Alevi Haber Ajansi

‘Alevi hareketinin kendi kimliğini, eşit yurttaşlık üzerinden savunmaya çalışması çok anlamlı’

PİRHA – Siyaset Bilimci Dr. Mehmet Ertan, AKP iktidarının Alevilerin taleplerine bakışını değerlendirerek geçmişte yapılan çalıştayların da sonuçsuz kaldığını hatırlattı. Ertan, “10 yılı aşkın zamana rağmen AKP iktidarının Alevi sorununu algılayışında bir değişiklik yaşanmamıştır. Alevilik sorunu söz konusu olduğunda siyasi iktidar teolojinin, Alevi hareketi ise siyasetin dilinden konuşmaktadır” dedi.

Alevi toplumu, Türkiye’de inancının, kimliğinin kabul edilmesi için mücadele veriyor. Alevi olmayan diğer inanç topluluklarıyla eşit düzlemde yaşamak, baskılara, şiddete, katledilmeye, kültürel kırıma ve bir çok olumsuzluğa karşı eşit yurttaşlık istemi defalarca dile getiriliyor. Alevi kurumları ve yurttaşlar bu kapsamda haklarını ve kendilerine yönelik haksızlıkları mahkemelere de taşıdılar. Bu doğrultuda Yargıtay ve Danıştay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Alevilerin lehinde verdiği  kararlar hükümet tarafından yerine getirilmiyor.

Öte yandan, Alevi örgütlerini dışlayarak, yerelde cemevleri ve dernekleri tek tek ziyaret eden hükümet yetkilileri, günlük maddi ihtiyaç tespiti yaparak, asıl sorunları görmezden gelip hakikatin üzerini örtmeye çalışıyor.

Cemevine ibadethane statüsü hala verilmezken, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ankara’da Hüseyin Gazi Dergahına gitmesinin ardından İçişleri ile Kültür ve Turizm bakanlıklarınca koordine edilen “Milli Birlik ve Beraberlik Çalışması” kapsamında 8 ilde cemevi açılacağı duyuruldu.

Tüm bu gelişmelerle birlikte diğer yandan cemevleri ve yöneticilerine dönük saldırılar da dinmedi. Alevilerin hiç bir talebini ve mahkeme kararlarını yerine getirmeyen AKP hükümetinin Alevi toplumuna yönelik politikaları kabul görmüyor. Aleviler, yapılan siyasetin samimi olmadığını ifade ediyor. Aleviliğin resmi bir inanç olarak kabul görmesi konusundaki taleplerin yanı sıra eşit yurttaşlık vurgusu sonuçsuz kalıyor.

‘Peki tüm bu yaşanan saldırılarla birlikte süren asimilasyon politikalarına karşı Aleviler ne yapmalı?’ sorusuna yanıt arıyoruz.

Düzce Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi/ Siyaset Bilimci Dr. Mehmet Ertan ile konuya dair konuştuk.

“DİN DERSLERİ BİLİMSEL VE OBJEKTİF BİR EĞİTİMLE BAĞDAŞMAZ”

PİRHA-Yeni eğitim öğretim yılı Alevi toplumunun hassasiyetleri göz önüne alınmadan başladı. Toplumun bilimsel bir eğitim talebine karşılık zorunlu din dersi uygulamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

DR. MEHMET ERTAN: Din dersleri ilk ve ortaöğretim müfredatlarında uzun süredir var ama din derslerinin zorunlu olması 1982 Anayasasıyla başlayan bir uygulama. Aslında darbelerle yüzleşme söylemi taşıyan çok sayıda iktidarın, darbe anayasasının mahsulü olan zorunlu din dersi uygulamasını hiç sorunsallaştırmaması başlı başına bir sorun. Üstelik 1982 Anayasanın 24. Maddesi’nin 4. Fıkrası’na din dersinin ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu olacağı ibaresi eklenirken, bu derslerin ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ adıyla dinler tarihi ve sosyolojisi olacağı öne sürülüyordu. Gelinen aşamadaysa zorunlu din dersine ek olarak seçimlik derslerle din eğitiminin müfredat içinde alanı giderek büyüyor. İçerik olaraksa din dersleri bir mezhebin inançsal esaslarının henüz reşit olmayan çocuklara öğretildiği tek yönlü dersler haline geldiğini görüyoruz. Bu haliyle de din derslerinin hem zorunlu olmasının hem de içeriğinin bilimsel ve objektif bir eğitimle bağdaşmadığını teslim etmek gerekiyor. Ancak Alevi hareketinin talebini de netleştirmek gerekiyor. Alevi hareketi din derslerinin ilk ve ortaöğretim müfredatlarından tamamen çıkarılmasını istemiyor, zorunlu olmaması gerektiğini belirtiyor. Öğrencilerin ve ebeveynlerin tercihine bırakılan seçmeli bir ders olmasını talep ediyor. Yani burada itiraz din derslerinin varlığına değil, zorunlu olmasına.

“AİHM KARARININ UYGULANMASI ANAYASAL BİR ZORUNLULUK”

 – Zorunlu din derslerinin bir de hukuki boyutu var. AİHM-Eylem Zengin kararlarını hatırlayacak olursak siyasal iktidar, uluslararası hukuku hiçe mi sayıyor?

 Ben hukukçu değilim, ama hukuki tartışmaları takip eden bir siyaset bilimci olarak belirttiğiniz gibi AİHM’nin zorunlu din dersleri uygulamasına dair verdiği kararlar, din derslerinin hukuki boyutunu tartışmaya açtığını ben de gözlemliyorum. AİHM, zorunlu din dersleriyle ilgili açılan davalarda ilgili ders müfredatının objektif kriterlerden uzak ve taraflı olduğuna hükmederek öğrencilere dinî veya felsefi inançlarını açıklamak zorunda kalmadan zorunlu din eğitiminden muaf olması için uygun seçenekler sunulması gerektiğini belirtti. Anayasanın 90. Maddesi’nde yer alan ‘temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır’ ibaresi de AİHM kararının uygulanmasının anayasal bir zorunluluk olduğuna hükmediyor.

“ANAYASA, ‘ÖĞRENCİLER DİN DERSİNİ ALMAK ZORUNDADIR’ DEMİYOR”

– Zorunlu din dersleri konusunda hukuken yeni bir girişim mümkün mü? Sizce ne yapılmalı?

Yapılması beklenen hukuki gelişme anayasanın 24/4. Maddesi’nde din derslerinin ilk ve orta öğretim müfredatında zorunlu olduğuna dair ifadenin anayasadan çıkarılması. Ancak mevcut siyasi konjonktür bu anayasa değişikliğinin hayata geçmeyeceğine işaret ediyor. Bir hukukçu olmadığımı tekrar belirterek ara çözümlerin de geliştirilebileceğini düşünüyorum. Anayasa, din dersinin müfredatta bulunmasını zorunlu kılmakta ama bütün öğrenciler din dersini almak zorundadır dememektedir. Mevcut anayasal çerçeve içinde AİHM kararları da dayanak alınarak dileyen velilerin istekleri doğrultusunda çocuklarını din dersinden bir dilekçeyle muaf tutabileceğine dair yapılacak bir yasal düzenleme de AİHM kararlarının gereğinin yerine getirilmesini sağlayarak Alevilerin taleplerini kısmen de olsa karşılayabilir.

“HUKUKİ MEKANİZMA, FAİLLERİ CEZALANDIRMA KONUSUNDA İSTEKSİZ DAVRANMAKTA”

– Gündemde bir de Alevi kurumlarına yönelik saldırılar var. Alevilere ait evler uzun yıllardır çarpı işaretlerinin konulması ile sık sık gündeme geliyordu ancak bugünlerde fiziki saldırılar söz konusu. Kurum başkanları darp ediliyor, cemevleri taşlanıp, dilek ağaçları yakılabiliyor. Bunu nasıl yorumlarsınız?

Alevi sorunu Türkiye’nin kırılgan fay hatlarından biridir. 1978’de Malatya, Sivas ve Maraş’ta, 1980’de Çorum’da yaşanan katliamlar, 1990’larda Madımak ve Gazi katliamları da maalesef bu fay hattının şiddetli depremler üretebildiğini göstermektedir. Sıraladığımız bütün bu katliamların kamuoyunda tartışılma biçimiyse katliamlarla yüzleşmek, hesaplaşmak yerine saldırganları harekete geçiren motivasyonu ‘ağır tahrik’ söylemiyle anlamak hatta meşrulaştırmak üzerine kuruludur. Üstelik Madımak ve Gazi katliamlarında da tanık olduğumuz üzere hukuki mekanizma da failleri ortaya çıkarma ve hak ettikleri cezalara çarptırmada yetersiz kalmakta hatta isteksiz davranmaktadır. Bu pencereden bakıldığında da son yaşanan saldırıların eş zamanlılığı ve yaygınlığı da münferit saldırılardan çok daha kapsamlı bir organizasyonun parçası gibi gözükmektedir. Eğer bu saldırıların faillerinin bağlantıları deşifre edilmez, münferit vakalar olarak ele alınıp üzeri örtülürse, Türkiye’nin içine girdiği seçim atmosferinde yeni ve daha büyük saldırıların ortaya çıkması da maalesef mümkün olabilir.

“SİYASİ İKTİDAR TEOLOJİNİN, ALEVİ HAREKETİ İSE SİYASETİN DİLİNDEN KONUŞMAKTADIR”

– AKP’nin Alevi sorununu çözebilecek kabiliyeti var mı?

Bu soruyu kabiliyeti değil de isteği var mıdır diye alarak yanıtlamak isterim. 2010 yılında kamuoyunda Alevi açılımı diye bilenen ve düzenlenen çalıştaylar üzerine bina edilen bir süreç yaşandı. Yedi etap çalıştay ve Madımak üzerine düzenlenen bir ek çalıştayın ardından çalıştayları yürüten bakanlık bünyesinde sürece ilişkin bir nihai rapor yayınlandı. Nihai rapor Alevi dernekleriyle AKP hükümetinin Alevilik sorununu anlamak ve çözmek konusunda ne kadar farklı noktalarda durduğunu gösteren bir laboratuvar mahiyetindeydi. Hükümet açısından Alevilik teolojik bir sorundu ve nihai raporun tabiriyle çözüm kendi içinde anlam bütünlüğünü yitiren çok sesli Alevilerin, Aleviliği İslam tarihi ve ilahiyatı içinde tanımlamasıyla çözülebilirdi. Alevi hareketi ise Alevilik sorununu, Alevilerin uğradığı ayrımcılık noktalarından hareketle siyasi bir sorun olarak ele almakta ve bu sorunun çözümü olarak öne sürdüğü eşit yurttaşlık anlayışının içini dolduran taleplerinin müzakere edilmesini istemektedir. Bu talepler de Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması ve zorunlu din dersleri uygulamasına son verilmesi ve cemevlerine ibadethane statüsü tanınmasıdır.

Aradan geçen 10 yılı aşkın zamana rağmen AKP iktidarının Alevi sorununu algılayışında bir değişiklik yaşanmamıştır. Sıklıkla kullandığım bir tabiri burada bir kez daha dillendirmek isterim. Alevilik sorunu söz konusu olduğunda siyasi iktidar teolojinin, Alevi hareketi ise siyasetin dilinden konuşmaktadır. İki farklı dili konuşan iki insan kendi arasında ne kadar anlaşabilirse Alevi hareketi ve AKP iktidarı da Alevilik sorununu anlamlandırması ve çözümünde o kadar anlaşabilir.

“SEÇİM HESAPLARININ BELİRLEYİCİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM”

-Cumhurbaşkanı Erdoğan, Alevilik tanımlaması ile ne amaçlıyor? Alevilerin oylarına mı oynanıyor yoksa Aleviliğin özüyle mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Allahsız, Muhammed’siz ve Ali’siz Alevilik olmaz’ tanımlaması da az önce belirttiğimiz çerçeve içinde bir anlam kazanıyor. AKP iktidarı açısından Alevi sorunu denildiğinde anlaşılan Alevilerin farklı tanımlamalar arasında bölünmüş olması, İslam dairesinden uzaklaşarak sosyalizmden sosyal demokrasiye kadar uzanan yelpazede sol siyasi hareketlere yakınlaşarak politize olmaları. Alevi sorununun çözümününse Alevilerin bütün yorum farklılıklarını aşacak ve hiçbir şüpheye yer bırakmayacak netlikte kendilerini İslam dairesinin içinde tanımlamasıyla mümkün olacağına inanıyor. Aleviliğin ana niteliklerinden biri de ‘yol bir, sürek bin bir’ şiarıyla somutluk kazanan tekil bir teolojiye indirgenemeyecek yorum farklılıkları. Bu çözüm önerisiyse kendiliğinden Aleviliğin çoğul yorumlarına dair niteliksel bir değişiklik öngörüyor. Ama ben son zamanda Aleviliğe yönelik yapılan tartışmalar ve atılan adımlarda Aleviliğe ilişkin yapısal değişiklik arzusundan çok kısa vadeli seçim hesaplarının daha belirleyici olduğunu düşünüyorum. Hükümetin, seçimlerden kısa zaman önce yapılacak ufak reformlarla Alevilerin desteğini kazanamayacağının farkında olduğu inancındayım. Bu nedenle de Aleviliğe yönelik yapılan tartışmalarla seçim sathı mailinde hem muhalif blokun ortak hareket etmesini zorlaştıracak konu başlıklarına güncellik kazandırmak, hem de iktidar blokunun seçmen konsolidasyonunun pekiştirilmek istendiğini tahmin ediyorum.

“FARKLILIKLARIMIZI SÜRDÜREREK BİR ARADA NASIL YAŞAYACAĞIZ?”

 -Peki bu kadar baskı ve şiddete maruz kalan Aleviler ne yapmalı?

Alevi hareketi, Türkiye’de siyasi bir aktör olmaya başladığı 1990’lardan beri Alevilerin Alevi olmayanlarla eşit düzlemde siyasal ve kamusal alanda var olmasını amaçlayan bir siyasi dil inşa etmeyi amaçladı. Eşitliği fiiliyata dökecek iki kavramsal sete sıklıkla başvurdu: Yurttaşlık ve laiklik. Alevi hareketi bugün Alevilerin yurttaşlık haklarından tam ve eşit şekilde yararlanması gerektiğini savunuyor ve bu savunusunu da eşit yurttaşlık söylemiyle örüyor. Eşit yurttaşlık farklı boyutları da olmak üzere üç temel sacayağı üzerine kurulu: Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması, zorunlu din dersleri uygulamasına son verilmesi ve cemevlerine ibadethane statüsü tanınması.

Alevilerin maruz kaldıkları bütün baskı ve ayrımcılığa rağmen kendi kimlik mücadelelerini bu ülkenin eşit yurttaşı olma mücadelesiyle el ele yürütmesini çok önemli ve anlamlı buluyorum. Bugün dünyada kimlik meselelerinin tartışıldığı bir çok ülkede çözüm bekleyen can yakıcı bir soru var: Farklılıklarımızı sürdürerek bir arada nasıl yaşayacağız?
Alevi hareketinin kendi kimliğini, o kimliğin biricikliğine vurgu yapan bir kültürel özcülükle değil de o kimliği taşımayanlarla eşit düzlemde yaşamaya odaklanan eşit yurttaşlık anlayışı üzerinden savunmaya çalışması çok anlamlı. Bu politikleşme hattının sürdürülmesinin Türkiye’nin demokratikleşmesine ve toplumsal barışına önemli katkılar sunacağına inanıyorum.

MEHMET ERTAN KİMDİR?

“Doktora derecemi Boğaziçi Üniversitesinde Modern Türkiye Tarihi alanında aldım. Şu anda Düzce Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde doktor öğretim üyesiyim. Türk siyasal hayatı, Alevilik çalışmaları, kimlik siyaseti alanlarında çeşitli ulusal ve uluslararası dergilerde ve derleme kitaplarda yayınlanan makalelerim var. “Aleviliğin Politikleşme Süreci: Kimlik Siyasetinin İmkan ve Kısıtlılıkları” başlıklı kitabın yazarıyım.”

Eren GÜVEN/PİRHA

İLHİLİ HABERLER
> ‘Aleviler, kimliklerine sahip çıkmalı, dışlananların, emekçilerin, kadınların yanında olmalı’

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak