PİRHA- 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası nedeniyle bir açıklama yapan İHD Mersin Şubesi, İnsan haklarıyla insandır. Küresel salgın ve olağanüstü hal koşullarında insan hakları nefes aldırır” dedi.
Haberin videosu;
İnsan Hakları Derneği Mersin Şubesi, 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası nedeniyle bir açıklama yaptı.
Açıklamada, “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 72. yılındayız” denilerek İnsan hakları Evrensel Bildirgesi’nin 10 Aralık 1948 günü Fransa’nın Başkenti Paris’te toplanan BM Genel Kurulu’nda kabul ve ilan edildiği hatırlatıldı.
Türkiye’nin, Evrensel Bildirge’yi, 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete’de yayınlayarak yürürlüğe koyduğunu belirten dernek, şunları kaydetti:
“Küresel salgının daha da derinleştirdiği kriz hali, maalesef Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır. Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Bu durum/süreç, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ilkesinin terk edilmesine, böylece hem hukukun hem de kurumların baskıcı rejimin birer “aracı” haline getirilerek keyfiyetin ve bilhassa da belirsizliğin kamusal alana hakim kılınmasına yol açmıştır. Rejim, salgının olağanüstü niteliği ile OHAL’i birbiriyle ilişkilendirerek erkini daha da merkezileştirip toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırmaya çalışmaktadır.
“MİLYONLARCA İNSAN AÇLIĞA MAHKUM EDİLDİ”
OHAL ilanıyla birlikte siyasal iktidarın düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları, özellikle de basın üzerindeki kaygı verici boyutta artan baskı ve kontrolü 2020 yılında da sürmüştür. Türkiye’de ifade özgürlüğünün kullanımı siyasi, sanatsal, ticari, akademik, dini ve ahlaki hemen her ifade biçimi bakımından sorunlu olmakla birlikte kısıtlama ve ihlaller asli olarak siyasal nitelikli eleştirilere yöneliktir.
Türkiye, son kırk yılın en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Covid-19 salgını ile birlikte bu tablo daha vahim bir görünüm kazanmıştır. Bugün ülkede hem biyolojik hem de sosyal yaşamını sürdürülebilmesi için salgın koşullarında çalışmak zorunda olan milyonlarca insan bulunmaktadır. Yıl içinde yaşanan iş cinayetlerinin toplam sayısı içinde, tüm tespit zorluklarına karşın, Covid-19 nedeniyle yaşamını yitiren işçilerin sayısı azımsanmayacak bir orandadır. Getirilen yasaklar ile milyonlarca insan evlerinde açlığa mahkum edilmiştir. İşsizlik ve yoksulluk en çok kadınları, çocukları ve mültecileri etkilemiştir.
“MÜLTECİLER NEFRET SÖYLEMLERİNE MARUZ KALIYOR”
Artık Türkiye toplumunun bir parçası, asli unsuru haline gelen mülteciler, her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye maruz kalıyorlar. 2020 yılında da yine kolluk güçlerinin yanı sıra sivil insanların da ırkçı ve nefret içerikli şiddetine maruz kalan mülteciler yaşamlarını yitirdiler. İnsan kaçakçıları tarafından para uğruna kandırılıp ölüme sürüklendiler. Salgının fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik tüm sonuçlarını en ağır bir şekilde yaşayan mülteciler, ne yazık ki toplumumuz açısından görmezden gelinen, hatta gözden çıkarılan hayatlar oldular.
“COVİD-19 MESLEK HASTALIĞI OLARAK KABUL EDİLMELİ”
Bugün, burada en başından beri salgını kontrol altına almak ve halkın sağlığını korumak için olağanüstü bir çaba harcayan ve gerekli önlemlerin yeterince alınmaması sonucu yaşamını yitiren sağlık çalışanlarını özellikle anmak isteriz. Sağlık çalışanlarının Covid-19’un iş kazası ve meslek hastalığı olarak kabul edilmesi talebi derhal kabul edilip yasalaşmalıdır.
Devletlerin ve hükümetlerin insan haklarına yönelik saygısının doğrudan belirleyici göstergesi hapishanelerdir. Yani bir ülkenin insan haklarının gelişmişliğinin doğrudan ölçütü ve mukayese aracı hapishaneleridir. Türkiye’de siyasal iktidarın hukuku, bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanması sonucunda maalesef hapishaneler tıka basa dolu durumdadır. Hapishaneler yaşam hakkı ihlalinden işkenceye ve sağlık hakkına erişime kadar ağır ve ciddi ihlallerinin yaşandığı yerlerdir. Covid-19 salgını açısından en riskli yerlerin başında hapishaneler gelmektedir. Salgın gerekçe gösterilerek mahpusların zaten kısıtlanmış olan hakları daha da kısıtlanarak yeni bir “normal” yaratılmak istenmektedir. Salgının ulaştığı boyut göz önüne alındığında yeni kayıplar ve hak ihlalleri yaşanmadan derhal söz konusu otoritelerin uyarı ve çağrılarına uygun yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
“ÜLKENİN TAMAMI İŞKENCEHANE HALİNE GELDİ”
Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel hukuk normlarına göre işkence mutlak olarak yasaklanmış ve insanlığa karşı bir suç olarak vasıflandırılmıştır. Bu doğrultuda T.C. Anayasası ve yasalarında işkence ve kötü muamele yasağı güvence altına alınmasına rağmen işkence olgusu 2020 yılında da Türkiye’nin başat insan hakları sorunu olmuştur. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde ülkenin tamamı işkencehane haline gelmiştir.
Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaçırma/kaybetme vakaları OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden artmaya başlamıştır. İnsanları kaçırma/kaybetme vakalarının, sonuna doğru geldiğimiz 2020’de hala devam ediyor olmasını son derece endişe verici buluyoruz.
“ERKEK ŞİDDETİ ARTARAK DEVAM ETTİ”
2020 yılında kadına yönelik erkek şiddeti de maalesef artarak devam etti. Buna karşın siyasal iktidar, “Türk aile yapısını bozduğu”, “eşcinselliğe yasal zemin hazırladığı” vb. gerekçeler ile kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen İstanbul Sözleşmesi’ni hedef haline getirdi.
Türkiye’de yurttaşlar, toplu olarak bir araya gelip eyleyemedikleri ve düşüncelerini açıklayamadıkları için örgütlenme özgürlüklerini de kullanamamakta, müşterek geleceklerini şekillendirmek üzere sivil ve kamusal alana örgütlü olarak katılamamaktadır. 2020 yılında insan hakları örgütlerinin, dernek, vakıf, emek ve meslek örgütleri ile siyasi partilerin, özellikle HDP’nin çok sayıda üye ve yöneticisi gözaltına alınmış, tutuklanmış, haklarında açılan davalar ile üzerlerinde baskı oluşturulmaya çalışılmıştır. Belediye eşbaşkanları, belediye meclis üyeleri görevden alınmış, yerlerine kayyım atanmıştır. Dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekilleri tutuklanmış, siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin binalarına saldırılar olmuştur.
KÜRT SORUNU
Kürt sorunu, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en temel engellerden biri olarak varlığını korumaktadır. Sorunun barışçıl, demokratik ve adil çözümüne yönelik esas olarak iktidar tarafından içtenlikli, bütünlüklü adımların atılmaması, yanı sıra Ortadoğu’daki gelişmelerin de etkisi ile 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinin hemen ardından başlayan silahlı çatışma ortamı halen sürmekte ve başta yaşam hakkı olmak üzere ağır ve ciddi insan hakları ihlallerine yol açmaktadır.
“TECRİT SONA ERMELİ”
Hak savunucuları olarak bizler, Kürt sorununun her zaman demokratik, barışçıl ve adil çözümünü savunduk. Bunda ısrarlıyız. O nedenle, çatışmaların hemen durmasını istiyoruz. Çatışmasızlık ortamının tesisi ile birlikte çatışmasızlık halinin yaşanan olumsuzluklarından da hareketle tahkim edilmiş bir hale getirilerek güçlendirilmesi, izlenmesi ve toplumsal barışın sağlanabilmesi için tüm tarafların içtenlikli, etkin programlar geliştirmesi gerekmektedir. Bu bağlamda yeni barış sürecinin inşası için Selahattin Demirtaş şahsında seçilmiş Kürt siyasetçilerin siyasi rehine durumuna son verilmeli, siyasi mahpusların derhal tahliye edilmesi sağlanmalı, İmralı hapishanesi üzerindeki tecrit sona erdirilmelidir.
2020’nin son çeyreği biterken siyasi iktidarın ortaya attığı insan hakları ve yargı alanında reform söylemleri ise bu tablo altında gerçekleşebilecek bir vaat olarak görülmemektedir. Gerçekten bir reform yapılmak isteniyorsa kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı yeni ve demokratik bir anayasanın yapılması ve geçmişle yüzleşmeyi sağlayacak gerçek bir çatışma çözüm sürecine girilmesi bir zorunluluktur. Bu adımlar atılmadan yapılacak şey reform değil, ancak uluslararası taleplere cevaben yapılan bir vitrin düzenlemesi olur.
“İNSAN HAKLARIYLA İNSANDIR”
Son söz olarak; var oluş nedenleri hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak olan İHD 34 ve TİHV 30 yaşındadır. Kardeş kuruluşlar olarak bizler, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm zorluklara karşın ihlalleri belgeleyip, raporlayarak görünür kılmaya, böylelikle önlemeye, cezasızlıkla mücadele etmeye ve insan haklarına saygıyı yükseltmeye devam edeceğiz.
İHD 34 yıldır, TİHV 30 yıldır ateşin düştüğü yerde…
Görüyoruz, susmuyoruz, mücadele ediyoruz…
İnsan haklarıyla insandır…
Küresel salgın ve olağanüstü hal koşullarında insan hakları nefes aldırır.”
PİRHA/ MERSİN
Yoruma kapalı.