PİRHA – Her şeye rağmen köylerinde yaşamayı seçen köylülerin iple çektiği bahar gelince hayat başka bir hareket kazanır oluyor. Topraklarına keyifle dokunan Cafranlı köylüler hala karasabanla çift sürüyorlar. Nereye gitsek birileri mutlaka elindeki çapasıyla, küreğiyle, kazmasıyla ya da emekçi elleriyle toprağa dokunuyor.
Birçok yerde toprağı işleyip ekim yapma faaliyetleri son bulmuş olsa da yükseklere kurulmuş olan dağ köyü Cafran’da bu işler yeni yeni başlıyor. Toprağı işlemek için öncelikle havaların biraz ısınması bekleniyor. Yoksa toprağa bırakılan tohum ısınmadığı için kabuğunu kırıp çıkmaya üşenir oluyor.
Bugünlerde biraz ısınan havayı fırsat bilen köylüler artık zamanı deyip işe koyuldular. Nereye gitsek birileri mutlaka elinde çapasıyla, küreğiyle, kazmasıyla ya da emekçi elleriyle toprağa dokunuyor.
KİM DEMİŞ KARASABAN DEVRİ BİTTİ DİYE
Bingöl’e bağlı Cafran (Dallıtepe) köyündeyiz. Geniş ormanlarla kaplı olduğu için geniş arazileri olan bir köy değil. Bu nedenle topraklarını motorlu araçlarla işlemek yerine hala eski yöntemlerle işliyorlar.
Kameramıza karasabanla çift süren köylüler takılıyor. Köylülerden biri arkadan karasabanı tutup koşulan atı yönetirken biri de atı kontrollü bir şekilde peşinden çekiyor. Tabi bu bazen çok kolay olmuyor.
Yanlarına yaklaşıyoruz. Keyifle çalışıyorlar. Bazen atı kontrol etmekte zorlandıkları oluyor ama bunu da eğlenceli kılmayı biliyorlar. “Burada ne yapıyorsunuz böyle?” sorumuza yaşlı olan Mehmet amca gülerek, “Bilmiyor musun burada ne yaptığımızı?” diye cevaplıyor.
Şevket ise hemen “Bostan yeri için çift sürüyoruz” diyor. Serkan’a soruyoruz “Neden motorla sürmüyorsunuz?” diye. Çetin yer olduğu için motorla sürmenin zor olduğunu söylüyor ve ekliyor “Motorumuz da yok bizim zaten” diyor.
“AYININ BANA BIRAKTIĞI BİR ŞEY YOK Kİ”
Onlar çiftlerini sürerken Pala olarak da bilinen Mehmet amcaya soruyoruz. “Pala sen ne ekiyorsun bu sene? “Patates ekiyorum, yeşil fasulye ekiyorum, kuru fasulye ekiyorum, kabak ekiyorum, maydanoz ekiyorum, biber, domates, salatalık, soğan, sarımsak ekiyorum” diyor ve devam ediyor:
“Ayılar bırakmıyor ki. Ayılar çoktur girip yiyorlar, eziyorlar baş edemiyoruz. Zaten ayıları öldürmek yasak, gidip nöbet tutmamıza da devlet güvenlik nedeniyle izin vermiyor. Eskiden azdı ayılar, bu sene çoğalmışlar.”
Verim alıp almadığını soruyoruz. “Ayılar izin verdiğinde iyidir. İzin vermediklerinde de zaten verim yoktur” diyor.
Çift süren Serkan araya giriyor. “Pala biraz fazla ek ayının payı için biraz fazla ek” diyor. Pala cevap veriyor. “Zaten hepsini ayı yiyor. Bana bir şey bıraktığı yok ki” diyor.
“KÖYLÜLERİN AYILARLA BAŞI DERTTE”
Pala, ektiği ürünlerinin bir kısmını burada ihtiyacı olan köylülerle paylaştığını, kurutulabilenlerinin bir kısmını ise kışlık ihtiyacı için, çocukları ve yakınları için gittiği İstanbul’a götürdüğünü söylüyor.
Bu köyde elma, armut, ceviz, erik, yaban eriği, kuşburnu gibi ürünlerin de bol olduğunu biliyoruz. Toplayıp kurutup götürdüğü ürünler içinde bunların olduğunu da anlatıyor bize Pala. Bu esnada Serkan yine araya giriyor. “Nohut ektin mi Pala?” diye. “Ektim ama daha uç vermediler” diye bir yandan da Serkan’a cevap yetiştirmeye çalışıyor.
Serkan’a da soruyoruz ne ekiyorsunuz diye. O da benzer ürünleri sayıyor. Soğan, sarımsak, patates, maydanoz, yeşil fasulye, kuru fasulye diye sayıp gidiyor. “Sadır daha ekmedik soğuk” deyince gülüşüyorlar. Serkan “Ayıların payı için de birkaç sıra fazladan ekiyorum” deyip aynı sıkıntıya dikkat çekiyor. Belli ki bütün köylülerin ayılar ile başı dertte.
ÇAY MOLASI
Korona günlerinde eşiyle birlikte İstanbul’da mahsur kalan ve on gündür köye gelen Şevket abinin keyfine diyecek yok. Çünkü çok sevdiği köyüne yetişmiş. Geliş hikayesini anlatıyor bize.
Yorulmuş çiftçiler için çay molasından güzeli yoktur. Kadınlar çay getiriyorlar. Çaylarını yudumlarken günlük işlerinden, ilişkilerinden söz ediyorlar. Bir doğa harikası olan Cafran’da ne yazık ki sadece üç çocuk var. Geri kalanların hemen hepsi 30 ve üzeri yaşlarda. Bu üç çocuktan biri olan Mirza da bize katılıyor. Neşeyle dolanıyor çift alanında.
ÇİFT SONRASI HEMEN İŞE KOYULUYORLAR
Karasabanla çift işi bittikten sonra hiç zaman kaybetmeden hemen işe koyuluyor köylüler. Kadınlı erkekli el birliğiyle zamanı gelen ürünleri kuralına uygun bir şekilde toprağa bırakıyorlar.
Kışı Bingöl merkezde çocuklarıyla geçiren Hındani Kişin karlar erir erimez köye geldiğini söylüyor. Çiftten hemen sonra patates soğan ve fasulye tohumlarını çıkarıp anne ve babasından öğrendiği yöntemlerle toprağa ekiyor. Biraz dinlendikten sonra geçen sonbahar toprağa bıraktığı sarımsakları çapalıyor. Çileklerin içindeki ayrık otlarını ayıklıyor.
“YERLERİNİ DEĞİŞTİRDİM!”
80’ine merdiven dayamış Xemsiye ana da elini eteğini işten çekmemiş. Evinin yanındaki bostana nasırlı emektar elleriyle fasulye tohumunu sayarak tek tek bırakıyor. “Fasulye, patates ve soğanın yerini bu yıl değiştirdim” diyor.
Neden diye soruyoruz? “Çünkü, bir ürünü hep aynı yere ekersen verim alamazsın. Her ürünün topraktan aldığı gıda farklı farklıdır” diyor.
Diğer köylüler de bu duruma dikkat çekiyor. Bir ürünü en fazla iki defa aynı yere ekmelisin diyorlar. Ondan sonra yerini değiştirmelisin diyorlar. Yüzyılların tecrübesi bunu söyletiyor köylülere.
Xemsiye ana, “Toprak bereketlidir, biz ekeriz ne vereceğini o bilir” diyor.
BAHARIN TADINI ÇIKARA ÇIKARA
Serkan Kişin’in bostanına gidiyoruz. Serkan herkesten hızlı ve herkesten daha çalışkan. Oradan oraya, işten işe koşuyor. Çünkü en büyüğü 5 yaşında üç çocuğu var bakacak. Köyde başka çocuk yok.
Serkan’ın aynı zamanda inekleri de var. İneklerinden elde ettiği süt ve süt ürünlerini de değerlendiriyor. Hayvan sayısı çok az bu köyde. Bu nedenle süt almak için köylüler bazen sıranın kendilerine gelmesini bekliyor. “İneklerimin sütünden elde ettiğim peynir, yağ, çökelek gibi ürünlerin bir kısmını köylüler satın alıyor. Kalanını başka köylere, şehirdeki insanlara satıyorum” diyor.
Köyün neşesi olan çocuklarının isimlerini soruyoruz “Büyüğü Sarin Sozdar, ortancası Mirza (Herkes Miro diye sesleniyor), son numaranın ismi ise Firaz.
Biz çocuklarını sorarken çocuklar çıkıp geliyorlar. Oynaya oynaya, doğanın, baharın tadını çıkara çıkara.
“BURADA TOPRAKLA UĞRAŞMAK GÜZEL”
“Köyde gençler yok, sen neden buradasın?” diye soruyoruz yengesi ile birlikte bostanda soğan ekmeye çalışan Serkan’a. “Köyü seviyorum. Köyümüz çok güzel. Başkasının işinde çalışmak kolay değil. Burada kendi işimi yapıyorum. Başımda bana emreden kimse yok. Burada toprakla uğraşmak güzel. Kendi emeğinle geçiniyorsun. Yediğimiz içtiğimiz her şey doğal” diye yanıtlıyor.
Yengesi Emine, Bingöl’de bir hastanede çalışıyor. Hafta sonu olduğu için köye gelmiş. Emine elindeki soğan ve kabak tohumlarını göstererek “Bunlar benim değil kaynanamın” diyor. “Kaynanam bu sene bu koronavirüsünden dolayı İstanbul’da mahsur kaldı. Gelemiyor. Bunlar onun. Onun için ekiyorum” diye konuşuyor.
“SADECE KENDİMİZ İÇİN EKMİYORUZ”
Başka bir bostanın önünden geçiyoruz. Nazime abla elindeki çapasıyla su arkını kazıyor. Önceki kışı köyde geçiren ve bu kış İstanbul’da kalan Nazime abla ve eşi korona yasağından dolayı zor olsa da kapağı köye atmış. Eşi arıcılık yapıyor. Köy daha yeterince ısınmadığı için arılarını köye getirmemiş. Ama eli kulağında. Bostanındaki soğan ve sarmısaklar yaprakları itibarıyla yemelik artık. Bostanına özenle baktığı çok belli oluyor. “Sadece kendimiz için değil, çocuklarımız, yakınlarımız için de ekiyoruz.”diyor Nazime abla elindeki çapayı toprağa çaldıkça.
NEDEN BİRE ON VERMESİN Kİ?
Bostancılıkta hamarat olan ve isim yapmış Zekine ve Mustafa çiftinin yanına vardığımızda yine görev bölümü yapmış ve harıl harıl çalışır buluyoruz. Benzer ürünleri ekmiş onlar da. Mustafa abi sırıkları getirmek ve dikmekle meşgul iken, Zekine abla tohum tanelerini itinayla toprağa yerleştiriyor. Üzerine hayvan gübresi atmayı ihmal etmiyor. Tabi bu gübreyi yiyen ürün neden bire on vermesin ki?
Her sene koca tarlayı ektikleri ürünlerle dolduran Zekine ve Mustafa çifti, bu yıl sağlık sorunları nedeniyle bir kısmını boş bırakmış. Onların da çocukları gurbette ve her yıl önceliği, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamaya veriyorlar. Geri kalanı ise eşe, dosta, akrabaya verdiklerini söylüyorlar.
“MAYISIN SON GÜNLERİNDE OLUR O İŞ”
Neredeyse her köylüye sorduk. “Sadır (domates, biber vb ürünler) neden ekilmiyor” diye. Ağız birliği etmişler gibi, “Daha çok erken. Şimdi ekersen hemen yanar. Çünkü hava onlar için daha çok soğuk. Mayıs ayının son günlerinde olur o iş” diye cevaplıyorlar.
TOPRAĞI ÖPÜP NİYAZ EDİYOR
Eşsiz doğasıyla insanı büyüleyen Cafran köyü koronavirüs nedeniyle Avrupa ve Türkiye metropollerinde mahsur kalan sakinlerini bekliyor. Köylülerin önemli gündemlerinden biri de bu. “Kim geldi, kimler yolda, kimler geliş izni almış, kimler neden alamamış” gibi sohbetlere her yerde denk gelmek mümkün.
Sağlık sorunları yüzünden İstanbul’a giden ve salgın nedeniyle mahsur kalan Rınde (Güzel) ve eşi Ali bir yolunu bulup köylerine geldiler. Rınde araçtan iner inmez köyünün toprağını öpüp niyaz ediyor. Evinin bahçe kapısını, evinin eşiğini gözyaşları içinde öpüp niyaz ediyor.
PİRHA/ BİNGÖL
Yoruma kapalı.