PİRHA- Alevi aktivist Dr. Serpil Deniz Şahin, Alevilerin köklerinden koparılan, onu besleyen kültürel değerlerinin, inanç ritüellerinin ve toplumsallığının damarlarının yok edilmeye çalışıldığını belirterek, Alevi asimilasyonuna hız verildiğini söyledi. Şahin, “Cemevleri binalarını kutsayarak beton yığınlarına anlam yüklememek gerekir. Alevi kurumlarında cemlerin otantik yapıları korunarak, birer sanat kültür edebiyat bilim merkezlerine dönüştürebilir” dedi. Şahin, asimilasyonla birlikte ‘Makul bir Alevilik’ yaratılmak istendiğini de dikkat çekti.
Alevilik, bin yılların birikimiyle beslenerek günümüze kadar taşınmış bir inanç. Alevi inancının ibadethanesi dağ, taş, ağaç, akarsu, çeşme, hane (ev) kısacası tüm coğrafya olsa da günümüz dünyasında insanların bir araya geleceği, sorunlarını konuşacağı, sosyal ve kültürel aktarımların yapılacağı alanlar oluşturulmaya başlandı.
Köylerde köylünün bir araya geleceği evde cem erkanları yürütülürken, şehirlere yerleşen Alevi toplumu inançlarının gereğini yerine getirmek için cemevleri inşa etmeye başladı.
1990’lı yıllarda Alevi yurttaşlar kendi imkanlarıyla aldıkları arsalarda daha sonra cemevleri yaptı. Günümüzde ise daha çok belediyeler veya merkezi hükümetlerin desteğiyle cemevleri inşa ediliyor.
Belediyelerin cemevleri yapılırken verdikleri maddi desteğin sonuçları da ağır olabiliyor. 25 Eylül 2021 tarihinde Isparta Cemevinin açılışında, belediye başkanının “Bu cemevini ben yaptım” diyerek provokasyon yapması belediyeler ve Alevi kurumları ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği tartışmalarını beraberinde getirdi.
Peki cemevleri; asimilasyonun kıskancında olan, inanç merkezlerine ‘cümbüş evi’, ‘sosyal tesis’, ‘kültür evi’ denilen Alevi toplumunun; inançsal ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılıyor mu?
Hükümet ve belediyelerle doğru bir ilişki kuruluyor mu? Alevi kurumları ve inanç önderleri cemevlerini inancın gereklerini yerine getirecek noktaya taşıyor mu?
Tüm bu soruları ve daha fazlasını Alevi kurum başkanlarına, inanç önderlerine ve yazarlara sorduk.
Alevi aktivist Dr. Serpil Deniz Şahin, Aleviliğin tarihsel süreci, kesintisiz devam eden iç ve dış asimilasyon politikaları, Alevi örgütlenmesinin tarihsel seyri, cemevlerinin güncel durumu, Alevilerin yerel yönetimler/siyaset ilişkisi ve çözüm önerilerine ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Serpil Deniz Şahin, öncelikle, Alevi inancının toplumsallığını sağlayabilmek için tekrar inanç ritüellerini hayata geçirerek, pir-mürşit- talip ilişkisini güncelleyerek, meclisleşmeler ile herkesin söz söyleyebileceği muhabbetleri, buluşmaları çoğaltarak, kurduğu yatay örgütlenmelerle inşa edebileceğine dikkat çekti.
Baskıcı, asimilasyoncu ve tekçi iktidarlara alternatif yeni, özgür, katılımcı toplumun filizlenmenin sağlanmasının ancak bu yöntemler ile başarılabileceğine işaret eden Serpil Deniz Şahin, “Demokratik meclisleşmenin ruhu her türlü iktidar erkini milliyetçi, cinsiyetçi ve tekçi düşünceyi reddeden esaslara dayanmalıdır. İnancımızda yıllarca hayat bulmuş demokrasi, şeffaflık ve hesap verilebilirliği güncelleyerek önce kendi kurumlarımızda hayata geçirip, demokrasiyi ete kemiğe büründürebilirsek ondan sonra ülkemizde demokrasi ikliminden bahsedebiliriz. Tüm Alevi kurumlarının dahil olduğu bu meclisleşme ile yatay örgütlenmenin örülmesiyle sağlanan doğrudan demokrasinin yaşamsal kılınması tekrar Aleviliğin toplumsallaşmasını sağlayacağı gibi, insanlığın adalet eşitlik özgürlük arayışının meşru yolunu ve temelini de atmış olacaktır” ifadelerini kullandı.
“ALEVİLİK, İKTİDAR İLİŞKİLERİ İLE KİRLENMEDEN, DEMOKRASİYİ HAYATA GEÇİREBİLME ÖZELLİĞİ TAŞIR”
PİRHA: Tarihsel bir olgu olarak baktığımızda sizce Alevi inancı bu topraklarda hangi tarihsel koşulların ürünüdür ve serüveni nasıldır? Tarihsel, inançsal, kültürel ve felsefi olarak yapısı nasıl oluşmuştur?
SERPİL DENİZ ŞAHİN: Alevi inancı; gerek teolojisi, inanç ritüelleri, gerekse felsefi açıdan ele alındığında bu topraklarda hayat bulan toplumsallığı, devlet ve iktidar ilişkileriyle kirlenmemiş, geliştirdiği yöntemlerle kendi sözünü ve siyasetini üretebilmiş, pir- mürşit- talip ilişkisiyle, ocaklar sistemiyle adeta bir ağ örerek en ücra yerlere kadar gidebilen, denetleyebilen, günümüzde doğrudan demokrasiyi kendi hukukuyla hayata geçiren bir inanç olma özelliği taşır. Anadolu’dan- Mezopotamya’ya, Balkanlardan- Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada hayat bulan bu inanç; 72 millete ve cümle varlığa bir nazarda bakarak, tarihsel süreç içerisinde zamanla kendini semavi dinlerde tarif edemeyen insanların inancına dönüşmüş, yaşadığı coğrafyalarda birçok inançtan kendi vicdan ve ahlaki değerlerine göre sentezler yaparak ‘yol bir sürek binbir’ diyerek, günümüze kadar kendini var etmiştir.
Temelinde insan ve doğa sevgisi bulunan bu inanç, her dine, mezhebe, inanca saygı duyarak kendi hoşgörülü hümanist anlayışını geliştirmiş; dil, din, ırk, renk farkı gözetmeyerek, eline beline, diline sahip olma ilkelerini şart koşmuş, insanları yaşadıkları toplumda kendi hukukunu yaratarak kendi istekleriyle yargılamalarını yaparak arınmalarını sağlamış; cem erkânlarıyla eşitlikçi, katılımcı, paylaşımcı, düşünceyi savunmuş; asli doğruluk, kemali dostluk, cevheri merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvesi sevgi hamuruyla yoğrularak insan-ı kâmil yani erdemli insan yaratmayı öngörmüş; korkuyu aşıp sevgiyle cümle varlığı Hakk bilerek yönelen, En-el Hak diyerek insanın özünde Hakk gören, A’ynı vardan var olduk’ diyen bir inançtır. Edep ve ahlakı yaşamın temeline koyan, hak- insan – doğa değerlerine sahip insanı yücelten, bunları dört kapı kırk makam öğretisiyle yapan, bunu bâtıni (içsel) özelliğiyle evrimleştiren, akıl bütünlüğünde birleştiren ve tüm bunları Kırklar Cem’i ve ‘Rıza Şehri’ öğretisinden alınan ilhamla yürüten canların inanç sistemidir.
ALEVİLİKTE, YERALTI SUYU GİBİ KADIN DAMARI AKAR
Aleviliğin teolojisindeki farklılıklar yanı sıra Alevilik inancı kadim ve kadıncıl bir inançtır diyebiliriz. Alevi inancının temelini oluşturan Rızalık Şehri, Kırklar Meclisi anlatılarında öne çıkan kadın temsiliyeti, nefeslerden örneklerle, yanı sıra Alevilikteki pirlerin(Ana ve Dede)varlığı, Alevilik hukuku ve öne çıkan önemli sözlerde kadın vurgusu, Alevilik inancında can olmaktan kaynaklı toplumsal cinsiyetin reddedilmesi gibi örnekler tarih sahnesinde kadının konumlanışının inancımızda özel bir yer teşkil ettiğini görüyoruz. İnanç önderlerinden Fatıma Ana, Kadıncık Ana, Anşa Bacı (Ocağı) , Güzide Ana (Katibi), yolumuzu aydınlatan kadınlarımızdır. Alevi yolunun batın yüzünde “Yol Anadır” baba ise erkândır. Ve Alevi erkânınca YOL her şeyden uludur. Kadıncık Ana, Bacıyan-ı Rum teşkilatı üzerinden baktığımızda Alevilik süreçlerinin oluşmasında Alevi yol önderleri arasında eşitlikçi ilişkilerle şekillendiğini görürüz. Alevi kadın tarihte yazdığı direnme, yüreklilik ve adalet duygusu ile belleklerimize yerleşmiştir.
Aleviliğin tarihteki izlerini sürerken devletleşen dinlerin kuşatması altında ki bu inancın büyük acılar yaşadığını, kıyımlara, katliamlara, asimilasyonlara maruz kaldığını, büyük bir direniş örneği göstererek inancını var ettiğini görüyoruz. Başkalaşmaya ve semavi dinlerdeki kadın yorumuyla baskılanmaya, kuşatılmaya ve aşağılanmaya rağmen kadın-erkek birlikte ibadet etme geleneğinden asla vazgeçmemiştir. Bu da bu inançtaki kadının yerinin aynı yeraltı su kaynakları gibi kadın damarının alttan alta aktığının göstergesidir. Tarihsel yolculuğunda Aleviler hak -insan ve doğa eksenli inancını bu baskılardan korumak amaçlı çoğu kırsal alanda yaşayarak devletin uzağında kendini konumlandırmış, kendi hukuku cem erkânlarını yürüterek toplumsallığını sürdürmeye çabalamıştır. Yıllar içinde kendini farklı adlarla adlandıran bu inanç 19. yüzyılda Alevi kimliğiyle felsefi bir arka planı olan kendi inanç ritüelleriyle evrensel bir kimliğe bürünmüştür.
“İNANCIMIZ HAKK İLE ÖZGÜR EŞİT BİR İLİŞKİ KURAR”
Peki, egemenlerin bu kadim inancı kıyımlarla, imha ve katliamlarla yok etme, iktidar gücüyle kesintisiz olarak devam eden asimilasyonundaki ısrarın altındaki sebepler nedir?
Tarihsel bir olgu olarak Aleviliğin hangi tarihsel koşulların ürünü olduğunu bilmemiz gerekliliği dışında hangi doğru kaynaklardan öğrenmemiz gerekliliği de bir o kadar önemlidir. ‘Aslanlar kendi tarihini yazmadıkça avcılar hep kahraman olarak yazılacaktır’ gerçeğinden hareketle tarihteki bu karartma, kaynakların yok edilmesi, yakılması, dergahların kitaplarına el konulması ve Aleviler dışında tutularak tarih yazıcılığı yapıldığı unutulmamalı. Bunun da resmi ideolojiyi pekiştirmeye hizmet etmek için bilinçli yapıldığı bilinmelidir.
İnancımızın ‘yol bir sürek bin bir’de hayat bulan ifadesine baktığımızda demokratik ve çoğulcu yapısının yanı sıra, inançların dogmatik olmayan, farklılaşan yorumlarını geliştirme özgürlüğü sunan niteliğini de görürüz. ‘Bir olalım iri olalım diri olalım’ ifadesinde de tekçi totalizimden uzak hem içerde hem de dışarda farklılıkları meşru gören bir felsefi öz barındırır. İnsan tanrı karşısında cehennem cennet ikilemesiyle iradesini kayıtsız şartsız teslim etmiş anlamındaki kula indirgeyen semavi inanışlardan ayrımla, onunla daha özgür ve eşit bir ilişki kurar. Vicdanına uymayan şeyleri eleştiren, itiraz eden bir insan tasarımına sahiptir. Onun tanrıyla ilişkisi korkuyla ve kullukla değil muhabbete yârenliğe dayanır.
ASİMİLASYON ÇALIŞAMALARI İLE ‘MAKUL ALEVİLİK’ YARATILMASI HEDEFLENMEKTE
Tarih boyunca egemenlerin onu sevmemesi ve asimile etmeye çalışması tanrıya bile itiraz edebilen bu özelliğinden dolayıdır. Çünkü tanrı karşısında bile böyle özgüven gösteren bir inancın takipçilerinden egemenlere, padişahlara iyi birer kul veya tebaa olmaz. Çünkü bu özgüvenin kırılması dini otoriteyi kullanarak zenginleşip, iktidarlarını sürdürmek isteyenlerce, Alevi toplumun yok sayılması ve ehlileştirilmeye çalışılması olmazsa olmaz bir gereksinimdir.
Alevi inancında sürekli bir değişim ve dönüşüm vardır. Cümle varlığa karşı tanrısal sorumluluk ve saygıyla yaklaşarak, kamusal alanda bu özgüvenle davranması ve dünyayı böylelikle cennetleştirmesi söz konusudur. Yani İnsan-ı Kamil’e dönüşünceye kadar devri daim olunması, rıza şehrinin hayat bulması insanın insana kulluğu temelli tüm sistemlerin yok sayılması demektir. Bu da günümüz demokrasi ve laiklik açısından bakıldığında yaşamsaldır. Çünkü demokratikleşme, insanı kulluktan bireye, tebaalıktan yurttaşlığa yükselmesini, laiklik ise otoritenin gökyüzünden yeryüzüne, insana indirgenmesidir.
Özetle Alevilik inancı, demokrasi ve laiklikle uyumlu teolojik bir alt yapıya sahiptir. Onu kurulan bu bağdan koparmaya çalışırlar. O sebepledir ki önce onun özüne dair asimilasyon ve içini boşaltan çalışmalara hız verilmiş, böylelikle adaletsizlik ve düzene boyun eğiş meşrulaştırıldığı gibi, mevcut eşitsizliklerin kabulünde de, ‘Makul bir Alevilik’ yaratılmak hedeflenmektedir.
Tarihimizi sınıf mücadelesi çerçevesinde okuma bilincimizi geliştirememenin sancısını yaşıyoruz aslında. Bu eksikliği giderdiğimizde karşımıza çıkan ilk şey Alevi tarihinin bu topraklarda aynı zamanda bir eşitlik ve özgürlük mücadele tarihi olduğu gerçekliğidir. Kapitalizm öncesi sınıf mücadelesinde Aleviliğin ezilenlerin adalet ve özgürlük bilincini ve onun için mücadele edenleri temsil ettiği gerçeğiyle karşılaşırız. Bu açıdan baktığımızda tarihsel öncülerimiz olan Pir Sultan, Baba İshak, Şeyh Bedrettin, Şah Kulu, Kalender Çelebi vb. zulme başkaldıran eşitlikçi önderlerin Alevi inanç önderleri olduğu gerçeğini görüyoruz. Hâce Bektaş Veli, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Nesimi, Hallacı Mansur gibi Alevi önderlerin bu topraklarda hümanist ve eşitlikçi düşüncelerin devrimci öncüleri olduğu da unutulmamalı.
“ULUS-DEVLET İDEOLOJİSİ, ALEVİLİĞİN ÖZGÜN VE ÖZERK DEĞERLERİNİ YOK ETTİ”
Alevi inancı tarih sahnesinde onu var eden toplumsal koşulları göz önüne alındığında bugün hem içten hem de dıştan kuşatma yaşadığı tarihi bir kavşakta olduğunu söyleyebiliriz. Alevi inancının toplumsallığından koparılmasının sebep ve sonuçları nelerdir sizce?
Köklerinden koparılan, onu besleyen kültürel değerlerinin, inanç ritüellerinin ve toplumsallığının damarlarının yok edilmeye çalışıldığı görüyoruz. 72 millete bir bakan demokratik yapısıyla ve ahlaklı insan, kâmil insanı hedefleyerek rıza şehri ütopyasıyla eşit ve hümanist değerleri kendinde var edebilmiş bu inanç, toplum mühendisliği projesiyle içi boşaltılıp asimilasyonlarla başkalaştırılmaya çalışmasıyla giderek kendi inancına yabancılaşmaktadır. Alevi toplumunun kendi inancına kültürüne, tarihine, sosyal değerlerine yabancılaşıp ve inancından her geçen gün uzaklaşmasının sebeplerini Türkiye siyasi tarihiyle birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Devletleşen dinlerin egemenlik kurma çalışmalarında asimilasyon, kıyım, katliamlar Selçuklu’dan Osmanlı’ya kadar tüm şiddetiyle devam etmiştir. Devletin ideolojik aygıtı tarafından durup dinlenmeden yok edilmeye çalışılması toplum hafızasında derin travmalar yaratmıştır. Kapitalizmin sahneye çıkmasıyla egemenlerin kendi ihtiyaçları doğrultusunda imparatorluklar parçalanmış ve ulus devletler ortaya çıkmıştır. Tarihi hakikat zinciri bir bir koparılarak inancımızın eşitlikçi hümanist demokratik yapısı bozularak ulus devletin tek millet, tek din yapısıyla baskılaması söz konusu olmuştur. Ulus devletin ideoloji aygıtları tarafından inancın özgün ve özerk değerleri yok edilerek, eğitim din siyaset hukuk ekonomi ve sosyal politikalarla inanç başkalaşmaya asimile edilmeye çalışılmıştır. Yol yürütülemez inanç yaşanamaz hale getirilir.
TEKKE VE ZAVİYE KANUNU İLE ALEVİ İNANCININ BESİN DAMARLARI KESİLDİ
Osmanlı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de 1924 çıkarılan tekke ve zaviyelerin kapatılması inancın beslendiği damarların kesilmesine, dergahların kapatılması sonrasında pir-talip-mürşit ilişkisinin tarumar edilmesi sonucunu doğurmuş ve inanç yerleri ve mekanları Alevilere yasaklanmıştır. Bu da Alevi inancına derin yaralar açmış ve toplumsallığından koparılmasına sebep olmuştur. 1925’te Diyanetin kurulmasıyla Aleviler, eşit kurucu olarak hak ettiği saygınlığın uzağında bir devlet aklıyla tekçi ve Sünni-Hanefi bir dinin egemenliğine zorlanmanın yapı taşları örülmüştür. Kendi inancına, kültürüne, tarihine, sosyal dokusuna giderek yabancılaşan Aleviler kendi öz örgütlenmelerinin dağıtılmasıyla adeta Sünni inancın içerisinde eritilmeye çalışılmıştır.
TÜRK-İSLAM SENTEZİ İLE ÖZ DEĞERLERİNE YABANCILAŞMA KAÇINILMAZ OLDU
1936’dan itibaren zorunlu iskan ve Dersim üzerinden yapılan katliamda ocakların birçoğunun merkezi konumu işlevini yitirmeye başlamıştır. Aleviler daha sonrasında yaşanan köyden şehirlere hatta yurtdışına yaşanan göçlerle kırlarda devlet otoritesinin kısmi uzağında yürüttüğü inancından kopuş yaşamış, okulda, kışlada, sokakta, mahallede Türk-İslam senteziyle asimilasyona tabi tutulur. Bu dönemde inanç sahipleri alternatif yaşam alanları ve örgütlenmeler geliştiremediklerinden sistematik asimilasyon karşısında hızla çözülmeye başlanmış, demokratik örgütlenmelere sahip olamamanın bunalımıyla öz değerlerine yabancılaşma kaçınılmaz olmuştur.
ALEVİLİK; KÜRT SORUNUNA KARŞI TÜRKLEŞMEYE, SOLA KARŞI İSLAM İÇİNE ÇEKİLMEYE ÇALIŞILDI
1950-1960 yılında Alevi örgütlenmesi için hareketlenme görülse de devlet refleksi hızla bu yapıları kıyımla baskıyla susturmuştur. 12 Eylül Askeri Faşist darbesi öncesinde Çorum, Maraş, Sivas’ta Aleviler ve sol üzerinde katliamları tezgâhlanarak darbe ortamı hazırlanmış, katliam sonrasında bu inancın kök saldığı Sivas, Maraş, Çorum, Malatya’da büyük göçler yaşanarak adeta boşaltılmıştır. Böylelikle bu şehirlerin demografik yapısı bozulmuş, köklerinden koparılarak büyük şehirlerde erimeye bırakılmıştır. Darbe sonrası hayata geçirilen darbe anayasalarıyla pekiştirilen Türk-İslam sentezi insanların acılarını katmerleşerek ırkçı, şovenist ve cinsiyetçi yapının kök salmasına sebep olmuştur. Toplumu tektipleştirmeye çalışan devlet aklı ve toplum mühendisliği Aleviliği kah Kürt sorununa karşı Türkleşme, sol kültüre karşı İslam içine çekerek sisteme yedekleme yolun gitmiştir. Böylelikle Türk-İslam kimliğiyle içinde eritilmeye çalışılan Alevilik kendi öz değerlerinin içi boşaltılarak asimile edilerek ehlileştirilmeye çalışılmıştır.
‘DEVLETİN ALEVİSİ OLMA’ YOLUNDA EPEY YOL KATEDİLDİ
Daha sonraki süreçte Alevi pirleri ve yol önderlerinin zorla, kıyım ve katliamlara rağmen koruduğu ve günümüze getirdiği inançlarımızın, ‘İslam’ın özü biziz’ yorumlarıyla gönüllü olarak iç asimilasyona tabi tutulmuştur. İnancın öz değerlerini tahrip etme pahasına pirlere, yol erenlerinin söylemediklerini onlara mal ederek, Kuranın içinden ayetler icat ederek, Kerbela, 12 İmam, Ehl-i Beyti öne çıkarıp sistematik olarak Şiiliğin içine çekerek, Sünnileştiremediklerini de Şiileştirme gayretine gidilmiştir. Diyanetten masa alma çabalarını, cami-cemevi projelerini takip etmiş, verilen mücadelelerle bu proje hayata geçirilmeyerek geriletilse de bu tekçi şeriatçı yapının Alevi inancını kendi eşiti görmesi eşyanın tabiatına aykırıdır.
Son zamanlarda Aleviliği aşağılayıp, görmezden gelen bu anlayışın verilen eşit yurttaşlık mücadelesi ve Alevi kurumlarının ortak taleplerini dile getirdiği mitingler sonrasında kendini revize ederek, ‘adeta kuzu postuna bürünen kurt’ misali özel bir ilgiyle cemevlerini ziyaret ettiğini görüyoruz. Eşit yurttaş olarak görmeyi reddettiği bizleri, bu güne kadar ibadethane olarak kabul etmeyip ‘cümbüş evi’ diye aşağılamaya çalıştığı cemevlerimiz üzerinden İslami referanslar verdiğini, Kuranlar hediye ettiği ve bazı Alevi kurumlarınca da üst düzey protokol olarak ağırlanmaktadırlar. Cem Vakfı aracılığıyla biriken Alevi sermayesinin ihtiyaçları doğrultusunda ‘devletin Alevisi olma’ yolunda epey yol kat edildiğini yaşayarak görüyoruz.
MADIMAK VE GAZİ KATLİAMI ALEVİLERİN İÇİN KIRILMA NOKTASI OLDU
Alevi örgütlenme tarihi seyri ve koşulları nelerdir? Cemevlerinin yapılması fikri hangi ihtiyaçlar temelinde doğdu? Cemevlerinin tarihsel arka planını aktarabilir misiniz?
Alevi örgütlenmesinde bazı kırılma anları vardır. 1993 Sivas Katliamı sonrasında yaşanan acılar ve katliamın göz göre gelişinde devletin tavrı, devletin hafızasında Alevilere duyduğu katliamcı zihniyetini hala koruduğu gerçeğinin açığa çıkmasına sebep oldu. Sonrasında yaşanan Gazi Olayları Alevi aydınlanması açısından önemli bir dönemeçtir. 1993 Gazi olaylarında Alevi kimliği özgülünde devrimci, demokratı sindirme ve tasfiye etme olarak sahnelenmiştir. Saldırı sonrası gösterilen yoğunsal tepki Alevi dinamiğinde özgüven ve psikolojik mevzi kazanmasına ve hızla örgütlenmesine sebep olmuştur.
Bu sebeple bu politikaların yürütücüsü ve AKP iktidarıyla her geçen gün devleşen bütçesiyle nefret suçu işleyen Diyanetin kaldırılması demokratik bir ülkenin kurulması için elzemdir. Egemenler ve devlet aklı Sivas’ta, Maraş’ta, Dersim’de, Gazi’ de, Gezi’de deneyimleyerek yok edemediği yapıyı Diyanetten masa vererek düzen içine çekerek devletin Alevisi yapmaya çalışmaktadır. Kapitalizm sayesinde hatırı sayılır bir birikime sahip olan Alevi sermeyesi de adeta bu inancı budayarak düzen içine alarak makul Alevilik için çalışmaktadır.
ALEVİ ÖRGÜTLENMESİ BÖLÜCÜLÜK DAMGASI İLE ENGELLENMEK İSTENDİ
2002’de Alevi-Bektaşi Kuruluşları Birliği Kültür Derneği (ABKB) kurulma çalışmalarında baktığımızda aynı devlet aklını ve refleksini burada da görüyoruz. Türkiye toplumu üzerinde hegemonyalarını koruma telaşındaki egemenleri ABKB içindeki Alevi kelimesi bile tahammülü olmadığını, örgütlenmesini engellemek adına bölücülük damgası vurarak kendi anayasası ve hukukunu çiğneme pahasına Osmanlı’nın bile gerisine düşmüşlerdir. Bu yasakçı zihniyetin örgütlenme çalışmalarında Alevilerin kendi sözü ve siyasetini söylemesi karşısında fazlasıyla ürkütüp korkmasını bugün çok iyi değerlendirmeliyiz. Avrupa’da örgütlenen ve yasal statüye kavuşan bu inanç kendi topraklarında hala yasaklı olmasının ayıbını yaşamaktadır.
Devlet aklı bu yapıyı yıkmak üzere bir olay tezgahladı, ama beklediği sonuç olmadı. Büyük bir tepki verilmesi, Alevilerin kenetlenmesi ile doğan püskürtme ile öz örgütlenmesine yöneldiğini görüyoruz. Daha sonra devlet aklının bu şekilde ilerlemesi, şehirlerde başkalaşan bu inancı düşünmeye sevk etti ve örgütlenmesi gerektiği gerçekliğini gördü. 2002 yılında Alevi Bektaşi Kurulu şeklinde bir mücadele gördük. Toplumu tamamen hegemonyası altında bulundurmak isteyen egemenlerin, ‘Alevi’ kelimesini bölücü olarak görüp, kendi hukuk ve yasasını çiğneyerek bu örgütlenmeyi kapatmak istedi. Bu süreçten sonra Alevi örgütlenmeleri ve cemevleri hızla yayıldı. İnsanların kendilerinin bir yere ait hissetmeleri, kopan toplumsallıklarını toparlamaya ve acılarını birlikte göğüslemeye çalışmaları sonucu bu örgütlenmeyi doğurmuştur.
“GELENEĞİ SÜRDÜRMEK ALEVİ KİMLİĞİNİ DEMOKRATİKLEŞTİRMEKTEN GEÇER”
Alevilerin siyaset ilişkisi, demokratikleşme ve laikliğe bakış açıları nasıl değerlendirilmeli?
Türkiye demokratikleşmesi önündeki en büyük engel devletin aklının resmi kimlik ve inanç dışında herkesi peşinen potansiyel düşman olarak kodlamasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Türkiye evrensel değerlerden hala uzak, demokrasi standartlarını inşa etmeyerek, yurttaşlarına kültürel kimlikler, inançlar dahil en temel insan haklarını devlet eliyle ezmeyi tercih etmektedir.
Mazlumların yanında Pir Sultan olmak, Yunus olmak, Hace Bektaşi Veli geleneğini sürdürmek Alevi kimliğini meşrulaştırmak ve kabulü demokratikleşmekten geçmektedir. Kendi özgürleşmemizin birebir başkasının özgürleşmesine bağlı olduğu, diğer demokratik güçlerle dayanışma içinde olmamız gerektiği gerçek bir Alevinin tarihi ve felsefi sorumluluğu gereğidir aslında. ‘Aman siyasete bulaşmayalım, cemevleri siyaset yeri değildir. Biz sadece ibadetimizle ilgilenelim’ diyerek kendi siyasetini dayatanlara verilecek en iyi cevap ‘devletin Alevisi olmayacağız’ demek olacaktır. Çok kültürlü, çok kimlikli sosyal demokratik bir anayasada eşit yurttaşlık talebimiz tüm yakıcılığıyla hala yaşamsal bir talebimizdir.
ALEVİLERİN KENDİ SİYASETİNİ ÜRETMESİ, EGEMENLERİN KORKULU RÜYASI
Tarihi iyi okumayanlar tekrar tekrar bu acıları yaşamak zorunda kalacağı gerçeğinden hareketle içimizdeki Hızır paşaları ayıklamanın yol ve yöntemlerini bulmalıyız. Aleviliğin budanmaya çalışılan muhalif, özgürlükçü eşitlikçi aynı zamanda dogma ve totaliter olmayan doğal bir kültürel yapısının beslendiği tarihi damarların kesilmesi demokratik özgür ve eşit dünyanın değerlerinin de kuruması anlamını taşıyacaktır. Unutmamamız gereken yaşayan süreçte 15 milyona yakın insanın korku ve asimilasyon cenderesinden kurtularak örgütlenmesi, kendi siyasetini ve sözünü söyleyebilmesiyle ortaya çıkacak bu potansiyel başta egemenler olmak üzere demokrasi karşıtı tüm güçlerin korkulu rüyasıdır. Demokrasi ve laikliğin temel toplumsal güçlerinden biri olan Alevi kimliği ve örgütlülüğü topluma dayatılan ırkçılık, gericilik ve şeriatçılık, emek düşmanı politikalara karşı hep bir barikat ola gelmiştir.
“DEMOKRASİ GÜÇLERİ İLE MÜCADELE ETMEK TARİHİ SORUMLULUĞUMUZ”
Son zamanlarda Isparta cemevinin açılışında yaşanan olayları değerlendirdiğimizde Alevilerin siyaset ilişkisi nasıl olmalı? Kendi sözünü ve kendi özgün siyasetini yürütüp tekrar toplumsallığını nasıl inşa edebilir sizce? Çözüm önerileriniz nelerdir?
Günümüzde Alevilik; egemen politik aklın yönlendiriciliğinde, toplumsal öz değerlerinden kopuk, farklı, algı, kavram ve ritüeller üretilerek, yeniden inşa ediliyor. Kültürel asimilasyon kıskacındaki bizler bu çemberi kırmak için; yönümüzü kendimizin var ettiği değerlerimizin şekillendiği geçmişimizi sentezleyerek yapacağız ve ancak böylelikle geleceğimizi şekillendirebiliriz. Alevi kimliği kapitalizm öncesi sınıf mücadelesinde ezilenlerin ideolojisi olduğu ve tarih boyunca da egemenler karşı direnişinde tarihi olduğu unutulmamalı. Pir Sultandan, Kalender Çelebiye, Baba İshak gibi Alevi önderleri, Yunus Emre, Hace Bektaşi Veli, Kadıncık Ana, Nesimi, Kaygusuz Abdal gibi daha nice yol erenlerinin hümanist eşitlikçi ve özgürlükçü düşüncelerin bu topraklarda yeşermesi, bedeller ödeyerek mücadele ettikleri unutulmamalıdır. Bu mirasın ışığında bizden önceki yol önderlerimizin ayak izlerinden giderek Türkiye’deki demokrasi mücadelesi veren tüm güçlerle birleşik bir mücadeleyi hayata geçirmeye çalışmak tarihi bir sorumluluğumuz olarak hala yakıcılığını korumaktadır.
MECLİSLEŞMELER İLE RIZALIK ALINAN, YATAY ÖRGÜTLENMELER İNŞA EDİLMELİ
Ortak akılla önce düşlerimizi sonra geleceğimizi örgütlemeliyiz. Alevi inancı toplumsallığını sağlayabilmek için, tekrar inanç ritüellerini hayata geçirerek, pir-mürşit- talip ilişkisini güncelleyerek, meclisleşmelerle herkesin söz söyleyebileceği muhabbetleri, buluşmaları çoğaltarak, kurduğu yatay örgütlenmelerle inşa edebilir. Doğrudan demokrasi örneği olan cemlerimizde ‘Ölü giren Diri çıkar’ şeklindeki arınmanın tekrar gerçekleşebilmesi inancın folklorik halden çıkarılmasıyla mümkündür.
Cemevlerinin binalarını kutsayarak beton yığınlarına anlam yüklememek gerekir. Alevi kurumlarında cemlerin otantik yapıları korunarak birer sanat kültür edebiyat bilim merkezlerine dönüştürebilir. Meclisleşmeleri denetleyen, rızalık alınan yatay örgütlenmelerle şeffaf ve demokratik olarak yürütebiliriz. Akışkan bilgiyi zamana uyarlayıp yorumlayarak kinden kibirden arınmış samimi dost sohbetlerinin yapıldığı bir öğretinin etrafında ‘biz’ olmalıyız. Tek başına düşünebilen, fikir üretebilen söz söyleyen, yaşamın içinde üreten, eyleyen, dönüştüren, özgür düşünceli bireyler olarak sağlıklı ‘bizler’ yaratabiliriz. Bu kurumlar insana dair politikalar üreten ve onların hayatına değen noktada yol gösteren kurumlara dönüşmelidir. Özellikle kadınların temsiliyeti ve karar mekanizmalarında bulunduğu, yetki aldığı yapıların inşa edilmesiyle kişilerin tekelindeki Alevi siyasetini tekrar toplumsallaşacaktır.
ALEVİ ENSTİTÜSÜ KURULMALI, DERGAHLARIN İADESİ İÇİN ÇALIŞMA YÜRÜTÜLMELİ
Alevi enstitüleri kurularak inançtaki resmi ideolojinin yarattığı deformasyonlar ayıklanmaya çalışılabilir, sempozyumlar ve bilimsel çalışmalarla alandaki bilgiler zenginleştirilebilir ve yeni kuşağa daha doğru aktarım yapılabilir. Alevi inancının kök saldığı bölgelerde pilot bölge seçilip yoğun çalışmalar yürütülebilir. Karaburun’da Şeyh Bedrettin’in izleri, Amasya Tokat ve Karadeniz de Baba İshak, Balkanlar’da Alevi tarihi açısından tekrar kökleriyle buluşması için çalışma yürütülebilir. Günümüzde Alevi sayısının bile tam olarak bilinmemesi sorunu ele alınabilir ilk etapta. Alevi halkının nerelerde yaşadığı, kendini Alevi olarak kaç kişinin ifade ettiği, popülasyonunun sosyo-ekonomik haritası çıkarılabilir. Asimile edilen köy veya yerleşkelerin, bölgelerin haritaları çıkarılmalı ve ona göre kısa ve uzun vadede çalışma planları yapılmalı. Dergahlarımız ve inanç merkezlerimizin bizlere teslim edilmeleri için çalışmalar yürütülmeli. Buralarda büyük buluşmalar, cemler organize etmeliyiz.
“DEMOKRASİNİN İNŞASINA KENDİ KURUMLARIMIZDA BAŞLAMALI, MECLİS OLUŞTURMALIYIZ”
Dünyayı kasıp kavuran kapitalizim-emperyalizm sömürü ağında onun getirdiği modernite ve yabancılaşmanın tüm toplumlarda yarattığı derin yaraların bilinciyle inancımızdaki bu kültürel kuşatmayı kırmak için yaşadığımız çağın ruhuna uygun olarak inancımızı yeniden örgütlemeliyiz ve güncellemeliyiz. Bu örgütlenmeyi başardığımızda hem sosyal hem kültürel hem de inançsal değerlerimiz tekrar hayat bulur ve yol kesintiye uğramadan kendini sürdürebilir. Geniş katılımlı ‘Alevi Meclisleri’ oluşturmalıyız. Bu meclislerde çıkan sonuçlar bilgi havuzu oluşturularak herkesle paylaşılmalıdır. Sonrasında akademi gibi çalışılarak sosyal bilimlerin öncülüğünde inançsal kültürel ve sosyal aydınlanmanın yaşanması halinde önemli bir sinerji yaratılmış olur.
Bu örgütlenme ağlarının örülmesi ve inancın tekrar kökleriyle buluşmasını sağlayacak örgütlü ve bilinçli müdahalenin, toplumsallığından koparılan Alevi toplumunu tekrar kendi öz gücüne dayanarak söz kurmasını da sağlayacağı düşüncesindeyim. İlk önce demokrasinin inşasına kendi kurduğu örgütlerinde hayata geçirerek başlanabilir. Hiyerarşi ve iktidarların reddedildiği, binlerce yıllık geçmişiyle yürütülen cemlerimizde ki cemal-cemale muhabbetlerde; toplumsal sorunların, konuşulup çözüm üretildiği doğrudan doğruya demokrasinin de hayat bulduğu yerlerdir. İnsan toplumsallaştıkça iktidar ve hiyerarşiyi eril yapıyı reddeder. Meclisleşme gibi geniş buluşmalarda ast üst ilişkiyi reddeden yatay örgütlenmenin esas alınması, ortaklaşma ve eş güdümlü çalışmayı da beraberinde getirdiğinde toplumsallaşma kaçınılmaz olacaktır. Bu meclisten seçilecek üst kurullarda, kararlarını, hukukunu ve gelişen olumsuzluklarda yapılacakları kararlaştırabilir böylelikle öz denetleme ve öz disiplin sağlanabilir.
DEMOKRASİ, ŞEFFAFALIK VE HESAP VERİLEBİRLİĞİ HAYATA GEÇİRMELİYİZ
Demokratik meclisleşmenin ruhu her türlü iktidar erkini milliyetçi cinsiyetçi ve tekçi düşünceyi reddeden esaslara dayanmalıdır. İnancımızda yıllarca hayat bulmuş demokrasi, şeffaflık ve hesap verilebilirliği güncelleyerek önce kendi kurumlarımızda hayata geçirip, demokrasiyi ete kemiğe büründürebilirsek ondan sonra ülkemizde demokrasi ikliminden bahsedebiliriz. Eşit yurttaşlık talebimizin, eşitlikçi bir yapının oluşması ile gerçekleşeceğinin bilincinde olmalıyız. Dünyadaki kadın sorununu Alevi kadın sorunuyla birleştirerek,’ rıza şehri ‘ütopyamızı emek mücadelesiyle birleştirerek, doğa merkezli inancımızı ekolojik ve iklim krizlerinin engellenmesi mücadelelerini birleştirerek, Can kavramını tüm ezilen yok sayılan ötekileştirilenlerin kimlik mücadelesiyle birleştirerek yol alabiliriz.
Baskıcı, asimilasyoncu ve tekçi iktidarlara alternatif yeni, özgür, katılımcı toplumun filizlenmesi böyle sağlanacaktır. Tüm Alevi kurumlarının dahil olduğu bu meclisleşmeyle dikey olmayan yatay örgütlenmenin örülmesiyle sağlanan doğrudan demokrasinin yaşamsal kılınması tekrar Aleviliğin toplumsallaşmasını sağlayacağı gibi, insanlığın adalet eşitlik, özgürlük arayışının meşru yolunu ve temelini de atmış olacaktır.
Ersin ÖZGÜL/İZMİR
İLGİLİ HABERLER:
1-‘Alevi hareketi Alevilik ve siyaset ilişkisini belirlemeli; Alevi meclisi oluşturulmalı’
2-‘İçinde talip olamadığımız cemevleri gerçekliği ile karşı karşıya kaldık’
3-‘Türkiye’de bugün ne kadar cemevi varsa yasadışı ve gecekondu statüsündedir’
4- ‘Aleviler sistemli bir politikayla kontrol altına alınmak isteniyor’
5- ‘Neden bu kadar çok cemevi var, neden içinde Alevi az?’
6-‘Alevilerin devlete olan hizmetlerinin iki torba çimentoyla eş tutulması zulümdür’-VİDEO
7-‘Artık yönümüzü kendi öz gücümüz olan talip hanelerine çevirmeliyiz’
8-‘Alevilerin kendi cemevlerini yapabilecek güçleri vardır’
9-‘Alevilerin sorunu anayasaldır, çözümü de meclistir’
10-‘Cemevleri koz haline geldi; Alevilerin özgürleşmesinin önü kesilmek isteniyor’
11-‘Alevi kurum yöneticileri, Alevilerin menfaatini koruyan çizgide siyaseti kurmalıdır’
Yoruma kapalı.