PİRHA- Kızılbaş-Alevi geleneğinin “lirik turna sesli” sanatçısı Ozan Şah Turna, on yaşlarındayken aldığı sazı ve şiiri bırakmıyor. Haksızlıklara karşı duruşuyla bilinen Şah Turna’yı ne 12 Mart zindanları ne de 12 Eylül sürgünü durdurabilmiş. Gözlerinin görmemesi, ışık saçmasına engel olamamış. Sesi ve duruşuyla 20. yüzyıl sonu ile 21.yüzyıl başlarının efsanelerinden biri haline gelen Ozan Şah Turna PİRHA’nın sorularını yanıtladı.
Kızılbaş-Alevi türkülerinin dinmeyen pür sesi Ozan Şah Turna, çok genç yaşlarında doğal yeteneği ile çalmaya başladığı sazı ve sözü ile kadim Anadolu kültürünün ve direnişin sesi olmayı sürdürüyor.
Şah Turna, Türkiye’nin en zor, devrimci mücadelenin en ağır şartlarda yürütüldüğü yıllarına daha çocuk sayılacak yaşlarda tanık oldu. Kızılbaş Alevi geleneğinden gelen sağduyusu ve haksızlığa karşı direnciyle, genç yaşta o dönemin devrimci sesi olmayı başardı. Gözleri görmediği ve genç bir kadın olduğu halde, en ağır işkencelere maruz kaldı. Yıllarını hapiste geçirdi.
12 Mart 1971 darbesi, Kızıldere Katliamı ve Denizlerin idamı üstüne gelen ilk tutukluluk yıllarında Diyarbakır Cezaevi’nde İbrahim Kaypakkaya ile cezaevi duvarlarını paylaştı, onunla duvarlar üzerinden iletişim kurdu. Ona yapılan işkencelerin bütün seslerinin tanığı oldu.
Türkiye’nin dört bir yanını dolaştığı yıllarda, Madımak’ın öncüsü sayılabilecek faşist linç hareketlerine maruz kalan Şah Turna, sadece Kızılbaş-Alevi türküleri söylediği ve haksızlığa karşı çıktığı halde “Komünizm propagandası yapmak” suçlamasıyla yıllarca hapis yattı. Kirli bir suikasta kurban gitmekten son anda kurtulduğu hapisteyken de mazlumların sesi olmayı, hapiste büyümek zorunda kalan çocukların dramını gündeme getirmeyi sürdüren Şah Turna, 1978’de tedavi görmek için gittiği Almanya’da, 12 Eylül 1980 darbesinin de hışmına maruz kaldı. Tedavisinin devam ettiğini belgelediği halde, raporları dikkate almayan faşist cunta yönetimi tarafından Türkiye vatandaşlığından çıkarılan Ozan Şah Turna, 1991’de döndüğü Türkiye’de bir süre tutulduğu gözaltında baskı ve işkenceye bir kez daha maruz kaldı. Vatandaşlığını ve haklarının iadesini ancak 1992’de çıkarılan 3808 sayılı yasa ile kazanabilen Şah Turna, 2004’de darbeci faşist general Kenan Evren hakkında darbe döneminde yaşadıklarından dolayı suç duyurusunda bulundu.
Karanlığa karşı aydınlık, anti-emperyalist ve anti-faşist duruşuyla dikkat çeken Ozan Şah Turna, halkının özgürlükçü, boyun eğmeyen filozofu, susmayan direnişin simge isimlerinden biridir. Çocukluğunda doğal bir yetenek ile bütünleştiği sazı, türküleri ve şiirleriyle, geleneğin taşıyıcısı Aşık Veysel Şatıroğlu, Aşık Mahzuni Şerif, Ruhi Su, Davut Sulari gibi büyük ozanların da sevgi ve takdirini, yaşadıkları zamanlarda kazanmış olan Şah Turna’nın, “lirik bir turna”ya benzetilen sesinin etkileyiciliği, okuduğu sevda ve umut türküleriyle gönüllerde unutulmaz bir yer etmiştir.
Yaşamını bir başka ozan, Şiar Ağdaşan ile birleştiren ve iki kız evladı olan Ozan Şah Turna ile çocukluğunda “gözü yerine istediği sazı”ndan, işkence ve tutuklulukla geçen yıllarına, büyük ozanlarla anılarından, devrimci özgürlük mücadelesine kadar her şeyi konuşma fırsatını bulduğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sizi genç kuşaklar da tanıyor ama ben daha yakından tanımalarını istiyorum. Şah Turna nerede doğdu, kaç yaşında gözlerini kaybetti? Kimleri dinlerdi?
1950 Sivas–Gürün, Kaynarca doğumluyum. 3 yaşlarımda çiçek-kızamık hastalıklarından her iki gözümü de kaybettim. 7 yaşımda müziğe ilgi duymaya başladım. Alevi kültüründe dedeler vardır, onların türkülerini dinlerdim. Bununla beraber babam da birçok ozandan bana şiirler okurdu. Bu şiirleri ezberlerdim.
İLK KONSER SİVAS’TA
Bir söyleşinizde okumuştum. Babanızla gözlerinizin tedavisi için Malatya’ya gittiğinizde, “Ben gözlerimi istemiyorum. Babam bana saz alsın” demişsiniz. Neden gözleriniz yerine sazı tercih ettiniz? Size sazınız mı ışık oldu?
Evet, daha önce de belirtmiştim. Müzik aşkın doğuşumdan başlamıştır. Babam hep görmemi istiyordu ve beni Malatya’ya götürdü. Doktor gözüme baktı. Doktora, gözüme bakma özüme bak, ben göz istemiyorum, saz istiyorum, dedim. Doktor çok hayret etti. Sonra babama dedi ki sen bu kıza saz almalısın. Eğer almazsan çıldırır, dağlara düşer. Bunun görmek gibi bir kaygısı yok, tek istediği şey saz, dedi. Ondan sonra babam bana bir saz aldı. Küçücük bir cura aldı. O zamanlarda 10 yaşlarımda küçük sayılabilecek bir çağdaydım. Çevreden insanlar başıma toplandılar. Ne kadar güzel bir ses ne kadar güzel bir avaz diye herkes beni dinledi. Bu da bana çok büyük bir cesaret verdi. Daha sonra köye geldim ve köyde saz çalıp türkü söylemeye devam ettim. 10 yaşlarında gözleri görmeyen bir kız varmış, saz çalıp türkü söylermiş. Acaba ermiş midir, diye düşünüyorlarmış. İlk konserimiz Sivas’ta oldu. 3 günlük Aşıklar Bayramı etkinliği hazırlanmıştı. İlk sahnemi oradan aldım. Aşık Veysel ile ilk tanışmam oldu o dönemde. Ondan sonra hep devam etti.
Aşık Veysel ile olan unutulmaz diyebileceğiniz bir anınız var mı?
Aydın’da 14 yaşlarımda plak yaptığım zamanda konser vermiştik. Birbirine yakın şehirler olduğu için o zaman İzmir’de de konser vermiştik. Çok fazla konser olmuştu. O dönemde konserlere daha çok öğrenciler gelirdi. Ben de önce orada sosyal içerikli şeyler söylemiştim. Aşık Veysel’e sen de böyle sosyal içerikli şeyler söyle dediler. Sahneden aşağıya inince üstat Aşık Veysel bana, ‘Şah Turna, bizim gözümüz görmüyor bir zalimin taşına rast geliriz, böyle fazla sosyal içerikli şeyler söyleme’ demişti. Ben de O’na, Veysel baba, bir insan zalim olduktan sonra gözleri görmeyeni de göreni de taşlar, demiştim. O da gülüp geçmişti.
“KUBİLAY GİBİ KAFASINI KESİN, DİYENLER OLDU”
Ozan Aşık Veysel’in uyarılarına rağmen siz, devrim Türküleri, Kızılbaş–Alevi deyişler, söylemeye devam ediyorsunuz. Söylediğiniz Kızılbaş–Alevi deyişlerden dolayı taşlara tutuluyorsunuz, doğru mudur?
“Kızılbaş, Komünist ve bölücü” diye çok zulümlere, hapislere, işkencelere maruz kaldım. Senirkent’te Isparta’da şahsıma suikast oldu. Orada sosyal içerikli türküler söylememden dolayı Sivas olaylarındaki gibi insanlar birikti ve Kubilay gibi kafasını kesin diyenler oldu. O zaman karakol yoktu. Beni Senirkent’te bir hastaneye aldılar. Gericiler hastanenin etrafını çevirdi. O’nu elimize verin, kafasını keselim dediler. O zaman İzmir’den bir savcı geldi ve beni götürdü. Buca Cezaevi’ne koydu. Cezaevi senin için kurtuluş, yoksa burada seni katledecekler dedi. Toplam 5 yıl hapis yattım ve birçok defa sürgün yedim. Bütün hayatım bu şekilde geçti. Taşlara tutuldum. Söylediğim Kızılbaş-Alevi türkülerinden dolayı yargılandım. Birçok ilde uzun yıllar cezaevlerinde yattım. Çeşitli ağır işkencelere maruz kaldım, sürgün edildim
Cezaevi günlerinde Kars’ta sizi Komünist diye tutukluyorlar, oysa siz Komünizmin anlamını bile bilmiyormuşsunuz. Diyarbakır, Adana ve diğer illerde yaşadıklarınızı sırayla anlatırsanız seviniriz. –Tabi bu arada cezaevi serilerinde İzmir, Sivas ve başka iller de var. Daha sonra sürgün yılları ve yurttaşlıktan çıkarılma var.-
Bizim konserlerimiz devam ediyordu. İlk konserimiz Dersim’de olmuştu. Orada şunu söylemiştim: Yıllar yılı boyun eğdin ağaya ezildiğin yetmiyor mu vatandaş, her zaman ağladın güldürmediler üzüldüğün yetmiyor mu vatandaş. Eserlerin içerisinde de “Asıldığın yetmiyor mu vatandaş, zengin isen yaraların sarılır yoksul isen gönül telin kırılır doğru söylüyorsun asıldığın yetmiyor mu vatandaş.” gibi sözler vardı. Ama orada “Asıldığın yetmiyor mu vatandaş?” demem daha fazla dokunmuş.
Oradan Kars’a geldik. Tabi bizim hiçbir şeyden haberimiz yok. Eskiden konserlere komiserler gelir, ses kaydını alır daha sonra incelerlerdi. Yine böyle bir olayın sonucunda bu kız Komünizm propagandası yapıyor diye peşime düşüyorlar.
Seslendirdiğiniz bu türkülerden dolayı mı peşinize düşüyorlar?
Evet, Özgür yoldaş… Ondan sonra Kars’a geldik Ertesi gün konser vardı. Kapı çalındı ve polis geldi. Ozan Şah Turna Dumlupınar, nerede dediler? Benim, dedim. Karakola geleceksiniz, dediler. Niçin, diye sordum. Bilmiyoruz, dediler. Karakola gittik, bana komünizm propagandası yapmışsın, dediler. Ben Komünizmin ne olduğunu bilmiyorum, dedim. Söylüyorum ama sözlerin nereye gittiğini bilmiyorum. Komiserler Şah Turna burada diye hemen haber veriyorlar. Orada izlemeye gelenlerin hepsini karakola alıyorlar. Bu benim için çok büyük bir heyecandı. Oradan her taraf insan doldu. Konser burada mı olacak dediler. Halk diyor ki Şah Turna’yı bize verin hapse atmayın, kefil mi istiyorsunuz, ne istiyorsunuz, biz Şah Turna’yı karakolda bırakmayız. Emniyet Müdürü diyor ki başka bir suç işleseydi bırakırdık ama siyasi suç olduğu için hiç kimseye bırakmayacağız.
Daha sonra Diyarbakır Cezaevi’ne…
O zaman Diyarbakır il olarak 4 ay süreyle sıkıyönetim altındaydı. Diyarbakır’da polis ve jandarmalar koluma girip kelepçeler taktılar. Bunlara inanamazsınız. Ben diyeyim 20, siz deyin 30 jandarma geldi. Yani altı üstü beni götürecekler. Daha sonra Diyarbakır’a annemle beraber gittik. Tabi oraya gidene kadar haftalar geçti. 24 saat karakollarda bekleme durumumuz oldu. O zamanlar ilginç olarak bir de siyasiler için ayrıca hapishane yoktu. Onun yerine hastaneler kullanılıyordu. İki tane siyasi arkadaşımız vardı. Birisinin ismi Fatma Siverek’ti. Akşam yattıktan sonra Siverek, Şah Turna birazdan Kaypakkaya’ya işkence yapacaklar, dedi.
Cezaevi dönemlerimde “Ser verip sır vermeyen” İbrahim Kaypakkaya (İbo) ile Diyarbakır zindanlarını paylaştım. Çünkü bizim cezaevinin arka tarafında İbrahim Kaypakkaya kalıyordu ve biz de tak tak paslaşıyorduk. Biliyorsunuz, Kaypakkaya’nın o dönemde beynini aldılar.
“TAHLİYE OLDUKTAN SONRA KOMÜNİZMİ ÖĞRENMEK İSTEDİM”
Komünizmi öğrendiniz mi bu arada?
(Gülümsüyor). Ben tahliye olduktan sonra Komünizmi öğrenmek istedim. Bir sürü işkenceler ve daha birçok şey yapıldı. O zaman Sovyetler Birliği vardı. Sovyetler Birliği senin gözünü kör etmiş, sen de bir ajan olmuşsun. Onlar propaganda yapman için seni bu duruma sokmuş, dediler.
Tabi bu bana masal gibi gelmişti. Çıktıktan sonra Ankara’da Remzi kitapçısı vardı. Ağabey ne olur gözünü seveyim şu kitapları ver de ne imiş bu Komünizm bir öğreneyim dedim. Sonrasında bazı isimlerin kitaplarını aldım. Sosyalizm Alfabesi gibi kitapları okumaya başladım.
Yanıma üniversite gençleri geliyordu. Şu kitapları okuyayım da ben neymişim bir öğreneyim dedim. Sonrasında ezen-ezilen davasını bilinçli olarak öğrendim.
Sistem hep benim peşime düştü ve aşk türkülerini dahi propaganda olarak niteledi. İzmir’de yine bir tutuklama kararı çıktı. Orada tutuklandım. Daha sonra Adana’da bana suikast yaptılar. Diyarbakır’da ikinci kez tutuklandım. Oradan Sivas’a sürgün edildim, oradan da Adana’ya sürgün gittim.
Neden sürgün edildiniz?
Sürgün sebebim ise şöyle: Ben merkez cezaevinde kalıyordum. Orada sadece kadınlar değil çocuklar da vardı. O dönemlerde benim bir de daktilom vardı ve ben de Ecevit o dönemde başbakan olduğu için O’na bir mektup yazdım. Dedim ki burada kadınlar ve çocuklar hep üst üste kalıyorlar. Çünkü kadınlar bana Şah Turna biz yarı açık cezaevine gitmek istiyoruz çünkü burada işkence yapılıyor, demişti.
Daha sonra ben mektup yazdım. Önce müdür geldi ve ‘Şah Turna bize bir saz çal türkü söyle’ dedi. Ben saz çaldım ve türkü söyledim. Müdür gitti. Ertesi gün ben mektubu gardiyana verdim. Gardiyan da müdüre götürmüş ve o da bu mektup gitmez demiş.
Gardiyan mektubun gitmediğini söyledi ve ardından müdür geldi. Ona mektubumu neden göndermediniz dedim. Mektubunu göndermedik, çünkü sen bu cezaevinde rahat durmuyorsun, dedi. Adam beni derhal hücreye atmak istedi ama buna kadınlar izin vermedi. Ertesi gün de ben Adana’ya sürgün edildim.
Adana Cezaevi’nde size suikastlar düzenleniyor…
Daha sonra 12 yılın üstüne 5 yıl da sürgün cezası verdiler. 12 yıl hapis 5 yıl da başka yerde sürgün kalacaksın, dediler. O arada tabi ben sürgün olarak gittiğim için müdür bana dikkat et diyor. Bütün kadınlara Şah Turna’yı öldürmeye çalışın diyor.
Adana’da Cezaevi’nde tutuklu olduğum 1975–1976 yıllarında şahsıma yönelik suikastlar düzenlendi. Kaza süsü vererek, öldürmek istediler. Beni koruyup kollayan siyasi hükümlü dostlarım hücrelere atıldılar.
Politik olmayan, ama türkülerimi seven, şahsıma sempati duyan diğer kadın hükümlüler cezaevinde beni suikastlardan kurtardılar. Tabi bunu basın duydu. Şah Turna’yı öldürmek istemişsiniz diye cezaevinin önüne biriktiler. Olayların sonrasında cezaevi müdürünü de sürgün ettiler.
Tabii bu arada, İzmir, Antalya, İzmir’de iki defa tutuklandım. Aydın, Söke gibi birçok il ve ilçelerde de tutuklama kararı vardı. Diyelim ki 10 tane konserim varsa ikincide mutlaka tutuklama kararı oluyordu.
Bu süre içinde “Şah Turna’ya Özgürlük” kampanyasına yurt içi ve yurt dışında kimsenin hayal edemediği bir katılım oldu. Bu kampanya ile kısmen de olsa özgürlüğünüze kavuştunuz.
Mahmut Alınak TBMM’de “Şah Turna’ya Özgürlük” konulu soru önergesi veren demokrasi mücadelesini sürdüren değerli dostlarımdandı.
Yaşar Kemal, Senatör Uğur Alacakaptan, Uğur Mumcu, Aziz Nesin, Mehmet Ali Aybar, Çetin Altan, Ali Sirmen, Mustafa Ekmekçi vb. aydın, yazarlar ve birçok siyasi örgütlerin girişimleri ile düzenlenen “Şah Turna’ya Özgürlük” kampanyaları sonucu toplanan yurt içi ve yurt dışı milyonlarca imza ile kısmen de olsa özgürlüğüme kavuşma olanağı buldum.
O dönemler gerek aydınlarda gerekse halk kesiminde sahiplenme duygusu daha zinde idi. Değerler erozyona uğramamıştı, maalesef, günümüz süreci farklı boyutlara kaydı.
“DOĞAYI, KIZLARIMI, EŞİMİ GÖRMEK İSTERDİM”
Ben de halk arasında “gece körlüğü” olarak bilinen tavukkarası; yani “retinitis pigmentosa” hastasıyım. Gece görmediğim için en çok ayı ve yıldızları görmek isterdim. Siz en çok neyi görmek isterdiniz; çocuklarınızı mı, eşinizi mi, kendinizi mi?
Her ne kadar gönül gözüyle görsek de yine de cismani olarak görmek istediklerimin başında doğa, kızlarım, eşim ve dostlarım gelmektedir.
Özgür UTUŞ/İSTANBUL
Yoruma kapalı.