PİRHA-FEDA Eş Başkanı Demir Çelik, Maraş merkezli yaşanan deprem felaketine dair konuştu. Demir Çelik, mevcut kent politikasının Kürt sorunuyla direkt ilişkili olduğunu belirterek, “Kentlerde yaşamı kurmak maalesef onlara bırakılamayacak kadar da değerlidir” diyerek dayanışma çağrısında bulundu.
6 Şubat’ta 10 ili etkileyen depremlerin ardından on binlerce kişi yaşamını yitirirken, yüz binlercesi de yaralandı, evsiz kaldı. Demokratik ALevi Federasyonu (FEDA) Eş Başkanı Demir Çelik, PİRHA’nın sorularını yanıtladı.
PİRHA- Deprem felaketini nasıl değerlendiriyorsunuz?
FEDA Eş Başkanı Demir Çelik: Her şeyden önce 6 Şubatta gerçekleşen depremde yaşamını yitiren yüz binlerce canımızı saygı ve minnetle anıyorum. Yüz binlerce yaralıya acil şifalar diliyorum. Yerinden yurdundan göçertilmeye mahkum kılınmış yüz binleri saygıyla selamlıyorum.
Deprem her şeyden önce bir doğal olay. Doğanın kendi iç dinamikleriyle döngüselliğinin ortaya çıkardığı bu olay.
Ancak bilimsel gerçeği dikkate almayan bu gerçekle birlikte yaşama esasıyla soruna yaklaşmak yerine kapitalist modernitenin iktidarcı kar ve ranta dayalı ilişkisi esasıyla insana, doğaya, cümle varlıklara yaklaşan zihniyetin ortaya çıkardığı çok ağır bir travma yaşandı, yaşanıyor.
Bu deprem fay hatlarının tam üstüne denk gelecek şekilde yerleştirilmiş yerleşkelere tabi tutulmuş bulunuyor. O halde yapılması gereken bu deprem fay hatları üzerinde kurulan kentlerin, kasabaların, köylerin öncelikle zemin etütlerinin yapılması gerekiyordu. Bu yetmezmiş gibi devletin 2018 genel seçimlerinde 2019 yerel seçimlerinde Erdoğan Maraş, Hatay, Antep, Adıyaman seyahatlerinde seçim propagandasına gittiğinde yüz binlerce insanı imar aflarıyla sorununu çözdüklerinin müjdesini veriyordu. Yani imar affından kastettiği imar dışı yapılar. Bu yapılaşmayla zemin etüdü yapmaksızın ilgili imar kurallarına, planlarına uymaksızın yapılan binalara af getirerek sorunu çözdüğünü söyleyen ve müjdesini veren Erdoğan görünen o ki yaşanan yüz binlerin ölümünün mezarlıklarının ya da mezarlarının oluşmasının sebeplerinden biridir.
Bu anlamıyla zaten çarpık bir kentleşme, bina stoklarının amacına uygun yapılmamış olması, imar planlarının es geçilmiş olmasından kaynaklı çok büyük bir travma potansiyelinin yaşanacağı belliydi, biliniyordu. Önlem almayı düşünmeyen devlet, bunun önüne geçmek yerine durumu idare etmenin keyfiyetiyle soruna yaklaştı. Çarpık kentleşmeden ve deprem sonrası müdahale etmemeden kaynaklı büyük yıkıma ve yüz binlerin ölümüne neden oldu.
KOL GÜCÜYLE BİNLERCE İNSANI KURTARILDI
6 Şubat’ta gerçekleşen depremin ilk saatlerinde başta kurtarma ekipleri olmak üzere askerinden sivil bürokrasisine Kızılay’ından sivil toplum örgütü, dayanışma ağlarına fırsat vermiş olsa organize, örgütlü bir çalışma harekete geçirmiş olunsaydı deprem bu kadar büyük bir tahribata yol açmayabilirdi. Ama maalesef üç gün AFAD’ın uğraşmadığı, uluslararası kurtarma ekiplerinin ve Türkiye’den gönüllü insanların ekipmandan yoksun, kaba kol gücüyle yapabileceklerinin azamisiyle onlarca yüzlerce, binlerce insanı kurtardıklarını da biliyoruz.
YÖNETEMEYENLERİN KRİZİNİN KAOSA DÖNÜŞTÜĞÜNÜN İŞARETİ OLMAKTADIR
1999 depreminin üzerinde 24 yıl geçmiş olmasına karşın orada organize ettiğini söylediği AFAD sevkle idare edilmiyorsa, içi boşaltılıp bir yandan imam hatip lisesi mezunu, liyakatsiz insanlara alan açılmışsa, bununla birlikte toplanan deprem vergilerinden Kızılay’ın stokladığı çadırlar yine ticari amaçlı kullanılabilme hakkını kendinde görüyorsa, orada yaşayanların kimliklerinin de etkisi vardır. O anlamıyla öncelikle bu kötülüğü deşifre etmek, teşhir etmek ve gerçekten depremin bir kader olmadığı, bilerek istenerek depremin yıkıcılığını zamana yayarak insanları çaresiz, umutsuzluk içerisinde, kara kışın soğuğuna maruz bıraktırarak, insanları sokakta donmaya mahkum ederek bu sayının kabarmasına, yükselmesine neden olmuşlardır.
“COĞRAFYA İNSANSIZLAŞTIRILMAK İSTENİYOR”
Kentsel yaşam alanları bütünsel olarak ele alırsak, nasıl inşa edilmeli?
Bölgenin Kürtsüzleştirilmesi, insansızlaştırılması stratejisini devam ettiğini görüyoruz. Bunu 6 Şubat’taki depremde de görmek mümkün. Yine hatırlanacağı gibi depremin ilk günlerinde devlet kurtarmayı unutmuş, kurtarma yerine oradaki çaresiz insanların duyguları suistimal edildi. Depremzedelere bedava otobüsler ayarlayarak onları Muğla’ya, Aydın’a, İstanbul’a, İzmir’e taşımanın arayışı içerisine girmişlerdi. Oraları boşaltmanın, insansızlaştırmanın, Kürtsüzleştirmenin, Kürtlerin mülkiyetlerine el koymanın arayışı içerisinde olmuştur. Keza aynı zihniyet yüzlerce, binlerce çocuğu çocuk esirgeme kurumlarına götürmek yerine tarikatlara, cemaatlere ve onların insafına terk etmiştir. Tarikatlara ve cemaatlerin insafına terk eden devlet, diyaneti devreye koyarak evlatlık edinmelerini teşvik etmiş, evlat edindikleriyle evlenebileceklerinin fetvasını vermiştir. Bu kadar büyük vicdansızlıkla, depremzedelere yaklaşmıştır. O yönüyle mevcut kent politikası zaten Kürt sorunuyla direkt ilişkilidir. Kürt sorunu çözülmüş olsaydı Kürtler kendi köyünde, kasabasında, yerelinde yaşama hakkını gücünü olanaktan bulmuş olsalardı, beraberinde sanayileşme adı altında her şeyi İstanbul’da, İzmir’de toplamak yerine Türkiye’nin mevcut coğrafi koşullarına, meteoroloji koşullarına uygun sanayileşme, eko-endüstriyel harekete geçirmiş olsaydı insanlar bulundukları yerlerde işinin, aşının arkasına düşer, orada yaşamını kurmaya çalışırlardı. Ama hayır! İnsanları kentlere yoğunlaştırarak orada mutlak anlamda mahalle baskısına tabi tutarak Türk ve Sünni Hanefi mezhebinden birileri olması dayatılmıştır.
SU, RÜZGAR TOPRAK DÖNGÜSÜNÜ ENGELLEYEN KENTTE YAŞAM FELCE UĞRAMIŞTIR
Bu yönüyle imar dikkate alınmaksızın zemin etütleri yapılmaksızın ve mevcut fay hattının güzergahını geçiş noktaları dikkate almaksızın, rastgele bir yapılaşmaya neden olmuşlardır. Halbuki günümüz dünyası kır-kent dengesini esas alan milyonluk kentler yerine on binlik sakin eko kentleri savunan ve onun olması gerektiğini dile getiren bir dünya var. Ama Türkiye bunun tersini yapıyor. Bırakın sakin eko kentleri, milyonluk devasa kentlerde devasa binalarda iktidar karargahlarına dönüştürdüğü kentlerde her gün yoksulluk, açlık üreten birer insanlık mabetine dönüştürmüştür. Nefessiz, sakatsız kalmıştır. Su, rüzgar toprak döngüsünü engelleyen kentte yaşam felce uğramıştır. Yani neredeyse yağmur ve su toprakla temas etmeksizin beton yığınları ve asfaltları üzerinden sellerle karşılamalarına neden olmuştur. O nedenle Türkiye’nin kent politikası felç etmiştir. Ve depremin altında ölen canlarımızla birlikte enkazın altında devletin kendisi kalmıştır. Çünkü katı merkeziyetçidir. Her şeyi Türkiye’nin o büyük coğrafyasını seksen beş milyonu Ankara’da yönetme ısrarının neden olduğu bir çöküştür. Halbuki Türkiye büyük coğrafyasıyla ve nüfusuyla Ankara’da yönetilemeyecek kadar büyük bir nüfusa sahip.
Türkiye Kürt fobisinden, Kürt karşıtlığı stratejisine ısrar ettiği için her şeyi Ankara’da yönetme hasarında bulunarak
Çarpık kentleşmeye neden olmuş ve bu kentlerde yaşamı kurmak maalesef onlara bırakılamayacak kadar da değerlidir. O yönüyle özellikle kapitalist, modernist eden beslenen katı merkezi, ulus devletin bu inkarcı, katliamcı zihniyetine karşın biz demokratik moderniteye inanan insanlarız. Biz devlet dışı insan toplumsallığını esas alan ve ekosistem üzerinde yaşayan canlı cansız varlıklarını ikrarı üzerinden bir inanca sahip olan insanlar olarak yaşamı yeniden kurmak durumundayız. Yoksa biz susar kendi kent politikalarımızı savunamaz ve her şeyi Erdoğan’ın insafına bırakırsak muhtemeldir ki TOKİ eliyle yapacağı binalarla bize yeni betondan mezarlıklar yapacaklardır. Kentin hafızasını, kimliğini, belleğini yok etmektir.
Bu yönüyle de başta biz Avrupa’da yaşayanlar olmak üzere Türkiye’de vicdan sahibi kendisine insanım diyen herkesin bu uygulamalara karşı çıkmalıdır. Yeni kent politikası nasıl olmalıdır, konusunda da işi bilince çıkaran bir duyarlılıkla harekete geçmemiz gerekiyor.
“YERİNDEN YÖNETİMİ SAVUNUYORUZ”
-Yerel yönetimler bu noktada nasıl ve kimden yana rol üstlenmeli?
Bu devleti; demokratik hukuk devletine yedirmek öncelikli olmalı. Dolayısıyla bizim mevcut tekçi katı merkezi cumhuriyetin demokratik cumhuriyete evirmek gibi bir görevimiz var. Bu görevi öncelikli kılmamız gerekiyor. Buradan hareketle de yerinden ve yerellik ilkesine bağlı olarak yetkinin inisiyatifin söz, karar yetkinin yerlere devredilmelidir. Yerel yönetimler mutlak anlamda bölgesel yönetimlerin inisiyatifi ile beraber eş güdümlü bir çalışma yürütmek durumundadır. O anlamıyla da biz demokratik yerel yönetimleri savunuyoruz
Yani yerinden yönetimi savunuyoruz.
Kent politikalarını belirleyen belirlenmesi süreçlerine dahil olan, söz ve karar süreçlerine katılan bir ilişki ağını geliştirmemiz lazım.
Sivil toplum örgütlerinin olmadığı, demokratik kitle örgütlerinin olmadığı, kentte yaşayan insanların kent politikalarına dahil olmadığı bir politika ancak bizi bugün yaşadığımız ağır travmadan karşı karşıya gelmemize neden olur. O nedenle her şeyi yerele devredilmeli, yerel yönetimler üzerinden de yerel yönetimler kendi kent politikalarını belirlemeli, ortak yaşamı savunanların bu işe öncülük yapması hayati önem arz ediyor. Bu fırsat verildiğinde herkes adilane bir süreçte birlikte yaşamanın onurunu taşıma olur.
O nedenle yakın zamanda olacağı söylenen seçim fırsata dönüştürülmeli. Başta HDP olmak üzere Emek, Özgürlük İttifakı, demokratik cumhuriyeti savunan, demokratik cumhuriyetin sivil, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasada Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, emekçilerin, ezilenlerin, ötekilerin haklarını güvence altına alındı. Bu hakların her koşulda devlete rağmen korunması gerektiğinin anayasayla ilgili maddelerinin belirlendiği yeni bir sürece ihtiyacımız var. Bu mevcut tekçi, inkarcı, anayasayla artık toplum yönetilmek istenmiyor. Kendi kendimizi yönetmenin kararlılığında olduğumuzun bilinciyle daha çok örgütlenme, daha çok dayanışmaya, daha çok birlikte mücadeleye ihtiyaç var.
“ÖRGÜTLÜ MÜCADELE BİZE KAZANDIRIR. DAYANIŞMA YAŞATIR”
-Son olarak ne söylemek istersiniz?
Örgütlü mücadeleye kendimizi katmamız, inanmamız, mücadeleyi büyütmemiz, yükseltmemiz gerekiyor. Bunu başarabilirsek muhtemeldir 2023 seçimlerinde emek, özgürlük ittifakının e öncülüğünden çok daha büyük kazanımlara fırsat verebileceğimize inanıyorum. Bu inançtan ben hepinize başarılar diliyor, saygılar sunuyorum.
Nuray ATMACA/PİRHA
Yoruma kapalı.