PİRHA – Özel okullara abdesthane ve mescit zorunluluğu getirilmesine ilişkin değerlendirmelerde bulunan araştırmacı yazar Ali yıldırım, devletin misyonerlik faaliyetlerini özel okullara kadar taşıdığını kaydetti.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın son zamanlarda tartışmalara neden olan uygulaması; özel okullara abdesthane ve mescit zorunluluğuna ilişkin PİRHA’ya konuşan yazar Ali Yıldırım, hükümetin dinselleştirme politikasının her geçen gün kendisini başka bir alanda gösterdiğini kaydetti.
“ÖZEL OKULLARDA EĞİTİMİ DİNSELLEŞTİRMEYE ÇALIŞIYORLAR”
Devletin bütünüyle eğitim alanından elini çekmiş ve onu ticari işe dönüştürmüş durumda olduğunu ifade eden Yıldırım, “Fakat o kadarla da yetinmiyor, ne yapıyor? Özel okuldaki eğitimi de tamamen dinselleştirmeye çalışıyor. Maalesef din bilgisi öğretmenleri de bir misyoner gibi davranıyorlar. Buna yönelik çok duyum alıyoruz yani; bir din kültürü, Dinler Tarihi, din anlayışları anlatmak yerine bizzat bir dinin eğitimini misyoner edası ile çocukların kafasına sokarak, çocuklara kendi bildiklerini aşılamaya çalışıyorlar” diye konuştu.
Yıldırım, bu uygulamanın devlet okullarında zaten var olduğunu, özel okullarda da uygulanmaya başlarsa orada da çocukların akademik değerlendirmesinin bu koşullarda yapılacağını belirtti.
“ÇOCUK HAKLARI VE İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNE AYKIRI”
“Şimdi bunu ‘bize ne’ diye geçemeyiz. Çünkü üniversite sınavlarında da biliyorsunuz liseye giriş sınavlarında da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden ciddi biçimde soru soruluyor ve çocuklar hiç muhatap olmaması gereken bir misyonerlik faaliyeti ile tırnak içinde kendileri ile uyuşmazlık içinde olan bir bilgi ile yüz yüze bırakılıyorlar” diye konuşan Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bunun gerek eğitim öğretim özgürlüğü ile gerek çocuk haklarıyla gerekse inanç özgürlükleri ile bağdaştırılması mümkün değil. Bunlar sonuçta çocuk. 17 yaşına kadar insanlar Türkiye’deki hukuka göre çocuk olarak değerlendiriliyor. Çocuklara bu anlamda maddi ya da manevi cebir ile kendi inançları dışında, ailesinin inançları dışında bir inanç empoze edilmesini kabul etmek mümkün değildir. Yani bir duygu anlamında değil; Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kararlarında bunu net bir şekilde söylemiştir. Devlet, okul, okul yönetimi ve idareler dahil hiçbir kurum çocuklara anne ve babası dışında din eğitimi veremez diyor vermemelidir diyor. Bu gerek çocuk hakları sözleşmesinde gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır diyor. Fakat Türkiye’de son 10 yılda giderek yoğunlaşan eğitimin dinselleştirilmesi noktasında bundan 20 yıl önce aklımıza hayalimize gelmeyecek her bir adım ısrarlı bir şekilde atılıyor. Burada laiklik meselesinin ne kadar hayati bir önem taşıdığını bir kez daha fark ediyoruz.
“DEVLET HEM HAYATI HEM EĞİTİMİ DİNSELLEŞTİRİYOR”
Aydınların, sosyalistlerin, solcuların, Kemalistlerin önemsemediği laikliği devletin tekeline vererek kendilerini bu işten sıyırmaya çalıştıkları bir alanda devlet dini, gericiliği denetliyor. Halbuki görünen odur ki devlet adım adım bütün bir alanı bizzat denetlemeyi Diyanetle ve Milli Eğitim Bakanlığı ile hayatı da eğitimi de dinselleştiren bir faaliyet içinde bulunuyor.”
“LAİKLİK SORUNU, TÜRKİYE’DEKİ DEMOKRASİ SORUNUNUN ÇOK ÖNEMLİ BİR AYAĞIDIR”
Laiklik sorununun Türkiye’de demokrasi sorununun çok önemli bir adımı ve ayağı olduğunu dile getiren Yıldırım, devletin kendine tek bir dini ve inancı seçtiği noktada diğer diğer dinlere ve inançlara açıkça bir ayrımcılık ve ötekileştirme olduğunu belirtti. Devletin misyonerlik faaliyetlerini özel okullara kadar yaydığı bir sistemle karşı karşıya olduklarını kaydeden Yıldırım, sözlerine şöyle devam etti:
“Devlet okullarında itiraz etme olanağı daha fazladır ama özel okullarda iş ‘vur deyince öldür’ noktasına kadar gidebilir. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini mescitte yapmaya kadar işi götürebilirler. Burada açık ve net bir şekilde gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne gerekse de çocuk hakları sözleşmesine net bir aykırılığını görebiliriz.
“DEVLET BU ALANLARDAN ELİNİ ÇEKMELİDİR”
Hayatın dinselleştirilmesi, eğitimin dinselleştirilmesi demokrasi mücadelesinde itiraz etmemiz gereken temel noktalardan biridir. Çünkü eşitsizlik, ötekileştirme, ayrımcılık üreten bir durum. Daha birinci noktada devlet bir inancı kendine resmi inanç seçtiği noktada karşımıza çıkıyor. Yurttaşları arasında eşitsizlik, ayrımcılık yaratan, bir devletin demokratik bir devlet olması da mümkün değildir. O nedenle yalnız solcuların, Alevilerin, sosyalistlerin değil Kemalist, Atatürkçü, liberal, CHP’li, kendisini çağdaş olarak tanımlayan ve başkalarının inancına karışmayıp, yalnızca kendi inancını yaşayan bütün insanlara, bütün yurttaşlara burada görev düşmektedir. Devlet bu alanlardan elini çekmelidir, bu demokrasinin zorunluluğudur, temel şartıdır.
Cebrail ARSLAN-Derya DÖNMEZ/ANKARA
Yoruma kapalı.