PİRHA – Türkiye İnsan Hakları Vakfı, koronavirüs ile ilgili açıklama yaptı. Açıklamada, “Devletlerin mevcut sağlık sistemlerinin çöküntüye uğramasını önleyebilmenin şimdilik tek çaresi, toplumların kitlesel olarak katı ve kararlı biçimde, süresi belirsiz karantina uygulama zorunluluğudur” denildi.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı, koronavirüs salgınına ilişkin açıklama yaptı.
Açıklamada, “Ülkemiz de dahil tüm dünyada Covid-19 virüsünün yol açtığı salgın (pandemi) nedeniyle ağır bir ölüm-kalım krizi yaşanıyor. Herkesi içine alan böylesi büyük sarsıntı dönemleri insan haklarının gözetilmesinin ve korunmasının en gerekli olduğu zamanlardır. Devletler, toplumsal görevlerini her zamankinden daha özenli ve adil yerine getirmek ve insan haklarına saygılı olmak zorundadırlar” ifadeleri yer aldı.
“DEVLETLER İNSAN HAKLARINA SAYGILI OLMAK ZORUNDADIR”
Açıklama şöyle devam etti:
“Tüm dünya bir süredir Covid-19 virüsünün yol açtığı salgın (pandemi) nedeniyle ciddi bir yaşamsal tehdit ile karşı karşıya. Salgının alışılmadık bir hızla yayılışı karşısında devletlerin mevcut sağlık sistemlerinin çaresiz kalması, hatta yer yer çöküntüye uğraması; buna karşılık yayılmayı ve bu çöküntüyü önleyebilmenin şimdilik tek çaresinin toplumların kitlesel olarak katı ve kararlı biçimde, süresi belirsiz karantina uygulamak zorunda olmaları ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal ciddi sorunları da beraberinde getirmektedir. Salgının boyutlarının daha da büyümesi halinde -ki şimdilik öyle görünüyor- küresel boyutta her bakımdan ağır bir krizin yaşanması kaçınılmaz görünmektedir.
Herkesi içine alan böylesi büyük sarsıntı dönemleri insan haklarının gözetilmesinin, korunmasının en gerekli olduğu zamanlardır. Çünkü hak sahibi olmak, insanları zor zamanlarda güçlü kılabilecek tek şeydir ve ancak hak sahibi olduğunda kişi kendisinin gözetileceği, korunacağı duygusunu taşıyabilir.
Ağır bir ölüm-kalım krizinin yaşandığı bu günlerde alınan tüm tedbirler insanlar için alındığına göre, insan hakları bakış açısının bu tedbirlerin olmazsa olmaz kılavuzu olması gerekir. Ancak Türkiye’de siyasal iktidar, olağan dışı durumlarda öncelikle insan haklarını iptal etme alışkanlığını sürdürüyor.
“BİLGİ ELDE ETME YOLLARININ AÇIK OLMASI BİR ZORUNLULUKTUR”
Sağlığa erişim, korunma/koruma etkili ve doğru bilgilenmeyi gerektirir. Bilgilenme hakkı, içinde bulunulan durumun boyutları ve sonuçları ne denli ağır olursa olsun, herkes tarafından açık bir şekilde bilinmesi gerekliliği, en temel yurttaş hakkıdır. Bilgi elde etme yollarının açık olması ve topluma bilginin aktarılması kamu gücünün yükümlülüğüdür. Böylesi olağan dışı koşullarda/kriz hallerinde bilgi edinme hakkı, hem alınan tedbirlerin toplumsal onayı hem de bu tedbirlerin doğru ve etkin biçimde uygulanabilmesi için ama daha da önemlisi toplumun yönetime hesap sorabilir olması için temel bir yurttaşlık hakkıdır.
“SALGINLA İLGİLİ GELİŞMELER SAĞLIK BAKANININ TWİTTER MESAJINA MECBUR BIRAKILAMAZ”
Salgının niteliği ve boyutlarına ilişkin sadece resmi makamların kısıtlı açıklamalarına, özellikle de Sağlık Bakanının twitter mesajlarına mecbur bırakılmamız, bu konuda haber yapan gazetecilerin, açıklama yapan başta Türk Tabipler Birliği (TTB) olmak üzere ilgili uzmanlık ve meslek örgütlerinin, yine başta Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) olmak üzere sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin soruşturmaya tabi tutulması bilgi edinme hakkımızın gasp edildiği anlamına gelir. Bilgi elde etme yollarının, toplum sağlığı ile ilgili meseleleri bile güvenlik sorunu olarak değerlendiren bir zihniyetle kapatılmaya çalışılması yurttaşların bilgilenme hakkının ihlali anlamına geldiği kadar, açıkça konuşulamayan tüm meselelerde olduğu gibi kulaktan kulağa haberleşme yoluyla korku ve panik duygusunun yayılmasına da yol açabilir.
“İKTİDARIN VİRÜS KARŞISINDA TOPLUMA KARŞI ALDIĞI TUTUM, ADALET VE EŞİTLİK İLKESİNİN İHLALİDİR”
Kendi iktidarını daimi bir OHAL ile sürdüren bu yönetim, salgın gibi tüm ülkeleri etkileyen olağan dışı bir durumda bile topluma yönelik aldığı tutumda adalet ilkesini, eşitlik ilkesini kökten bir şekilde ihlal ediyor. Alınan tedbirlerin her biri haksızlıklara yol açıyor. 65 yaş ve üstü yurttaşlara sokağa çıkma yasağı getirildiğinde hem toplumda salgından etkilenecek tek kesimin yaşlılar olduğu şeklinde yanlış bir kanaatin yerleşmesine neden oluyor hem de damgalama, suçlama ve dışlama mekanizmalarının devreye girmesine, nefret söyleminin yaygınlaşmasına yol açarak korunmak istenen kişileri değersizleştiriyor.
“HAPİSHANELERDE CEZA İNFAZ İNDİRİMİNDE CEZALANDIRMA PRATİKLERİ DEVREYE SOKULUYOR
Hapishanelere ilişkin sivil toplumdan yükselen çığlığa verilen yanıtla yeni adaletsizlikler ve hatta cezalandırma pratikleri devreye sokuluyor. Yapılması düşünülen ceza infaz indirimi düzenlemesinde başta seçilmiş siyasiler, gazeteciler, insan hakları savunucuları olmak üzere düşüncelerinden dolayı ceza evinde olan muhaliflerin dışlanması bir kez daha yönetimin kendi karşıtlarını cezalandırdığının kanıtıdır. Bu durum, tedbir nedeniyle alınan her kararda eşitlik ilkesinin ne ölçüde ihlal edildiğini ve toplumun adalet duygusunun bir kez daha ne şiddetle zedeleneceğini açıkça göstermektedir.
“COVİD-19 VİRÜSÜNE KARŞI BİR AYRICALIKLILAR SİSTEMİ SÜRDÜRÜLMEYE ÇALIŞILIYOR”
Eşitlik ilkesinin ihlali, zaten dışlananların ya da yok sayılanların durumuna dair özel ve adil koruma tedbirlerinin alınmayışından da açıktır. Çünkü eşitlik ilkesi, dezavantajlıları görerek eşitleyici bir eylemlilikle gerçek kılınabilecek bir ilkedir. Sınıra götürülüp bırakılan, kamplarda ya da yoksul mahallelerde yaşamlarını sürdürme koşullarına sahip olmayan göçmenlere, çalışma alanları da kapandığından yoksulluğu daha da ağırlaşan kesimlere dair hiçbir özel mekanizmadan bahsedilmeyip, ev kredilerinden bahsedilen bir olağan dışı duruma müdahale paketinin işaret ettiği adaletsizlik, ırk, din, sınıf farkı tanımayan Covid-19 virüsüne karşı bir ayrıcalıklılar sisteminin sürdürülmeye çalışıldığını gösteriyor.
Tedbirlerin yarattığı başka bir özensizlik ve haksızlık, çalışmak zorunda olanların, gözetilmemesi, korunmaması ya da korunma yollarında kendi başlarına bırakılmasıdır. Hem biyolojik hem de sosyal yaşamın sürdürülebilmesi için bu koşullarda çalışmak zorunda olan kişilerle kurulan tek ilişkinin alkışlamak olmaması, onların özenle korunması, sadece hukuki değil aynı zamanda ahlaki bir yükümlülüktür. Maskesiz, eldivensiz, ekipmansız bırakılan her sağlık çalışanının içine sokulduğu tehlike hem bireysel hem de toplumsal yaşamla ilgilidir ve bunun sorumlusu, başka her türlü desteği engelleyen, sivil toplumun dayanışma alanlarını kapatan bu yönetimdir. Unutulmamalıdır ki, evlerde kalma şansına sahip olmayan, şantiyelerde, fabrikalarda, marketlerde vb. çalışmak zorunda kalan/bırakılan her bir kişiye karşı, kamuya yükümlülüklerini hatırlatma, onların haklarını dile getirme sorumluluğumuz var. Toplumun bu sorumluluğu yerine getirmesini engellemek, hak ihlallerini görünmez kılma çabasından başka bir şey değildir.
Salgının boyutlarının her geçen gün geometrik artışla genişleyerek toplum sağlığını topyekun tehdit ettiği ve yurttaşların varoluş kaygılarının iyice arttığı bu olağan dışı koşullarda siyasal iktidarın yukarıda dile getirilen acil tedbirleri almayıp adeta bir siyasal fırsatçılıkla imar yasaları çıkarması, ihale kararları alması ve belediyelere kayyımlar ataması, demokrasi ve insan haklarından kopuşun ve ahlaki çöküşün hangi boyutta olduğunun bir göstergesidir. Oysa böylesi zor ve olağan dışı zamanlarda bir kamu gücü olarak yerel yönetimler yurttaşlarla dayanışmanın, destek olmanın ve onların alınacak tedbirlere etkin katılımının en önemli araçlarıdır.
Devletler, böylesi olağan dışı koşullarda toplumsal görevlerini her zamankinden daha özenli ve adil yerine getirmek ve insan haklarına saygılı olmak zorundadırlar.”
PİRHA/ANKARA
Yoruma kapalı.