PİRHA- Yozgat’ın Alevi köyü olan Karabalı’da doğan ve 12 Eylül darbesinde mülteci olarak yerleştiği Fransa’da yerel mecliste 11 yıl görev yapan Durak Arslan, Fransa’daki Alevi örgütlenmesini yaptı. Arslan, “Alevi kurumları suni tartışmalarla enerjisini israf etmemesi gerekir. Aleviliğin tarifini her birey kendine göre yapabilir. Aleviler birbirini ayrıştırmamalı, ötekileştirmemeli. Alevi hareketinin cevap bulması gereken soru Alevilerin acilen çözüm gerektiren sorunlarıdır” diye konuştu.
1965 yılında Yozgat Sorgun’a bağlı bir Alevi köyü olan Karabalı köyünde doğan Durak Arslan, Alevi kimliğinden dolayı daha ilk ayrımcılığa ortaokulda uğrar. Bir arkadaşının ‘Sen Alevi misin?’ diye sorup gitmesi ve arkadaşlığını bitirmesi derin bir iz olarak kalır.
12 Eylül askeri darbesinin ayak seslerinin geldiği bir dönemde ailesi ilk olarak abisini bir otobüsle Almanya’daki ablalarının yanına gönderir. Ve 1 hafta sonra otobüse binme sırası kendisine gelmiştir. Almanya’ya bir şekilde ulaşan ve 15 yaşında olmasından kaynaklı oturum alamayan Durak Arslan, yeni bir umut adına Fransa’ya geçer.
Mülteci olmanın getirdiği tüm olumsuzlukları yaşadığını kaydeden Arslan, çalıştığı çeşitli işler sonrasında kendi işini kurarak Fransa’da katılımcı demokrasi modelini uygulayan ilk iki belediyeden biri olan Maizières les Metz’de yerel meclisine seçilerek 11 yıl görev yapar.
Kahvaltı yaptıkları bir sırada oğlunun, “Baba biz neyiz” sorusuna cevap vermeye çalışan Arslan, bu sorunun bölgedeki bir çok Alevi ailede cevaplanması gereken bir soru olduğunu fark ederek sorumluluk alır. Çevredeki 20 kişiyle 2004 yılında Moselle Alevi Kültür Merkezi kurarlar ve sonrasında Arslan çeşitli ihtiyaçlar sonrasında 2006 yılında Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu Genel Başkanlığı hizmetini üstlenir. 2 dönem genel başkanlığı sonrasında ise Fransa’da kendi iş alanında yaptığı işlerle de adını duyuran Arslan, ülkede ilk dış cephe akademisini kurarak, bakanlıklar nezdinde sunumlar yapar.
1980 yılında çıktığı Türkiye’de Alevilerin eşit yurttaşlık haklarından mahrum olmasının demokrasinin bir eksikliği olduğunu ifade eden Arslan, Alevi hareketi içerisindeki suni gündemlerin, Alevilerin acilen çözülmesi gereken sorunlarından çalınmış bir enerji olduğunu söyledi.
Durak Arslan, kendi yaşamına ve Alevi toplumunu ilgilendiren sürece ilişkin sorularımızı cevapladı.
“ANNEM ‘ALEVİ OLDUĞUNU SÖYLEME’ DİYE TEMBİH EDİYORDU”
PİRHA- Durak Arslan kimdir? Nasıl bir ortamda doğdu?
DURAK ARSLAN: 1965 yılında Yozgat Sorgun Karabalı köyünde, bahar ayının bilinmeyen bir tarihinde doğmuşum. İlkokulu köyümüzde bitirdim, ortaokul için Sorgun’a gitmek zorundaydık. Köyümüzden çıkana kadar da Alevilerin bu kadar horlandığını, Türkiye’de özellikle Yozgat kazasında Aleviliğin bir risk taşıyacağını hiç düşünmezdim. Çünkü köyümüzde herkes Alevi inancına sahipti. Köyümüzde ilkokulu bitirdim ve kasabaya ortaokula gideceğim gün annem yeni takım elbisemi giydirerek beni elleri arasına aldı ve “Oğlum senden bir şey istiyorum. Sorgun’da sorarlarsa Alevi olduğunu kimseye söyleme” dedi. “Niye” dediğimde, “Söyleme daha iyi olur’ dedi. Tam anlayamamıştım o zaman. Ortaokulda annemin tavsiyesine uyarak hiç gündeme getirmedim, söyleme gereği duymadım.
“HAYATIMDA DERİN BİR İZ BIRAKTI”
-Ama Alevi olduğunuz biliniyordu değil mi? Bunun yansımaları nasıl oldu?
Başka bir köyden benim gibi kasabaya okumak için gelen bir arkadaşla tanışıp birbirimize ısınmıştık sınıfta. Bir kaç ay sonra, bir sabah okulun avlusunda merakla yanıma yaklaştı ve bana “Durak sen Alevi misin?” diye sordu. Ben de ansızın ne diyeceğimi şaşırdım önce. “Evet” dedim. Gözleri doldu arkasını döndü gitti. Başkaları söylemişler, niye o kızılbaşla arkadaşlık ediyorsun diye. Artık ne anlatıldıysa küçüklüğünden beri. Çok ağırıma gitmişti o zaman, yani bu kadar aşağılanacağımı ya da bu kadar hakkımızda kötü şeylerin söylendiğini hiç düşünmemiştim. Sonra anladım ki hurafelerle yetiştirildiği için o arkadaşla bağımız kopmuştu. O benim hayatımda derin bir iz bıraktı.
12 EYLÜL DARBESİNİN AYAK İZLERİ YAKLAŞIYOR
-Darbenin ayak sesleri Yozgat’a kadar uzanmıştı. Ülkeden çıkmak zorunda kalışınız nasıl gelişti?
İnsani temelde samimi olduğum o Sünni arkadaşımın sadece Alevi olduğum için benden uzaklaşması bana çok ağır gelmişti. Ortaokulu böyle zor koşullarda üç yıl boyunca geçirdim. Yabancı dilim kura çekildi ve Fransızca çıktı. Okulumuza atanan yeni mezun olmuş kadın Fransızca öğretmenimiz kasabadaki tacizlere dayanamayıp, bir ay sonra kasabayı terk edip gitti ve yerine din dersi öğretmenimiz girmeye başladı. Fransızca yerine bol bol Arapça dualar ezberletiyordu bize. Sınıfta beş Alevi öğrenci vardı, hepimizin de en zayıf dersi din dersiydi. Çünkü ne namaz biliyorduk ne de dua. Maalesef son sınıfı bitiremedik, çünkü 1980’nin en şiddetli olaylarının olduğu, gözümüzün önünde kavgaların ve ölümlerin yaşandığı dönemdi. Yozgat’ta Alevi olmak otomatikman solcu olmaktı. Yaşama koşulumuz yoktu ve artık okula gidemez olduk son aylarda. Babam, Sorgun’a bağlı, Alevi bir nahiye olan Bahadın’a aldırdı tayinimi. Ortaokul diplomamı oradan aldım. O yıl 12 Eylül darbesi oldu.
“15 YAŞINDAYDIM VE GİTMEYE HAZIR DEĞİLDİM”
O zaman sol dalga Yozgat’ta da gelişmeye başlamıştı. Aile zaten endişeliydi geleceğimizden, hele de 12 Eylül gelince tamamen önümüzü göremez olduk. Ben çok farkında değildim, 15 yaşındaydım, her ne kadar merakla biraz da moda olduğu için sınıfsal ve sol içerikli kitaplar okusam da, riskleri göremiyordum. Ama aile bunu gördü. Önce ağabeyimi otobüsle Almanya Hamburg’a ablamın yanına gönderdiler. Bir hafta sonra da aynı otobüse beni bindirip Koblenz’deki ablamın yanına gönderdiler. Hiç hazır olmadığım bu ayrılık, daha ziyade benim için bir yırtılıştı. Çünkü 15 yaş çok erkendi benim için. Ağabeyim her ne kadar 19 yaşında merakla gitse de ben istekli olmasam da, buna mecbur olduğumun farkındaydım.
“KAÇAK KALMIŞTIM VE GÖNDERİLME STRESİ YAŞIYORDUM”
-Ve mültecilik hikayeniz başlamış oluyordu. Kendinizi nasıl bir ortamda buldunuz?
Üç günlük otobüs yolculuğumda pozitif şeyler düşünerek kendimi motive etmeye çalışıyordum. Ama varınca çok kısa sürede ailemi özledim. Her akşam gizli gizli ağlıyordum. Daha çok ilk aylarım her gün tekrar bir an önce Türkiye’ye döneceğim ümidiyle geçti. Tabi ablam “Tamam göndereceğiz, bir hafta sonra, on gün sonra” diye teselli etti. Birkaç ay sonra artık alışmaya başlıyorsunuz. Bunun da ilk yolu dil öğrenmekten geçiyor. Kendime hedef koymuştum, her gün iki tane kelime not alıyordum, cebime koyup akşama kadar ezberliyordum. Çok kısa sürede Almanca kelime hazinemi geliştirmiştim. Abim iltica hakkı alabildi, ama yaşım küçük olduğu için maalesef ben alamadım. Reşit olmadığım için o hakkı bana tanımadılar ve bir yıla yakın zamanım böyle geçti. Artık Almanya’da kaçaktım ve bu çok zor bir duygu. Yakalanma ve yurtdışı edilme korkusunun her an stresi vardı. Her polis arabası gördüğümde, bu sefer tamam diye içim cız ediyordu. Bir yıl ara ara restoran, çiçek tarlası işlerinde çalışarak böyle tedirgin geçti ve en sonunda Alamanya’da kalamayacağım anlaşıldı.
FRANSA’YA GEÇİŞ VE YENİDEN MÜLTECİLİK
O sırada gazetede bir haber okumuştuk. Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı seçildi, bütün kâğıtsız yabancılara af çıktı ve bazı şartlarla oturma izni veriliyor diye yazıyordu. İsteksiz olsam da, Fransa’da oturan bir ablam vardı ve onun yanına kaçak yollardan beni geçirdiler ve şansımı bir de böyle denemem için. Fransa’da da aynı nedenden dolayı yaşım reşit olmadığı için oturma izni alamadım. Yurt dışı edildim. Bana verilen sürenin sonuna günler kala şansımı zorladım ve tavsiye üzerine ebeveynlerimden vekaletname belgeleri temin ederek 1982 yılında Fransa’da oturma hakkı aldım. Mülteci olarak yeni bir ülkede kendini kabul ettirmek oraya uyum sağlamak çok zor. Hele de okuma, barınma imkanlarınız yoksa bunlar çok daha zor. Sokakta geçirdiğim günlerde, annemin ben küçükken söylediği şu cümle tek tutunduğum dal oldu “Oğlum, her dara düştüğünde Hızırı çağır, o senin bir çare bulmana yardımcı olur” sözü o zor koşullarda bana hep motivasyon verdi.
“5 YIL SONRA AİLEMLE GÖRÜŞEBİLDİM”
-Kaç yıl sonra ailenizi tekrar görebildiniz?
Türkiye’den ayrıldıktan beş yıl sonra ancak köyümüze gelerek ailemle görüşebildim. İlk gördüklerinde beni tanıyamadılar. Garip bir duygu. Annemin tepeden tırnağa beni nasıl süzüp, sarılıp, saatlerce öpüp, kokladığını unutamıyorum.
“ÇALIŞACAĞIM MADENDE 22 KİŞİ HAYATINI KAYBETTİ”
-Oturma izni almakla bütün sorunların çözüme kavuşmadığını elbette biliyoruz. Hangi işlerde çalıştınız?
Sokakta kaldığım günlerde, tesadüfen bir sığınma evinin varlığını öğrendim ve yine tesadüfen o evin müdüresi yaşlı kadına denk geldim ve durumumun aciliyetini anlayıp öncelik tanıdı bana. Yoksa uzun bir listenin en sonlarındaydım. İlk defa sıcak bir ortama girip kendimi güvende hissettiğimde, içimden ‘o yaşlı müdire kadın Hızır mıydı yoksa?’ diye annemin sözünü hatırlamıştım. Oysa okumayı çok istiyordum, hatta Türkiye’den giderken bana Almanya’da okumaya devam edeceksin demişlerdi, ama olmadı. Sığınma evi sayesinde Fransa’nın maden bölgesi olan Moselle’de madencilik okuluna yazıldım ve orada bir yıl eğitim aldım, birincilikle bitirdim okulu. Tam görevime başlayacağım günlerde maalesef Simon maden kuyusunda büyük bir grizu patlaması oldu. Çalışacağım kuyuda 22 kişi hayatını kaybetti, 100 kişi yaralandı. Bunların bazıları staj dönemimde asansörde, duşta karşılaştığım insanlardı. Türkiye’den annem babam televizyondan haberi duyunca çok merak edip günlerce merakta kalmışlar. Bir hafta sonra onlara ulaştığımda “istersen geri dön gel ama yeraltına inme oğlum” dediler. Çünkü 1050 metre yerin altından maden çıkarıyorduk. Böylece çok hevesle öğrendiğim madencilik mesleğimden vazgeçip, başka işlere yöneldim, ne bulsam o işte çalıştım, orman, yol, inşaat. Bu arada evlendim bir oğlumuz oldu. Çalıştığım firma kapandı işsiz kaldım, sonra da en yakın arkadaşımı ikna ettim, birlikte kendi işimizi kurduk.
“YÜZDE 75 OY ALARAK MECLİSE SEÇİLDİM”
-Fransa’da katılımcı demokrasi modelini uygulayan ilk iki belediyeden biri olan Maizières les Metz’de yerel meclise seçildiniz ve 11 yıl bir fiil görev yaptınız. Siyasete dahil olma durumunuz nasıl gelişti?
Aynı zamanda Sosyalist milletvekili olan belediye başkanımız yeni dönem yerel meclis seçimleri için listesini oluştururken, ‘benim ekibimde iş insanı profili eksik seni ekibimde görmek istiyorum’ dedi. Kabul ettim ve yüzde 75 oy alarak meclise seçildik. Benim için bu adım bir entegrasyon göstergesiydi. Bu ülkede yaşıyorsam buraya katkı sunmam lazım düşüncesiyle bu görevi kabul ettim.
“ÖĞRETİCİ İYİ BİR DENEYİM VE TECRÜBEYDİ”
-Fransa’ya göç eden bir mülteci olarak mecliste kendinizi bulmanız nasıl bir duyguydu peki?
Benim için çok öğreticiydi. Özellikle Fransa’da bir ilkti katılımcı demokrasi modeli ile belediyecilik. Biri Lyon şehrinde, ikincisi bizim belediye idi. Bu benim için ayrı bir motivasyon kaynağı oldu. İki dönemin ilkinde yatırım ve bütçe komisyonunda görev yaptım. İkinci dönemde de şehircilik komisyonunda görev yaptım. Bu çalışmalarıma paralel olarak yeni bir eğitim sürecine girdim ve şirketimizi bu sayede kurumsallaştırıp, büyüttük.
“OĞLUM ‘BİZ NEYİZ’ DİYE SORDU”
-2 dönem Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu Genel Başkanlığı ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu yönetim kurulu üyeliği yaptınız. Fransa’daki Alevi örgütlenmesi süreciniz nasıl başladı?
Kızımız 8, oğlumuz henüz 14 yaşındaydı. Bir gün kahvaltı yaparken, oğlumuz ‘Baba biz neyiz?’ diye sordu. Ben de ‘Nasıl biz neyiz’ dedim. “Arkadaşım babasıyla her cuma camiye gidiyor, diğer arkadaşım her Pazar babasıyla kiliseye gidiyor. Bana, sen nereye gidiyorsun diye soruyorlar” deyince ben de anlatmaya çalıştım, biz Aleviyiz dedim. “Tamam Aleviysek gideceğimiz bir yer yok mu?” dedi. Eşim de cevap veremedi, ben de. Bunu başka arkadaşlarıma da anlattım, aynı soruyla biz de karşılaşıyoruz, dediler. O zaman bir şeyler yapmamız lazım, dedik. Bu çocukları cevapsız bırakamayız. Dallanıp yükselebilmek için, tutunacakları kültürel köklerini arıyorlar. Biz cevap veremezsek eğer, başkaları hiçte hoşumuza gitmeyecek cevapları verecekler çocuklarımıza, dedik. Böyle bir sorumlulukla bir araya geldik. 20 kişiyle Moselle Alevi Kültür Merkezi’mizi ( AKM) 2004 yılında kurduk. O zaman hala belediye meclis üyesiydim, belediyenin imkanlarını da değerlendirerek toplantılarımızı, buluşma mekanlarımızı bu sayede ayarladık. Hem kurumsal hem de iş dünyasından edindiğimiz tecrübelerle, tek bir yöre ve çevreden ziyade, bölgede yaşayan bütün Alevi toplumunu temsil etmesine çok dikkat ettik. Her yöreden her profilden insanlar katarak bu süreci başlattık. Çünkü yörecilik sorunlarının başka illerde ve AKM’lerde yaşandığını duyuyorduk. Oldukça katılımcı bir uyumla AKM’mizi kurduk. İlk aşure günü organizasyonumuza 500 kişi katıldı. FUAF’tan ( Fransa Alevi Federasyonu) yöneticiler Moselle’de böyle bir oluşumun kurulduğunu duyunca genel sekreter bizimle bağlantıya geçti. FUAF’a üye olmamızı teklif ettiler, “tabi ki oluruz” dedik ama sonra federasyonda bazı sıkıntılar olduğunu öğrendik.
“2006 YILINDA FUAF GENEL BAŞKANLIĞINA SEÇİLDİM”
Tanışma ve görüşmeler sonucunda benim başkanlık görevine aday olmam için yoğun bir talep oluştu. Henüz çocuklarımız küçük, meclis üyeliği, şirket yönetimi var, mümkün değil, bugün karar versem iki yıldan önce böyle bir görevi alamam, dedim. Bizzat o zamanın Avrupa Alevi Konfederasyon Başkanı beni arayarak “İki yıla federasyon filan kalmaz” dedi. Vicdan azabı yaşadım, yani sizden dolayı bir federasyonun kapanması gibi ağır bir sorumluluk hissi! Sonra annemi aradım, rızalık istedim, türlü gülbenklerle olur verdi, çok sevindi. Eşim ve oğlum da rızalık verdi, kızımız henüz küçüktü, yakın dostlarımdan da rızalıklarını aldım.
Önce bir hazırlık dönemi yaşadık. Birlikte beyin fırtınası yapabileceğimiz bir ekip oluşturduk. Fransa’da kaç Alevi var, bu Alevilerin öncelikli ihtiyaçları ne diye bir fotoğraf çektik. Bir ihtiyaç listesi çıkardık. Tabii liste o kadar uzundu ki, dedik on iki tane öncelikli olanı alalım, bu öncelikli ihtiyaç için birer tane komisyon oluşturalım. Bunu da tüzüğümüze çalışma modeli olarak koyalım. İnanç, eğitim ve araştırma, kurumsallaşma, diplomasi ve dışa açılım, ekonomi, lojistik, kadınlar, gençlik, çevre, basın yayın, işveren, diye 12 tane komisyon düzenledik. O günkü yönetimden tecrübeli bir arkadaşla birlikte bir tüzük hazırlığı yaptık. Onun ardından bütün Alevi kültür merkezlerine kendimi tanıtan, projemizi özetleyen ve beklentilerimizi sıralayan bir mektup göndererek, her AKM’nin belirttiğimiz profillere uygun kişileri yeni dönem için bize yazılı olarak önermelerini talep ettim. Tabi ilk defa görülen bir şey, kimisi tepki gösterdi kimisi çok heyecanlandı. Ama sonuçta onlarca mektup geldi. Kendi alanında uzman olan birçok profil ortaya çıktı. Müthiş bir ekip oluştu. Onların içerisinden görüşme yaparak bir görev dağılımı yaptık. O şekilde kongreye gittik, kongrede bütün listemize delegelerimizin tamamı tarafından onay verildi.
Ailemin ve arkadaşlarımın desteğiyle Fransa Alevi Federasyonu Genel Başkanlığı hizmetime 2006 mayıs ayında, “Doğru kişi doğru göreve, az laf çok iş” şiarımızla, bütün kongre delegelerimizin de rızalığıyla başladım.
“İLK 3 YILDA 20’YE YAKIN ALEVİ KÜLTÜR MERKEZİ KURULDU”
Böyle yeni bir heyecan doğdu. İlk üç yıl içerisinde beş üye Alevi Kültür Merkezi’nden 20’ye yakın Alevi Kültür Merkezi’ne yükseldik. Müthiş bir heyecan oluştu.
“10 BİN KİŞİLİK ETKİNLİK ‘AŞK OLA’ İLE ALEVİLERİN ORTAK FOTOĞRAFINI VERDİK”
Bu çalışmaların içine girdiğim günden beri kafamda uçuşan sorular ve çelişkiler vardı. Neden Aleviler farklı isimlerle hareket ediyorlar, ortak fotoğraf vermiyoruz ? Neden taleplerimizi birlikte ve güçlü bir sesle dillendirmiyoruz ? Bunu yönetimdeki arkadaşlarımla paylaştım. Strazburg’da, bütün Alevi kurumlarının temsilcilerinin katılacağı, müthiş bir görsel şölen yapalım ki, o gün dünyadaki Alevilerin kalbi Avrupa’nın başkentinde atsın, dedik. Bu kararımızı bağlı olduğumuz konfederasyonla da paylaştık. Üç ay içerisinde “Aşk ola” etkinliğini organize ettik. 200 sanatçının katılımıyla on bin kişilik Zenith salonunda, dört televizyon kanalının direk verdiği bir şöleni gerçekleştirdik. Aleviler ve dostları bu fotoğrafta olsun dedik. Dönüşler bizi çok duygulandırdı. Afganistan’dan, Hindistan’dan, Afrika’dan izleyen Aleviler mailler göndermişlerdi ki “Ekranın karşısına ailece toplandık, gözümüz yaşlı izledik programı televizyondan. Biz kendimizi buralarda kaybolmuş hissederken, sayenizde tekrar varlığımızı hissettik, teşekkür ederiz” içerikli mesajlar geliyordu dünyanın dört bir yanından. Yani Avrupa’nın başkentinden böyle bir birliğin dünyaya yansıması bizim için değeri ölçülemeyecek bir karşılıktı. Bizler de bu mesajlarla çok duygusal anlar yaşadık.
ALEVİ MEDYASININ OLUŞUM SÜRECİ
-Yine siz Alevi medyasının oluşmasında çeşitli emekler verdiniz. Bu süreçten biraz bahseder misiniz?
Modern Alevi Kurum modelimiz, Fransa’da çok iyi sonuçlar verdiği için aynı konsepti konfederasyonumuza da önerdik. Kongrede bu komisyon modeli onaylandı. Konfederasyonda, bizden önce televizyon kurma girişimi iki defa olumsuz sonuçlanmıştı. Tekrar gündeme geldiğinde önerilerde bulundum ve medya projesi konseptinin yazılımını ve tasarımını üstlendim. Üç ay geceli gündüzlü üzerinde çalışıp, konfederasyon toplantımızda konsepti sundum. Sunduğum Yol Medya konsepti oybirliği ile onaylandı. Yol Medya sadece televizyondan ibaret olmayacaktı. Yol Medyanın haber ajansı, günlük gazetesi, aylık dergisi, radyosu, muhabir eğitim okulu, muhabir ağı, televizyonu, kulübü olacaktı. YOL bizi çok iyi ifade eden bir isim olduğu için, dijital korumaya da almıştım, hiç tartışılmadı ve yönetimden hemen onay aldı. Her ne kadar ticari anonim şirket olarak resmiyet kazansa da, kolektif bir şekilde, canların da katkısıyla toplumun bir müessesesi olarak kuruldu. O sürece de tanıklık ettik, maddi ve manevi katkı sunduk elbetteki.
FRANSA ALEVİ İŞVERENLER BİRLİĞİ (MASOURCE) KURULDU
-2 dönem genel başkanlığınızdan sonra Fransa Alevi İşverenler Birliği’ni kurdunuz. Nasıl gelişti?
Yeni tüzüğümüze en fazla iki dönem maddesi koyduğumuz için iki dönem başkanlıktan sonra arkadaşlar halen birlikte devam etmemi istediler. Kıramadım. Madem devam edeceğim ı zaman bir hayalimi daha gerçekleştireyim dedim. Yönetim kurulu üyesi olarak Fransa Alevi İşverenler Birliği’ni 50 iş insanı canımızla birlikte kurduk. Kurucu başkanı oldum ve hemen ilk yıldan oluşturduğumuz fonla üç tane önemli proje koyduk önümüze. Birincisi, öğrencilere burs. İkincisi Alevilik üzerine yapılan projelerin arasında bir yarışma yapmak ve yarışmada kazanan ilk üç projeyi finanse etmek. Üçüncüsü de federasyonumuza maddi katkı sağlamak. Bu amaçla kurduk ve çok güzel ve heyecanla başladı. Üç yıllık görev sürem dolduktan sonra arkadaşlardan müsaade istedim, görevimi teslim ederek biraz ihmal ettiğim aile yaşantıma ve şimdi 34 yaşında olan şirketime ve yeni mesleki projelerime dönmek istedim. Çünkü ihtiyaç da vardı. Yol hizmetimi burada aktif olarak tamamladım ama tabi kendi bölgemizde kurduğumuz cemevindeki gençlerle çalışmam devam etti. Onlarla üç yıl boyunca eğitim yaptık, birlikte çok verimli muhabbetler ettik.
“İŞ HAYATIMDA İLHAMIMI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE ÖĞRETİMİZDEN ALDIM”
-Fransa’da kendi iş alanınızda yaptığınız işlerle de adınızı duyurdunuz. Bu alanı nasıl tarif ediyorsunuz?
Şirket binalarımızın duvarlarında ve çalışma masalarımızın üzerinde şu çümleler yazar “Mesleğimizi değerli kılma ve kabul ettirme misyonumuzun temelindeki temel değer insana ve çevreye olan saygıdır. Şirket ailemizin her mensubu bu değerin bilincindedir ve taşıyıcısıdır. Dürüstlük, Sorumluluk, Öngörülülük, Yaratıcılık, Dayanışma ve Çevreye duyarlılık ise ortak özelliğimizdir.” Yeni işe alınan her çalışanımız bu misyon ve değerler şartımızı kabul ederek aileye mensup olur. Şirketimizde başından beri böyle bir değeri hep yaşattık. Şu anda da şirkette çalışan bütün kadro bunu bilir. Misyonumuz ve değerlerimiz diye hangisine sorsanız size söyler. Çünkü zaten bu misyonu ve değerleri paylaşmayan bizimle değil. Bizimleyse bu misyonu ve değerleri paylaştığı için. Şirketimizde merkeze insanı ve çevreyi koyduk. Yani yaptığımız meslek insana hizmet etmeli ve çevreye uyumlu olmalı. Bizim de mesleğimiz genellikle eski tarihi binaların restorasyonu ve özellikle binaların dış yalıtımı ile enerji tasarrufu. Yaptığımız iş hele de son yıllarda o kadar çok değer kazandı ki biliyorsunuz dünyada bir enerji krizi var ve bu savaşlara bile neden olabiliyor. Diyeceğim o ki, iş hayatımda ilhamımı önemli ölçüde öğretimizden adım.
FRANSA’NIN İLK DIŞ CEPHE AKADEMİSİ
-Fransa’da akademi açma sürecinizi de biraz anlatır mısınız?
Mesleğimizin Fransa’da okulu yok. Neden diye sorduğumda buna hiçbir cevap alamadım. Sonuçta otuz dört yıldır bizim mesleğimiz ve mutlaka bu sorunun da bir cevabı olmalı diye düşündüm. Bunu bütün devlet ve meslek odaları kademelerinde sorduğumda cevap alamadım. En sonunda şunu öğrendim ki Fransa’da meslekler listesinde yer almıyor ve meslek kodu yok. Dedim madem yok oturup şikayet etmektense bir çaresini bulabiliriz. Kendimiz okulumuzu açtık. Fransa’nın ilk cephe akademisini 2021 yılında kurduk. Şu anda halen bir ikincisi yok. İlk ders yılımız çok olumlu geçti. Basın çok ilgi gösterdi, yerel basınla başladı bölgesel basına yayıldı, ulusal televizyon kanallarının konusu oldu. Sonrasında davet edildiğim konferanslarda, üniversitelerde, ödül törenlerinde, ihmal edilmiş bu konuya özellikle dikkat çekmeye çalıştım.
AKADEMİ 3 YILDIR MEZUN VERİYOR
Cumhurbaşkanı François Hollande tarafından Paris’e davet edildim. Kitabını yeni çıkarmıştı ve okuduğum için üzerine konuştuk. Kitabında enerji kaynakları ve tasarrufu üzerine önemli bir yer ayırmıştı çünkü. ‘Siz bu konuya dikkat çekiyorsunuz ama esas bir ihmal var burada’ dedim. 2030-2050 yılı hedeflerine ulaşabilmek için bu mesleğin resmiyette var olması lazım ve bu konuda teknik kalifiye elemanların hızla yetişmesi gerekiyor. Yoksa Avrupa normlarını uygulamak ve hedeflere zamanında ulaşmak mümkün değil” diye söyleyince çok ilgilerini çekti. Ekonomi Bakanlığı’yla iletişim sağladılar ve ekonomi bakanı beni Paris’e davet etti. Bu konuda üç bakanlığın katıldığı bir toplantıda sunum yaptım. Konu dikkatlerini çekti ve bu projeyle ilgili çalışma grubuna dahil oldum. Gelinen aşamada üç yılını doldurdu bizim okulumuz. O anlamda çok yönlü motivasyon kaynağım bu çalışma ve devam ediyoruz yeni boyut alan çalışmalarla.
ABDULLAH GÜL’E SORDUĞUNUZ SORU SONRASI LİNÇ EDİLME RİSKİ YAŞADINIZ STRAZBURG’TA
-Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Strazburg ziyaretinde verilen bir resepsiyonda Alevi toplumuna yönelik hak ihlalleri, ayrımcılığı Gül’e sorduğunuz için linç edilmek istendiniz. Orada ne olmuştu?
Evet, maalesef öyle oldu. Strazburg’da Abdullah Gül’ün organize ettiği ve sivil toplum temsilcilerine verdiği resepsiyona davet edildik. Katıldığımızda yaptığım konuşma oldukça saygılı ve gerçekçi olmasına, sorduğum soruların haklılığına rağmen, uğradığım hakaretleri, orada bulunan yüzlerce gerici güruh tarafından linç edilme riski yaşamış olmamızı bir yana bırakıyorum. Bir o kadar da Abdullah Gül’ün, kendisine sorduğum Alevilerin uğradığı ayrımcılıklara dair sorulara cevap vermek yerine, bir Cumhurbaşkanına yakışmayacak şekilde “bu tür konuları böyle topluluk önünde sormayın, gelin aramızda konuşalım” demesi de bir o kadar inciticiydi. Bütün bunlar aslında gizli gerçeklerdi. Sivas’ta yaşattıkları vahşeti neredeyse Avrupa’nın başkenti Strazburg’un merkezinde bize tekrar yaşatacaklardı. Zihniyet aynıydı.
“TEDX KONFERANSINA KONUŞMACI OLARAK DAVET EDİLDİM”
Evet TEDx Konferansı’nda konuşmacı olma teklifi aldığımda inanamadım doğrusu. Çekimserdim. Sonra iş çevrem ve yakın dostlarım bunun iyi bir fırsat olduğunu söylediler. Sonuçta TEDx konsepti dünyada 42 milyon insana hitap eden bir iletişim ağı. Kabul ettim ve sıkı bir hazırlık sonucu, profesyonel çekimlerin de yapıldığı bin kişilik Arsenal’in görkemli salonunda konuşmamı Fransızca olarak yaptım. Hayat hikayem, Alevilerin sorunu ve mesleki girişimlerimi içeren etkili duygusal bir konuşma oldu diye düşünüyorum. İyi ki yapmışım diyebilirim. Daha sonra İzmir TEDx Konferansı’na davet edildim. Önce kabul ettim. Sonra üniversite rektörlüğünün konuşmamın içeriğinde değişiklikler yapmamı istediklerini bana ilettiler organizatörler. Ben de değiştiremeyeceğimi söyleyip katılmayı kabul etmedim.
“DEMOKRASİNİN İNŞASINDA ALEVİLERE VE TOPLUMUN BÜTÜN KESİMLERİNE DÜŞEN GÖREV EŞİTTİR”
-Peki Fransa’dan bakınca Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?
Şu anda özellikle Anadolu’da Alevilerin eşit yurttaşlık haklarından mahrum olması Türkiye demokrasisinin bir eksikliği. Sadece Aleviler için değil, bütün insanlık için, farklılıklar için bir an önce Türkiye’de demokrasinin inşa edilmesi gerekiyor. Burada tüm toplumun kesimlerine ve tabi Alevilere de görev düşüyor. Sadece Alevilerin meselesi değil, Sünnilerin de meselesi. Dolayısıyla cumhuriyetin laiklik ve demokrasinin inşasında Alevilere ve toplumun bütün kesimlerine düşen görev eşittir.
“SUNİ TARTIŞMALAR ALEVİ KURUMLARININ ENERJİSİNİ İSRAF EDİYOR”
-Alevi örgütlenmesinin genel durumuna dair neler söylemek istersiniz? Alevilerin taleplerine cevap verebilecek bir yerdeler mi?
Alevi kurumları suni tartışmalarla enerjisini israf etmemesi gerekir. Aleviliğin tarifiyle ilgili sarf edilen enerji, Alevilerin acilen çözülmesi gereken sorunlarından çalınmış bir enerjidir diye düşünüyorum. Aleviliğin tarifini her birey kendine göre yapabilir. Bu özgürlüğe sahip olmalı. Kimse kimseye kendi tarifini dayatmamalı. Bunun üzerinden Aleviler birbirini ayrıştırmamalı, ötekileştirmemeli. Tersine, eğer Alevilik Türkiye’de bir sorun olarak görülüyorsa, Alevi olduğundan dolayı insanlar mağdur ediliyorsa bir an önce bu Alevi kimliğinin Türkiye’de varlığının kabul edilmesi için hep birlikte çalışmalıyız. Kim nasıl algılıyorsa Aleviliği, kim nasıl yaşamak istiyorsa, bu kendi bireysel tercihi olmalı. Kimse kimseye Alevilik elbisesi biçmemeli. Nasıl ki biz bugünkü hükümete Alevilere siz elbise biçemezsiniz diyorsak, aynı minvalde bir Alevinin de diğer Aleviye, Alevilik elbisesi biçme hakkının olmadığını düşünüyorum.
Yolumuz varlığın birliği, vahdeti mevcut, can, rızalık ve ikrar üzerine kurulmuşsa, gerisi teferruat. Bunları içselleştirip, kendince yürüyene aşk olsun. Şu dünya bahçemizde, Serçeşmemizden her canlı, kendi kabı kadar dolsa, kendi renginde, kendi kokusunda çiçek açsa, ne olur ki ?
“ALEVİ KURUMLARI, ALEVİ TOPLUMUNDAN UZAK, YÜZDE 3’NE HİTAP EDİYOR”
Alevi kurumlarının ne yazık ki şu anda Alevi toplumunu kucaklamaktan uzak olduğunu düşünüyorum. Cömert davranırsak yüzde üçüne hitap ediyor. Yüzde üçü kurumlarımıza gidip geliyor. Yüzde 97’si kurumların dışında. Herhangi bir kurum yöneticisine sorsanız muhtemelen halkı duyarsızlıkla suçlayacaktır. Kurumların yönetimine gelecek kişilere “ikrâr ver de, öyle gel” şartı getirseniz, göreceksiniz beş yıl içinde, şu an ile ters orantılı bir tablo ortaya çıkar ki o zaman taşlar yerine oturur, hırslar diner, rekabetler çöker, hesaplar biter ve her can daha sağlıklı özüne döner. Kurumları siyasetin oyuncağı olmaktan kurtarıp, siyaseti toplumun istekleri için değerlendirme fırsatı doğar.
PİRHA/İZMİR
Yoruma kapalı.