Alevi Haber Ajansi

DEDEF: Savaşa hangi nedenle olursa olsun karşı çıkmamak ikiyüzlülüktür

PİRHA- Dersim Dernekler Federasyonu, “Bizler, barışa uzanan yolun asla savaşmaktan geçmediğini biliyoruz. Bu uğurda her gün ölsek, yaralansak, cezalandırılıp hapislerde çürümeye bırakılsak da barış istemekten vazgeçemememiz gerektiğinin farkındayız.” dedi.

Dersim Dernekleri Federasyonu DEDEF, 10 Ekim Ankara katliamının 4. yıldönümü ve Suriye’deki operasyona ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada,

Açıklamanın tamamı şöyle:

“Bugün, 10 Ekim 2015’de sadece ‘barış’ talebiyle Ankara Garı önünde toplananların ortasına atılan bomba ile yaşama veda eden 103 canımızı anarken Türkiye’nin iki gün önce Suriye’ye karşı başlattığı yeni savaşa tanıklık ediyoruz. Adı ‘Barış Pınarı’ olan bir savaş bu. Ve ne yazık ki bu ülkenin tarihi barış adının kirletildiği savaşlarla dolu. Bu ne yaman bir çelişkidir ki ‘barış’ sözcüğünü andıkları, barışı talep ettikleri için binlerce bilim insanının terör suçundan yıllarca yargılandığı, bazılarının hüküm giydiği bu ülkede, ‘barış’ sözünü savaşmak için kullanmak suç olmadığı gibi bir kahramanlık işareti. Bizler, barışa uzanan yolun asla savaşmaktan geçmediğini biliyoruz. Bu uğurda her gün ölsek, yaralansak, cezalandırılıp hapislerde çürümeye bırakılsak da barış istemekten vazgeçemememiz gerektiğinin farkındayız. Üstelik bugün tanıklık ettiğimiz savaş, o bildiğimiz, emperyalist kapitalizmin masa başında sömürmek amacıyla paylaşamadığı alanlar için uzlaşamama halinde başvurduğu bir seçenek olmanın bile çok uzağında. İki gün önce terör bahanesiyle Suriye’deki yerleşimleri bombalayarak başlatılan bu savaşın asli hedefi pastadaki payı büyütmek bile değil. Asıl hedef ülkedeki farklılıkları görünür hale getirerek milliyetçilik rüzgarını bir fırtınaya dönüştürmek, halkları birbirine düşürmek ve bu yolla oy devşirmek.

“VALİLİĞİN AÇIKLAMASI BM KARARLARINA AYKIRI”

Savaşı çıkaranlar ‘milli-ulusal’ değerlerden söz ediyorlar. Gençlerin, kadınların, erkeklerin, sivillerin, çocukların, masumların öldüğü, toprakların, suların zehirlendiği savaşlar hangi milletin hangi ulusun çıkarına olabilir? Can kayıplarını ve bu muazzam yıkımları milli ve ulusal değer olarak tanımlamak ancak kapitalizm gibi şizofren bir sistemde mümkün olabilir. Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 20. maddesinde savaşı övmenin suç olduğu açık ve anlaşılır bir dille yer alıyor. Ancak buna karşın barış isteyenler her zaman baskı altına alınmaya devam edilirken, İstanbul Valiliği’nin Kuzey Suriye’de başlattığı savaşa karşı olan ve bunu dile getirenler için soruşturma yapılacağını açıklaması BM kararlarına kökten aykırı.

Dünya Bankası Körfez Savaşı sonrası Irak’ta tarımsal faaliyetlere geçilebilmesi için 11 milyar dolar harcanması gerektiğini açıklamıştı. Vietnam’da 2.2 milyar hektar orman ve tarım arazisi bombalama, mekanik temizleme, napalmlar ile çoraklaştırıldı. Direnişçilerin bulunduğu bölgede 1.5 milyon hektar (Güney Vietnam’ın yüzde 10’u) orman ve ekili alanı yok etmek için 72 milyon litre herbisit (tarım zehri) kullanıldı. Kullanılan herbisit olan ‘Agent Orange’ içindeki dioksin şu anda bile bitkiler, yiyecekler, yaban hayat, insan sütü ve yağ dokusunda teşhis edilebiliyor. Bu müthiş ekolojik yıkımın etkileri henüz tam anlamıyla giderilmiş değil.

1991’de Körfez Savaşı’nda ‘mükemmel silah’ olarak nitelenen ve bir ülkenin bütün bir nüfusunu yok edebilecek bir silah gündeme gelmişti. Kapitalizmin nükleer santrallerden çıkan ve bertaraf etme yolunu bulamadığı atıklardan elde edilen ‘Seyreltilmiş Uranyum Mermileri’ üretilmişti. Bu mermiler hava ile temasta alev alıp yanar, hedefi vurduğunda ise parçalayıp radyoaktif toza dönüşür. Seyreltilmiş uranyumun yarı ömrü 4.5 milyar yıl. 25 Mart 2003 tarihli UNEP raporunda; Bosna – Hersek’de 1994–1995 yıllarında kullanılmış olan seyretilmiş uranyumlu silahların içme sularını zehirlediği ve 15 yıl sonrasında bile havada toz partikülleri şeklinde bulunduğu belirtilmişti.

“SAVAŞA KARŞI ÇIKMAMAK İKİYÜZLÜLÜK”

Doğa savunucuları, çevreciler ve ekolojistlerin savaştan yana olması eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü doğa için mücadele, kendisi de doğanın bileşenlerinden biri olan insanın ölümünü değil yaşamını savunmayı şart koşar. Çünkü doğa için mücadele, toprakların ve suların silahlarla zehirlenmesini değil, tohumlarla yeşillenmesini, tertemiz, gürül gürül çağlamasını şart koşar. Çünkü doğa için mücadele, toprağı kendi anası olarak kabul eder ve verdiği savaş hem anaların gözyaşlarını durdurmayı hem toprak anasını gözü gibi korumayı gerektirir. Bu bağlamda, 12 Ekim’de Çanakkale’de Kaz Dağları’nda altın madenlerini ve en son 200 bin ağacın kesilmesi ve kalan ağaçların korunması amacıyla gerçekleştirilmek istenen mitingin iptal edilmesi manidar bir durumdur. Üstelik bu, savaş çığırtkanlarının tam da hedefledikleri bir şeydir. Zira savaşlar, savaşı çıkaran ülkedeki ekonomik, sosyal, ekolojik yıkımların üstünü bir şal gibi örtmenin de aracıdır. Ağaçları korumak istediğini iddia edenlerin Suriye’ye yönelik operasyonu milli birlik ve bütünlük hassasiyetiyle iptal etmeleri utangaç bir tutumla savaşı desteklediklerini gösteriyor. Su ve Vicdan Komisyonu’dan, aynı ‘milli duygular’ı yarın öbür gün Alamos Gold’un lisansını yenileme sürecinde de göstermesi istendiğinde nasıl bir cevap verilecek? Doğal yaşamı savunmanın olmazsa olmazı insan hak ve özgürlüklerini savunmaktır. Savaşa hangi nedenle olursa olsun karşı çıkmamak ikiyüzlülük.” (HABER MERKEZİ)

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak