PİRHA – İstanbul’un tarihi Bektaşi mekanlarından Erikli Baba Dergahı, tüm baskı ve yasaklamalar ardından topluma hizmet sunmaya devam ediyor. Geçmişte adeta kıyıma uğrayan dergah, bugün sınırlı ölçüde bir arazi üzerinde Alevi Bektaşiliği temsil ediyor. Dergah yöneticisi Dursun Aydoğdu “Burası Bektaşilerin dergahı ancak şu an Bektaşileri burada göremiyoruz” diyerek kutsal mekanı sahiplenme konusunda çağrısını yineliyor.
Zeytinburnu İlçesi, Kazlıçeşme Mahallesi’ndeki Erikli Baba Dergahı, Alevi Bektaşi tarihinin önemli mekanlardan birisi olarak anılıyor. İsmi tekkeyle anılan Erikli (Eryek) Baba’nın mezarı da dergahın bahçesinde yer alıyor.
Asıl ismi Es Seyit Muhammed Eryek olduğu belirtilen Erikli Baba’nın, 14. yüzyılda İstanbul’a geldiği ve Hacı Bektaş Veli’nin ilk halifelerinden olduğu da ifade edilir.
Osmanlı devletinin kuruluş yıllarına denk gelen Erikli Baba Dergahı’nın, birçok savaş anında da aktif rol üstlendiğinden bahsedilir. Örneğin, Osmanlı ordularının İstanbul’u kuşatma anında dergahın çevresine konuşlandığı, gıda ve temel ihtiyaçların da buradan sağlandığı anlatılır. Tarih kayıtlarında ayrıca dergahın, İstanbul’un fethinden sonra yeniçerilerin yetiştirildiği bir mekan haline geldiği söylenir.
Erikli Baba Dergahı, yüzyıllar boyunca Alevi Bektaşi toplumuna hizmet verdikten sonra 1826’da II. Mahmut döneminde Alevi-Bektaşi ocaklarının yasaklanması ardından karanlık bir döneme bürünür. Bu tarihten sonra İstanbul’daki birçok Bektaşi dergahı gibi Erikli Baba Dergahı da adeta yakılıp yıkılır.
Dergahın, atıl halden bugünkü görünümüne dönüşmesi ise 1993 yılında kurulan Erikli Baba Kültür Derneği tarafından sağlandı. Bugün 600 kişilik aşevi, kurban ve cenaze hizmetleri, kütüphane ve cemevi ile hizmetlerine devam eden Erikli Baba Dergahı’na dair detayları Erikli Baba Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Dursun Aydoğdu, Binali Doğan Dede ve Tarihçi Yazar Ayhan Aydın’dan dinledik.
İSTANBUL’UN 12 ÖNEMLİ DERGAHINDAN BİRİSİ!
Tarih kitaplarında Erikli Baba için ‘İstanbul’un gözcülerinden’ biri olarak bahsedilirken, dergahının da şehrin 12 stratejik mekanlarından birisi olduğu vurgusu yapılır. Bugün ise eğitim, kültür ve ibadet merkezi olarak halkın büyük önem verdiği Erikli Baba Dergahı’na ilişkin Ayhan Aydın, şu bilgileri paylaştı:
“Aslında şu gerçeği dile getirsek belki de başta en önemli hususu belirtmiş oluruz; bütün ocak ve tekkelerin geçmişinde benzerlikler var. Yani en baştan en sona yeknesak bir bütünlük yok. Farklı dönemler, farklı kişiler, farklı ekoller var. Dolayısıyla konuya böyle bakarsak biraz hafızamızı geniş ve canlı tutmuş oluruz. Çünkü Şahkulu Sultan Dergahı’ndan bahsederken oranın aynı zamanda bir ‘Ahi Ocağı’ olarak başladığını, Alevi Kızılbaş toplulukların orayı sahiplendiklerini, Bektaşiliğin Balım Sultan kolunun orada geliştiğini ama aynı zamanda da Hacı Bektaş Çelebilerinin bile orada bir etkisi olduğunu görmüştük. Tabii Şahkulu’nun ayrı bir yeri var fakat İstanbul’daki diğer Bektaşi tekkelerine baktığımız zaman çoğunun benzer özelliklere sahip olduğunu görüyoruz. Yani dönemsel olarak birden farklı dönemde ele almak gerekiyor. Ayrıca buralarda hizmet yürüten babalara biraz daha yakından bakmak gerekiyor. ‘Yol bir sürek 1001’ lafını unutmuyoruz. Çünkü Yol cümleden uludur. Yol, kuralları ile yürüyor ama o Yol’u da yürüten pirler, babalar, dervişler, ozanlar da bu yolda çok önemli. Dolayısıyla bazı önemli şahsiyetlerin, ocaklar ve tekkeler üzerinde çok belirleyici bir etkiye sahip olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla o babaların, dervişlerin, pirlerin isimleri de dergahlarla özdeşleşiyor ve dönem dönem dergahların birden fazla isim aldıklarını da görebiliyoruz. İşte bunun bir örneği de burada, yani Eryak Baba… Bizler Erikli Baba diye anıyoruz. Buraya gelip dilek dileyenler, bir ulu erenin divanına durarak ondan himmet isteyerek ulu yaratıcıya ulaşmak istiyor. Çünkü onlar Hakk, Muhammed, Ali yolunun velileridir.
Burada da gördüğünüz gibi dergahlar ilk kurucuların isimleri ile anılıyor ama konu sadece bununla sınırlı değil. Zaman içerisinde başka şahsiyetler de buralarda etkili oluyor. Çünkü uzun zaman buralarda hizmet yürütüyorlar ve onların isimleri ile de buraların özdeşleştiğini görüyoruz. Nasıl ki Şahkulu Sultan Dergahı’nda Mehmet Ali Hilmi Dede Baba son döneme damgasını vurmuş ise burada da bir Perişan Mehmet Ali Baba’dan bahsediyoruz. Dolayısıyla onun buradaki etkisi ile beraber, hatta yazılı kaynaklarda Perişan Mehmet Ali Baba Tekkesi ya da Abdullah Baba Tekkesi olarak da geçiyor.
HIRİSTİYAN COĞRAFYASINDA KURULAN BEKTAŞİ TEKKESİ!
Burası Kazlıçeşme. Kazlıçeşme ile ilgili birçok kaynağa; Evliya Çelebi’den tutmak üzere İstanbul tarihini yazan kaynaklara baktığımız zaman burada gerçekten tarihi bir kazlı çeşmenin olduğunu anlıyoruz. Bu çeşmenin 500 yıllık bir geçmişi var. Şu anda Yedikule surlarının da yanındayız. Dolayısıyla hem Yedikule hem Kazlıçeşme bizim için bir rehber. Çünkü nasıl ki coğrafya insanlar için önemliyse dergahlar için de önemlidir. Burası aslında sulak bir yer. Denizin kenarındayız ve suyumuz da var. Peki ‘Kazlıçeşme’ ismi nereden geliyor? Burası bir Hristiyan yerleşim yeri. İstanbul’da zaten öyle değil mi? Türkler buraya sonradan geldi. Burada bir kilisenin varlığını tarihi kayıtlar yazıyor. Bu çeşme de aynı zamanda bir ayazma ile ilintili. Ayazma, Hristiyanlarda ziyaret edilen su kaynağıdır. Dolayısıyla halk arasındaki rivayette bir kaz sürüsünün toprağı eşelerken bir su pınarını çıkardığını, Kazlıçeşme’nin de buradan geldiğini söylüyorlar. Burada bir yerleşimin, hayvancılığın olduğunu da görmüş oluyoruz. Çok geniş, çayırlık bir arazi burası. Osmanlı’nın kuruluşundan önce de burası bir mesire yeriymiş. O zamanın kentinden biraz uzak, çünkü ahali, surların içerisinde yaşıyor, onun dışındakiler de bağ bostan yapıyorlar. Bu durum yakın zamana kadar olan bir şeydi. Aslında tarihi kayıtları yakın zamanda yok ediyoruz. İstanbullular bunu çok iyi bilecektir, Zeytinburnu’ndan Topkapı’ya kadar surların kenarları bostanlıktır. Osmanlı’da Edirne’nin dışında sarayın bütün bostan ihtiyacı da surların kenarlarından karşılanırdı. Bu Bektaşi tekkesi Eryak Baba – Erikli Baba çevresinde de Yeniçeri kışlasının et ihtiyacının karşılandığını, debbağlığın; yani deri işlerinin, ticaretinin yapıldığını, aynı zamanda buranın mumhane olduğunu; yeniçeri kışlasının mum ihtiyacını buralardan, yağlardan karşılandığını tarihi vesikalardan öğrenmiş oluyoruz. Dolayısıyla tarihi, sosyal, ekonomik koşulları elverişli olan bir yerleşim yerinde dergah kuruluyor.”
AVRUPA KITASINA AÇILAN BEKTAŞİLİK!
Ayhan Aydın, Erikli Baba’nın yaşam öyküsüne de değindi. Tarih kayıtlarında Erikli Baba hakkında iki görüşün mevcut olduğunu söyleyen Aydın, şu bilgileri paylaştı:
“Birinci görüş şöyle; Şahkulu Sultan Dergahı’nda olduğu gibi 1329 yılında Maltepe Savaşı’ndan (Palenekon Savaşı), yani Bizans’ın yenildiğinden bahsedilir. İstanbul fethediliyor ve o zamanlar Balkanlar zaten fethedilmişti, İstanbul dediğimiz Konstantinpolis, Bizans’ın surlar içerisinde kalan küçük bir yerleşim yerine dönüşüyor ve bütün çevresi Osmanlılar tarafından alınıyor. Yani hem Asya hem Avrupa yakası Osmanlılar tarafından alınmış oluyor. Peki burayı alanlar, buralara gelenler kimler? Alperenler, veliler, gaziler. Dolayısıyla dervişler, konar göçer topluluklar, Alevi Bektaşi uluları… İşte karşıda Şahkulu Sultan, Gözcü Baba, Kartal Baba gibi ulu erenler ile birlikte Erikli Baba da aynı dönemde surların en yakınına; bu sefer Avrupa kıtasında yerleşmiş dergahını kurmuş bir aziz eren olarak adlandırılıyor.
İkinci görüş de İstanbul’un fethi, tarihçiler açısından bize büyük bir kapı açmış oluyor. Farklı coğrafyalardan gelen insanların buralara yerleşmeye başladıklarını görüyoruz. Tabii ki ‘fethedilme’ kavramına biz farklı bakıyoruz. Zaten burası bir yerleşim birimi! Bizler, ‘Osmanlılar tarafından İstanbul’un alınışı’ diyelim. İşte o dönemde yararlılık gösteren gazi erenlerden birisi olarak da Eryak Baba anılıyor. Yani 1329 veya 1453’ten sonraki dönemlere tarihlendirilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla Erikli Baba hakkında elimizdeki tarihi kayıtlar çok yetersiz. Ama o tarihten beri bilindiğini biz Otman Baba Velayetnamesi’nden ve diğer velayetnamelerden anlıyoruz. 1400’lü yıllarda böyle bir tekkenin olduğunu daha sonraki kaynaklardan anlamış oluyoruz. Fakat ilk birkaç yüzyıla ilişkin maalesef bilgilerimiz çok sınırlı. Bizim için daha sonraki tarihlerdeki bilgilerin bu kadar artmasının nedeni burasının gittikçe teşekküllü, mücerretlik erkanının uygulandığı bir Bektaşi tekkesine dönüşmesinden dolayıdır. Çünkü tekkelerdeki yazışmalar Şeyhülislamlığa bağlı olduğu için bütün buradaki gelişmeleri Osmanlı arşiv kayıtlarından izleyebiliyoruz. Ayrıca zamanında yüzlerce olan Baba erenlerin mezar taşlarından kala kala 33 tane kalmış. Burada bir hazire var. Bektaşilikte kutlu insanların, babaların, dervişlerin, hizmet edenlerin kabirlerinin bulunduğu yere ‘hazire’ diyoruz. Maalesef bu kadar kalmış ama yakın zamanda belediyenin yol çalışmaları esnasında çok büyük acı bir gerçek ki çok sayıda mezar taşımızın da yok olduğunu biliyoruz. Bu durum bize çok yakındaki Karaağaç Dergahı’ndaki yıkım ve kıyımı anlatıyor. Ha devlet yapmış ha belediye yapmış ha iş bilmez adamlar yapmış, bizim için önemli değil. Biz, tarihi değerlerimizden mükellefiz, onları korumanın mücadelesini veriyoruz. Yani burası da bir kıyıma uğramıştır. Elimizde sınırlı sayıda arazi ve mezar taşımız kalmıştır ama acıların en büyüğü de bu kutsal dergahımız yıkılmış, yağmalanmıştır. 8 Temmuz 1826’da Bektaşilik resmen yasaklandı, yeniçeri askeri kışlası ile birlikte anıldığı için yeniçeriliğin yasaklanması ve yok edilmesi ile birlikte Bektaşiliğin üzerine adeta zulüm yağdı. Bu bir acıtasyon değil. Tarihlerimizle yüzleşelim. Uyumayı bırakalım. Bu kıyımın bu zulmün 200. yılına gidiyoruz. Gece yarısı gelip bu dergaha baskın yapıyorlar. Sanki burada yaşayan insanlar düşman. Hüseyin Baba, iki dervişi ve tüm Bektaşi tekkelerimizdeki dervişlerimizi zindanlara dolduruyorlar. Kimisini idam edip kimisini de sürgün ediyorlar. Hüseyin Baba’nın nerede kaldığı belli değil. 1826’da bu tekke kapatıldığı zaman postnişini olan Hüseyin Baba’nın kabri nerede? Devlet hesap versin. Hüseyin babanın suçu neydi? Hüseyin Baba sürgün ediliyor, binalar yıkılıyor, talan ediliyor ve burada olan birkaç baba sultanın mezarı dışında arazilere de el koyup Sultan Beyazıt Vakfı’na devrediyorlar. Ne güzel! Bektaşi’nin mal varlığını ya Nakşibendi şeyhleri tarumar ediyor ya vakıflara veriliyor. Toplumun olan bu arazilerimiz yağmalanıyor.”
ARNAVUTLARIN DA HİZMET YÜRÜTTÜĞÜ BEKTAŞİ DERGAHI!
Ayhan Aydın, 1826 yılından sonra Bektaşiliğin tekrar bir toparlanma devrine girdiğini de belirtiyor. Yazar Aydın, Erikli Baba Dergahı’ndaki Arnavutların fonksiyonuna da değinerek şöyle devam etti:
“O yıllarda karşımıza Perişan Mehmet Ali Baba çıkıyor. Kabri de burada. Perişan Babamız uzun süre Hacıbektaş’ta kalmış olsa bile burada son derece önemli çalışmalar yapıyor. Damgasını bu dergaha vuran insanlardandır. Kendisi Arnavuttur. Mezarlıkta bulunanların bir kısmının Arnavut olması da ilginçtir. Demek ki Kürdü, Türkü, Arnavut’u yok, Yol’u yaşatan yaşatıyor.
İşkodralı Perişan Mehmet Ali Baba, burada son derece güzel işler yapıp derliyor, toparlıyor. Abdülaziz dönemlerinde dergah yeniden ayağa kalkıyor. 1860’lı yıllarda burası yeniden canlanıyor. Baba sultan 1866 yılında göçtüğü döneme kadar burada faaliyetlerde bulunuyor. Ayrıca Konyalı bir Perişan Baba daha varmış, Onunla da çokça karıştırılırmış. Tarihte böyle vakalar da olabiliyor ama her birini yerli yerine oturtmak lazım.
Perişan Ali Baba aynı zamanda bir şair ve ozan. O yıllarda buraya İstanbul müftüsü geliyor ve onunla sohbete girişiyor. Baba erenlerin bilgisi kuvvetli olduğu için kendisinden emin. Dolayısıyla sohbet ederken müftü diyor ki ‘Peygamber efendimizin varisleri, ulemadan insanlardır. Biz onların varisiyiz’. Baba eren de ‘öyle mi? Peki ben de diyorum ki peygamberin varisi velilerdir, erenlerdir. O yolu bunlar sürdü’ diyor.
Böyle aralarında tatlı bir sohbet meydana geliyor. Müftüye ‘Mademki sen, peygamberin varisiyim diyorsun’ diyerek yerden bir taşı alıyor ve ‘Peygamber efendimiz, bu taşı sıksa suyunu çıkarırdı değil mi?’ diye soruyor. Müftü ise ‘Elbette ki o bir peygamberdi’ diyor. Baba erenler de ‘O zaman sen peygamberin varisisin, ulemasın. Peki bu taşı alıp sıkabilir misin?’ diye soruyor. Müftü ise ‘Haşa, ben öyle bir kudrete sahip değilim’ diyor. Baba erenler ise ‘Peygambere bizden daha çok sahip çıkıyordun, nasıl oldu?’ diyor. Alevi Bektaşi toplumun öğretisinde vardır; o da bir keramet gösterip taşı alıp sıkıyor ve suyunu çıkarıyor. Tabii bu bir anlatı, bize verilen derin bir mana var. Biz bunu hükmetmek istemezdik ama ‘işte görüyorsun biz de velilerin yolunda olduğumuz için hizmet ehliyiz’ diyor. Bunun üzerine müftü ‘Nazar edeyim’ diyor ve gelip niyaz etmeye çalışıyor. Baba erenler ise ‘orada dur’ diyor. ‘Sen buradaki bir taşı sıkmamdan dolayı bana niyaz ettin. Gerçek niyaz sözle olur. Biz özümüzden geleni sana söyledik, sen inanmadın, bu taşa ve suya baktın, ondan sonra bana inandın. İşte bizim farkımız burada. Biz sözümüzle ikrar veririz, özümüzle yola bağlanırız. Siz de peygamberin yolundan geliyorum diyerek ilimle övünürsünüz’ diyor.”
“ALEVİ BEKTAŞİ AYNI ÖZDÜR”
Ayhan Aydın, Erikli Baba Dergahı’nın son postnişini olan Abdullah Baba hakkında da bilgi verdi. Tarihte ‘Abdullah Baba’ ismi ile bilinen iki şahsiyetin olduğuna işaret eden Aydın, şu bilgileri paylaştı:
“Topkapı’da ‘Abdullah Baba’ isimli bir tekke var. Bir de burada hizmet yürütmüş Abdullah Baba var. İki ismi karıştırmamak için Erikli Baba’da hizmet yürütene ‘Küçük Abdullah Baba’ demişler öbürüne ise ‘Büyük Abdullah Baba’ denilmiş.
Küçük Abdullah Baba önemli bir zat, çünkü son dönem burada yaşıyor, ilim, irfan sahibi ve eğitime çok önem veriyor. 1936 yılında Erikli Baba’nın son postnişini olarak Küçük Abdullah Baba göçüyor. Ama enteresan olan, Topkapı’daki dergahta olan Büyük Abdullah Baba’yı buraya sırlıyorlar, buradaki Baba erenleri de hikmeti nedir bilemiyoruz ancak burada değil; Mecidiyeköy’de Kuştepe isimli bir mezarlıkta yatıyormuş.
Alevi Bektaşi aynı özdür, her zaman bunu savundum. Sular akar yatağını eninde sonunda bulur. Bektaşilik zaten Aleviliğin içerisinden çıkmıştır. Turgut Koca çok önemli bir isimdir. Alevi Bektaşi toplumunda kendisini yetiştirmiş ender insanlardandır. Birden çok yabancı dil bilir ve dolayısıyla da orduda hizmet yürütmüş mühendis birisidir. 1997 yılında ise bu alemden göçmüştür. Geride de çok güzel emanetler bırakmıştır. ‘Bizimle alakası nedir?’ diye sorarsanız; tüm coğrafya, Bektaşilik bir bütündür. Bildiğiniz gibi Abdal Musa Dergahı’nda Kaygusuz Abdal Sultanımız vardır ve o büyük bir ozan olarak Mısır’a gidip dergah kurmuştur. İşte o Mısır’daki dergah 1960’lara kadar açık kalmıştır. Oradaki Ahmet Sırrı Dede Baba, Turgut Koca Baba erenlere postnişinlik icazeti vermiştir. Erikli Baba postnişinliği icazetini 1950 yılında vermiştir. Son önemli dede babalarımızdan Bedri Noyan Dede Babamız da o icazetnameyi tasdik etmiştir. Dolayısıyla Turgut Koca da manevi olarak bu dergahın postnişinidir. Şu anda Şahkulu’nun hemen arkasındaki Mansur Ali Baba Türbesi’nde yatmaktadır.”
“BURADA GERÇEK ALEVİLİĞİ YAŞATMAYA BAŞLADIK!”
Baba Mansur Ocağı’na mensup Binali Doğan Dede ise Erikli Baba Dergahı’nın bugünkü hizmet yürütücülerinden birisi. 19 yıldır dergahın hizmetçisi olan Doğan, Bektaşileri, “Alevilerin şehirleşmiş kesimi” olarak yorumluyor. Binali Doğan, kuruluşunda bir Bektaşi tekkesi olan Erikli Baba Dergahı’ndaki dönüşümü şu sözlerle anlattı:
“Bundan 50 sene önce Anadolu insanı şehirlerde yoktu, sonraki süreçte şehirlere geldik. Tabii bu sadece Aleviler için değil, Sünniler de köyden kente göç etti ama Sünnilerin göçü sırasında geldikleri her yerde camileri, hocaları hazırdı ama Alevilerin böyle bir şansı yoktu. Cemevlerinin olmamasının yanı sıra pek de tanınan, bilinen bir topluluk değildi. Ama şehirlere gelmemizle beraber dünyaya da açıldık. Artık uluslararası kimlikler içerisinde bir Alevi kimliği de bilinir hale geldi. Kiliselerin, havraların, camilerin, sinagogların yanında cemevlerimiz de yer aldı. Erikli Baba Dergahı da bir Bektaşi dergahı olarak hizmet yapmış.
Dergahlar eski medreselerin karşıtı olarak dervişlerin, erenlerin birer eğitim yuvası gibiydi. Yunus ya da Kaygusuz Abdal gibi dervişler yetişirdi buralarda. Ben de buraya 2006 yılının 19 Mayıs’ında geldim ve o gün bugündür buradayım. Burada eski dergah geleneği olan mürşit-pir-müsahip işleyişini sağlamaya, yaşatmaya gayret ettim. Tabii burada kurbanların kesildiği, cenazelerin kaldırıldığı; özellikle de burada Türkiye’de bir ilk olarak tek kelime Arapça konuşmadan Hakk’a uğurlama erkanını başlattık. İşte o eski iklimi burada yaşatmaya gayret ettik.
Çevrede fazla cemevi yok ancak bu zamana kadar ibadetlerimiz hiç kesintiye uğramadı. Onun dışında dede yetiştirme görevini de üstlendik. Burada güzel dedeler de yetişti. Ayrıca ben de burada iki kitabımı yazıp yayınlama fırsatı buldum. Erikli Baba aslında ne kadar ‘Bektaşi Tekkesi’ diye anılıyorsa da buradaki pir, Es-Seyit Mumammed Eryek’tir. Horasan piridir ve imam Musa-i Kazım’ın evlatlarındandır. Bizler aynı ocağın evlatlarıyız. Baba Mansur da imam soyundan geldiği için biz burada gerçek Aleviliği yaşatmaya başladık.
Hacı Bektaş gibi Baba Mansur gibi pirler, o derin bilgeliği ve de kerametleri ile anılırlar. Erikli Baba’nın da bir zemheri ayında bir eriği sunmasından bahsedilir. Biz de o pirin dergahında görev yapmanın onurunu yaşadık. Gücümüz yettiğince bu yolda Aleviliği öncelikle yaşatmak, geleceğe de kayıt düşmek adına biz de ozanlarımız gibi yazdık ve geleceğe güzel bir şey bırakabilirsek bundan mutluluk duyacağım. Çünkü geçmişini unutan bir toplum kendisine gelecek kuramaz. Burada insanların bir araya gelme açısından çok güzel şeyler kaydedildi ama burada büyük bir inanç kaybı da yaşandı. Pir ile talip arasındaki o bağ zayıfladı. İşte onu da yeniden tesis etmek gerek. Özellikle Alevilikte olmazsa olmaz sosyal yardımlaşmayı da tesis edecek olan müsahiplik kurumunun unutulduğunu ve onu yeniden canlandırmak için gayret ettiğimizi söyleyebilirim. Dergahta gençleri bekliyoruz, çünkü Yol onlara kalacak. İnancımıza gıpta ile bakılıyor. Yurt dışından dahi çok sayıda kişi gelip cemlerimize katılıyor ve araştırmalar yapıyor. İnancımız ‘Hakk insanda’ inancıyla her zaman var olacaktır. İnsanlık geliştiği sürece bu inanç da gelişecektir. Alevilik gelişmeye açık ama değişime kapalıdır.”
“BEKTAŞİLERİ DE BURADA GÖRMEK İSTERİZ”
Erikli Baba Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Dursun Aydoğdu ise toplumun bir arada durarak daha güçlü bir bağ oluşturacağının vurgusunu yaptı. Aydoğdu, devlet eliyle Alevi inancına yön verilmeye çalışıldığını da ifade ederek şu konuşmayı yaptı:
“Burası Bektaşilerin bir dergahı ancak şu an Bektaşileri burada göremiyoruz. Daha öncesinde Bektaşiler burada ibadet yapıyordu. Ben yönetime geldikten sonra bir Bektaşi babasıyla diyalog kurdum ve kendilerini dergaha davet ettim. Ama şu ana kadar bizi ziyaret etmedi. Biz isteriz ki burada Bektaşiler ve Aleviler bir olalım. Zaten bizler et kemik gibiyiz, Bektaşileri burada görmek istiyoruz.
Şu an bir de bize karşı olarak Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığını kurdular. Oraya tamamen ilahiyatçıları getirdiler. Bıraksalar, biz kendi Yol’umuzu, erkanımızı yaşasak daha doğru olacak. Yani şöyle söyleyeyim; bir bahçede her türlü gül olduğu zaman güzellik orada olur. Bizlerin devletten beklediği bu. Yani bizleri bıraksınlar, her bahçede her gül olsun, her gül de kendisi gibi kokusunu versin.
Maalesef Hacıbektaş’a, Serçeşme’ye gittiğimiz zaman orası müze olarak anılıyor ve bizler ücret ödeyerek dergahımıza giriyoruz. Oysa oralar Aleviliğin Serçeşmesi dediğimiz yerler. Buraları tamamen biz Alevilere bırakmalılar. Şu an Kültür Bakanlığı’na bağlı durumda. Buraların devri konusunda da federasyon öncülüğünde bir girişimimiz var.”
Eren GÜVEN/İSTANBUL
İLGİLİ HABERLER:
-Yakılan, yasaklanan ve günümüzde özünden koparılan dergahlar!
-Yağma, talan ve yasaklamalar ardından Şahkulu Sultan Dergâhı!
-Geçmişten günümüze işgalin odağındaki kutsal mekan: Gözcü Baba Türbesi!
-Karaağaç Dergahı, AKP İl binası ile 5 yıldızlı otel arasına sıkıştırıldı!
Yoruma kapalı.