PİRHA – 675 No’lu Kanun Hükmünde Kararname ile 29 Ekim 2016’da mesleğinden ihraç edilen Öğretmen Zeynel Kete, KHK’leri “Soykırım” olarak yorumladı. Kete, “Yapılanları bir kültürel ve ekonomik katliam olarak düşünüyorum. Bireyin bir bütünen ruhsal, bedensel dengesinin bozdurulmasına yönelik hamledir bu” diyerek yaşadığı süreci anlattı.
Olağanüstü Hal (OHAL) sürecinde çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile açlığa mahkum edilenler, yaşadıkları sorunları anlatmaya devam ediyor. Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ve KHK’lerin sonuçlarını yaşıyor.
2016’da yaşanan darbe girişimi sonrası birçok kamu kurum ve kuruluşunda yürütülen çalışmalar kapsamında 139 bin 356 kamu çalışanı hakkında idari işlem yapılarak 104 bin 771 kamu çalışanı kesin olarak ihraç edildi. Resmi Gazete’de yayımlanmayan veya kurum internet sayfalarında duyurulmayan ihraçlar da olduğundan, toplam ihraç sayısının belirtilen rakamdan daha fazla olduğu kaydediliyor. KHK’lilerin mağduriyet listesi bilinenden çok daha uzun.
OHAL KHK’leriyle açlığa mahkum edilenler yaşadıkları sorunları anlatmaya devam ediyor. 50 yaşındaki Öğretmen Zeynel Kete de bir gece yarısı KHK ile ihraç edilenler arasında yer aldı.
İhraç edilmeden önce Adana’da öğretmenlik yapan Pir Zeynel Kete, aynı zamanda Adana Eğitim Sen Şubesi’nde de şube sekreterliği görevi yürütüyordu. Yıllarca sendikal mücadele verdiğini belirten Kete, ihraç edildikten sonra sosyal ve ekonomik olarak haklarını alamadığının da altını çizdi.
“KHK’LERİ SOYKIRIM OLARAK DÜŞÜNÜYORUM”
“Bizi sivil ölüme mahkûm ettiler” diyen Kete, yaşadığı süreci şu sözlerle anlattı:
“Zamanın siyasilerinden birisi ağaç kökü yesinler demişti. Amaçları buydu. Bütünen emek, barış, demokrasi mücadelesi veren bireyleri, kurumları etkisiz hale getirmek, toplumu ekonomik, kültürel ve fiziki olarak çarmıha germe anlayışı vardı. Ben bunu bir soykırım olarak düşünüyorum. Bir kültürel ve ekonomik katliam olarak düşünüyorum. Bir bireyin bir bütünen ruhsal, bedensel dengesinin bozdurulmasına yönelik hamledir bu. KHK’larla beraber binlerce arkadaşımız, bir yerden başka bir yere gitmek zorunda kaldı. KHK’nın olduğu bir ortamda, ihraç edilmeyen bireyler de zulüm ve psikolojik baskı altındadır. KHK’lara bu çerçevede de bakmak lazım. Yani olayı sadece ve sadece işinden el çektirme olarak düşünmemek lazım.
Bu çerçevede ekonomik ve sosyal olarak haklarımız alınmadı çünkü hukuksuzluğun hukuku inşa halindeydi. Şu an herhangi bir özel ya da resmi kurumda çalışmıyorum. Eşim sağlık sektöründe çalışıyor. O da SES’e üye. Şu anda ben de arıcılık yapıyorum. Dersimliyim kendim. KHK’yla ihraç edildiğimde annemin bir kelamı, bir söylemi bana referans oldu. İhraç edildiğimde ilk annemle konuşmuştum. ‘Oğlum’ demişti ‘Biz çok zulüm gördük. Çok katliam gördük. Onlarla kıyasladığımızda sen yaşıyorsun, ayaktasın. Herde Derviş, bu kutsal toprak, kendisine ikrar veren her canı hem korur hem doyurur. Yeter ki bu toprağa yüzünü çevirme. Ailemizdeki ilk devlet memuru sensin. Olmasan da olur. Zaten devlet bugüne kadar bizden memur kabul etmemişti. Farz et ki sen de memnun değilsin’ gibi espriyle karışık tarihi bir hakikati dile getirmişti.
“23 YILLIK ÖĞRETMEN, ‘TERÖRİST’ DENİLEREK İHRAÇ EDİLDİ!”
Zeynel Kete, 675 No’lu KHK ile 29 Ekim 2016’da yani Cumhuriyet Bayramı’nda ihraç edildiğinin altını çizdi. “Öğrencilerimizle beraber etkinlik planladığımız bir günde ihraç edildik. Bu bir tesadüf değildir” diyen Kete, aktarımlarını şu cümlelerle sürdürdü:
“Yani böyle milli ve dini bayramlarda topluma yönelik bu tip zulümlerin yapılması, emek mücadelesi verenlere yönelik böyle günlerde yönelmeleri bir aklın sonucudur. Bunu da belirtmekte fayda vardır. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’na itiraz ettiğimizde gelen karar yazısında ‘terör örgütüyle irtibatlı ve iltisaklı olduğu’ şeklinde bir gerekçeyle 23 yıllık bir öğretmen, ihraç edildi. Yüzlerce öğrenci yetiştirmiş, 23 yıl sonra bunun farkına varmışlar. Yani bir komedi. İhraç edildiğim günden bu yana maddi, manevi ve psikolojik olarak zorluklar elbette ki yaşadık. Dersimli bir kadın, katliam sonrası kendisiyle yapılan bir röportajda yaşadığını şöyle anlatmıştı: Taş olsaydım çatlardım. Toprak oldum, içime attım, demişti soykırım için. Dersim’de Alevi kültüründe ateş su ile söndürülmez. Suyun da bir canı olduğuna ve ateşe dökülünce canının yanacağına inanılır. İşte suyun bile canına hak, hatır gözeten böyle bir kültürel, inanç ve coğrafyanın rengine boyanmış birisi olarak bu beni biraz ayakta tuttu.
İhraç edildiğimde oğlumuz 6 yaşındaydı. Bahçede 6-7 yaş grubundaki çocuklarla oyun oynarken biri kalkıp diyor ki ‘Senin baban teröristtir, gâvurdur’. Muhtemelen ‘komşu’ diyebileceğimiz birileri ya da işte tabii o siteden birileri benim ihraç edildiğimi evde konuşmuşlar. Pedagojik olarak düşünüldüğünde 6 yaşındaki bir çocuğun zihin dünyasında ‘terörist’ kavramı nedir? Hatta şunu da belirtelim; yani sadece dıştan değil sendikanın içerisinde de farklı oluşumların, unsurların, grupların da direk olmasa da ‘ya işte sizden dolayı bu hale geldik’ anlamına gelecek söylemler oldu. Hani Pir Sultan’ın dediği gibi ‘İlle dostun bir tek gülü yaralar beni’. O beni daha çok üzmüştür.”
“TOPRAKLA BAĞINIZ GÜÇLÜYSE SORUNLARI ATLATABİLİYORSUNUZ”
Zeynel Kete, ihracından sonra yaşadığı ekonomik darlık ve iş edinme konusundaki zorlukları da anlattı. Kete, çevresindeki birçok kesimden ciddi oranda destek gördüğünü belirterek şöyle devam etti:
“Evet sendika sonuna kadar yanımızdaydı. Hala da yanımızda. Bu yönüyle de örgütlü olmanın, KESK’li olmanın gururunu yaşıyorum. Eksiklere gelince, sendikalı olarak böyle bir katliamla, böyle bir krizle, böyle bir kültürel soykırımla karşılaşabileceğimizin öngörüsü olmadı. Çünkü bu bir kültürel soykırımdır. Sendika bu derecede bir zulüm olacağını kestiremedi. Hukuki olarak ilk dönemlerde ‘acabalar’ çok oldu. Bir kaos süreci yaşanıldı. Hatta bazen işte KHK’yla uzaklaştırılan arkadaşlarımızın başka bir işte çalışmamalarını, başka bir yerde özel de olsa sigortalı biriyse girip sigorta primi yatırmamaları gerektiği söylenildi. Daha sonra bundan vazgeçildi. Yani bu sosyal sigortalarla, emekli haklarıyla, idari hukukla ilgili bir dönem ciddi boyutuyla boşluk oldu. Fakat daha sonra yerel ve merkezi hukuk komisyonları, uluslararası çalışmalar boyutunda bir kararlaşma sağlandı. Ve sendika hala maddi olarak da bu desteğini devam ettirmektedir.
Ben ihraç olduktan sonra özelde, yani herhangi bir kuruma iş talebine başvurmadım. Kendi bildiğim işi de aynı zamanda öğretmenlikle beraber yıllardır da yaptığım arıcılık ve tarımla ilgilendim. Toprakla hiçbir şekilde bağımızı koparmamıştık. Bir de bu tip durumlarda gerçekten de geleneksel kültür ve toprakla bağınız güçlüyse rahat atlatabiliyorsunuz. Direnebiliyorsunuz. Tarım, aynı zamanda özü itibariyle de bir kültürdür. Herhangi bir kuruma başvurmadım. Hala daha arıcılığa devam ediyorum. Dolayısıyla hani bizde derler ‘Sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş’ yaratım zor yaratımın anasıdır. Arı ürünlerinin üretimi çok profesyonelce olmasa da devam ediyorum. Bu bana da yetiyor. Pandemi sürecinde yaşanan ekonomik sıkıntı bizi ciddi boyutuyla etkiledi. Yaptığımız iş arıcılıktır ve hani olmazsa olmaz değildir. Arı ürünlerini insanlar yemeyebilirler. Ondan daha öncelikli karşılanması gereken ihtiyaçlar vardır. Pandemi sürecinde ciddi boyutuyla o sıkıntıyı hissettik. Hem hareket alanımız daraldı. Yerinde ve zamanında müdahale edemedik. Nihayetinde bu pandemi süreci genelini etkiledi. Özellikle bu süreçten fazlaca etkilenen, emekçi kesim, işçi kesim oldu. Çünkü bu kriz kendi zenginini yarattı. Ama bizler mağdur olduk.”
“BİZLERİN İHRAÇ EDİLMESİ ASLINDA BİR SOYKIRIMDIR”
İhraç edildikten sonra hukuki mücadele konusunda da bilgi veren Zeynel Kete, sendikanın merkezi hukuk komisyonları ile hareket ettiğini söyledi. Kete, ihracına ilişkin yakın zamanda idari mahkemeye başvurduğunu belirterek anlatımını şöyle sürdürdü:
“KESK, DİSK, TMMOB ve diğer örgütler, hep beraber yoğun bir şekilde mevcut savaş ortamının son bulması, barışın tesis edilmesi, emekçilerin haklarının verilmesi, ülkenin demokratik tahammülleri esnek hale getirilmesi konusunda emek harcadık. Gayretimiz sadece iş kolumuzla sınırlı değildi. Bir bütünen veliyle de, çevreyle de demokratik kitle örgütleriyle de bir aradaydık. Özü itibariyle bu bir kültürel direnişti. Çünkü aynı zamanda öğretmenlik mesleğini de tanımlarken bir ‘sanat mesleğidir’ diyoruz. Kültürün de hem rafine alanı sanattır. Bu yönüyle de kanun hükmünde kararnamelerle bizlerin görevimizden ihraç edilmesi aslında kültürel direnişin ve kültürün, yeniden üretiminin engellenmesiydi. Bu yönüyle ben ‘soykırımdır’ diyorum. Çünkü bizim anlattıklarımız, inşa etmeye çalıştığımız, öğrencilerimiz üzerinde yeni yaşanabilir bir ülke, yaşanabilir bir dünyanın inşası; bu kabul görülmüyordu. Biz bir inşa durumuyduk. Yani Eğitim Sen ve bileşenleri, demokrasi güçleri, kurumlar, temel değerlerin nerede gizli olduğunu bilenlerdik. Özü itibariyle yaşamın kendisinden bahsediyorduk. Maddi manevi olarak yaratılan tüm değerlerin pazarlanmasına karşı duruyorduk.
Yaşananlar konusunda sendikalar, toplum; özellikle sendika, daha önce bin dört yüz ikilik bir süreci görmüş olmasına rağmen hazırlıklı değildi. Yani iktidarın devlet yapılanmasının, emekçilere yönelik bunları yapabileceğini beklemiyordu. Halbuki kentler yerle bir edilmişti. Katliamlar yaşanmıştı. Hapishaneler ağzına kadar doluyken emek alanında bu kadar yönelineceği bilinmiyor. Sistem kendisi gibi düşünmeyen, hatta kendisi gibi içtihatı kendisinin beğendiği gibi olmayanları da ihraç etti. Yani inanç alanında farklı farklı sendikalar da olundu. Dönem dönem iktidarla yıllarca beraber yol yürüyen fakat daha sonra çeşitli çıkar ilişkilerinin pazar paylaşımında yaşanan sorundan kaynaklı olarak birbiriyle çelişen birçok cemaatle de bu sorun yaşandı. Sonuç itibariyle biat etmeyen, kendisi gibi düşünmeyenlere yönelik böyle bir süreç yaşandı.
“HİÇ BİR ÖN SORUŞTURMA YOKTU”
Çeşitli kurumlar, insan hakları dernekleri özellikle idari hukukta yetkin olan hukukçular, konuyla ilgili istişareler, toplantılar yaptılar. Daha önce yaşanmışlıklardan, hareketle ne yapabilinir konusunda Eğitim Sen üzerinden hukuki durumumuz devam ettiriliyordu. Eğitim Sen’in yereldeki hukuk komisyonu hemen toplantılar yaparak yine bu alanda yetkin olan barolar çeşitli kurumlarla bir araya gelerek zamanında müdahale edip çözüm alıcı bir hukuki savunmanın nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili yoğun bir tartışma süreci yaşandı. Bu KHK’lara itiraz ettik ve bunun yasal bir süreç olmadığını, zaten ismi üzerine ‘kanun hükmünde kararname’… Ama devletin yasama yürütme ve yargı erki, KHK’larla ve olağanüstü hal rejimiyle yıllarca bu ülke yönetti. Onların da bu konuyla ilgili bir hafızası vardır. Ülke OHAL rejimiyle yönetildi. Daha önce 80’li dönem sürecinde, sonrasında hemen 1400 kritik yasayla beraber görevinden uzaklaştırılan binlerce öğretmen vardı ama şöyle bir fark vardı; en azından o süreçte şimdiki gibi değildi. Kısmen öğretmenlerin bazı hakları hala saklıydı. Mahkeme süreçleri oldu. Mahkemelere çıkıldı. Hakim yüzü görüldü. Duruşmalar, savunmalar yapıldı. Biz KHK’yla uzaklaştırılanlar en nihayetinde devlet yasasına göre hangi maddenin, hangi bendini, hangi fiil gerçekleşirse bir devlet memuru görevinden uzaklaştırılır… Bütün eleştirilerimize rağmen 657 devlet memurları yasası da uygulanmadı. Çünkü bir devlet memurunun görevinden ihraç edilecek maddeler belli. Bunların hiçbirisinden dolayı ihraç edilmedik. Ne bir ön soruşturma, ne yüksek disiplin kurulu, müfettiş, ne de hakim kararı vardır konuyla ilgili. Ama şunu biliyoruz; Bütün Olağanüstü Hal İnceleme Komisyonu kararına itiraz ettiğimizde elimize ulaşan kararların hepsinde çok esnek bir hüküm hazırlanmış. Hemen hemen bütün eylemler, etkinlikler en demokratik hak arama mücadeleleri bile ilgili bir maddeyle ilişkilendirilmiştir.
“İDARE MAHKEMESİNE BAŞVURDUK, SONUCU BEKLİYORUZ”
Sendika üzerinden bana tebliğ edilen karar 17 Mart 2022’de elime ulaşmıştı. Sendikanın avukatları üzerinden itirazda bulunmuştum. İtirazda ise daha sonra bu ‘valiliğin lüzumu, valilik ihraç kanaati’ ile ilgili bir bilgi edindirme yasasından hareketle ilgili bilginin, dosyanın tarafıma verilmesini istemiştim. ‘Konuyla ilgili tarafınıza bir bilgi verilmeyeceği ancak idari yargıda açılan davalar nedeniyle yargı organlarınca talep edilmesi halinde kamu görevinden çıkarılanlar hakkında bakanlığımızın kayıtlarındaki tüm bilgi ve belgeler yargılamanın yapıldığı mahkemelere gönderilecektir’ denildi. Ve bu kararla da benim bilgi edinme, ilgili yasaya ulaşmam reddedildi. Bilgi edinme hakkım ihlal edildi. Biz de idari mahkemeye başvurduk. Sonucu bekliyoruz.
Kısacası şunu söyleyeyim; emek alanında, hakikat ve özgürlük alanında, sendikaların Türkiye’deki mevcut sorunlara müdahil olma, demokrasi bilimsel, laik, ana dilinde eğitimi dile getirme, Türkiye’de kronikleşen başta Kürt sorunu ve diğer emekçilerin ve Alevilerin sorununu bu makbul vatandaş tanımlaması yapılarak bütün müfredat programının tekçi zihniyete göre dizayn edilmesine karşı geldik. Bizler muteber vatandaş değildik.”
“TARİHE İZ BIRAKANLAR, GEÇMİŞİ GELECEKTE YAŞATANLAR OLACAĞIZ”
Zeynel Kete, KHK’ler ile ihraç edilenlerin büyük bir kesiminin Kürt etnik yapısına ait olduğuna işaret ederek, inanç olarak da çoğunluğunun Alevi olduğunu söyledi. Kete, söz konusu ihraçla ilgili iktidarın neyi amaçladığını ise şu sözlerle anlattı:
“İktidar en açık şekilde hissettirildi. Egemen ulusun kültürü, yaşam tarzı, muteber vatandaşın kültür kodlarına göre yaşamadığınızda başınıza neler gelebileceği anlatıldı. Bundan sonra emek, sendikal alanda mücadele edileceklere yönelik ‘Bakın, bir model var. Bunlar gibi olursunuz’ denildi. Teslimiyet dayatıldı. İnsanlar açlığa mahkum edilerek ekonomik olarak çökertilerek direniş kültürleri ele geçirilmeye çalışıldı. Bu yönüyle düşünüldüğünde yaşananın ciddi boyutuyla bir asimilasyon, bir kültür kırımı olduğunu belirtmekte fayda vardır. Toplumun, emekçilerin, sendikalı mücadele verenlerin bu tip daha derinlikli kaoslara karşı hazırlıklı olmaları için ciddi bir örgütlenme, iyi bir mali disiplin, organizasyon içerisine girmeleri de çok önemlidir.
“YÜZLERCE ÖĞRETMEN, AKADEMİSYEN ÜLKEYİ TERKTTİ”
Ayrıca KHK’larla beraber yüzlerce öğretmen, akademisyen, değişik iş kollarında çalışanlar, ülkeyi terk etti. Yani bu ülkede düşünen, yaşamın öznesi olanlar, ya ihraç edilir ya kontrol denetim altına alınır. Bir şekilde bir kısmı da yurt dışına gitmek zorunda bırakılır. Alanda bir boşalma meydana geldi. Bu alanları kim dolduracak? Aslında istenen biraz da buydu. Düşünen, araştıran, inceleyen, ‘farklı bir yaşam mevcuttur’ diyen zihinlerin olmaması kendilerinin işine gelmiştir.
Yine özellikle de bu alanda etkin kadın canlarımıza yönelik yaptırımların, ihraçların olması ise ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur. Kadın özgürlük hareketine de bu yönüyle de ciddi boyutuyla bir yönelme oldu. Çünkü ilk öğretmen, ana kadındır. Bu öğretici, ana doğadan öğrendiklerini ilk elden çocuklara aktarır. Böylece de toplumdaki pedagojik evrelerde başlayıp yaşam sürdüğü sürece devam eden bir kutsal faaliyeti vardır. Eğitim öğretimin bir bütünen akademi ve diğer alanlarda olmak üzere aktif olan kadınların ihraç edilmesi biraz da buna yönelik oldu.
“HAKLARIMIZ ELLERİMİZDEN ALINDI; BU SİSTEMİ LANETLE KINIYORUM”
Ama asla ve asla umutsuzluğa kapılmadım. Dönem dönem hani yurt dışına gitme konusu tartışıldı konuşuldu ama ben artık belli bir yaşa gelmişim, demokratik, yasal çerçevedeki mücadelemin çoğunu buralarda vermişim. Ayak izlerim var. Bunu düşünmedim. Şu anda da ciddi boyutuyla bir üretim içerisine girdim. Emek alanında, inanç alanında kültür uygarlık alanında yazıyorum. Bu yasal haklarımla ilgili sadece ihraç edilmekle kalınmadı. Aynı zamanda vatandaş olarak haklarımız; pasaportlarımız da elimizden alındı. Yurt dışı yasağı getirildi. Seçme seçilme hakkımız elimizden alındı. Ben 2019 yılında Halkların Demokratik Partisi Adana Milletvekili adayıydım. Yüksek Seçim Kurulu, benim haklarımı iptal etti. Seçim başvurumu kabul etmedi. Yani sadece iş koluyla ilgili değil. Kendimize ait bir iş yeri açamıyoruz. Diplomamızla ilgili bir iş yapamıyoruz. Bir bütünen hani ‘ağaç kökü yesinler’ demişti zamanın bakanlarından biri. Böyle bir süreçle de karşı karşıya kalındı. Sendikal yasal mücadelemize devam ediyoruz. Biz biliyoruz ki haklıyız. Velilerimiz, öğrencilerimiz yanımızda oldular. Ben onu çok iyi hissettim. Beni öğrencilerimden, velilerimden ayrı bırakan bu yasa, bu zihniyeti lanetle kınıyorum. Onlar gidecek biz kalacağız. Tarihe iz bırakanlar, geçmişi gelecekte yaşatanlar olacağız. Bu yönüyle de bundan sonra da bu alanda emek üreten, özellikle sendikalı alanda mücadele edecek arkadaşlara, canlara da burada başarılar dileriz, yanlarındayız. Aşk ile selamlıyorum.”
Eren GÜVEN-Melis CİDDİOĞLU/PİRHA
İLGİLİ HABERLER
1-‘Çok acı çektim, olmayan suçun suçluluğunu hissettim’
2-‘Suçluysak neden yargılanmadık, suçsuzsak neden ihraç edildik?
3-‘Bir gün sabaha karşı evimizi bastılar, o zamana kadar geceleri uyuyamıyordum’
4-‘KHK’ler hayatımı alt üst etti ama hayatın altını da üstünü de görmek gerekiyormuş’
5-‘Sivil ölüme terk edildik; listeleri hazırlayan müdürlerin yargılanmasını istiyorum’
6-‘İhraç edileli 5 yılı geçti hala komisyondan cevap bekliyorum’
7-‘OHAL Komisyonu adlı uydurma bir kurum aracılığıyla bizi yıllarca oyaladılar’
Yoruma kapalı.