PİRHA – 2022-2023 eğitim-öğretim yılı bugün başladı. Eğitim- Sen Genel Başkanı Prof. Dr. Nejla Kurul, “2022-2023 Eğitim Öğretim Yılı Başında Eğitimin ve Okulların Durumu” raporunu açıkladı. Kurul, eğitimdeki sorunların acilen çözülmesi gerektiğini belirterek, eğitim-öğretimdeki dinselleşmeye de dikkat çekti. Kurul, ana dilinde eğitimin, eğitim biliminin en temel ilkelerinden birisi olduğunu da söyledi.
2022-2023 eğitim-öğretim yılı bugün başladı. Yeni eğitim-öğretim yılına ilişkin Eğitim-Sen Genel Merkezinde yapılan basın açıklamasını Genel Başkan Prof. Dr. Nejla Kurul yaptı. Kurul, Türkiye’de eğitimin birikerek büyüyen sorunlarının gölgesinde açıldığını ifade etti. Nejla Kurul ayrıca okullaşma oranlarına dikkat çekerek “Eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında örgün eğitim 12 yıla çıkarılmasına rağmen, okullaşma oranları açısından hedeflerin çok gerisinde kalındığı görülmektedir. Okullaşma oranları açısından son dokuz yılın en dikkat çekici özelliği ilkokulda okullaşma oranının yüzde 98.86’dan yüzde 93.16’ya düşmesi, ortaokulda okullaşma oranının yüzde 93.09’dan yüzde 89,84’e gerilemesidir” dedi.
ACİL ÇÖZÜM BEKLEYEN SORUNLAR!
Prof. Dr. Nejla Kurul, okulların fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin bu yıl da giderilmediğini ve kalabalık sınıflar, ikili öğretim ve taşımalı eğitim sorununun devam ettiğini belirtti. Siyasi iktidarın eğitim alanında, kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlara vurgu yapan Nejla Kurul şu açıklamayı yaptı:
“Çeşitli vakıf ve derneklerle işbirliği halinde hayata geçirilen ‘piyasacı’ ve ‘dini eğitim’ merkezli uygulamalar, başta öğrenciler olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkilemektedir.
Türkiye’nin eğitim sistemi, yıllardır benimsenen piyasa merkezli, rekabetçi ve sınav merkezli eğitim politikaları sonucunda tam bir sorun yumağı haline gelmiştir. Türkiye’de okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar eğitimin bütün kademeleri, en temel işlevlerini yerine getiremez durumdadır.
Ülkedeki etnik, dilsel, kültürel ve inanç çeşitliliği eğitim programlarında ve ders kitaplarında neredeyse hiç yansıtılmamaktadır. Eğitime erişimde, kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili farklı olan çocuklar, engelli çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajlarını ortadan kaldıracak adımlar yıllardır atılmamıştır.
Türkiye, engellilerin eğitimi konusunda gelişmiş ülkelerdeki uygulamalarla kıyaslandığında olması gereken düzeyin çok gerisindedir. Engellilerin eğitim alma ve meslek edinme taleplerini gerçekleştirme olanakları son derece sınırlıdır.
Türkiye’de bulunan okul çağındaki 1 milyonu aşkın Suriyeli mülteci çocuktan 640 bini okula kayıtlıdır. Ancak, Milli Eğitim Bakanlığı’na göre halen 400 bini aşkın sayıda çocuk okula gitmemektedir ve bu durum söz konusu çocukları, ayrımcılığa, şiddete ve istismara açık hale getirmektedir.
EĞİTİM HARCAMALARI EL YAKIYOR!
Nejla Kurul, AKP hükümetinin, eğitime ayırdığı bütçeyi de eleştirdi. ‘Gönüllü bağış’ adı altında toplanan kayıt paralarını hatırlatan Kurul, şu cümlelerle devam etti:
“Hemen her okulda çok sayıda kalemde para toplanarak eğitim harcamaları büyük ölçüde velilerin sırtına yıkılmaktadır. Ülkemizde halkın büyük bölümünün asgari ücret ya da asgari ücrete yakın bir ücretle çalıştığı dikkate alındığında velilerin öğrencilerin zorunlu ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanacağı, özellikle birden fazla çocuğu okula gidecek olan dar gelirli velilerin zorunlu ihtiyaçları dahi karşılamasının mümkün olmadığı görülmektedir.
2022-2023 eğitim öğretim yılı başlarken veliler;
- İlkokul 1. sınıfa başlayacak bir öğrenci için zorunlu ihtiyaçlara 840 TL ödemek durumundadır.
- Ortaokula başlayacak bir öğrenci için zorunlu ihtiyaçlara 180 TL ödemek durumundadır.
- Liseye başlayacak bir öğrenci için zorunlu ihtiyaçlara 270 TL ödemek durumundadır.
Geçtiğimiz yirmi yıl içinde bir velinin çocuğu için yaptığı eğitim harcaması katlanarak artmıştır. Eğitime ayrılan bütçenin yetersizliği nedeniyle uzun zamandır kendi ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalan devlet okulları çözümü bu yıl da velilerin cebinde aramıştır.
Bunların dışında velilerden ‘ihtiyaç maddeleri’ listesi adı altında, A4 kâğıdı, kâğıt havlu, sıvı sabun, tuvalet kâğıdı vb. gibi diğer ürünler için 300 ila 500 TL arasında para istenmektedir.
KIRTASİYE HARCAMALARI EN AZ İKİ KAT ARTTI
Yapılan açıklamada, okul hazırlıklarında velilerin en önemli gider kaleminin kırtasiye harcamaları olduğuna da vurgu yapıldı. Prof. Dr. Nejla Kurul, bir yıl önce ilkokula başlayan bir öğrenci için en ucuz zincir marketlerde 234 TL’ye alınan kırtasiye malzemeleri bugün en az 3 kat artışla 710 TL’ye alınabilmektedir. Eğitim-öğretimin hukuken parasız olduğu temel eğitimde velilerin ceplerinden yapmak zorunda kaldığı eğitim harcamaları her geçen yıl artmakta, veliler çocuklarını kimi zaman borçlanarak, kimi zaman bankalardan ‘eğitim kredisi’ çekerek, kimi zaman da gıda harcamalarından kısarak okutmak zorunda bırakılmaktadır” dedi.
“KAMUSAL EĞİTİM ADIM ADIM TASFİYE EDİLİYOR”
Nejla Kurul yaptığı açıklamada devlet okullarının sayısının belirgin bir şekilde azaldığını da söyledi. Kamu kaynakları, muafiyet ve istisnalar ile özel okulların açılması yönünde teşviklere işaret eden Kurul, sözlerini şu cümlelerle sürdürdü:
“Eğitimde 4+4+4 uygulamasının başlamasından bu yana devlete ait ilkokul sayısının 5 bin 697 azalması dikkat çekicidir. Aynı dönemde devlet okullarına giden öğrenci sayısındaki ilkokulda öğrenci sayısındaki azalma 304 bin 507 olmuştur.
Türkiye’de faaliyet yürüten özel okullar AKP ile birlikte altın çağını yaşamaya başlamıştır. Özel okul ve özel okula giden öğrenci sayıları tüm zamanların rekorunu kırmış durumdadır.”
“EĞİTİMDE DİNSELLEŞME PRATİKLERİ ARTIYOR”
Okullardaki dinci eğitim de Nejla Kurul’un dikkat çektiği bir diğer husus oldu. Kurul, Türkiye’nin eğitim sisteminin toplumsal cinsiyet eşitliğinden uzak ve giderek dinsel içerik kazanan egemen ideolojinin yoğun baskısı altında olduğunu söyledi. Kurul şu bilgileri paylaştı:
“Türkiye’de yıllar içinde adım adım hayata geçirilen eğitimi hem içerik, hem de biçimsel olarak dini kural ve referanslara göre biçimlendirme uygulamaları son yıllarda daha da artmıştır. Eğitim müfredatına bilim dışı müdahaleler, felsefe-bilim derslerinin azaltılması, okulda mescit uygulaması, zihinsel engelli çocuklara zorunlu din dersi getirilmesi, okul öncesi ve ilkokul öğrencilerinin camilere götürülmesi, din eğitiminin fiilen okul öncesine hatta kreşlere kadar indirilmesi vb. gibi uygulamalar eğitimin dinselleştirilmesi açısından öne çıkan uygulamalar olarak dikkat çekmektedir. Birkaç yıldır karma eğitimin açık açık hedef haline getirilmesi ve imam hatiplerden başlayarak sınıfların cinsiyete göre ayrılması uygulamaları sorunun boyutlarının çok daha büyük olduğunu göstermektedir.
Türkiye’de eğitim sisteminin müfredat, ders kitapları ve uygulama alanları itibarıyla çocukların, cinsiyet, etnik köken, dil, mezhep ve inanç ayrımcılığı ile karşı karşıyadır.
Türkiye’de ‘din eğitimi’ pratiklerinde sıkça karşılaşıldığı gibi, çocuklarda korku, endişe, umutsuzluk, suçluluk duyguları yaratan, çocuğun dini bilgiyi edinmeye hazır olmadığı bir dönemde dini eğitimle karşı karşıya bırakılmasının çocuk üzerinde olumsuz etkilerinin olması kaçınılmazdır.
Yıllardır siyasal istismar konusu olan imam hatip okulları her açıdan desteklenerek, tüm masrafları devlet tarafından karşılanarak, özellikle yoksul ailelerin çocuklarını bu okullara göndermeleri yönünde çalışmalar yapılmaktadır. 2021 yılında 2 bin 758’i bağımsız, 669’u imam hatip lisesi bünyesinde olmak üzere toplam 3 bin 427 imam hatip ortaokulu varken, Haziran 2022 itibariyle bu sayı 2 bin 720’si bağımsız, 731’i imam hatip lisesi bünyesinde olmak üzere 3 bin 451’e çıkmıştır. Öğrenci sayısı 714 bin 297’den 710 bin 264’e gerilemiştir.
MEB’in geçmişte eğitimin dinselleştirilmesi hedefiyle Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli dini vakıf ve derneklerle ortak yürüttüğü projeler ve imzalanan ‘işbirliği’ protokolleri, okulları çeşitli cemaat, tarikat ve dini grupların etkinlik ve faaliyet alanı haline getirmiştir.
Pedagojik temele dayandırılmayan sürekli dini eğitimin en önemli sakıncası, çocuklara sürekli olarak korkunun öğretilmesidir. Bir davranışa yönelmek ya da başka bir davranıştan kaçınmak için dinde en önemli referans korkudur. En çok da günahtan korkmak öğretilir. Oysa çocukluk döneminde çocukların hatalar yapmaları, kendi doğrularını oluşturmadan önce içlerinden gelen her türlü sese kulak vererek, kendi kendilerine vicdan ve sosyal yargı geliştirmeleri önemlidir.
MEB’in merkezi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı, yerellerde ise il müftülükleri başta olmak üzere, büyük çoğunluğu dini cemaatlerin uzantısı olan kimi vakıf ve derneklerle çeşitli konu başlıkları altında imzalanan işbirliği protokolleri, eğitim sisteminin büyük bir kuşatma ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
KAMUSAL, BİLİMSEL, LAİK VE Ana DİLİNDE EĞİTİM İSTİYORUZ
Eğitim-Sen olarak ana dilinde eğitim konusunda ısrarcı olduklarını belirten Nejla Kurul, zorunlu din dersi uygulamasında derhal vazgeçilmesi gerektiğini söyledi.
Ana dilinde eğitimin, eğitim biliminin en temel ilkelerinden birisi olduğunu kaydeden Kurul, şöyle devam etti:
“Bir ülkenin gelişmişliği ve kültürel zenginliği açısından önemli olan, ekonomik ve toplumsal başarı sağlamak, dilsel ve kültürel zenginliklerin nesilden nesile aktarılmasının olanaklarını yaratmaktır. Toplumsal değişim ve ilerlemeyi engelleyebilmek için dünyanın birçok yerinde ilk olarak eğitim olgusuna el atılarak, kültürel zenginlikler talan edilmiş ve ‘resmi dil’ dışında kalan anadillerinde eğitimin yasaklanması ile eğitim biliminin en temel ilkesi yok sayılmıştır.
MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir derdinin olmadığı açıktır. Okulların eğitim kurumu olmaktan adım adım uzaklaştığı, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koştuğu, öğretmenlerin düşük ücretle, esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı, siyasal kadrolaşmanın zirve yaptığı, farklı dil ve kimliklerin dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin sağlıklı nesiller yetiştirmesi mümkün değildir.”
PİRHA/ANKARA
Yoruma kapalı.