Alevi Haber Ajansi

Pepûg köye çağrıdır- VİDEO

PİRHA- Ötüşüyle baharı ve kengerlerin boy verişini müjdelediğine inanılan Pepûg-Pepuk kuşunun hikayesini anlatan Seyran Gür de artık köyün yazlıkçısı olacak. Hikayeye de atıfta bulunarak, “Artık Pepûg ötmeye başlamadan ben de buraya gelmiş olurum” diyor.

Doğayla iç içe yaşayan toplulukların çocuklarına yaşadıklarını insan diliyle anlatma çabası yetmeyince yardımına doğayı çağırmış; yeri gelmiş rüzgarı dağı ağacı konuşturmuş, yeri gelmiş atı, eşeği, kuşu konuşturmuş… Ya insani yanlarını, duygularını doğaya yüklemiş ya da doğanın sesinden, hareketlerinden insani bir yan bulmuş.

Bu aslında bütün yanlarıyla bizim de doğadan geldiğimizin oraya ait olduğumuzun en güzel kanıtıdır. Masallar, mitolojiler, efsaneler bunu anlatır.

Pek çok halkın masallarında olduğu gibi “he bû tune bû (bir varmış bir yokmuş)” ile başlayan Kürtçe masallar da bizi bütün diğer varlıklarla birlikte yaşadığımız, birbirimizin dilinden anladığımız kadim zamanlara çağırır.

Bu efsanelerden biri de Pepûg kuşunun hikayesi.

Türkçe adıyla guguk kuşu olarak bilinen kuş Kürçe pepûg diye adlandırılmış. Rivayete göre bu isim çıkardığı ses ve bu sese yüklenen anlam üzerinden verilmiş. Bir de istenmeyen ve hayret verici bir olay yaşandığında bir nidadır “Pepooo!” Bu ünlemle yaşanan durumun çaresizliğine “vah başıma gelen” anlamında bir gönderme yapılmış olur.

Karların erimesi ile birlikte gelen bahar kokusuna karışır Pepûg kuşunun hüzünlü sesi.

Onun bir ötüş zamanı vardır. Baharın ilk çıkan ve erken kuruyan bitkilerinden olan kenger zamanında duyulur Pepûg kuşunun sesi. Kenger kuruyunca Pepûg’un sesi de kesilir. Bu nedenle olsa gerek ki hikayeleri de iç içe geçmiş. İşte bu zaman diliminde öten Pepûg’un ağzından şu sözlerin sürekli tekrar edilerek döküldüğü rivayet edilir.

“Pepo!
Keko
Kê kuşt?
Min kuşt,
Kê şuşt?
Min şuşt.
Kê weşart?
Min weşart” (*)

(Vah başıma?/Vah kardeşim/ Kim öldürdü?/ Ben öldürdüm/ Kim yıkadı?/ Ben yıkadım./Kim toprağa verdi?/ Ben verdim.)

HE BU TUNE BU

Bu anlatımın hikayesini Elazığ Karakoçan’daki bir köyde dolunay akşamı Seyran teyzeden dinliyoruz. Çocukları, komşuları ile birlikte dinlediğimiz Seyran teyze “He bû tune bû” diyerek başlıyor anadili Kurmanci ile anlatmaya.

“Çok yoksul iki kardeş varmış. Bir gün üvey anneleri bir torbayla bıçak vermiş ellerine. ‘Gidin kenger toplayın’ diyerek dağa göndermiş çocukları. Erkek çocuk çıkardığı kengerleri kız kardeşinin boynundaki torbaya atıyormuş. Bir hayli kenger toplamışlar. Akşama doğru çok yorulmuş, bir yerde oturmuşlar. Fakat bir aksilik varmış, torbada bir tanenin dışında kenger yokmuş. Meğer üvey anne torbanın altını delmiş. Kengerler bir bir dökülmüş.

Kız erkek kardeşine ‘Tüm kengerleri sen yedin’ demiş. Erkek, ‘Vallahi bir taneden fazla yemedim’ demiş. Sonunda da çaresiz kalarak, ne diyeceğini bilememiş artık. Son çare olarak ‘Tamam, inanmıyorsan al bıçağı karnımı deş. Benim yiyip yemediğimi göreceksin’ demiş.

Kız da bunun üzerine erkek kardeşinin karnını deşmiş. Kardeşinin karnında sadece yarım kenger varmış. Bunu görünce nasıl bir kötülük yaptığını anlayıp başlamış ağlamaya. Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan çocuk, bu acı ve vicdan azabıyla Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlamış: ‘Allah’ım beni Pepûg kuşu yap, bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım!’

O gece, çocuğun dileği kabul olmuş. Pepûg kuşu olmuş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konup kardeşi için seslenip durmuş. O gün bu gündür bu çocuk, Pepûg kuşu olarak dağlarda oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar eder dururmuş.  Her bahar mevsimi, kengerin yerden bitmesi ile beraber Pepûg kuşunun acı dolu ötüşü de başlar.”

“PEPUG ÖTMEDEN BEN DE KÖYÜMDE OLURUM”

“Kengerler çıkmaya başladığında Pepûg’da ötmeye başlar ta ki kengerler kuruyana kadar” diyen Seyran Gür, iki kardeşin acıklı hikâyesini anlattıktan sonra kendi kendi hikayesinden bahsediyor. Yıllar yılı köyde hayvanlara bakarak, toprakla uğraşarak yaşamış.  “Eskiden hiçbir iş zor gelmezdi artık yaşlandık” diyor.

“Eskiden çok kalabalıktık. Giderdik yaylaya, köye. Hayvan çoktu. Eskiden toprak çok verimliydi. Ama artık insanlar rahatlığı buldu, şehrin yolunu tutmaya başladı.” diyen Gür bu yıl son kızının da evlenmesiyle birlikte köyü terk edecek. O da artık yazın gelip kışın İstanbul yollarında olacak. Köyüne şimdiden özlem duymaya başlayan Seyran Gür, “Artık ben burada nasıl durayım. Kız da gidiyor. Mecburen ben de çocuklarımın yanına, İstanbul’a gideceğim. Seviyorum burayı. Baharda gelirim. Daha Pepûg ötmeden ben köyüme gelirim” diyor hüzünlü bir gülümsemeyle.

Sevim KAHRAMAN/ELAZIĞ

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak