PİRHA – Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, AKP’nin Alevi politikalarını eleştirerek “Alevilik gibi bir inancı sanki kültür alanının bir folklorik koluymuş gibi Kültür ve Turizm Bakanlığında bir daire başkanlığına bağlamak son derece yanlış, haksız ve hatta hadsiz bir anlayıştır” dedi.
Cemevlerinin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlanması ardından tepkiler de genişliyor. 26 Kasım’da yayınlanan Resmi Gazete’de ise cemevlerinin kimi temel giderlerinin nasıl karşılanacağı ve cemevi inşası konusundaki prosedürler de netleşti.
Alevi örgütleri, torba yasanın ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin geri çekilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruya hazırlanırken muhalefetten de tepkiler gelmeye devam ediyor.
“HAKSIZ VE HATTA HADSİZ BİR ANLAYIŞ”
60. ve 61. Hühümet dönemlerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı görevi yürüten Ertuğrul Günay da cemevleri konusunda alınan kararları eleştiren isimlerden oldu. Hükümetin Alevi politikalarını eleştiren Günay “Alevilik gibi bir inancı veyahut da herhangi bir inancı, sanki kültür alanının bir folklorik koluymuş gibi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda bir daire başkanlığına bağlamak son derece yanlış, haksız ve hatta hadsiz bir anlayıştır” ifadelerini kulandı. Ertuğrul Günay, Kültür Bakanlığı’nın görevinin “Bütün kültür varlıklarına ayrım yapmaksızın sahip çıkmak ve onların kendisini koruması, geliştirmesi konusunda yardımcı olmaya çalışmaktır” diye de ekledi.
“YETERİ KADAR EŞİTLİKÇİ OLAMADIK”
Ertuğrul Günay, cemevleri hakkında alınan karara ilişkin “Olayın boyutlarının, büyüklüğünün fark edilmeden yapılmış bir düzenleme” diyerek şu yorumda bulundu:
“Aleviliğin milyonlarca inananı var. Büyük ölçüde bütün dinler evet birbirleriyle ilişkilidir. Dinler birbirinden etkilenir elbette. Alevilik, İslamiyet içinde bir alan, dal gibi gözüküyor ama öncesi ve sonrasıyla belki daha özgün yanları da olan bir büyük inançtır. Bu inancın ne olduğu, nasıl olacağı, nasıl geliştirileceği inananları ilgilendirir. Onun dışında devlet, bütün inançlara karşı eşit mesafede saygılı, bütün inançlara karşı onların haksızlığa uğramaması konusunda koruyucu ama bununla sınırlı bir görev seçmelidir kendisine. İnancı tarif etmek, inancın ibadethanesinin şöyle olması veya böyle olması konusunda birtakım yönlendirmelerde bulunmak kimsenin hakkı ve haddi değildir. Ama bizim baştan beri sadece Alevilikle ilgili değil, başka bazı inançlar veya farklı etnik kökenlerle ilgili bir eksiğimiz var. Cumhuriyetin 100. yılının tam eşiğindeyiz ve evrensel anlamda çoğulcu olamadık. Ve yeteri kadar eşitlikçi olamadık. Evet Cumhuriyet her yurttaşın önüne kendisini geliştirmek konusunda bir kapı açtı ama bu hukuken biraz böyle oldu. Fiiliyatta ise bu konuda sınırlamalar oldu.”
“DERDİMİZ, BİR ZİHNİYETİ DEĞİŞTİRMEK OLMALI”
Sizin inançlarınız, etnik kökenleriniz çoğunluktan farklıysa hep birtakım sınırlar önünüze geldi. Hep söylemeye çalışıyorum, Cumhuriyetin 100. yılına girerken bizim derdimiz bir iktidar değiştirmek değil, bir zihniyet değiştirmek olmalı. Çoğulculuğu içselleştirmeliyiz. Eşitlikçiliği içselleştirmeliyiz. Devlet inançlara, etnik kökenlere karşı kör olmalı ve insanları bu ülkeye kattıklarıyla yetenekleri, bilgisi, eğitimi, gayreti ile değerlendirmeli. O yüzden ben bu yasanın seçim eşiğinin de gelmesi tabii ayrı bir tartışma konusu…
10 yıl önce bu konuda bir çalışma olmuştu, keşke o zaman sonuçlansaydı. Ben de o hükümetin içindeydim ve ben de bu konuda bazı adımlar attım. Örneğin 1993’ün Temmuz ayında o vahim olay yaşandıktan sonra Sivas’ın Madımak Otelinde benim bakanlığıma kadar 15 yıl boyunca otelin altında bir kebapçı dükkanı vardı. Utanç verici, yüz kızartıcı bir duyarsızlıktı. Onu çıkarmaktan başlayarak Anadolu’da hangi inanca mensup olursa olsun bütün inanç merkezlerine gereken saygıyı, kaynağı ayırarak bir takım gayretler göstermeye çalıştım. Onun ötesinde de bütünüyle devletin hükümetin birtakım çalıştaylarla eşit yurttaşlığı inşa etme konusunda arayışları oldu. Keşke sonuçlansaydı o tarihlerde ve böyle netameli bir seçim eşiğinde bir yeni çekişme, çatışma konusu olmasaydı. Ben, Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda olması gerekene işaret eden bir iptal kararı vermesini çok temenni ederim. Çünkü insanların inancını sanki kültürel, folklorik bir alanmış gibi bir daire başkanlığının altına hapsetmek doğru değil. Bırakalım inananlar inandıkları gibi kendi özel, özgür kurumlarını kursunlar. Devlet başka inançlara nasıl saygılı ise aynı saygıyı, desteği oraya da göstersin.”
“DERGAHLARIN İADESİ KONUSUNDA BİR TALEP OLMADI”
Ertuğrul Günay, devlet himayesinde olan ibadethanelerin Alevi toplumuna iadesi hakkında da konuştu. Günay, “Bakanlık yaptığınız dönemde, kimi ibadethanelerin Alevi toplumuna iadesi konusunda herhangi bir tartışma söz konusu oldu mu?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Böyle bir tartışma ve talep olmadı. Zaten bunlardan yanlış bilmiyorsam Hacı Bektaş Veli Dergahı doğrudan Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilgiliydi. Hem Hacı Bektaş hem Konya’daki Mevlana, hepsi bizim inancımızda, toplumumuzda, hayatımızdaki önemli yerler. Buralar çok bakımsızdı. Ben eski yıllarda da buraları ziyaret ederdim. İçeri girdiğiniz zaman ağır bir rutubet kokusu, bir takım bakımsızlıkların izleri görünürdü. Hiç ayrım yapmaksızın hepsine ama Anadolu’da kalan ve bizim restorasyon imkanımız içerisinde kiliseler de dahil olmak üzere, vakıflar eliyle camilere ve bakanlığımıza bağlı olan bu tip merkezlere sınırsız kaynak ayırmaya çalıştık. Ben Hacı Bektaş’ın, bunu hayatımda hep iftihar olarak hatırlarım, yerdeki halısından, tavandaki sönmüş ampulüne kadar tüm kalem işlerini hepsini pırıl pırıl yapmaya özen gösterdim. Aynı şeyi Mevlana’ya da Yunus Emre’ye ait mekanlarda da yapmaya çalıştık.
Mevlana ve Hacı Bektaş’ta cüzi bir giriş ücreti alınıyordu. Buna itirazlar oldu. Ben Ağustos ayında yani yoğun ziyaretin olduğu ayda bunu tümüyle kaldırmıştım. Zaten rakam da sembolikti. Devlet de oraya önemli kaynaklar ayırıyordu. Gelenlerin bağış gibi bir katkısı vardı. Onun ötesinde bir talep olmadı.”
“ELBETTE DAHA FAZLASINI YAPMAK LAZIM”
Örneğin Elmalı’daki Abdal Musa Dergahını da ziyaret etmiştim. Orada da benzer sorunlar vardı. Orayı hatta bakanlığım bittikten sonra da takip ettim. Elbette daha fazlasını yapmak lazım. Bu mekanları o inancın inananlarının kullanmasına daha büyük imkanlar vererek açık hale getirmek gerekiyor. Hacı Bektaş’ta bir kez dergahta semah dönülmesine imkan verdik o bile bayağı bir çekişme, tartışma konusu oldu ki bizim ne hakkımız var yani inananların gelip kendi inanç merkezlerinde semah yapma imkanının her zaman olması gerekir. Benzer şey Anadolu’da bazı kiliselerde de oldu. Bunları aşacak bir çoğulculuğa, bir eşit yurttaşlığa dilerim ki Türkiye Cumhuriyet 100. yılında kavuşmuş olur.”
Eren GÜVEN/ANKARA
Yoruma kapalı.