. Ben bilmiyordum ama Ezeli Doğanay bir araştırmacı ozan arkadaşımız, “Kürt sözcüğünü ilk dile getiren ozan babandı” dedi. Otelde çalışırken Mahmut Topuz diye Dersimli bir arkadaşı 1938’de yaşanmış hikayelerden bahsediyor. Bir Alevi olmadan Alevini acısını anlamak, bir Kürt olmadan Kürt’ün demokratik istemlerine sahip çıkmak Osman Dağlı’da Afê Ana’dan beri bir bakış açısı. Daha doğrusu Afê Ana’nın yaşam tarzının ona içselleştirdiği bir davranış biçimi. Dersim’i sonradan duymasına rağmen içselleştirmiş;
Nergizin, sümbülün, dağların yaslı
Ötmüyor başında bülbüller Fırat
Kan akıyor Munzur gözleri yaşlı
Ağlıyor analar döşünde Fırat
Oy Fırat asi Fırat
Derdimin sesi Fırat
Ne zaman durulacak gözümün yaşı Fırat
Her taşın ardına pusu kurmuşlar
Jandarma süngüsü cana vurmuşlar
Sürmeli kuzuya nasıl kıymışlar
Mor koyun meliyor düşünde Fırat
Oy Fırat asi Fırat
Derdimin sesi Fırat
Ne zaman durulacak gözümün yaşı Fırat
Maksudi yürekte ateşim narım
Kimse duymaz oldu feryadım zarım
Nerede Seyit Rıza kayıp mezarın
Saklıyor sırrını taşında Fırat
Oy Fırat asi Fırat
Derdimin sesi Fırat
Ne zaman durulacak gözümün yaşı Fırat
Bu tür şeyler Osman Dağlı’da çok. Bir çok şiirinde de buna benzer şeyler var. Bir şiirinde de şöyle geçiyor;
Tarihin nakışı, çağlayan seller
Kavimler kapısı Anadolu’da
Topraktan güneşe açılan güller
Kavimler kapısı Anadolu’da
Maksudi sevdamız renkler içinde
Gökkuşağı gibi renkler içinde
İnsanlık adalet bekler içinde
Kavimler kapısı Anadolu’da
Ermeni, Süryani, Acem, Sudanlı
Dedem Moğolistan, nenem Asyalı
Bağrımıza bastık Kazak Abdalı
Kavimler kapısı Anadolu’da
Bakış açısı olarak ezilen veya zayıftan yana bir tarafı var. Ozanlık hakkında da görüşü nettir;
Bir ozanın halktan uzak yaşaması
Balığın karaya düşmesi demek
Midesine bağlı sanat adamı
Çıkar pazarının yosması demek
Şöhreti, ünü zirvede olsa
Kral sarayında ödüller alsa
Kavgada halkından geride kalsa
Tilkinin köşeye pusması demek
Gerek tarihsel bilinç gerek içtenlik, doğrudan ve haklıdan yana olma tavrı onda kanıksanmış. Ezilen toplumların bütün demokratik taleplerini savunmuş. Bir mücadele geleneği var.
“12 EYLÜL DARBESİNİ PROTESTO AMAÇLI 360 KM YÜRÜYOR”
Diğer ozanlardan çok farklı olarak sürekli eylemlerde ve mitinglerde babanız. 12 Eylül askeri darbesini protesto etmek amaçlı Köln ve Strasbourg arası 360 km yürüyüş yapıyor. Sistemin istediği tarzda yazmış ve sanat icra etmiş olsaydı belki de çok tanınan biri olarak karşımızda olacaktı. Birçok türkü ve deyiş de kaleme almış. Ama nedense benimdir diye bir hak iddia etmemiş. Ozanlığa bakış açısı nasıldı?
Mahsuni, Nesimi Çimen, Aşık ihsani’ler babama gelir günlerce kalırdı. O arkadaşlarına müthiş bir sevgisi ve bağlılığı vardı. Günlerce bir kelime üzerinde tartışırlar, birbirlerini eleştirirlerdi. Onlar geldiği zaman akan sular dururdu. Çünkü o ortamda kendini buluyordu. Toplumsal mücadeleden kopmadığı gibi inceleyen, sorgulayan, taraf olan biriydi. Sol akımların dergilerinden eve gelmeyen yoktu. Sol akımların gazetelerini takip eder, görüşleri ile üzerine tartışırdı. 12 Eylül’ü protesto etmek için Köln’den Strasbourg’a kadar uzun bir yürüyüş ile günlerce yürüyor. Yürüyüşlerde, mitinglere gidip gelen ve toplumsal mücadeleye katkı sunan bir ozandı. Ozan sözcüğü sonuçta güzel söz söylemek ve güzel şiir yazma yeteneği. Ama bu yeteneğe uygun davranmak, hareket etmek gerekiyor.
Babam Türkiye’de bile silahsız bir gün gezmemiştir. Her ana ölüm korkusu. Çünkü bu tür öncülük ve örgütçülük yaptığı için hedefte. Plak yapımcıları sanatçılarına eser sunmak için babama suya, sabuna dokunmayan aşk şiirleri yazmasını istiyorlar. Tüccarlığa karşıydı ve asla kabul etmedi. İki yöntem var. Ya var olan akıntıya kapılıp sistem ile uzlaşacaksın ya da kendini fikirlerinde özgür hissedecek, aza hitap edeceksin. Onun tercihi ise az kalıp tek başına da olsa mücadele etmekti. O dönem Alevi Bektaşi kültürüne bir çok eser kazandırmış. Birçok türküsü de dillere düşmüş. Mesele kendi adına okunması değil o fikirlerin halka gitmesi idi. Hatta ‘Sözü benim diyemedim’ eserinde bunu söylüyor.
“BERABER YÜRÜDÜĞÜ OZAN ARKADAŞLARINI DA ELEŞTİRİYOR”
Birçok ozan arkadaşı ile dostluğunun iyi olmasına rağmen toplumsal konularda doğru tavır koyamayanları da eleştiriyor. Hatta çok sert tartıştıklarını dile getirmiştiniz. Anlaşılan inandığı değerlerden taviz vermiyor değil mi?
Beraber yürüdüğü, yemeğini paylaştığı, konserlere gittiği ozanları da eleştiriyor. Aşık Veysel’i bu konuda eleştiriyor;
Veysel öldü halk ozanı kalmadı diyenlere
Şunu sormadan gitti
Veysel öldü
Halkı için ölmedi
Yaramızı elini sürmeden gitti
Sevdi ama sofrasının aşını
İhmal eylemedi çift maaşını
Pir Sultan halkı için verdi başını
Veysel tırnağını vermeden gitti
Ne suya dokundu nede sabuna
Dikilmedi hainlerin önüne
Ezilen, horlanan halkından yana
Veysel bir tek mızrak vurmadan gitti
Kara bülbül açtık sevdası
Gerçeği demez mi sözün ustası
Mansur’un sırrına ermeden gitti.
Aşık Veysel’in bir çok yönünü sevmesine rağmen eleştiriyor. İşte ozan olacaksın böyle olacaksın, devlet büyüklerini öveceksin veya yakınma ile kalacaksın anlayışı var. Ama babamda yakınma ağlama yoktu;
Tan yeri ağardı, bal şafak söktü
O güneş ufuktan doğdu doğacak
Zindan duvarları korkudan söktü
Rüzgarlar bulutu kovdu kovacak
Sunanın kanıyla yoğrulan toprak
Zulümlerden kaldı açılan bayrak
Suyunu aldı çekiç, elimde orak
Hainler başını eğdi eğeli
Dediğimiz gibi bu kültüre yaklaşık 600 eser kazandırmış. Ki bir çoğu gittiği yerlerde kalmış. Bu eserlere sahip çıkmaya dair bir girişiminiz olacak mı?
Babam kim ile nerede oturmuş, neler yapmışlar, hangi şiirleri nerede yazmış bunları araştırıyorum. Babamın dostlarının evlerini ziyaret ettiğimde her birisinde 3-5 şiiri çıkıyor. Bir çok şiirini de derledim. 600’e yakın arşivlediğim şiirleri var. Bunları bir kitap olarak yayınlayacağım. Babamı ayrıca Musiki Eser Sahipleri Meslek Birliği’ne (MESAM) kaydettireceğim. Babamın başkaları adına okunan şiirlerini de sahip çıkacağız. Bir dostumuz bu gerçeğin ortaya çıkmasını istiyor. Onu anlatmak yerine onun şiirlerini dile getirmek onu daha çok anlatıyor;
Aşk kervanı çıktı yola
İzi benim diyemedim
Türkülerim düştü dile
Sözü benim diyemedim
Çektim kahırını ellerin
Mecnun’u oldum çöllerin
Gelip geçtiğim yolların
Tozu benim diyemedim
Şafak söktü, güneş açtı
Tufan duruldu seller taştı
Ormanıma ateş düştü
Közü benim diyemedim
Karlı dağları aşmanın
Can bedeli savaşmanın
Şu çağlayan serçeşmenin
Özü benim diyemedim
Oy Maksudi mezarlığın
Kurbanıyım insanlığın
Canlı cansız her varlığın
Özü benim diyemedim
Kendisini o mücadeleye atfetmesi gerçekten anlamlı. Benlik ve bencillik duygusunu atıyor. İyi olan insan, bir başka insanın daha iyi olmasından mutluluk duyar. Çok dar bir çevre tarafından tanındığını biliyoruz. Tabi hayat düz bir çizgi değil. Osman Dağlı’nın düştüğü, kalktığı yerlerde var. Boşluğa düştüğü, arayışa geçtiği yerler de var. Hayatında bir çok badire atlatmış. O gerici çevreden öylesine sert bir kopuş yaşamış ki oraları çoktan ardında bıraktığı gibi önüne gelen engelleri gözünü kırpmadan aşabilmiş. Öyle de bir duruşu var. Yani bir cami kurma cemiyeti başkanlığından sonra devrimci sol akımların cephesinde onlarla birlikte olması bizim için çok anlamlı. 12 Eylül, sol hareketi politik sahnenin dışına itme, ezme hareketiydi. 12 Eylül’den sonra bir çok insan tam bir çürüme yaşayabiliyor. Çürüdüğünü gördüğü eski yoldaşlarına da bir çok eserinde değiniyor. Onun için mücadele etmek bir yaşam tarzı. Ondan başka bir çözüm görememiş. Bunu anlatmayı ve ortaya çıkarmayı da anlamlı buluyoruz.
Ersin ÖZGÜL/İZMİR
Yoruma kapalı.