Alevi Haber Ajansi

Yalçın Bürkev ile son kitabı ‘ODTÜ Tarih direniyor’ üzerine konuştuk-VİDEO

PİRHA – Tarihsel dönemi itibariyle ilk kurulduğu dönemlerden günümüze büyük öğrenci eylemlerine ev sahipliği yapan ODTÜ, direngen tarihinin yanı sıra akademik anlamdaki başarılarıyla da ünlü olan köklü bir üniversite. Kendisi de ODTÜ mezunu olan Nota Bene Yayınları’nın editörü Yalçın Bürkev, ODTÜ’lülerin ağzından ODTÜ’nün direngen tarihini anlattı.

 

Nota Bene Yayınları editörü ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) mezunu Yalçın Burkev ile “ODTÜ Tarih Direniyor” kitabı hakkında söyleşi yaptık. Burkev, neden böyle bir kitabı yazmaya ihtiyaç duyduğunu, ODTÜ’nün direngen tarihini ve akademideki başarısını anlattı.

Bu kitabı yazmak nereden aklınıza geldi?

Böyle bir kitap benim aklımda hep vardı. 90 başlarında yeniden üniversiteye başlamıştım. Orada fark ettim ki bizim dönemler bir efsane gibi ama aslında içerik pek bilinmiyor. ODTÜ’deki yaşanan tarihin birazcık ortaya çıkması ve bunun derli toplu bir biçimde anlatılması önemliydi. Bugüne kadar ODTÜ ile ilgili yayınlanmış bütün kitaplar ya biraz belgesel gibi ya da film olarak da belgesel ve aynı zamanda da biraz anı kitapları gibi şeylerdi. Oysa biraz daha popüler bir dille bir tarih anlatımı önemliydi. Ben günlük yayıncılıkla ilgilenmeye başladıktan sonra bir gün ODTÜ’lü öğrenciler geldiler. ‘ODTÜ’de birçok önemli olay var bunlarla ilgili bir kitap hazırlayalım’ dediler. Ben de dedim ki kapsamlı bir şey yapılabilir. Çünkü ODTÜ’de yaşanmış tarih hakikaten enteresan ve önemli. Şimdiki kitabın içeriğini sundum onlara. Birlikte başladık. Süreç içerisinde tabi yük daha çok bana binmeye başladı ve arkadaşlar sağ olsun ellerinden geleni yaptılar.

Neden olayları insanların diliyle anlattınız?

Birincisi, böyle bir tarih kollektif anlatılmalı fikri bende çok baskındı. Bu bir kişiye ya da birkaç kişiye mal edilecek bir şey değildi. Çok daha adil olurdu böylesi.

İkincisi, o rahat anlatım içerisinde bir konuşma dili rahat anlaşılabilir şekilde bir belgesel özellik kazanıyor. Yani seçtiğim kişilerde koyduğum kriter şu: Mümkün olduğu kadar her dönemin, her olayın, her sürecin birinci derece aktörleri olması. Öbür türlü kişilerde çok tartışmalı ‘Niye o? Niye ben değil?’ vesaire gibi şeyler olabilirdi. Koyduğum kıstas da büyük ölçüde buydu. Bunu tabi yüzde yüz olmamakla beraber önemli ölçüde de tutturabildiğimi düşünüyorum.

Burada 1956’dan 2016’ya kadar giden yaklaşık 60 yıllık bir tarih var. Bu 60 yıllık tarihte tabi muazzam ayrıntılar var. O ayrıntılara zaten tek bir kişinin vakıf olması da mümkün değil. Birinci derece aktörlere ses verirken bir tür çoğulculuğu da gözetmiş oldum. Yani hem siyasal çoğulculuk hem akademiden, hem öğrencilerden, hem de çalışanlardan farklı kesitlerden de bakışları içeren bir çoğulculuğu da içermesi benim için önemli oldu.

Yani şöyle özetleyebilir miyiz kitabın aslında hazırlanışı da dili de anlatılışı da kollektif?

Evet bu benim için de büyük bir onur oldu. Aslında bakılırsa bunun yazarlığından çok bir hazırlayıcısı gibi olmuş oldum. Biraz orkestra şefliği oldu aslında.

“ODTÜ’NÜN GENÇLİK MÜCADELESİNDEKİ ÖNEMİ KRİTİKTİR”

Gençlikle ilgileniyorsanız üniversiteyle falan, başka bir üniversiteyi de seçebilirdiniz. ODTÜ’yü seçmeniz ODTÜ’den mezun olmanızla mı alakalı yoksa başka bir sembolik nedeni mi var?

Sembolik yanı da var. Birincisi tabi ODTÜ’den yetiştiğim için ODTÜ’yü bütün yönleriyle biliyorum. Bu çok önemli bir şey. Herhangi bir yeri bu kadar kolay yazamazdım. Benim için çok daha zorlu bir şey olurdu. Ben ODTÜ’yü kendi okuduğum 70’li yıllardan ki öncesinde yakın dönemler olduğu için biraz kulak dolgunluğu oluyordu. Sonrasında da 2010’lu yıllara kadar sürekli izleyebilen bir durumdaydım. O nedenle okulda olup bitene dönük ilgim hep sürüyordu. Türkiye’de üniversite mefhumu açısından ele alırsak gerçek anlamda üniversite olmaya aday kurum çok yok. ODTÜ, gerek bilimsel içeriği açısından gerekse de gençlik mücadelesiyle ilgili yönü açısından ve tarihsel konumlanışı itibariyle de hakikaten önemli yer tutan bir kurum. Sol tarih açısından da önemli bir yer tutuyor. Türkiye’de sol tarihi anlayabilmek için ODTÜ’yü anlamak lazım. ODTÜ’nün ilk oluşum süreçlerinin mayalandığı dönem gençlik hareketi için de en önemli zeminlerden bir tanesi. 70’li yıllarda yaşanan özellikle Öğrenci Temsilcileri Konseyi (ÖTK) deneyimi bugüne kadar gençlik mücadelesinin en zirve noktasıdır. Hala aşılamadığı bir noktadır. Öyle olması nedeniyle de ODTÜ, gençlik mücadelesindeki önemi açısından kritiktir. Aynı zamanda da Türkiye’de demokrasi, demokrasi tarihinin gelişimi, demokratik güçlerin bu tarihteki rolleri açısından da ODTÜ ele alınması gereken kurumların en önemlilerindendir. O açılardan ODTÜ’nün bu tür sembolik ya da nesnel sembolik diyelim bir yönü de var tabi ki. Benim de bunun içinden geliyor olmam önemli oldu.

Kitabın hazırlanış sürecinde sizi çok şaşırtan ve daha önceden bilmediğiniz bir şeyle karşılaştınız mı?

Kitaptan önce ben ODTÜ tarihini bir hayli bildiğimi zannederdim. Kitapla beraber ben de çok şey öğrendim. Kendi yaşadığım dönemin bile bir kısım ayrıntılarını bu kitabı oluştururken öğrenmiş oldum. ODTÜ’de herkes kendi dönemini bilir. Sonraki dönemleri de çok sığ bilir doğal olarak. İlk zamanlar benim de biraz öyleydi. Mesela diyelim bir forum oluyor kürsüdekiyle buradan izleyen, başka bir gruptan olup izleyen, tarafsız bir gözle izleyen ya da bunun önünde ya da arkada olan vb. herkes oradan başka bir sonuç, başka bir gözlem oluşturuyor. Dolayısıyla aynı olayı çok başka yerlerden anlatabilirsin ve hepsinde bilinmedik çok ayrıntı vardır. Kürsüdeki arkada olanı bilmez, arkadaki kürsüyle ön tarafın ilişkisini bilmez. Burada itiraz eden biri çıktığından öbürü bu itirazın arka planını bilmez vb. Dolayısıyla aynı olay çok başka yerlerden izlenebilir. Mesela kendi başımdan geçen bir bölüm koydum. “İstiklal marşı olayları vardır ODTÜ’de çok meşhurdur. Onu ben ilk defa anlattım mesela. Orada çok ayrıntılı bir takım şeyler var. Benim dışımda pek bilen olmazdı örneğin. Bu kitap vesilesiyle çıktı ortaya. O açıdan ana olayları o dönem yaşayanlar belki bilirler ama onun arka planının bilinmesi çok o kadar mümkün olmuyor.

Bir tane örnek verebilir misiniz? Mesela sizin için en şaşırtıcı şey ne oldu? Kafanızda efsaneye dönüşen bir şey yıkıldı mı? 

Efsaneye dönüşen bir şey yıkılmadı. Ama böyle çok enteresan, bilmediğim, çok yüzeyden bildiğim konular olduğunu gördüm. Mesela ODTÜ’nün kuruluşundaki o ayrıntılar örneğin Amerikalılar geliyor, roller, Demokrat Parti’nin oraya dahil olması, ODTÜ’nün ilk konumlanışı falan. Böyle genel Amerikalıların kurduğu bir üniversitedir deyip geçerdik biz. Oysa orada muazzam ayrıntılar var. Çok ilgi çekicidir Turan Fevzioğlu’nun rektörlüğü döneminde oraya kapatmak için geldiği, 27 Mayıs sonrası ama ODTÜ’yü çok beğendiği ve orada oynadığı kritik roller bunlar mesela benim pek bildiğim şeyler değildi. Daha sonrasında Talat Aydemir vakasında ODTÜ’nün ilk barakaları meclisin yanında olduğu için öğrencilerin de tarandığı. Çünkü Harp Okulundan kaçan öğrenciler orada hepsi aynı bahçeye bakıyorlar falan. Onlar iç içe olurken öğrencilerin bu sahneleri seyretmesi. Mesela Kommer olayının ayrıntıları. Daha sonrasında 68, 69 sürecinde ilk işgallerdeki yaşananlar. 71 5 Mart’ının arka planı. Mesela bizim dönemimizde ÖTK’nın işleyişiyle ilgili ki ben ÖTK’da olduğum halde kimi ayrıntıları bilmiyorum. Mesela o tüzüklerin oluşturulması vb. Sonrasında Ertuğrul Karakaya’nın ölümünün ayrıntıları, çok acı sahneler. 9 aylık direnişin, 6 aylık boykotun nasıl yaşandığına dair ayrıntılar. 12 Eylül sonrasında öğrenci hareketleri bir oturma eylemiyle aslında bir sürü büyük yürüyüşlerin, ilk öğrenci olaylarının tetiklenmesi. Mesela benim için de biraz sürpriz olan 90’lı yıllarda üniversitelerdeki ilk feminist örgütlenme ve aynı zamanda üniversitelerdeki ilk kadın hareketi. Sonrasında LGBTİ hareketinin ilk ODTÜ’de örgütlenmiş olması, onların başlarından geçenler. Muhalefetin, Türkiye’deki muhalefetin akışına göre aslında ODTÜ’nün içinde de bir yapısal dönüşümü olması. Üniversitenin bu liberalleşme sürecinde bundan nasıl etkilendiği ama kendini nasıl korumaya alma çabası. 2000’li yıllarda Tayyip Erdoğan protestoları vb. gibi birçok şey var kitabın içerisinde. Bunların ben ana hatlarını bilmekle beraber bir kısım ayrıntılarına vakıf değildim. Bunlar birçok açıdan hoş ve benim için de tamamlayıcı bilgiler oldu.

“ODTÜ DİĞER ÜNİVERSİTELERDEN FARKLI OLARAK AMERİKAN EKOLÜYLE KURULMUŞTUR”

Anlattıklarınızdan anlaşılıyor ki ODTÜ sosyal anlamda da siyasal anlamda da çok hareketli bir üniversite. Buna rağmen bu akademik başarının sırrı ne?

ODTÜ bilimsel yönünden en kritik zamanlarda bile hiç taviz vermiyor. Bu kritik bir şey. Bu iç kültür öğrenciler açısından da önemli, akademi açısından da önemli. Örneğin hiçbir öğrenci lideri ‘beni sınıfı geçirin’ talebiyle gitmiyor öğretim üyelerine. Keza akademisyenler ‘Çok politik günlerden geçiyoruz. Şu bilimsel uğraşlarımızı bir kenara koyalım. İlgimiz daha bir siyasete yöneldi’ gibi bir değerlendirmeye gitmiyorlar. Öncelikli işleri bilim üretmek. Bunun yanı sıra ülkeye olan ilgileri hep var. Özellikle sosyal alanlarla zaten çok iç içe. ODTÜ’nün oluşumu bu açıdan önemli bir mayalanma süreci. Yani üniversitenin ilk oluşum süreci sonraki bu bilimsel gücün oluşumunu da aslında barındırıyor. ODTÜ’de akademi kurulurken çok özgür bir biçimde kuruluyor. Yani ODTÜ’nün diğer üniversitelerden farkı şudur: Türkiye’deki diğer üniversiteler önce Alman ekolüne göre kurulmuşlardır ve sert bir kürsü sistemi vardır. Bu kürsü sistemi güçlü bir hiyerarşi barındırır içerisinde. ODTÜ Amerikan ekolüyle kurulduğu için Amerikan ekolü kürsü değil bölüm sistemini barındırır. Yani her bir bölümün kendi özerk alanı ve o alanlar içerisinde bir tür eşit ilişkiler temelli kurulmuştur. Amerikan sisteminin daha demokratik özelliğiyle aşağıdan gelen o sol dalga, 68’e doğru giden sürecin demokratik muhtevası, ilerici devrimci bir atmosferle mayalanması ODTÜ’nün baştan itibaren akademi iç ilişkilerinin daha eşitlikçi, daha demokratik, bütün idari kadroların seçimlerle gelmesi son derece özgür yaratıcı bir biçimde her şeyin yapılabilmesi bir anlamda 60’lı yılların oldukça deneysel bir biçimde yaşanması gibi süreçler ODTÜ’nün bilimsel yönünü çok güçlendiriyor. Ne yazık ki günümüzde bu tür bir üniversite atmosferi yok denecek kadar az.

“ODTÜ DÖNEMİNDE BİR İLK”

ODTÜ için en çok şu eleştiride bulunuluyor: ‘ODTÜ elitlerin üniversitesi’ Hem akademisyenler açısından hem öğrenciler açısından bu doğru bir söylem mi?

Doğru bir söylem değil. Benim ODTÜ’de olduğum dönemlerde Türkiye’nin en iyi liselerinden gelmiş öğrenciler vardı. Kolejli öğrenci sayısı ortalamaya vurursak çok yüksek değildi. Ama iyi öğrenci elitlik anlamına gelmez. Elitist deyince yüksek sınıflardan gelen, ayrıcalıklı bir şey anlıyorum ben. Oysa ODTÜ öyle değil. Bayağı halk çocuklarının geldiği bir üniversiteydi. Hala da bu özelliğini bir ölçüde koruyor.

50’li, 60’lı yıllarda Türkiye’de kampüs üniversitesi yoktu. ODTÜ bu açıdan tarihsel döneminde bir ilkti. O dönemin Ankara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi gibi yerler hep dağınık biçimde, tek bir camiada buluşmayan daha çok fakülte bazlı yerleşim birimleri içeriyordu. Kampüs üniversitesi başka bir şey. Çok önemli bir iç etkileşim yaratıyordu. Öğrenciler farklı içerikleri yurtlarda birbirlerine anlatabiliyorlar. Bu iç tartışma ortamı öğrencilerin kendi iç atmosferlerini, bilgi ve tartışma düzlemlerini çok zenginleştirebiliyor. Aynı zamanda 1960’larda birkaç bin kişinin barındığı yurtların olması üniversiteye şöyle bir özellik kazandırıyor: Yurtlar üniversitenin nabzı oluyor. Yurtlardaki bir tartışma, bir fikir yurtların bir ucundan giriyor öbür ucundan çıkıyor. İç etkileşimin güçlü olmasından kaynaklı çok güçlü bir iç atmosfer oluşuyor. O nedenle de 1960’lı yıllardan bu yana ODTÜ bütün öğrenci eylemlerine hep çok kitlesel gelmiştir. O iç etkileşimin gücünü gösteriyor bu.

“ODTÜ’DE TARİHSEL BİRİKİM DİRENECEK”

Kitabın adını neden ‘Tarih Direniyor’ koydunuz? ‘ODTÜ Tarih’ ya da ‘ODTÜ’lüler anlatıyor’, ‘Kendi Dillerinden ODTÜ’lülerin Tarihi’ değil de neden ‘Tarih Direniyor?’

Bu kitap hazırlanırken epeyce düşündüm. Biz basitçe bir tarih mi anlatacağız, bu tarih anlatımı ne işe yarayacak? Çünkü özellikle üniversiteli gençler bilirler. Eskilerin hep dönüp dönüp kendi kahramanlık hikayelerini, öykülerini anlatmaları gençleri bıktırır. Hep aynı şeyleri defalarca abartılı biçimde dinlemek haklı olarak bıktırır. Ben de bu içerikte bir kitap olmasını istemedim. İstedim ki bu kitap günümüze dair bir anlam oluştursun, bir şey ifade etsin. Bugünün Türkiye’sinde olay üniversitelerin artık neredeyse üniversite olmaktan çıkartılması, üniversitenin tasfiye edilmesi, daha medrese sistemi gibi bir yere doğru gitmesi. Bunun ikili bir yönü var. Neolibaralizmin üniversiteleri ticarileştirmesi bunun bir yönü, mevcut iktidarın gerici baskıları da bunun diğer yönü. Öyle olduğu için bugüne bir mesaj vermesi çok önemliydi. Ben de böyle bir şeyi gözettim. ODTÜ’nün tarihinin aslında Türkiye’de modernleşmenin tarihini içeren bir yönü var. ODTÜ, Türkiye’deki burjuva modernleşmesinin genel yönelimi dışında bir hat izliyor. Yani sol ile daha iç içe bir yönelimi var ve bundan karşılıklı bir etkileşim var. O açıdan burjuva modernizminin tıkandığı yerde başka bir mecranın açılabilmesine olanak sağlayan bir yönü var. Bunun kritik olduğunu düşündüm. Başlığın ‘ODTÜ Tarih Direniyor’ olması tarih aslında bugün ki gelişmelere karşı direniyor. Yani ODTÜ’nün tarihsel birikimi bugünki baskılar karşısında bugünki üniversitenin sokulduğu cendereye karşı direniş tohumlarının fazlasını bile içeriyor. Tarih orada direnecek. O tarihsel birikim direnecek. Yani ODTÜ’yü kapatmadan ODTÜ’yü dönüştüremezler.

Kitaba tepkiler nasıl oldu? Yani en çok ODTÜ’lü okurlardan mı tepki geldi veya ODTÜ’lü olmayanlar da eleştirilerini sundular mı?

Tepkiler çok canlı ve hoş oldu. Çok fazla yorum aldım. Üniversitelerde yurtlara bir kitap girdi mi 30 kişi o kitabı mutlaka okur, karıştırır. ODTÜ’de de büyük ölçüde bu kitap karıştırıldı, okundu ve epeyce bir geri dönüş aldım. Kitabın okurları birkaç kategoride tek bir kategori yok. Birincisi okulun akademisyenleri, ikincisi öğrenciler, üçüncüsü belki de en büyük kitle mezunlar, dördüncü ve en enteresan kitle ODTÜ’lü olmak isteyen ya da ODTÜ’lü olmak isteyip de olamayan insanlar. Her birinden değişik yorumlar aldım. Akademik camiadan çok olumlu referanslar, önemli geri dönüşler aldım. Kitap beğenilmiş her anlamıyla. Tabi ki kimi eksiklikleri belirtiliyor bu da çok doğal. Yani sonuçta büyük bir kitap olmasına rağmen 60 yılın bütün ayrıntılarını yansıtabilme şansı yok.

Kimi öğrencilerin ‘Biz kendimizi pek bulamadık’ gibi ya da ‘Ben niye yokum? O niye yok?’ gibi yorumları oldu. Bunun da sonu yok. Yani mecburen bir şey seçeceksin.

İronik bir şekilde Amerikalıların kurduğu, kurduktan sonra yardım ettiği, kitap gönderdiği, para verdiği bir üniversitenin daha sonra en büyük Amerikan karşıtı eylemlerde yer almalarını, hiçbir zaman Amerikancı olmamalarını neye bağlıyorsunuz?

Koşullar, dönem ve insan malzemesi iç içe geçince ODTÜ’de özgün bir sentez çıkmış ortaya aslında. 1950 sonları 60 başları bütün dünyada büyük bir özgürlük dalgası yükselmeye başlıyor. ODTÜ’deki akademisyenlerin hepsi dersleri yabancı dilde İngilizce anlatmak zorunda oldukları için de mutlaka Avrupa’da, Amerika’da eğitim görüyorlar. Orada yükselmekte olan 68’i içten kokluyorlar. ODTÜ’nün koşulları da o dönemin üniversitelerine göre iyi koşullar. O nedenle tercih edilen bir yere dönüşüyor ve kendi alanında başarılı akademisyenlerin geldiği ve kurumlaştığı ve bunu çok deneysel ve özgürlükçü bir biçimde yaptıkları, üstlerinde karışanın görüşenin fazla olmayıp kendi yaratıcılıklarıyla ortaya çıkardıkları bir düzenekle ODTÜ oluşuyor. Bunun kendisi o dönemin Türkiye 68’ine doğru ilerleyen süreçte önemli bir değişim yaratıyor.

“AMERİKAN SİSTEMİNDEN KENDİNE ÖZGÜ BİR SENTEZ YARATIYOR”

ODTÜ ilk kurulduğu yıllarda Amerikan kolejlerinden gelen öğrencilerin oluşturduğu bir yerdir. Elitist denecekse ODTÜ’nün bu ilk dönemleri için söylenebilir. O dönemde bütün üniversiteler Menderes’e karşı ve kendi yanında bir üniversite istiyor Menderes. Mütevelli heyetini bu amaçla oluşturuyor. Amerikalılardan çok Menderes hükümeti sahipleniyor ve ODTÜ’nün önünü açmak için her şeyi yapıyorlar. Bu birkaç yıl böyle sürüyor. Fakat 27 Mayıs’la beraber 27 Mayısçılar ODTÜ’ye müdahale etmek istiyorlar ve bütün üniversite camiası çok öfkeli ODTÜ’ye karşı o dönemde. Fakat ODTÜ’nün bundan hiç haberi yok. o dönemde üniversite daha yeterince kurumlaşmış değil, birkaç barakadan ibaret, daha kuruluş aşamasında. Turan Fevzioğlu rektör olarak böyle bir ön yargıyla geliyor. Hatta ODTÜ’yü kapatmak gibi bir fikri de var. Ama bakıyor ki hiç de öyle bekledikleri gibi bir şey yok. Gerici, demokrat partiye yakın falan öyle bir atmosfer yok. Ne akademisyenlerde öyle bir atmosfer var ne de öğrencilerde. Bunun üzerine Turan Fevzioğlu önemli bir şey yapıyor. Bir tür Türkiyelileştiriyor. Turan Fevzioğlu’nun kritik iki müdahalesi vardır. Bütün yönetmelikleri, tüzükleri ve benzeri her şeyi müfredatı uyumlulaştırıyor. Aynı zamanda yapılan anayasada ODTÜ yasasının ayrı bir kendi başına geçebilecek bir düzenleme yapıyor. Bunun yanı sıra hazırlık okulunun açılmasına vesile oluyor. Bu da Anadolu’nun birçok lisesinden en iyi öğrencilerin oraya gelebilmesine olanak teşkil ediyor. Yoksa İngilizce bilmeyen öğrenci gelemiyor ki Anadolu’daki ya da Türkiye’nin birçok yerindeki normal liselerin gelme şansı yoktu. Buradan itibaren hem çeşitli liselerdeki öğrenciler geliyorlar hem de bu öğrenciler TİP’in kurulmaya başlandığı, yavaş yavaş öğrenci hareketlerinin oluştuğu, sol dalganın yükselmeye başladığı, Türkiye’nin en özgürlükçü dönemi sayılabilecek olan 60’lı yıllarda dahil oluyorlar üniversiteye. Üniversite bu atmosferin içinde biçimleniyor. Dolayısıyla ODTÜ Amerikan sisteminin bir yorumunu yaparak aslında Türkiyelileştiriyor ve kendine özgü bir sentez yaratıyor. Bu açıdan bir tür evrensel değerleri kendince yorumlayan, içselleştiren bir üniversite oluşumu çıkıyor. Türkiye’deki üniversitelerin hemen hiç birinin buna benzer bir tarihi olmadığı için alttan gelen havanın pek yansımadığı, daha yukarıdan aşağı kurulduğu ya bakanlıklar ya da YÖK ve benzeri gibi şeylerle daha bürokratik oluşum süreçleri oluyor. İçinden geçilen dönemler de çok daha muhafazakar, gerici dönemler olduğu için doğal olarak sonraki ya da o dönemde oluşan üniversiteler o derinliği kazanamamış oluyorlar.

Melih Gökçek arada bir ODTÜ’deki binalarla ilgili yıkım kararı çıkarıyor, arada bir yol yapacağım, tünel yapacağım falan diyor ve ‘ODTÜ’lüler ve biz’ şeklinde bir tarz oluşuyor. Sanki bir şehrin belediye başkanı değil de bir ordunun komutanı, başka bir ordunun komutanına mesaj verirmiş gibi. Bunun bir psikolojik analizini yapmanız mümkün mü?

Melih Gökçek varlığını 20 yıl içerisinde Ankara’da sürekli kutuplaşmalar yaratarak oluşturmaya çalıştı. Ana politikası buydu. Çünkü bütün sağ kitleyi bir sol karşısında sürekli kutuplaştırabildiği ölçüde orada var olabiliyordu. ODTÜ’de Ankara’daki o kutuplaşmaların simgelerinden biri oldu. ODTÜ oldum olası daha demokratik solda yer alan bir konumdaydı. Onun için de Melih Gökçek kendi sağ kitlesini kutuplaştırmak, mesaj verebilmek açısından ODTÜ ile o tür gerilimleri hep yarattı. Hep o nedenle elitist dediler, hep zengin, şımarık, solcu çocukların okuduğu bir görüntü oluşturmaya çalıştılar. Ama bu çok tutmuyor çünkü insanlar biliyor ODTÜ’yü. Bunun gibi şeylerin ben ODTÜ açısından gelip geçici şeyler olduğunu düşünüyorum.

“AKADEMİ DEDİĞİNİZ ŞEY BÜYÜK ÖLÇÜDE GELENEKTİR”

Mevcut iktidar her alanda yavaş yavaş köklü değişikliklere gidiyor. Nihayetinde nereye varacaklar bilmiyoruz ya da niyetleri ne bilmiyoruz. Ama değiştirmek istedikleri kesin. ODTÜ’ye de doğrudan bir müdahale olma olasılığı var mı?

Ben yakın dönemde böyle şeyler bekliyorum. Bürokrasiye, bakanlıklara, kamuya kapsamlı müdahaleler bekliyorum. Bunu büyük ölçüde yapacaklar. Belki zamana yayarak belki birkaç büyük hamle içerisinde. Ama bunların üniversitenin o içerdiği mayayı toptan ortadan kaldırabilecek etkiler yaratabileceğini düşünmüyorum. Bu kitabı hazırlarken bizim eski hocalarımızdan Tosun Terzioğlu’yla konuşurken o da benzer bir şey söylemişti. ‘Tarih boyunca bakın bütün üniversitelere hep büyük saldırılar olmuştur. Ama geleneği olan üniversiteler bunları bir şekilde aşmasını bilmiştir.’ Bir şekilde zor zamanlar geçirilir, o olur bu olur ama eninde sonunda bunu alt ederler. Ben ODTÜ açısından da böyle olacağını düşünüyorum. Çünkü akademi dediğiniz şey büyük ölçüde gelenektir. Bir üniversitenin gerçek anlamda oluşup oluşmadığı geleneklerinin oluşup oluşmadığıyla çok doğrudan bağlantılıdır. ODTÜ bunu daha 10. senesinde oluşturmaya başlamıştı ki gerçek anlamda bir üniversite 20, 30 yıldan önce pek oluşmaz. ODTÜ bunu çok erken başarabildi. Dolayısıyla ODTÜ çok güçlü gelenekleri olan bir üniversite. Ben çok kolay bu baskılarla bütün o niteliğin değiştirilebileceği kanısında değilim.

“GERİCİ RÜZGARIN ETKİSİNDE OLAN KİMİ ÖĞRENCİLER VAR”

ODTÜ’nün son dönem mezuniyet törenlerinde öğrenciler pankart ve dövizlerle birlikte yürüyorlar. Mesela başörtülü bir kız gayet radikal bir pankartla veya dövizle yürüyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Bu o bilimsel atmosferin içinde yoğrulmaya ilgili. Yani ODTÜ’de mutlaka bu gerici rüzgarın etkisinde olan kimi öğrenciler tabi ki var. Ama bir kısmı açısından inançları var aynı zamanda da bilimsel değerler var. O inançlarıyla o bilimsel değerlere ya da bir kısım yaşanan gerçekliğe tepki göstermek, bu bilimsel değerlere sahip çıkmak çok mümkün olabilir şeyler. Nitekim ODTÜ’de de böyle şeyler yaşanıyor. Yani oraya giren türbanlı bir öğrenci aynı kalamıyor. Bu türbanını çıkarmak gibi bir zorunluluk olmak durumunda değil. İnançlarını taşıyabilir. Ama öbür taraftan yaşanan hayata dair de ona dönük bir takım değer yargılarında değişimler olabilir.

Suay ABAK/İSTANBUL

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak