Alevi Haber Ajansi

HDP Eş Genel Başkanı Kemalbay PİRHA’ya konuştu: Biz bu karanlığı dağıtacağız!-VİDEO

PİRHA- HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, gündeme dair PİRHA’nın sorularını yanıtladı. AKP iktidarının Türkiye’yi kaosun içine sürüklediğini ifade eden Kemalbay, “Biz bu karanlığa karşı halkların umuduyuz. Mutlaka bir yol, bir çözüm ve çareyi el birliğiyle bulacağız ve bu karanlığı dağıtacağız” diye konuştu. 

Röportajın Videosu

HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, PİRHA’nın sorularını yanıtladı. Son günlerde toplumda infial yaratan Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine ırkçı saldırıya ilişkin, “Devletin göz yumması olmadan, devletin parmağı olmadan bu tür provokasyonlar gerçekleşemez bunu biliyoruz. Sivas’tan biliyoruz. Çorum’dan, Maraş’tan biliyoruz” dedi.

Türkiye’de siyasal İslam içerikli bir devlet inşa edildiğini belirten Kemalbay, toplumun yarattığı bütün değerlerin iktidar tarafından yağmalandığını vurguladı.

Basının OHAL kararnameleriyle susturulmasına ilişkin sorumuzu yanıtlayan Kemalbay, “Herkes bir medyadır. Herkes sesini, sözünü söyleyebilir, ulaştırabilir. ‘Bu hepimizin artık sorumluluğu olmuştur’ deyip bulunduğumuz yerden sosyal medya mecralarını daha çok kullanarak bunu hayata geçirmeye çalışıyoruz” dedi.

AKP iktidarının Tükiye’yi kaosun içine sürüklediğini ifade eden HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, “Biz bu karanlığa karşı halkların umuduyuz.   Mutlaka bir yol, bir çözüm ve çareyi el birliğiyle bulacağız ve bu karanlığı dağıtacağız” diye konuştu.

İşte HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay ile yaptığımız röportaj…

“DEVLETİN PARMAĞI OLMADAN BU TÜR PROVOKASYONLAR GERÇEKLEŞEMEZ”

Geçtiğimiz günlerde Aysel Tuluk’un annesi hayatını kaybetti. Ankara’da toprağa verilirken ırkçı saldırılara maruz kalındı. Taşlı sopalı saldırıda bulundu ırkçılar. Cenaze tekrar mezardan çıkartılmak zorunda kalındı. Bu saldırı toplumda müthiş bir infial yarattı. Siz de cenazeye katılmıştınız. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Ben de oradaydım. Belki de insanlık tarihinin en önemli utanç anlarından bir tanesiydi. Çünkü Hatun anneyi yattığı yerden çıkartmak durumunda kaldık. Bir küçük gruptular. Öfkeyle saldırgan bir şekilde içeriye geldiler ve ‘Burada Aleviler, Kürtler, Ermeniler defnedilemez. Burası Ermeni toprağı değil’ diyerek başlayan daha sonra tekbir sesleriyle yükselen bir saldırıya maruz kaldık orada. Yaşanan bu saldırının temelinde yatan aslında son 15 yıldır AKP saray iktidarının yarattığı o kutuplaştırmacı politikalar, insanları birbirinden uzaklaştıran, inançlarıyla, kimlikleriyle, kültürleriyle birbirine karşı kışkırtan bir siyasi iklim var. Bu siyasi iklimin aslında ne kadar büyük bir tehlike yarattığını, toplumda aslında büyük bir dinamit görevi gördüğünü biz önceki gün Hatun annenin cenazesinde gördük. Evinin karşısındaki mezarlığa gömülmek istiyor. Kendi vasiyeti ve buna karşılık da böyle bir şeyle karşı karşıya kaldık.

“MÜNFERİT BİR OLAY DEĞİL”

Bu münferit bir olay değil. Türkiye tarihinde de buna benzer pek çok olay var. Devletin göz yumması olmadan, devletin parmağı olmadan bu tür provokasyonlar gerçekleşemez bunu biliyoruz. Sivas’tan biliyoruz. Çorum’dan, Maraş’tan biliyoruz. Pek çok buna benzer katliam, saldırı ve provokasyon yaşadı bu ülke. Bu da onlardan bir tanesiydi. Arkasından gelen büyük bir infial oldu. Toplum duyarlı davrandı, insanlık ayaklandı. Bunun üzerine de bu sefer hükümet sanki sahip çıkıyormuş gibi bir hava içerisinde. Bunun kesinlikle doğru kavranması gerekiyor. Hükümetin sadece örtbas etme, geçiştirme eylemidir bu. Bu topluma çok büyük bir kötülük yapmak istiyorlar. Bu toplumu kutuplaştırmak, birbirinden ayrıştırmak, bölmek istiyorlar. Buna karşılık biz kardeşçe bir arada yaşamayı hala savunmaya devam edeceğiz. İnsanların barış içinde yaşaması kadar barış içinde mezarında uyuması da yatması da önemli bu topraklarda. Ermeni mezarlıklarına nasıl saldırıldığını, nasıl bakımsız bırakıldığını biz görüyoruz. Azınlıklara yönelik onların inanç mekanlarına yönelik nasıl davranıldığını biliyoruz. Alevi toplumuna nasıl yaklaşıldığını, Alevi inanç kurumlarına nasıl yaklaşıldığını görüyoruz. Bütün bunların bir göstergesi, fotoğrafı oldu. Buna karşılık biz yine birlikte, ortak bir yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Halkları birbirine düşürmeye çalışan bu politikalara karşı el birliğiyle mücadelemizi sürdüreceğiz.

“SİYASAL İSLAM İÇERİKLİ YENİ DEVLET İNŞA EDİLİYOR”

Türkiye’de 15 yıldır AKP iktidarda. Bu 15 yılda çok şey yaşandı, çok şey değişti.  Türkiye’nin içinde bulunduğu şu andaki genel siyasi gidişatını, OHAL kararnameleriyle ülkenin yönetilmesini nasıl değerlendirirsiniz?  Türkiye nasıl bir rotaya giriyor?  

Türkiye’de önemli noktalar, kırılma noktaları hep olmuştur. Diyelim ki 50’ler, 60’lar, 70’ler, 80’ler. Hep darbe süreçleriyle biz bu kırılma noktalarını yaşadık. Güç kaymaları olmuştur. Ekonomik sistemde yeni dönüşümler olmuştur. Dünya küresel sisteminin Türkiye’deki yansımalarıyla birlikte Türkiye’de halkların, işçi sınıfının, emekçilerin ayaklanmasıyla, başkaldırısıyla karşı karşıya kaldıklarında egemenlerin orada zor kullanarak, darbe süreçleriyle müdahale ettiğine biz hep tanık olduk. Şimdi de aslında benzer bir süreçle karşı karşıyayız. Belki diyebiliriz ki bu dördüncü bir kırılma noktasıdır ve bu kırılma noktasının da temelinde yatan şey Türkiye’nin demokratikleşme sorunudur. Gittik, geldik, dolaştık şimdiye kadar barış süreci denildi, başka şeyler denildi. Ama en son gelinen noktada yine Türkiye egemenleri statüko anlayışı etrafında yeni bir statüko yaratarak Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümünün üstünü örtmek istiyorlar. Halkların birlikte yaşama olanaklarını dinamitlemek istiyorlar. Buna karşı bizlerin, demokrasi güçlerinin bir tutum sergilemesi gerekiyor. Aslında bizim bir karar vermemiz gerekiyor artık. Farklı düşünen kesimlerin AKP saray rejiminin kurmak istediği yeni devlete karşı ki bu yeni devleti tarif edersek siyasal İslam içerikli, yani kendi ideolojik yapısını buradan temellendirmeye çalışan, kendi ekonomik yapısını neoliberal, talancı, yağmacı bir şekilde kurumsallaştırmaya çalışan bir militarist devlettir bu.

“TÜRKİYE TOPLUMUNUN YARATTIĞI BÜTÜN DEĞERLER YAĞMALANIYOR”

Din soslu bir devlet mi bu? 

Din sosludur. Siyasal İslamı araçsallaştırarak daha doğrusu inancı araçsallaştırarak, militarizmi en etkin bir şekilde politika aracı kılarak, cinsiyetçi yapısını muhafaza ederek ve cinsiyetçiliği daha da ileriye götürerek toplumu bu anlamıyla geriye, özellikle kadınların kazanımlarını geriye götürerek yeni devlet sistemi inşa edilmek isteniyor. Bu yeni devlet sisteminin ekonomik yapısı da neoliberal sistemdir. Bu ekonomik yapı oldukça keyfileşmiş, tamamen yağmaya, talana, iştihatçı politikalara bağımlı hale gelmiş bir yapıdır. Türkiye’nin şimdiye kadar üretime dayalı ekonomisinin de dışında bir ekonomiye kendisini dayandırmaya çalışıyor. Hem ideolojik temeli açısından hem de ekonomi temeli açısından oldukça zayıf argümanlara dayanıyor. Çünkü bir ekonomik temelini aslında oluşturamıyor. Onun için varlık fonları kurmaya çalışıyor. Türkiye toplumunun bugüne kadar yarattığı bütün değerleri yağmalamaya çalışıyor, özelleştirmeye çalışıyor. Kamu birikimlerini özelleştirerek ekonomik birikimini sağlamaya çalışıyor ya da doğayı talan ederek, insan emeğini talan ederek, yağmalayarak bu birikimi yaratmaya çalışıyor. Ama bu da zayıf bir temeldir. O yüzden büyük de bir sancı da yaşıyor. Yani öyle kolay bir şekilde yeni devlet inşa edebilmesi de mümkün görünmüyor.  Bu ancak kendi kendine ortadan kalkabilecek bir sorun değil. Türkiye ezilenleri açısından, halkları açısından. O yüzden de demokrasi güçlerinin, emek güçlerinin ve demokrasi dinamiklerinin bir eksen etrafında, bir program etrafında yan yana mücadelesini de gerekli kılıyor.

HDP’de Halklar ve İnançlar Komisyonu var. Neden böyle bir komisyona ihtiyaç duyuldu?

Bu olmazsa olmaz bir şey. Çünkü bütün toplumsal kesimlerin kendi sorunlarını kendileri tanımlamalılar ve tarif etmeliler. O kimliğe, kültüre, inanca ifade ettikleri talepler etrafında partilerin, siyasetin çözüm üretmesi gerekiyor ve kendi politik yol haritasını buna göre çizmesi gerekiyor. Biz de inanç komisyonunu  kendi sözünü ve taleplerini oluşturan bu kesimlerle ilişkimizi geliştirmek için kurduk. Aynı zamanda bütün inançların ve kimliklerin kardeşçe bir arada olduklarını ve birbiriyle diyalog içerisinde olmaları gerektiğini düşünüyoruz. Bu açıdan da birbirine yaklaşan, birbirini aynı masa etrafında oturarak dayanışan, empati kuran bir yönelimin de olmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. İnançlar komisyonunda her inançtan farklı farklı inançlardan üyelerimiz bir araya geliyorlar ve birlikte çalışıyorlar.

“ERDOĞAN’IN TALİMAT VERMEDİĞİ HİÇ BİR ŞEY GERÇEKLEŞMİYOR”

Türkiye’de pek çok hak ihlali yaşanıyor. İnsan hakkı ihlali yaşanıyor ve IŞİD bombalarıyla binlerce insan katlediliyor. Bölgede Kürt illerinde insanlar öldürüldü. Bodrum katlarında yakıldı. Bütün bunlar ülkede yaşanırken Arakan meselesi gündeme geldi geçtiğimiz haftalarda özellikle. Buraya hükümet ve yandaşları hatta Cumhurbaşkanı’nın eşi çok ilgi gösterdi oralara kadar gittiler. Peki neden Türkiye’de olup bitenlere bu kadar gözler, kulaklar kapalı. Bu durumu siz nasıl okuyorsunuz?

Tam da sizin söylediğiniz gibi aslında. Arakan’da yaşanan oradaki Müslüman halk Müslüman olsun başka inançtan olsun insan. İnsanlığa yapılan bir saldırı var, katliam var, zorla yerinden edilme var, kıyım var. Aynısı bu coğrafyada hemen yanı başımızda çok yakın; her gün de yaşıyoruz yani. Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, Şırnak’ta yaşadık yaklaşık bir buçuk, iki yıl oluyor. Aynı zamanda bugün SİHA’larla insanlar, siviller öldürülüyor. Her gün bir katliamla karşı karşıyayız. Bu çifte standart aslında başkalarının acısı üzerinden politika yapmaktan kaynaklanıyor ve yine kutuplaştırıcı politikaya bu acıları alet etmekten kaynaklanıyor. ‘Arakan’daki Müslüman halkın acısına derman olmaya gidiyorum’ diyerek aslında buradaki günahlarını, suçlarını buradaki katliamlarını görünmez kılmaya çalışıyorlar. Ama tabi ki günümüz dünyasında gizleyebilme, kamufle edebilme şansları yok. Ne kadar medyaya ambargo koysalar da ne kadar bu ülkenin halklardan yana politika yapan siyasetçilerini rehin alıp hapishanelerr tıksalar da ne kadar seçilmiş belediyelere kayyumlar atayıp oralarda hayatı tamamen abluka altına alsalar da yine de bu gerçekliği gizleyemiyorlar, gizleyemeyecekler. O yüzden soruluyor kendilerine. ‘Yani Arakan’a bu kadar ilginiz var da peki Hakkari’deki silahlı insansız hava araçlarıyla öldürülen köylüleri niye inkar ediyorsunuz?’ bu soruyu onlara açıkça sormak gerekiyor. Şapatan’da köylülere işkence yapılıyor köy meydanında toplanarak. kadınlar taciz ediliyor, çocuklar taciz ediliyor, insanlık ayaklar altına alınıyor. Bunu yapan zaten iktidarın kendisi. Bunun emrini veren Erdoğan’ın kendisi. ‘kadın da olsa, çocuk da olsa gözünün yaşına bakmayacağız’ diyen kişi Erdoğan’dır. Erdoğan’ın bugün talimat vermediği hiçbir şey bu coğrafyada olmuyor, gerçekleşmiyor. Çünkü biz şu anda fiilen bir tek adam rejimini yaşıyoruz, tek adam sistemini yaşıyoruz. Yine SİHA’lara baktığımız zaman SİHA’lar bir teknoloji harikası olarak ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Kaynının arabasını anlatır gibi işte şöyle önemli, şöyle güzel, böyle güzel. İşte şöyle güzel ve şöyle bir mucize alet diye silah diye tanıtılan şey bir masanın başında bir kişinin düğmeye basmasıyla köyünde çeşmenin başında oturup arkadaşlarıyla, akrabalarıyla mola veren, su içen, karpuz ekmeğini yiyen köylüyü öldüren bir araçtır, silahtır. Biliyorsunuz SİHA’ların öldürdüğü Hakkari’deki bu olayda çok kısa bir süre önce Hakkari’den çıkan dört kişi aynı zamanda bir arama noktasından geçmiş insanlardır. Herkes bunun sivil olduğunu biliyor fakat her gün Erdoğan’dan başlayan başbakana kadar, adalet bakanına kadar, cumhurbaşkanı sözcüsüne kadar herkes tam ada bunun tersini ifade ediyor. İşte Arakan’a öyle yaklaşılıyor, Türkiye coğrafyasındaki katliama da böyle yaklaşılıyor. Çünkü o katliamın faili devlettir, faili bellidir.

“ARTIK HERKES BİR MEDYADIR”

OHAL kararnameleriyle ülke yönetilmeye başladığından beri medya da susturuldu. Alevilerin sesi Tv10, ile Yol Tv, İMC Tv, Hayatın Sesi Tv var. Bu kanallar kapatıldılar. Siz nasıl etkilendiniz bu medyasızlıktan? Kendinizi nasıl anlatıyorsunuz?

Zaman zaman bize şöyle sorular oluyor:  ‘Ne yapıyorsunuz? Göremiyoruz.” Bu kadar sorun oluyor.’ Biz de bu mecraların bize kapatılmasından kaynaklı olarak ulaşamama sorunu yaşıyoruz. Örneğin biraz önce anlattığımız Şapatan’da olsun, Hakkari’deki bu SİHA katliamında olsun heyetlerimiz oluşturuldu hızlı bir şekilde ve raporlamaya gidildi. Daha sonra basın açıklaması yapıldı ve o basın açıklamalarıyla kamuoyuna duyurulmaya çalışıldı. Bütün bu çabalar sonucunda biz sesimizi geniş kesimlere ulaştıramadık. Ama CHP’den bir siyasetçi bir tweet attı ve o olay en geniş çevreye ulaşmış oldu. Çünkü medya onlara henüz o kadar kapatılmış değil. Dolayısıyla biz bu sıkıntıları yaşıyoruz. Özellikle Tv10’un kapatılması, Alevi yayınlarının kapatılması yine Kürdistani programlar yapan yayınların kapatılması demokratik kitle örgütleriyle temasları güçlü demokrasi dinamiği olan basının, medyanın, gerçeği halka ulaştıran, halkın haber alma hakkını savunan ve bunu gerçekleştirenlerin tutuklanması, rehin alınması bütün bunlar gerçekten olumsuz etkiliyor. Fakat biz bu ablukayı, ambargoyu aşmak için sizlerin de sayesinde özellikle herkes bir medyadır. Herkes sesini, sözünü söyleyebilir, ulaştırabilir. ‘Bu hepimizin artık sorumluluğu olmuştur’ deyip bulunduğumuz yerden sosyal medya mecralarını daha çok kullanarak bunu hayata geçirmeye çalışıyoruz. O açıdan buradan sizin aracılığınızla onu da hatırlatmış olalım gerçekten kim yüreğinde insanlık taşıyorsa o aslında artık medyadır. Öğrendiğimiz, bildiğimizi, gördüğümüz her şeyi bir başkasına aktaralım. Haber alma hakkı kısıtlanan, engellenen hatta elinden alınan topluma bu gerçekleri taşıyalım istiyoruz.

“TÜRKİYE’Yİ KAOSUN İÇİNE SÜRÜKLEYEN BİR İKTİDAR VAR”

Epey bir zamandır HDP eş genel başkanları tutuklandı. Belediyelere kayyumlar atandı. AKP iktidarı ne yapamaya çalıştı, neden tutukladı vekilleri ve belediye başkanlarını?

7 Haziran’da biz aslında AKP iktidarını indirdik iktidardan. Bir ara boşluk oldu biliyorsunuz. Dedi ki Erdoğan ‘Ben Türkiye’nin bekasını tehlikede gördüğüm için seçim sonuçlarını iptal ettim ve yeni bir seçime ülkeyi götürdüm.’ Aslında bu özet. Yaşanan şey siyaseten iktidar olamayanların bir darbe gerçekleştirmeleri. 400’ü verin bu iş sulh içinde hallolsun dedikleri şey olmadığı için, o Türkiye’nin barış sürecini ortadan kaldıran, Dolmabahçe Deklerasyonu’nu ve masasını deviren ve Türkiye’yi büyük bir kaosa ve savaş ortamına sürükleyen bir iktidarla karşı karşıya kaldık. Aslında hem dışardaki politikaları açısından hem de içerideki politikaları açısından bölgede saldırgan, Osmanlıcılığa özenen, yayılmacı bir politika  izledi. İçeride de tam bir diktatörlük politikası izledi. Bunları yaparken de araç olarak çatışmayı ve şiddeti kullandı. Bunun için IŞİD ile kurulan ilişkiler devreye sokuldu. Suruç katliamından başlayan 10 Ekim Barış Emek Demokrasi Mitingi’nin katledilmesiyle devam eden süreçler. Hatta onun da biraz öncesinde iktidarını kaybedeceğini anladığında 5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır mitingine de bir bombalı saldırı gerçekleşmişti. Şimdi bu bombalı saldırılar IŞİD saldırılarına baktığımız zaman bütün IŞİD saldırılarının birbiriyle bağlantılı olduğunu da görüyoruz. Bunun engellenmediğini, önlem alınmadığını ve cezasızlık politikasının da hayata geçirildiğini görüyoruz.

“BU KARANLIĞI MUTLAKA DAĞITACAĞIZ”

Bugün bizim eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz mahkemeye duruşmaya getirilirken kelepçelenmeye çalışılırken, IŞİD canilerinin, çetelerinin ellerini kollarını sallayarak mahkemelere getirildiklerini ya da salıverdiklerini görüyoruz. Bizim arkadaşlarımız, seçilmişlerimiz, belediye eş başkanlarımız ve belediye başkanlarımız, milletvekillerimiz tutuklu yargılanırken hiçbir hukuka dayanmayan, iddianamelerle fezlekelere dayandırılarak rehin alınmışken, bu insanlar çıkıp gidebiliyorlar. Ayhan Bilgen biliyorsunuz serbest bırakıldı 7 ay rehin alındıktan sonra şimdi Ayhan Bilgen’e tekrar itiraz etmiş savcılık. Biz 5 Haziran’daki saldırıyı gerçekleştirdiği neredeyse kesin olan sanığa verilen tahliyeye itiraz etiğimizde ‘Hayır siz itiraz edemezsiniz.’ demişlerdi. Yani böyle çifte standartların olduğu, cezasızlıkla kayırmanın da gerçekleştirdiği bir savaş politikası, çatışma şiddet politikası gerçekleştiriliyor. Çünkü iktidarını kaybettiği için iktidarını artık bu şekilde sürdürebilir. OHAL ile ve KHK’lerle ilelebet bu ülkeyi yönetmek istiyor. Onun için de bu kadar saldırgan, bu kadar operasyon yapıyor. O yüzden bizim milletvekillerimizi tutukladı. Belediyelere kayyum atadı, belediye eş başkanlarımızı tutukladı. Demokratik siyaseti tasfiye ederek ayakta kalmaya çalışıyor. Elinde sadece silahlar kaldı, zor kaldı, kendisine bağladığı yargı var. Yani saraydan yönetilen yargıyla, saraydan tuşuna bastığı SİHA’larla, saraydan emirler yağdırdığı ordusuyla, polisiyle, özel harekatıyla ve paramiliter güçleriyle tıpkı bizim Hatun annenin cenazesinde karşılaştığımız şekilde paramiliter güçlerle de böyle bir gerçekten karanlık bir ülke yarattı. Fakat umudumuzu asla kaybetmiyoruz. Biz bu karanlığa karşı halkların umuduyuz. Bütün demokrasi güçleri 16 Nisan’da bunu gösterdiler. Bu halkın itiraz etiğini, kendisine dayatılan faşist iktidarı kabul etmediğini gösterdi. Mutlaka bir yol, bir çözüm ve çareyi el birliğiyle bulacağız ve bu karanlığı dağıtacağız.

“5 BİN PARTİLİMİZ HAPİSTE”

Ülkede bunca hak ihlali yaşanıyor. İşsizlik var, ekonomi kötüye gidiyor. Pek çok kötülükler yaşanıyor. Ama yeterince ‘muhalefet edilemiyor’ diye toplumda bir eleştiri de var; hem HDP’ye hem CHP’ye yönelik. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Tabi daha güçlü bir muhalefete ve aslında demokrasi mücadelesine ihtiyacımızı var. Bunu el birliğiyle yaratmamız gerekiyor. Bunun önündeki engeller nedir? Aslında bu soruyu herkes kendisine sormalı ve dürüstçe cevap vermeliyiz. Eğer bu cevabı dürüstçe verebilirsek o zaman herkes demokrasi mücadelesinde ve muhalefet dediğimiz mücadele içerisindeki eksiklik tamamlanabilir. Sadece partilere yönelik olarak düşünemeyiz. Partilerin kurumsal yapıları evet burada sorumluluk sahibidir ama bizler de sorumluluk sahibiyiz. Eğer kurumsal yapılar bazı konuları aşamıyorsa, tıkanmışsa, kireçlenmişse, donup kalmışa o zaman halk bu birlikteliği, bu muhalefet etme ve mücadele etme dinamiklerini kendisi yaratır, yaratacaktır. Bugün işsizlik rakamları açıklandı %10.2 ki bu resmi rakamlar. TÜİK’in kozmetik rakamları. Çok daha yüksek olduğunu biliyoruz işsizlik rakamlarının ve özellikle çalışma yaşamının çok büyük acılar yaşadığını, iş cinayetleriyle ve güvencesizlikle baş etmeye çalıştığını biliyoruz. Dolayısıyla biz hem çalıştığımız yerden, yaşadığımız alanlardan, inanç ve kimlikle ilgili yaşadığımız sorunlardan, en temel demokratik sorunlardan hareket ederek içinde bulunduğumuz siyasi yapıları, oy verdiğimiz yapıları zorlamamız gerekiyor. Siyasete katılmamız gerekiyor. Siyasete katılımı engelleyen, bunun için korku kültürü yaratan bir iktidarla karşı karşıyayız. O yüzden bizim 5 bin üyemiz, partilimiz bugün içeride. Sevgili eş başkanlarımız, milletvekillerimiz bugün rehin alınmış durumda. O yüzden herkes muhalefeti eksik görüyorsa, aslında sadece muhalefeti değil mücadeleyi güçlendirecek inisiyatif almalı. Bu inisiyatif hepimizde diye düşünüyorum.

“15 TEMMUZ ARTIK SARAY DARBESİDİR”

CHP ile bir ittifak düşünülür mü gelecek seçim için? Bu kapsamda görüşmeler yapılıyor mu?

Şimdi biz 16 Nisan referandumunu yaşadık. Nasıl yaşadığımızı hepimiz biliyoruz. 16 Nisan meşru olmayan bir referandumdu ve orada kabul edildiği iddia edilen anayasa, toplum anayasası değildir, tek adam anayasasıdır.  15 Temmuz darbesine darbe girişimi diyoruz ama aslında bir darbe gerçekleşti. AKP saray darbesi açık bir şekilde gerçekleşti. 15 Temmuz’u artık böyle anmak gerekiyor. Bu darbeye dayanarak gerçekleşen bir referandum ve iktidar ile karşı karşıyayız. Eğer biz bir seçme gideceksek o zaman eşit koşularda seçim olur değil mi? Demokratik koşullarda olur. Dengenin ve denetimin olduğu koşularda olur. Parlamentonun işlevli olduğu, yasama, yürütme, yargının rollerini oynadığı bir ortamda seçime gidilir. Ama biz bunların tek elde toplandığını parlamentoya da bir darbe yapılarak parlamentonun da işlevsizleştirildiğini görüyoruz.

“GEÇMİŞTEKİ GİBİ BİR SEÇİM TABLOSU YOK, TOPLUM SÖZLEŞMESİ YAPMAMIZ GEREKİYOR”

Bu koşullarda seçim ittifaklarıyla olabilecek, bir çözüm üretebileceğimiz, geçmişte yaptığımız şekilde bir seçim tablosu ile karşı karşıya değiliz. Aslında bir mücadele ile karşı karşıyayız. Toplum sözleşmesi yapmamız gerekiyor. Öncelikle de bu meşru olmayan iktidarın meşru olmayan anayasasını ve OHAL’i ve KHK süreçlerini ortadan kaldırmamız gerekiyor. KHK’leri yırtıp atmamız gerekiyor, OHAL’i kaldırmamız gerekiyor. Bizim konuşmamız gereken öncelikli meseleler bunlar. Bunar için bir araya geldiğimiz zaman zaten aslında sorunları da yavaş yavaş çözmeye başlamışız demektir. Daha sonra seçimler gelebilir ve seçimler gerçekten Türkiye halklarının iradesini yansıtabilir. Yani daha demokratik bir seçim sistemiyle, demokratik bir anayasayla gidebileceğimiz bir seçimle ancak böyle gerçekleşebilir. Bizler bütün muhalefet olarak, tarif ettiğimiz tüm kesimler hatta biraz önce bahsettiğimiz toplumun pek çok sorunları var. İşsizlik var, tarımla ilgili sorunlar var. Mevsimlik işçiler yaşamını yitiriyor. Periha,n çadırında vuruldu. Bir mevsimlik tarım işçisiydi. Urfa’dan Samsun’a gitmişti. Böyle o kadar derin sorunlarımız, o kadar üstünde yeterince tartışamadığımız sorunlar var ki; o sorunların sahibi olan herkesin bu sürecin bir parçası olması gerekiyor.

“OHAL KADINLARA YAPILMIŞ EN BÜYÜK DARBELERDEN BİRİDİR”

Türkiye’de neredeyse her gün kadınlar bir yakını erkek tarafından öldürülüyor. Kadın cinayetlerinin önüne nasıl geçilir sizce?

15 yılda binlerce kadın yaşamını yitirdi. Büyük bir sıradanlaşma içerisinde yaşanıyor. OHAL aynı zamanda son dönemde kadınlara yapılmış en büyük darbelerden bir tanesi. Çünkü bu kadına yönelik şiddet meselelerine çözüm arayan pek çok dernek kapatıldı aynen Tv10’un kapatıldığı gibi. Kayyumlar atanan belediyelerin o kadar çok kadınlara yönelik politikası vardı ki; bir kere her belediyede kadın politikaları üreten bölümler, müdürlükler vardı. Onların gerçekleştirdiği şiddete karşı pek çok dernek, meclis, kurum vardı. Bütün hepsi kapatıldı. Yani kadına yönelik şiddetle mücadelenin olanakları demokrasiyi zaten dinamitleyerek ortadan kaldırılıyor.

“HUKUKSUZLUĞUN OLDUĞU ORTAMDA KADIN CİNAYETLERİ ÖRTBAS EDİLİYOR”

İnsan hakları savunucuları ajan diye alınıp hapse kondu. Bu kadar keyfiyetin ve hukuksuzluğun olduğu bir ortamda kadın cinayetleri de örtbas ediliyor, gene cezasızlık politikasıyla karşı karşıya kalıyor ve giderek te artıyor. İstatistiklere bakın giderek artıyor. Bunun karşısında kadınlar ne yapıyor öz savunmalarını gerçekleştirmek için o zaman bir araya gelmek durumundalar ya da Nevin’in yaptığı gibi kendini savunmak, topluma bu şekilde itiraz etmek durumunda kalıyor. Böyle bir durumda da Nevin, ömür boyu hapis cezası alırken kadın cinayetlerini işleyen erkeklerse iyi hal indirimi alabiliyorlar. Bu bir erkek devlet anlayışından, erkek yargı anlayışından, erkek adalet anlayışından kaynaklı bir durum. Tabi ki bütün kadınların bu mücadeleyi ve dayanışmayı güçlendirmesi lazım. OHAL’e karşı mücadele, faşizme karşı mücadele aynı zamanda kadınların en önemli gündemlerini oluşturuyor şuanda.

“EŞ BAŞKAN POZİSYONUM SALDIRIYA MARUZ KALABİLİR”

Bir kadın eş genel başkan olarak yerleşik olan erkek politikası karşısında bir zorluk yaşıyor musunuz? 

Şu andaki en büyük zorluğumuz OHAL ve basındaki ambargo, demokratik basın mecralarının kapatılmış olması ve HDP’nin üzerindeki siyasi baskılar, bütün bahsettiğimiz sorunların üstünü örtmüş görünüyor. Bir kadın siyasetçi olarak bizim kolektif olarak mücadelesini verdiğimiz ve kazandığımız haklarımız var. Eş genel başkan olmak ya da eş başkanlık sistemi gibi. Bu sisteme yönelik saldırıların da arttığını biz bu dönemde gördük. Özellikle belediyelerde bir suç olarak tarif ediliyor eş başkan olmak. Suç kategorisine sokuldu ve cezalandırılmaya çalışılıyor. Oradan hareketle de herhalde adım adım partiye yönelecekler ve benim de buradaki bir eş başkan pozisyonum bu anlamıyla bir saldırıya da maruz kalacak. Bu gündelik politikada, siyasette görünememek tabi ki en büyük sorunlardan bir tanesi şu anda.

Sizi en çok ne mutlu ediyor ya da ne mutlu eder?

En çok kadınların arasında mutluyum. Onlarla bir şeyler yaparken birlikte mücadele ederken, eylemlerde en çok mutlu olduğum şimdiye kadar hep birlikte şarkılar söylemek, eylem hazırlığında bulunmak, birlikte bir şeylere hazırlanmak, umut etmek, kadınlarla birlikte umut etmek beni en çok mutlu eder.

“GEZİ’DE BİRBİRİMİZİN ELİNİ TUTMUŞTUK, BUNU DEVAM ETTİRİRSEK BARIŞ GELİR”

En çok ‘barış gelsin’ diyoruz. Ne olursa bu ülkeye barış gelir sizce?

Herhalde o da bizlerin yüreğine ve onu ifadesine çok bağlı. Hatun annenin cenazesine gösterilen infial onun bir göstergesi. Eğer biz her çatışmacı ve savaş politikasına böyle yaklaşabilirsek, her ayrımcılığa, ötekileştirmeye bu şekilde yaklaşabilirsek barış gelir diye düşünüyorum. Burada özellikle Alevi toplumunun, kadınların, gençlerin, emekçilerin çok büyük bir rolü olduğunu düşünüyorum. Kürt halkı büyük bir mücadeleyi bugüne kadar taşıdı ve çok bedel ödedi. Barış Anneleri hala barış diyor. Ben iki gün önce onlarla birlikteydim. Bütün acılara rağmen, kuşatılmışlığa rağmen bir sömürge hukukunun uygulandığı o şartlara rağmen kendi bürolarından aşağı inip basın açıklamaları yapmaları bile engelleniyor. Buna rağmen anneler ‘barış gelsin’ diyorlar. Bilge bir halk, bilge bir yaklaşım. Biz batıdan doğru da bu bilgeliği gösterdiğimiz zaman özellikle toplumun en dinamik kesimleri bu konuda daha çok adım attıkları zaman, ellerini uzattıkları zaman bunu başaracağız. Cizre’ye ellerimizi uzatmıştık, daha önce Lice’ye ellerimizi uzatmıştık. Gezi’de birbirimizin elini tutmuştuk. Buna devam edersek bunu güçlendirebilirsek ve buradan vazgeçmezsek, inat edersek barışın geleceğine inanıyoruz. Barış ancak biz istersek gelebilir ve biz yeterince çaba harcarsak, halk buna karar verirse ve bu sorumluluğu almak isterse, bu sorumluluğu alırsa gelir ve almalıyız. Barışın bedeli ne olursa olsun bunu hepimiz ödemeliyiz. Çünkü aksi halde bu tek adam rejimi, faşizm asla gitmeyecek. Bugün faşizm ile karşı karşıya olmamız, bugün Alevi kurumlarının kapatılması, Alevi toplumunun ibadethanelerinin tanınmaması, laikliğin ortadan kaldırılması, inançlara saldırı, kimliklere saldırı bunların altında yatan şey aslında bir halkı esir almak, bir halkı inkar etmek, imha etmek, teslim almaktan kaynaklanıyor. İşte o halk inkar edildiğinde biz de inkar ediliyoruz.

Bitirirken son mesajınızı alalım Türkiye halklarına ne söylemek istersiniz?

Ellerimizi bırakmayalım, birlikte barış içinde mücadele edelim. Birlikte bir yaşamı bu topraklarda ortak bir yaşamı savunmaya da el birliğiyle devam etmeliyiz, diye düşünüyorum.

Röportaj: Nilgün METE

Kamera ve foto: Suay ABAK

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak