PİRHA – Huriye Kabayel, Maraş’tan Antep’e, Antep’ten ise Avrupa’ya uzanan sürgün hikayesini anlattı. Kürt, Alevi ve kadın kimliği taşıyıp Avrupa’da yaşam mücadelesi vermenin zorluklarına değinen Kabayel, “Asimilasyon burada da devam ediyor” diye ifade etti. Kabayel, Alevi dergah ve dernekleri altında örgütlenmenin önemine değinerek “Kimliğimi yaşamak bir tercih değil, bir zorunluluk. Çünkü kimliğimi kaybedersem ruhumu kaybederim” dedi.
Demokratik Alevi Federasyonu (FEDA) Eşbaşkanı Huriye Kabayel, Avrupa’daki Alevi Kürt kadınlarının yaşam zorluklarını PİRHA’ya anlattı.
Henüz 6 yaşındayken ailece Maraş’tan Antep’e göç etmek zorunda kaldıklarını belirten Kabayel, Pazarcık İlçesinde başlayan mücadele hikayesinin Avrupa’da nasıl şekillendiğini anlattı.
“HER GÖÇ ETTİĞİN YER, BİRÇOK ŞEYİ SENDEN ALIYOR”
“Çocukluk yaşta göçle tanıştım” diyen FEDA Başkanı Kabayel, ilk olarak büyüdüğü topraklarda maruz kaldığı baskıya işaret etti. Kabayel, hem Alevi hem de Kürt kimliği sebebiyle yaşadıklarını şu cümlelerle paylaştı.
“Köydeki doğal yaşamdan, yani dağlardan, akrabalık ilişkilerinden kopup büyük bir şehre yerleşmek bir çocuk için zor bir değişimdi. Yani hem arkadaşından, hem akrabandan kopuyorsun. Bu bir çocuk için başlı başına travma. Ama maalesef ki biz Aleviler her zaman bu travmalara maruz kalmışız.
Antep’e yerleştiğimizde ilkokula kadar okudum. Büyükşehire yerleştiğimizde tabii ki kimliğimizi ve inancımızı saklamak zorunda kaldık ama aile içerisinde her zaman dilimizi konuştuk, inancımızı yaşadık. Ancak evde Alevisin, Kürtsün ama dışarıda kimliğini saklamak zorunda kalan bir cansın! Bunları o çocukluk yaşta taşımak çok ağır yüktü. İlkokuldan sonra ise üretime dahil oldum; yani okuma fırsatım olmadı. Ekonomik boyutta ailemize yardımcı olmak zorunda kaldık. Şehre adapte olmak, kendi yaşamını idam ettirmek başlı başına zorluktu. Her göç ettiğin yer hem ekonomik, hem kültürel, hem fiziksel boyutta birçok şeyi senden alıyor.
Yani bu süreçte okulda kendimizi saklamak zorunda kaldık. Kimi insanlardan ‘Aleviliği bilmiyoruz’ diye duyuyorum, ancak ailemiz, bu göçlerle beraber yasak olmasına Aleviliğimizi bize yaşattı. Bir şey konuşulmadı ama Alevice yaşadık.
Üretime dahil olup çalışırken de bu sıkıntıları yaşadık. Bir kız çocuğunun çalışması başlı başına bir sorun. Ayrıca hem kendini koruyacaksın, hem çalışacaksın, hem dilini, kültürünü yaşatacaksın… Tabii bu çalışma sürecinde bize sürekli Avrupa’nın ‘kurtuluş’ olduğunu; inançların özgür, kadın haklarının daha çok olduğunu anlatıyorlardı. Çünkü 1980’li yıllardan sonra Maraş’ta fazla kimse kalmadı. Hep Avrupa’ya göç edildi. Tabii ki bu durum halk arasında çok güzel bir şeymiş gibi yansıtmaya çalışıldı. Ben de bu durumdan etkilendim ve Avrupa’ya geldim.”
“AVRUPA’DA KENDİMİZİ NE KADAR KORUDUK, TARTIŞILIR”
1990’lı yıllarda Avrupa’ya göç ettiğini anlatan Huriye Kabayel, “Burası için ‘hayatın başlangıcı mı?’ desem emin değilim. Bunca yıldır adını koyamadım” diye de ekledi. Kabayel, taşıdığı kimliklerle beraber Avrupa’da karşılaştıklarına dair şunları paylaştı:
“Avrupa için hani ‘batı sıcaktır’ denilir ama bana göre batı buz gibi. Avrupa’ya gelip kadın olarak yaşamı idame etmek zor. Hiç dilini, kültürünü bilmediğin, kendi toplumundan çok az tanıdığın insanların içine geliyorsun. Biz Antep’teyken Kürt Alevi topluluğunun yaşadığı bir mahallede oturuyorduk. Yani kimlikler her ne kadar yasaklı da olsa insanlar bir aradaydı, köklerini; inancını, dilini koruyordu. Ama Avrupa gibi bir yerde inancından, kültüründen insanları bulmak ve bu inancı yaşatmak bir nevi çok zor. Benim geldiğim yıllarda dernekler ve cemiyetler vardı. Buralarda çalışıp kendimi korumanın güzel yanlarını gördüm. Ama buna rağmen ne kadar kendimizi koruduk, halen bu tartışılır. Yani şunu gördük; ne Avrupalı olabilmişiz ne de kendi köklerimize dönebilmişiz.”
ÖZGÜRLÜK VAR ANCAK, BİREYLER YALNIZ!
Huriye Kabayel, Türkiye’deki Kürt ve Alevi toplumunun, her alanda asimilasyona maruz kaldığının altını çizerek şöyle devam etti:
“Türkiye’de ne inancımızı yaşayabiliyorduk ne de dilimizi konuşabiliyorduk. Okullar Türkçeydi. Kürtçe okul vardı da biz mi gitmedik? Onun için her ne kadar kendini de korumaya çalışsan da asimilasyon oluyorsun. Şimdi tabii ki şöyle annemin ve babamın kendini koruduğu kadar ben kendimi koruyamadım. Annem bir kelime Türkçe bilmezken ben şimdi kendi dilimden daha çok Türkçeyi kullanıyorum. Bu demek değildir ki ben kendi dilimi bilmiyorum, konuşmuyorum ama otomatikman öğreniyorsun. Çünkü Türkçe okumuşsun. Her yer Türkçe… Hatta deyişlerimiz ve ibadet şeklimiz bile hep Türkçe. Ama şu bir gerçek ki anne ve babalarımızın döneminde ibadetimiz, deyişlerimiz hep Kürtçeydi. Yani mecburiyetten asimile oluyoruz Türkiye’de.”
“YAŞAM ŞARTLARI BİZİM MEMLEKETTEN DAHA AĞIR”
FEDA Eşbaşkanı Huriye Kabayel, Avrupa’da da asimilasyon dayatmasının olduğuna dikkat çekti. Kabayel, özellikle iş yaşamındaki ayrımcılığa değinerek şunları söyledi:
“Buraya geldiğinde Almanca bilmek zorundasın. Yani nasıl ki Türkiye’de Türkçeyi öğreniyor, konuşuyorsun, Avrupa’da da öyle bir asimilasyon var. Yani ‘entegre’ diyorlar! Buraya iltica olarak gelen insanlar için başlı başına bir sorun. Hani her ne kadar deseler ki ‘burada Alevlik serbesttir, özgürdür’ o da tartışılır. Hangi kurumumuz kendi dilinde ibadet etmiş? Çünkü Almanca olması gerekiyor! Çocuklarımızı ve kendimizi burada ne kadar koruyabilmişiz? Kürtçe ile beraber, birçok şeyi de yıkmış oluyoruz. Bunları, korumak gerçekten Avrupa gibi yerde daha da zor. Yani Avrupa’da hem Kürt olmak, hem Alevi olmak, hem kadın olmak kat be kat daha da artıyor. Bunlara bir de ekonomik boyutu da katarsan daha da zorlaşıyor. Avrupa’da kadın haklarından bahsediliyor ancak öyle bir kadın hakkı yok. Her ne kadar kadın aynı diplomayı da alsa ücrete gelince durum farklıdır. Onun için hiç ‘Avrupa’da eşitlik vardır’ denmemeli. Yani Avrupa’ya geldiğin zaman hem dilini bilmiyorsun, hem mesleğin yok, hem de kadınsın; yani bu kadın üçünün birleşiminde yaşamını idame ettirmek çok zor oluyor. En ağır işlerde çalışıyor, en düşük aylığı alıyorsun! Yani artık bu nasıl bir özgürlük oluyor? Bu nasıl bir eşitlik oluyor?
Kendi dilini korumak, buranın dilini bilmemek, mesleğin ve diplomanın olmaması, bununla beraber kendi yaşamını idam ettirmek başlı başına zorluk. Bu çerçevede insanın psikolojisini ayakta tutması bile zor.”
KADIN CİNAYETLERİ AVRUPA’DA DA VAR!
Huriye Kabayel, “Türkiye, kadın cinayetleriyle anılırken Avrupa, kadınlara nasıl bir yaşam sunuyor?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“Kadınlar gerçekten Avrupa’da da özgür değil. Bunun gerçekten tartışılması gerekiyor. Avrupa, kendine her ne kadar ‘kadın hakları ve özgürlükleri var’ da dese de o kadar hakların olmadığı düpedüz ortada. Kadın cinayetleri burada da oluyor. Bir sayı veremeyeceğim ama yakın zamanda 3-4 kadın, eşleri tarafından öldürüldü. Hem de bizim Kürt ve Alevi kadınları, kendi eşleri tarafından öldürüldü!
Avrupa’daki kadın özgürlüğü, kadın mücadelesiyle kazanıldı. Ama biz kadınlar olarak bu mücadeleye ne kadar bağlıyız? Kadının verdiği zorluklar da çok çok fazla. Kadın bir de anne olunca yükü daha da fazlalaşıyor; hem çocuğunu koruyabilmek, hem insanca yetiştirebilmek… Kadın, bir çok kültürün içinde çocuğunu ne kadar koruyabilir, dilini, inancını ne kadar aktarabilir?”
Avrupa’da yaşama tutunma çabasıyla birlikte insani bağların da yok olduğunu söyleyen Huriye Kabayel, bireylerin yabancılaşma haline işaret etti. Avrupa ülkelerinde maddi ve manevi anlamda yaşama tutunmanın çok zor olduğunu söyleyen Kabayel, “Aile olarak yaşama tutunmak gerçekten zor oluyor. Bunları koruyabilmemiz için dergâh ve derneklerimizi sahiplenmek gerekiyor. Eğer dergâh ve dernekler çerçevesinde toparlanmazsak burada kaybolmayla yüz yüze kalıyoruz. Bir sürü yaşanmış olanları da görüyor, duyuyoruz. Onun için tutunabilmek ve birbirimizi anlayabilmek için dergâh ve derneklerimizin etrafında örgütlemek zorundayız” diye belirtti.
“BİZ ALEVİLER DİASPORAYA ÖYLE BİR SÜRGÜN EDİLMİŞİZ Kİ”
Avrupa’da Kürt, Alevi kadın olmayı “bir köprüyü dengelemek” sözleriyle açıklayan Kabayel, “Hem geçmişin yükünü hem de gelecek nesile kendi kültürünü, dilini, yaşamını aktarmak söz konusu. Sadece ana olmak değil de aynı zamanda dilinin, inancının, kültürün taşıyıcısı da olmak gerekiyor. Biz Aleviler diasporaya öyle bir sürgün edilmişiz ki insanların neredeyse aynı mahallede oturmaya bile izinleri olmayabiliyor. Bir yanda kapitalizmin sunduğu şatafatlı koşullar verilirken bir yandan da toplumsal hafızanı siliyor! Bunun için tanıdıklar ile aynı şehirde oturmana izin verilmiyor.
Burada birbirimizin evlerini çok fazla bilmiyoruz ama dergahlarımız, derneklerimiz altında etkinlikler oluyor. Bu etkinlikler düzeyinde insanlar birbirleriyle haberleşiyor. Bu çerçeve altında bir araya gelip kendimizi yaşatmalıyız. Anca böyle kendimizi koruyabiliriz. Aksi halde yok olmayla yüz yüzeyiz.
Benim hikayem Maraş’tan Antep’e, Antep’ten Avrupa’ya kadar uzanan bir yolculuk. Bu yolculuk bana şunu öğretti; kimliğimi yaşamak, bir tercih değil, bir zorunluluk. Çünkü kimliğimi kaybedersem ruhumu kaybederim.”
Eren GÜVEN/İSTANBUL
Yoruma kapalı.