Alevi Haber Ajansi

Munzur Gözeleri’nin tarihsel anlatı, toplumsal ve inançsal yapısındaki yeri!

PİRHA- Munzur Gözeleri’nin tarihsel anlatı, toplumsal ve inançsal yapısına dair bir makale kaleme alan Doç. Dr. Yalçın Çakmak, anlatına efsanedeki “hac” vurgusunun 20. yüzyılla birlikte ortaya çıktığını aktararak, “Her ne kadar 20. yüzyılın başından günümüze değin Munzur Gözeleri ile ilgili haccın merkezde olduğu popüler bir anlatı ön planda olmuş veya “tutulmuşsa” da bugün hâlâ bölge insanının inanç dünyasında varlığını koruyan, tamamen farklı bir hikâyenin mevcut olması, araştırmacıları yeni okuma ve yorumlara celbedecek, farklı perspektiflere olanak sunuyor” dedi.

Son günlerde mescit tartışmalarıyla gündeme gelen Munzur Gözeleri’nin tarihsel anlatı, toplumsal ve inançsal yapısına dair geçtiğimiz yıl Tarih ve Toplum Dergisi’nin 23. sayısında yer alan “Kayıp bir çoban ile “kerametleri”nin izinde: Munzur Baba ve “efsaneleri” adlı makale kaleme alan Doç. Dr. Yalçın Çakmak’ın ilgili makalesinde öne çıkanları derledik.

“BÜYÜK NEHİRLERİN BABASI”

Çakmak, makalenin giriş kısmında Munzur Baba Efsanesi’ne ve “Munzur” kelimesinin anlamına dair değerlendirmelere yer vererek, şunlara dikkat çekiyor:

“İnancı kimlik ile bütünleştiren ya da “kimlikleştiren” bir özellik de insanların neye inandıklarıyla birlikte, bizzat atalarının da ona inanmış olmalarıdır. Dolayısıyla dine duyulan istenç ya da korku da onu tarihsel olarak tecrübeleyip, itimat eden atalara duyulan saygının farklı bir tezahürü olabilir. Burada bir nevi “atalar kültünün” farklı bir anlatısı söz konusudur. O nedenle günümüzün insanı da sonraki kuşaklara göre şimdiden bu atalar silsilesinde yer alacağından, bugünden başlayarak geleceğe taşıyacağı tarih ya da belleğin inşasından “sorumludur”.

Benzer şekilde, toplumların efsaneleri de çevrelerindeki hadise ve doğa olaylarını kendilerine has algı dünyalarıyla yorumlamalarından bağımsız değerlendirilemez. Bundandır ki peygamberlerin mucizeleri ile evliyaların kerametleri, her ne kadar sonrasında evrensel bir hüviyet kazansa da esas itibarıyla başlangıcında, yerel ve de hitap ettikleri toplumların yorum ve duygularından izler taşır. Tabii burada, yaşanılan coğrafyanın ve yine bizzat üzerindeki toplumun duygu dünyasını şekillendiren tarihsel anlatı ve belleğin payı inkâr edilemez. Hatta gerek yazılı kaynaklar gerekse sözlü belleğin izinden gidilsin, yer yer var olan mevcut anlatının tarihsel akış içerisinde ve en çok da “yazının hükmü ve kaydına inat” bir yeniden inşa (reconstruction) süreciyle karıldığı ifade edilebilir.

Eldeki mevcut yazılı kaynaklarla Munzur Suyu ve Munzur Baba’ya yönelik “hac” odaklı keramet anlatısının öncesindeki yüzyıllarda söz konusu olmazken ya da yazıya geçirilmezken, bu anlatının birazdan da ifade edileceği üzere birtakım dışsal etkenlerin tesiriyle, en geç 19. yüzyıl ve yazıya aktarılmış şekliyle henüz 20. yüzyıl başı arası bir dönemde bölge inancı içerisinde ifade bulduğu iddiası tartışılmaya açılacaktır.

Yüzyıllar boyunca kutsal kabul edilen bu suyun kaynak yahut gözelerinde, bölge insanı temenni ve dilekleri için kurbanlar kesip, çeşitli ritüellerini gerçekleştirmiştir. O nedenledir ki suyun taşıdığı kutsallıktan ötürü içindeki canlılar da –bilhassa balıklar– tarih boyunca kutsal görülüp tüketilmedi.

Munzur Suyu’nun toplumsal karşılığı bunlardan da ibaret değildir. Zira eski dönemlerde, aşiretler arası toplantıların yapıldığı ve üzerine yeminlerin edildiği kutsal bir mekân olarak da saygı görmüştür. Tüm bu özelliklerinin sağladığı saygınlıktan ötürü “Munzur” ismi de kuşaklar boyunca bölgede doğan çocuklara takılan yerel bir adlandırma olarak yaygınlığını korudu. Hatta ismin popülerliği devlet nezdinde de itibar görmüş olmalı ki 1935 yılında “Tunceli” olarak değiştirilen “Dersim” adının ilk önce “Munzur Vilayeti” şeklinde konulması düşünülmüştür.

Görüldüğü kadarıyla bunu ilk olarak tartışma konusu yapan kişi de İngiltere’nin Kürdistan Konsolosu olarak bölgeye ziyarette bulunan Taylor’dur. Konsolosun Mezoor olarak telaffuz ettiği Munzur ismi ona göre Mendzoor ya da Ermenice Mehzoor’dan gelmekte olup, Süryaniceye Moozoor ya da Mozer olarak tahrif edilerek geçmiş bir adlandırmadır. Ayrıca Ermeni dilinde “ihtişamlı, büyük su kaynağı ya da Fırat Nehri” anlamlarına geldiğini de belirttiği Mendzoor’un, eski coğrafyacılara göre Ermenistan’ın yükseklerinde ve Menzoor kantonunda yer alan Medzourkh antik kentinden geldiğini ileri sürer. Bu açıdan kendileriyle görüştüğü Tercan’daki Ermenilerin de Baba Munzur ya da Mendzoor olarak burayı “Büyük Nehirlerin Babası” olarak adlandırdığını aktarır.

Zira Taylor’dan sonra gelen aynı yüzyıldaki çağdaşlarından Vital Cuinet bu ismi “Mezur” (Mézour)12 ve yine bir diğer isim olarak Şemseddin Sami de aynı şekilde “Mezûr” ya da “Mızûr” (مزور) olarak zikredeceklerdir. Munzur ismine dair Araplar ise, Fırat Nehri’nin her iki tarafındaki dağ hudutları içinde kalan Cabal Munzur/Cebel-i Muzur adlandırmasına başvurmuştur. Ama bunun da yine Ermenice Mzur veya Asurlarda “Muzri ülkesi” adlandırmalarından türediği üzerinde durulmuştur.

Araştırmacı Gürdal Aksoy, suya kaynaklık eden hikâyenin Dersim Aleviliği ile Ezidilik bağlantısına dikkat çekerek Dersim’e de buraya gerçekleşen bir Ezidi göçüyle taşınabileceği olasılığı üzerinde durur. Yazar son olarak diğer bir çalışmasındaysa Munzur’u Zerdüşt bir kökene bağlayıp –Dersimi’nin iddia ettiğinin aksine Anahita değil de– Aramazd’ın (Ahura Mazda) transformasyonu olduğuna dikkat çeker.”

Munzur ve su gözelerine dair dile getirilen bilgilerin, 16. yüzyıldan günümüze değin kaleme alınan birçok eserde kutsallığına işaret ettiğini vurgulayan Çakmak, “Günümüze değin gün yüzüne çıkan belgelerden –yine ileride ortaya konulacağı gibi– “hac” odaklı anlatının ilk kez Molyneux-Seel tarafından yazıya geçirildiği görülmektedir. Bu da Molyneux-Seel’dan sonra Munzur ile ilgili söz konusu hac anlatısının artık giderek merkezî bir rol edindiğini güçlü bir ihtimal olarak ön plana getirir. Zira Molyneux-Seel’dan sonra eserini kaleme alan Uluğ’un 1939 tarihinde Ovacık’ın Ziyaret köyünden Hızır adında birinin ağzından derlediği anlatıda da artık söz konusu hac vurgusunun yerel inanca yerleştiği dikkat çeker. Hacca gitmekle ilgili bu vurgunun diğer birtakım örneklerle artık 20. yüzyıldan itibaren giderek başat bir rol edindiği ve gerek bölgedeki inanç gerekse bunun üzerinden gerçekleştirilen derlemelerde ufak farklılıkları dışında tekrar edildiği anlaşılmaktadır” diye belirtti.

Doç. Dr. Yalçın Çakmak, makalesinde Munzur Suyu Efsanesi’nin bazı açılardan sadece Dersim bölgesine özgü olmayıp, farklı bölge ve kişilere özgü “benzer” anlatılarla dile getirildiğine de dikkat çeker.

Munzur Baba Efsanesi’ne dair çalışma yürüten araştırmacıların önünde, bugüne değin gün yüzüne çıkan kaynaklar bağlamında düşünüldüğünde, 20. yüzyıl öncesinde, doğrudan “hac” anlatısını tahkim eden ya da ortaya koyan yeterli oranda veriye sahip olunmadığı bilgisini paylaşan Çakmak, “O halde haklı olarak, böylesine bir anlatının “nasıl olur da bölgedeki bu kutsal mekânın efsanesinde hâkim hale geldiği?” sorusu belirmektedir” dedi.

Doç. Dr. Yalçın Çakmak, her ne kadar 20. yüzyılın başından günümüze değin Munzur Gözeleri ile ilgili haccın merkezde olduğu popüler bir anlatı ön planda olmuş veya “tutulmuşsa” da bugün hâlâ bölge insanının inanç dünyasında varlığını koruyan, tamamen farklı bir hikâyenin mevcut olması, araştırmacıları yeni okuma ve yorumlara celbedecek, farklı perspektiflere olanak sunduğunu dile getiriyor.

(HABER MERKEZİ)

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.