PİRHA-Türkiye gündemine dair PİRHA’nın sorularını yanıtlayan Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Özlem Taşdemir Teke, Aysel Tuğluk özelinde binlerce hasta tutuklunun yaşadığı sürecin çok olumsuz olduğunu, bunun örtülü ölüm cezasına dönüştüğünü söyledi. Teke, din eğitiminin 4-6 yaş grubuna da dayatılmasının şimdiye kadar yaşanmış en büyük korkunçluklardan biri olduğunu kaydederek, laikliğin sadece Alevilerin meselesi olmadığının altını çizdi. Teke, 27 Şubat’ta Kadıköy’de saat 15.00’de gerçekleşecek ‘Demokrasi ve Laiklik’ buluşmasında yerlerini alacaklarını söyledi.
Kuruluşu İçişleri Bakanlığı tarafından engellenen Yeşiller Partisi’nin eş sözcüsü Özlem Taşdemir Teke ile Türkiye gündemindeki birçok konu başlığını konuştuk.
Teke, altı muhalefet liderlerinin buluşmasından, Aysel Tuğluk özelinde hasta tutukluların durumuna, ekonomik krizden, işçi eylemlerine, cemevlerine ‘ticarethane’ statüsünde gelen yüksek elektrik faturalarından, 20. Milli Eğitim Şûrası’nda 4-6 yaş grubundaki çocuklar için alınan ‘din eğitimi’ tavsiye kararına kadar birçok konuda PİRHA‘nın sorularını yanıtladı.
PİRHA: Altı muhalefet partisi liderinin geçtiğimiz günlerde verdiği fotoğrafı nasıl değerlendiriyorsunuz? Kimileri, “HDP neden yok?” şeklinde eleştiride de bulundu.
ÖZLEM TAŞDEMİR TEKE: Dünyada da örnekleri var. Sağ popülist, otoriter liderlerden toplumların kurtulması için geriye kalan muhalefetin ittifak yapması gerektiğiyle ilgili birçok deneyim var. Macaristan bunu deneyimliyor. Orban’a karşı birleşmiş bir muhalefet görüyoruz orada da. Yine Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde yeşil-sol siyasetin birleştiği bir takım ortaklıklar var. Türkiye de çok uzun süreli tek parti iktidarı ile ilgili ciddi bir otoriterleşme sorunu ile baş başa. Kutuplaştırıcı ve otoriter rejimden kurtulmak için muhalefetin bir arada olmasını gerektirecek çok önemli sinyaller var.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde muhalefet bunu deneyimledi. Gerçekten bunun başarılı bir yol olduğu görüldü. Bir ortaklaşma mutlaka gerekiyor. “Altı parti içinde HDP niye yoktu?” gibi bir takım eleştiriler oluyor ama orası daha çok sağ ve merkeze yönelik bir oluşum. HDP aslında kendi yolunu aylar öncesinde çizmişti. Sol partiler ile bu üçüncü yolun güçlenmesi bence solun da oylarını artıracak bir ittifak olacaktır. Aslında bunu doğru buluyorum.
“KÜRT SORUNUNDA MERKEZ SAĞ PARTİLER İLE CHP’NİN DAHA CESUR OLMASI GEREKİYOR”
Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu ittifak ile HDP’nin sol partiler ile oluşturacağı diğer ittifakın iyi bir yönelim olacağını düşünüyorum. Tabi cumhurbaşkanlığı adaylığında tek bir adayın çıkarılması başka bir şey. Seçim ittifakları farklı nitelikler taşıyabilir. Kürt sorununun dillendirilmiyor olması demokrasi sorunumuzdaki en büyük problemlerinden birisidir. Bu konuda merkez sağ partilerin de, CHP’nin de daha cesur söylemlerinin olması gerekiyor.
Türkiye’deki tabanın sanki daha sağ eğilimli olduğu, daha muhafazakar politikaları destekleyeceği gibi bir anlayışın yanlış olduğunu düşünüyorum. Tabanların artık partilerin önüne geçecek şekilde Kürt sorununa yaklaştığını düşünüyorum. Sağ partiler de bence bunu kendi içlerinde değerlendirmeli. Kürt sorunu ve HDP ile ilgili olarak kendilerini sorgulamaları, yüzleşmeleri gerekiyor. Kılıçdaroğlu’ndan da bir yüzleşme çağrısı gelmişti. Cumhuriyet’in sonraki yüzyılının nasıl şekilleneceği ile ilgili yüzleşme çok önemli bir adım. Umarım bu adımı da atacaktır partiler.
-Aysel Tuğluk gibi sağlık sorunlarına rağmen tahliye edilmeyen birçok hasta tutuklu var. Tedavi haklarının engellendiğini belirten insan hakları savunucuları bir an önce tahliye ve tedavi çağrısında bulunuyor. Bu sürece dair neler söylersiniz?
Bu çok önemli bir sorun. Aysel Tuğluk özelinde binlerce hasta tutuklunun yaşadığı süreç çok olumsuz. Bunun bir şekilde örtülü ölüm cezasına dönüştüğünü görebiliyoruz. Kanunlarımızda ölüm cezası yok ama insanlar, hasta, yaşlı tutsaklar bir takım engellemelerle, Adli Tıp raporlarına müdahale edilerek, tahliye edilmeleri engelleniyor. Ölüme terk ediliyorlar. Bunun birçok örneğini görebiliyoruz. Toplum ve siyaset üzerinde iktidarın yürüttüğü baskının bir devamı bu.
“ADLİ TIP RAPORLARINA MÜDAHALE EDİLİYOR”
Buna karşı yürütülen kampanyaların içinde yer almak, bu sesi çoğaltmak zorundayız. O insanlar zaten tutsak. Çok kısıtlı imkanlar ile seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Bu içinde bulunduğumuz siyasi iklimin toplumun bütün kesimlerine ödettiği bedellerden birisi ki tutsaklar en kırılgan alandalar. Siyasetin, sivil toplumun, aktivizmin bu konuda sesini çok yükseltmesi ve bu insanların sesini duyurması gerekiyor. Kanuna aykırı şekilde yapılıyor. Adli Tıp raporlarına müdahale edildiğini görüyoruz. Aysel Tuğluk’un çok ciddi sağlık sorunları var. Çok yaşlı tutsakların evinde ölmelerine bile izin verilmiyor. Bu içinde bulunduğumuz demokrasi probleminin bir parçası.
-Ekonomiye gelelim. Ülke genelinde yükselen işçi eylemliliği, grevler var. Enflasyon altındaki zam teklifini kabul etmeyen işçiler iş bırakıyor. Kazanımla sonuçlanan eylemler olduğu gibi halihazırda devam edenler de var. Buna ilişkin yorumunuz nedir?
Ekonomide geldiği aşamada zaten böyle bir sonucun oluşması gerekiyordu. İşçilerin sokakta olması, seslerini duyurması, mücadele etmesi bizi de çok mutlu eden, umutlandıran gelişmeler. Emek hareketi ve ekoloji hareketinin birlikteliğinin çok büyük kazanımları getireceğini zaten düşünüyoruz. Yeşiller her zaman emekçilerin yanında oldu, olmaya da devam edecek. Ekonomik koşulların zaten toplumun en yoksul kesimleri üzerindeki baskısı o kadar arttı ki, insanlar artık nefes alacak durumda değiller. Enerji yoksulluğu gibi çok büyük bir sorun ile karşı karşıyayız. Bu yöndeki yanlış politikaların toplumu getirdiği sonuç ortada.
“ASGARİ ÜCRETE YAPILAN GÖRECELİ ZAMMIN HİÇBİR İŞE YARAMADIĞINI GÖRÜYORUZ”
Göreceli olarak yapılan asgari ücret zammının aslında hiçbir işe yaramadığını görüyoruz. Yine yanlış gıda politikalarının, siyasetteki bu basiretsizliğin topluma büyük bedeller ödettiğini görüyoruz. Emekçiler de bundan en çok etkilenen kesimler oluyor. Türkiye’de çalışanların büyük bölümü asgari ücret ile çalışıyor. Avrupa’da bu orana baktığınızda toplumun yüzde 5’i veya 10’u asgari ücret ile çalışırken, Türkiye’de bu oran sanırım yüzde 60 civarında. İnsanlar asgari ücrete talimler. Onunla geçiniyorlar ama enflasyon oranları çok yüksek. Grafikler ile oynayarak ya da algı yöneterek birkaç gün belki unutturulabildi. Ama sonunda halk doğru bir şekilde haklarını aramak için tabi ki işçiler başta olmak üzere sokaktan seslerini duyuruyorlar, biz de bu direnişleri selamlıyoruz.
-İnsanların şu anda bir numaralı gündem maddesi yüksek gelen elektrik faturaları. Alevilerin ibadethaneleri de ‘ticarethane’ statüsünde faturalandırılıyordu biliyorsunuz. Son olarak da ‘konut’ statüsünde faturalandırılacakları ifade edildi. Buna dair neler söylersiniz?
Tabi ki burada çok büyük bir haksızlık var. Biz vergilerimizi veriyoruz. Bir inanç sisteminin insanları hiçbir zaman o vergilerden faydalanmazken diğer tarafta kamu kaynaklarının bazı tarikatlara nasıl aktığı ile ilgili çok ciddi sorunlar bugün yaygın olarak konuşuluyor. Devletin imkanlarından nasıl faydalandıklarını biliyoruz. Bu ötekileştirmenin, Alevi toplumunu her zaman baskılamanın, onları marjinalleştirmenin yollarından birisidir. Bu uzun yıllar boyunca bütün hükümetlerin sistematik olarak uyguladıkları bir yöntem. Cemevlerini en fazla konut statüsüne getirmek gibi sanki bir şeyler yapmışlar gibi gösterecekler. Camiler veya kiliseler ile ilgili tutum ne ise cemevleri ile ilgili tutum da o olmalıdır. Toplumların dinsel inanışıyla ilgili devlet nasıl konumlandırıyorsa kendini, nasıl tavır alıyorsa; bunu tüm din seçenekleri için gerçekleştirmek zorundadır. Demokratik tutum budur.
20. Milli Eğitim Şûrası’nda 4-6 yaş grubundaki çocuklar için alınan ‘din eğitimi’ tavsiye kararı ile bu karara karşı Aleviler öncülüğünde başlatılan imza kampanyasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 27 Şubat’ta Kadıköy’de kitlesel bir buluşma olacak. Laiklik yalnız Alevilerin, anadil de sadece Kürtlerin sorunuymuş gibi senelerdir hakim olan bir kanı var. Katılır mısınız?
Tabi ki bütün toplumun sorunu. Din eğitiminin o yaş grubuna dayatılması şimdiye kadar yaşanmış en büyük korkunçluklardandır. Bütün toplumun problemi. Kendisini dindar olarak tanımlayan insanların da problemidir. Şûraya bir kere dayatma olarak getirildi bu konu. Zaten AKP iktidarının son yirmi yıllık sürecinde küçük adımlarla din eğitimini toplumun bütün sistemlerine oturtmaya çalıştığını biliyoruz. Buna karşı mücadele etmeli, sesimizi yükseltmeliyiz. Biz de Kadıköy’deki eylemde yerimizi alacağız. Bu asla sadece Alevilerin problemi değil ya da anadil sorunu sadece Kürtlerin sorunu değil. Asıl bu ülkede yaşayan Türk-Sünni olarak kendilerini tanımlayan insanların da en önemli sorunu olmalı. Bununla hep birlikte mücadele etmeliyiz.
-Yeşiller Partisi’nin ‘alındı’ belgesi sorunu devam ediyor. Nedir son durum?
Şu an hukuki süreç hala devam ediyor. İlk başvurduğumuzda görevsizlik kararı verilmişti ama buna itiraz ettik. İtirazımız kabul edildi. İlk davayı açtığımız mahkeme davamızı görmeye devam ediyor. Hukuksal süreç devam ederken bir taraftan da seçimlerin yaklaştığı bir dönemde parti olarak seçime girme hakkımızın engellenmesiyle ilgili de bir takım girişimler de bulunacağız ilerleyen günlerde. Yeşillerin siyaset yapamaması sadece Yeşillerin sorunu olmamalı. Nasıl ki laiklik sadece Alevilerin, anadil sadece Kürtlerin sorunu değilse Yeşillerin siyaset yapamaması da hem diğer bütün siyasi partilerin sorunu olmalı hem de toplumdaki diğer vatandaşların sorunu olmalı. Bu Anayasa hakkının ihlali ve daha önce görülmemiş bir durum. Buna da hep birlikte ses çıkarmalıyız. Yeşillerin bu alanda toplumdan ve siyasetten destek görmesi gerekiyor. Bunu talep ediyorum.
Barış KOP / İSTANBUL
İLGİLİ HABERLER:
>Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Taşdemir: İklim krizi altıncı kitlesel yok oluşa sürüklüyor
Yoruma kapalı.