Alevi Haber Ajansi

‘Bugünkü uygulamalar 12 Eylül zindanlarını aratmıyor!’-VİDEO

PİRHA- 12 Eylül döneminde tutuklandıktan sonra 21 yıl hapis yatan ve bugün İnsan Hakları Derneği’nde Cezaevi Komisyonu üyesi olan Bekir Sıtkı Keçeci, “Bugünkü uygulamalar 12 Eylül zindanlarını aratmıyor, hatta bazı yönlerden daha ağır” diyerek ağır ihlallere dikkat çekti.

12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 45 yıl geçti ancak cezaevlerindeki hak ihlalleri ve baskılar sürüyor. 1979-2002 yılları arasında toplam 21 yılını cezaevinde geçiren, 12 Eylül darbesi sonrası 1402. maddeyle öğretmenlik hakkı elinden alınan ve ölüm orucu sonucu serbest bırakılan Bekir Sıtkı Keçeci, 12 Eylül’ün yıl dönümünde PİRHA’ya konuştu. Keçeci, o dönemle bugünün cezaevi uygulamaları arasında hiçbir fark olmadığını, hatta bazı yönlerden bugünün daha ağır koşullar taşıdığını vurguladı.

“HAPİSHANELER İŞKENCE KALELERİ HALİNE GELMİŞTİ”

12 Eylül 1980 askeri darbesinin, dönemin yükselen halk muhalefetini bastırmak ve emperyal politikaların hayata geçirilmesi için gerçekleştirildiğini dile getiren Bekir Sıtkı Keçeci; devrimcilerin, sosyalistlerin, Kürtlerin ve Alevilerin o dönemde ağır bir baskı sürecine maruz kaldığını belirtti.

Cezaevlerinin sistematik işkencelerin, infaz yakmaların ve kitlesel direnişlerin yaşandığı yerler haline geldiğini söyleyen Keçeci, “Metris, Diyarbakır, Buca gibi cezaevlerinde işkenceler yaygın, insanlık dışı uygulamalar sistematikti. MHP’li ülkücü, faşist katillerle devrimci sosyalistleri aynı koğuşa koyarak karıştır barıştır politikasıyla kendilerince siyasi iradeyi teslim almaya çalıştılar. Öte yandan tek tip kıyafet dayatması ciddi bir baskıydı anca bu politika işe yaramadı cezaevlerindeki direniş sayesinde. Türkçe konuş çok konuş diyerek özellikle Amed zindanlarında insanlara yapılan işkenceler çok vahşi boyutlara ulaşıyordu. Yani o dönem hakikaten cezaevleri hem büyük baskıların, kötü muamelelerin, işkencelerin hem de bunun karşısında devrimci ulusal direnişin kaleleri haline gelmişti” diye konuştu.

ÖLÜM ORUÇLARI: DİRENİŞİN EN ÇIPLAK HALİ

12 Eylül sonrasında cezaevlerinde gelişen direniş biçimlerinden birinin de ölüm oruçları olduğunu kaydeden Keçeci, “1982-84 yılları arasında cezaevlerinde büyük açlık grevleri ve ölüm oruçları yaşandı. O dönem birçok arkadaşımızı yitirdik. Kimisi bedenini ateşe vererek direndi, kimisi günlerce süren açlık içinde yaşamını kaybetti. 1996’da süresiz açlık grevi ve ölüm orucu başladı. O direnişte 12 insanı kaybettik. Ama bu kararlı duruş, F Tipi cezaevlerinin açılmasını bir süreliğine durdurdu. Devlet geri adım atmak zorunda kaldı. Ancak bu kararlılığı kırmak için hazırlıklarını sürdürdüler” dedi.

2000 yılına gelindiğinde Ekim ayında başlayan yeni ölüm orucu dalgası, 19 Aralık’ta büyük bir katliamla karşılık buldu. ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ adıyla 20’ye yakın cezaevine eşzamanlı operasyon düzenlediğini hatırlatan Keçeci, “30’dan fazla insan yaşamını yitirdi. Bunlar yanarak, gazla boğularak ya da kurşunla öldürüldü ve birçok insan da yaralandı. O süreçte 100’ün üzerinde insan ölüm oruçlarında ve süresiz açlık grevlerinde yaşamını yitirdi. Zihinsel ve fiziksel hasarlarla aramızda dolaşan 600’den fazla wernicke korsakoff’lu var. Bu sadece bir açlık grevi ya da ölüm orucu değildi. Bu, teslim olmamanın, iradeyi kırdırmamanın adıdır. İnsanlar içerideydiler ama özgürlükten, mücadeleden vazgeçmediler. Cezaevinde ölümü göze alarak direnmek, bir halkın iradesinin en çıplak halidir. Hiçbir sistem, böyle bir direnişi kolay kolay yok edemez” ifadelerini kullandı.

“BUGÜNKÜ CEZAEVLERİ 12 EYLÜL’DEN DAHA KÖTÜ”

Keçeci’ye göre bugünkü cezaevi koşulları, 12 Eylül’ü aratmayacak düzeyde. Özellikle yüksek güvenlikli kampüs tipi cezaevleri, mahpuslar için tecritin, hak gasplarının ve psikolojik yıkımın adresi olmuş durumda:

“Kampüs tipi cezaevlerinde insanlar güneş görmeden, sadece gardiyanla temas ederek yaşamlarını sürdürüyor. Kürtçe kitaplar ve yayınlar yasak, telefon hakları kısıtlı, ağız içi aramalar yapılıyor. İnsanlar sadece hastaneye ya da mahkemeye giderken birilerini görebiliyor. İdari gözlem kurulları insanların tahliyelerini keyfi şekilde engelliyor. Hasta mahpuslar ölüme terk ediliyor. Birçok mahpus, cezaevinden çıktıktan sonra bir ay içinde hayatını kaybediyor. Özel maskeli ekipler var. Yıkım ekibi dedikleri bu insanlar cezaevinde mahpuslara karşı sistematik şiddet uyguluyor. İşkencede ölen insanlar var ama intihar etti denilerek üzeri örtülüyor. Bu gerçeklerin duyulması gerekiyor.”

“DEMOKRASİNİN İLK ADIMI İÇERİDEKİ KARANLIĞI BİTİRMEKTİR”

Türkiye’de Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin konuşulduğu bu dönemde atılması gereken en öncelikli adımın, cezaevlerindeki hak ihlallerine son verilmesi olduğunu vurgulayan Keçeci, şunları söyledi:

“Avrupa Konseyi kararlarına, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmalı. Ağır hasta ve hasta mahpuslar derhal serbest bırakılmalı. Siyasi mahpuslar keyfi gerekçelerle içeride tutulmamalı. Cezaevleri, insanların özel yaşam koşullarını düzeltmek için değil; bir ideal uğruna verilen mücadelenin sembolü haline geldi. Bunu anlamadan çözüm üretilemez. Cezaevlerini boş bırakmamak gerekir. İçerideki insanların çığlığına dışarıdan karşılık verilmesi, onların mücadelesine destek olunması gerekir. Demokratik bir cumhuriyet ancak içerideki karanlık uygulamaların bitmesiyle kurulabilir.”

Fatoş SARIKAYA/ MERSİN

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.