Alevi Haber Ajansi

Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Taşdemir: İklim krizi altıncı kitlesel yok oluşa sürüklüyor-VİDEO

PİRHA-İçişleri Bakanlığı tarafından kuruluşu engellenen Yeşiller Partisi’nin eş sözcüsü Özlem Taşdemir Teke, iklim krizinin çok kritik bir noktada olduğunu söyleyerek, “Henüz bir devrimin ışığı gözükmemişken bizim çok ciddi adımlar atmamız gerekiyor. Çünkü önümüzde çok kısa süre var. Yoksa iklim krizi bizi altıncı kitlesel yok oluşa sürüklüyor. Kapitalizmden olabildiğince çok şeyler koparmak gerekiyor” dedi.

Amaçlarını, “Dünyanın ve insanlığın bugününü ve geleceğini tehlikeye atan iklim krizi, nükleer tehdit, savaşlar, doğanın ve insanın sömürüsü, eşitsizlikler ve her türlü ayrımcılığa karşı siyasi mücadele vermek” olarak belirten Yeşiller Partisi‘nin kuruluşu İçişleri Bakanlığı tarafından engelleniyor.

21 Eylül 2020 tarihinde gerekli belgeleri İçişleri Bakanlığı’na teslim eden Yeşiller Partisi’nin ‘alındı’ belgesini hala vermeyen Bakanlık, Yeşiller’in tüzel kişilik kazanmasını engellemişti. Konuya ilişkin başlatılan hukuki süreç ise devam ediyor.

İKLİM ŞÛRASI BUGÜN BAŞLIYOR

Diğer yandan da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bugün başlayacak ve beş gün sürecek olan İklim Şûrası’nda ‘iklim değişikliği ile mücadelede’ yeni yol haritasını belirleyecek.

İklim Şurası’nda, enerji, sanayi ve ulaştırma, tarım ve binalarda sera gazı azaltımı, yeşil finansman ve karbon fiyatlama, iklim değişikliğine uyum, yerel yönetimler, göç, adil geçiş, diğer sosyal politikalar ile bilim ve teknoloji konuları ele alınacak.

TEKE: KAPİTALİZMDEN OLABİLDİĞİNCE ÇOK ŞEY KOPARMAK GEREKİYOR

Yeşiller Partisi eş sözcüsü Özlem Taşdemir Teke ile ekolojik yıkımı, iklim krizini, kapitalist sistemin bu süreçteki asıl sorumluluğunu, dünya genelinde düzenlenen iklim zirveleri ile nükleer enerji hakkında doğru bilinen yanlışları konuştuk.

PİRHA: Dünya genelinde son yıllarda yaşanan felaketlerin ardından (yangınlar, seller, kurallık, müsilaj vb.) dikkat çekilen ekolojik yıkım ve iklim krizine ilişkin sonda soracağımı başta sormak istiyorum. Kapitalist sistem içerisinde çözüm bulmak mümkün mü? Çünkü bu sistem insana, doğaya zarar vermeden yol alamıyor. Ayrıca Yeşiller’e bu noktada kapitalist sisteme yeterli düzeyde karşı çıkmadığı yönünde zaman zaman eleştiriler de yöneltiliyor. Neler söylersiniz?

ÖZLEM TAŞDEMİR TEKE: Yeşillere yapılan bu eleştiri aslında çok haklı bir eleştiri değil. Çünkü Yeşiller oldukça radikal politikalar öneriyorlar. Siyasetimizin temelini ekosistemle birlikte düşünebilmek, insan merkezli görüşten tüm doğanın, canlıların haklara sahip olduğu bir düzleme çekebilmek ile ilgili mücadelemiz. Ürettiğimiz politikalar ve siyaset de bu yönde. Ama kaçırmak istemediğimiz şu var. Bugün yaşadığımız ekolojik krizler özellikle iklim krizi çok kritik bir noktada. Henüz bir devrimin ışığı gözükmemişken bizim çok ciddi adımlar atmamız gerekiyor. Çünkü önümüzde çok kısa süre var. Yoksa iklim krizi bizi altıncı kitlesel yok oluşa sürüklüyor. Hem tüm canlılar ve doğa hem de insanlık için çok büyük bedeller ödenecek. Bu bedellerin ödenmemesi için şimdiden adımlar atılması ve kapitalizmden olabildiğince çok bir şeyler koparmak gerekiyor. Bu düzlemde ilerliyoruz ama kapitalizmin sorun olduğu tabi ki ortada.

“BİR AYAĞIMIZ AKTİVİZMDE DİĞERİ SİYASETİN İÇİNDE”

Ama başka bir sorun da var. Ekosistemi ve tüm canlıların haklarını temele almadan bir takım refah toplumları yaratmaya kalktığınızda bu sefer de ekosistemdeki baskıları ve ekolojik kaynakları yok ettiğiniz için oluşturduğunuz refahın sürdürülebilirliği yok. Ya da sadece insanları temel alan politikalar geliştirdiğiniz de diğer canlıların, doğal kaynakların sömürüsüne engel olmadığınız da siz yeniden sömürüye dayalı sistemi devam ettirmiş oluyorsunuz. Evet kapitalist bir sistem içerisinde yaşıyoruz. Bir ayağımız aktivizmde bir ayağımız da siyasetin içinde yer alarak olabildiğince yeşil politikaları mümkün kılmanın yollarını arıyoruz. Farkımız bu.

-Bireysel çabalar muhakkak kıymetlidir fakat asıl adım atması gereken, küresel çaptaki sorunun yaratılmasında en büyük sorumluluğu olan devlet ile şirketler değil midir? Bakıldığı zaman sorunun oluşmasında en az payı olanlar, sorunun yıkıcılığından en çok etkilenenler oluyor. Nasıl değerlendirirsiniz?

Şirketlerin ve hükümetlerin bunu yürürlüğe koymaya çalıştıklarını biz de görüyoruz. Tabi ki tek tek bireylerin sorumluluğu değil. İklim krizinin aslında toplumlar tarafından fark edilmemesi, bu konuda adımlar atılmaması için 1980’lerden beri özellikle neoliberal kapitalist politikaların bu yönde evrildiğini görüyoruz. İklim krizi fark edilmesin, fosil yakıtların gezegene nasıl bir zarar verdiği halklar tarafından anlaşılmasın diye zaten büyük bir çaba var. Sistem tam olarak bunun üzerine kurulu. Bireyleri suçlamak, sanki bireysel bir takım davranış değişiklikleriyle böyle büyük bir kriz çözülebilecekmiş gibi bir algı hem şirketler hem de hükümetler tarafından oluşturulmak isteniyor.

Bu sistem insanları doğanın üzerinde tahakküm kuran, doğayı her şekilde nesneleştirerek kullanan bir düzleme çekti. Burada en büyük pay şirketlerin. Şirketler kapitalizmi süreci yaşıyoruz. Devletler 1980’lerden itibaren kamucu politikalardan oldukça uzaklaştı. Tamamen şirketlerin yararına politikalar üreterek bu noktalara getirdiler. Bugün iklim krizini inkar etmekten de ayrılıp şimdi de iklim ile ilgili uluslararası anlaşmalarda lobicilik faaliyetiyle iklimle ilgili adımların atılmasını engelleyecek şekilde davranmaya başladılar.

“KARAR ALICILARI HAREKETE GEÇİRECEK AKTİVİZMİ YAPABİLMELİYİZ”

Ama biliyoruz ki ta 1970’li yıllarda bilim insanlarına raporlar hazırlattı bu petrol şirketleri. Biliyorlardı karbon salımının nelere neden olacağını, iklimi değiştireceklerini. Bunun en büyük bedelini şimdi de yine en kırılgan kesim olan yoksullar ödüyor. Bunu da bildikleri için kendi kârlarından vazgeçmeyi, oluşturdukları sistemin sürdürülebilmesi için de zaten bu manipülasyonu hep yaptılar. Sistem tamamen bunun üzerine kurulu.

Ben bireysel olarak hayat tarzımda bir takım değişiklikler yaparım. Ama bu sistemin değişmesini sağlamaz. Bireysel tutumu davranış değişikliği ve aktivizm olmak üzere ikiye ayırıyorum. Vegan, bitkisel beslenmeye geçebiliriz. Bisiklet kullanabiliriz. Uçaklı seyahatleri kısabiliriz. Bunlar tabi olması gereken şeyler ama yapmamız gereken en önemli şey karar alıcıları harekete geçirebilecek aktivizmi yapabilmek. Eğer aktivizm olmasa bugün atılan üç, beş adımı bile politikacıların atmayacağını çok iyi biliyoruz. Politikadır burada esas olan. İklim hareketinin de temel aldığı şey sistem değişikliğidir.

Belirli dönemlerde iklim zirveleri gerçekleştiriliyor. Atmosfere en çok karbon salınımı yapan devletlerin liderleri bu zirvelerde çeşitli taahhütlerde bulunuyor. Bu zirvelerden sonuç beklemek ne kadar doğru? Yine bu devletler kendi ülkelerindeki atıkları ucuz iş gücü olan Çin ve Türkiye gibi ülkelere ihraç ederek hem atıklarını kendi topraklarından uzak tutuyorlar hem de ekonomik gelir elde ediyorlar. Neler söylersiniz?

İklim zirvelerinin işe yaramaması değil ama yavaş ilerlediğini ben de kabul ediyorum. İklim zirvelerinde, uluslararası anlaşmalarda bulunmamız gerekiyor. Çünkü karar vericiler orada. Alternatif iklim zirveleri düzenleniyor. COP26’nın (2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı) dışında kalmanın bize bir faydası yok. İçinde olup, orada muhalefetimizi yapmamız gerekiyor. Karar alıcıları etkilememiz gerekiyor. Masada yer almazsan kendini ifade edemezsin. Tabi ki orada radikal bir takım talepler karşı taraftan farklı yanıtlar da alıyor ama hiçbir zaman oraları terk etmememiz gerekiyor.

“YENİ TÜR BİR KOLONYALİZM VAR”

Sorunun ikinci aşamasına geldiğimizde ise yine bir tür kolonyalizm var. İngiltere’nin plastik atıklarını Türkiye’ye göndermesi gibi. Bu ne zaman başladı? Çin artık bu atıkları kabul etmediğini söyledi. Çin yıllarca bu atıkları aldı ve bunlarla hiçbir şekilde baş edemediğini gördü. Çok azı geri dönüşüyor. Geri dönüşmeyen tonlarca atık yanıyor, atmosfere kirletiyor, toprağı zehirliyor ve topluma çok büyük zararlar veriyor.

Çin gibi işçilik gücü çok yüksek olan bir ülke bile bununla baş edemedi. Bizim de baş etmemiz mümkün değil. Para vererek aldığımız bu çöplerin depolama alanlarında çok zehirli atıklara rastlandı. Bu çok büyük bir sorun. Yeni çeşit bir kolonyalizm. Bunlar üzerine politikalar üretmek gerekiyor. Yeşillerin de var oluş nedenleri de bunun üzerinedir. Yereldeki mücadelelerin siyasette karşılığını bulması gerekiyor.

-Birçok ülke yenilenebilir enerji için adımlar atıyor. Almanya 30 senedir aktif olan üç nükleer santrali daha kapatma kararı aldı. Fakat Türkiye’de nükleer santral çalışmaları beraberindeki tartışmalar ile devam ediyor. Dünya nükleerden uzaklaşırken, Türkiye’nin aksi yöndeki adımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Nükleerin olumsuzluklarına dair neler söylersiniz?

Türkiye’deki Yeşil hareket gücünü başlangıçta nükleer karşıtlığından almıştır. Nükleerin iklim krizine çözüm olabileceği çok büyük bir yalan. Son COP26’da nükleer lobinin tekrardan kendisini ön plana çıkarmaya çalıştığını gördük. Nükleer daha madencilik aşamasında karbon ayak izi olan bir süreç. Toryum madeni çıkarılırken zaten hiç de az olmayan karbonu atmosfere salıyorsunuz. Sonraki reaktör süreçlerinde de karbon ayak iziniz var. Diyelim ki nükleer gerçekten de sıfır emisyonlu bir sistem.

Yine de nükleere karşı çıkmak için yüzlerce sebebimiz var. Büyük riskler taşıyor. Bir kere pahalı. İnşaat aşaması çok uzun sürüyor. İklim kriziyle zamanla yarışıyoruz. Nükleer santrallerin yapım aşaması neredeyse bugün yirmi yılı geçiyor. Bu süreçte toplumlara hem ekonomik hem de ekolojik birçok zararı var. Ham madde sorunu var. Toryum madeni gittikçe azalıyor. Azaldıkça da çıkarılma işlemi daha zorlaşıyor. Karbon salınımı daha da artıyor. Nükleerin dünyada karşıladığı elektriğin oranı da çok yüksek değil. Fransa bugün elektriğinin yüzde 70’ini nükleerden sağlıyor ama gerçekten büyük riskler yüzünden kapatma yönünde adımlar atıyor.

“NÜKLEER EN BAŞINDAN MİLİTARİST BİR ADIMDIR”

Çernobil’de yaşananlar orada duruyor. Bitmiş bir şey değil. Şu an Fukuşima’da tanklarda bekletilen radyoaktif sular var ve bunları okyanusa salacaklar. Başka çözüm yolu yok. Nükleerin atık sorunu çözülememiş durumda. Gömmek ve üzerine beton dökmek dışında hiçbir çözüm yok. Nükleer kaza olmasa bile sürekli etraftaki toprağa, suya, havaya sızıntıların olduğu bir sistem. Çok tehlikeli, çok pahalı, militarist riskler taşıyor. Zaten en başından nükleer militarist bir adımdır. Nükleer silahlanma ile başlamıştır bu iş. Demokrasi sorunudur. Demokratik toplumlarda halkın nükleer ile ilgili bir isteği olamaz. Ama bizim gibi siyasetin otoriter rejim tarafından yönetilen ülkelerde halk bunu sorgulamıyor.

Türkiye’nin gündemine tepeden inme bir şekilde nükleerler dayatıldı. İnşaatlar başlatıldı ki, bu süreçler de hiç şeffaf değil. Orada şu anda bile kazalar oluyor. Türkiye bir deprem ülkesi. Bu ciddi riskler barındıran bir süreç. Bunlarla ilgili toplum konuşturulmuyor, sivil toplum bastırılıyor. Atmamız gereken en önemli adım fosil yakıtlardan çıkmak ki, kömür çok önemli burada. Bir an önce kömürden çıkış yapmamız ve kömür bölgelerinde adil geçiş politikalarını uygulamamız gerekiyor. Kaynaklarımızı nükleer gibi pahalı ve dışa bağımlı bir sisteme değil de gittikçe ucuzlayan yenilenebilir enerjiye ayırmamız gerekiyor.

Alışılageldiğimiz bir durum var ki; felaketler ancak yaşandığı süre zarfında tartışılıyor ve bir sonraki felakete kadar unutuluyor. Uzun süre gündemde olan ‘müsilaj’ sorunundan şu an bahseden yok mesela. Keza haftalarca süren orman yangınları ile Karadeniz şehirlerini yerle bir eden seller de benzer şekilde unutuldu. Bu duruma ilişkin neler söylersiniz?

Türkiye’de bunu çok iyi görebiliyoruz. Bir sorun oluştuğunda tepkiler çoğalabiliyor ama bir süre sonra unutulabiliyor. Yeşil siyaset zaten bu krizler oluşmadan bunu söylemeye başladı. Yürürlükte olan sistemin büyük ekolojik krizlere neden olacağını zaten bilim söylemişti. Görünür olmadığı sürece toplumların unutma eğilimi var. Ama burada siyasetin devreye girmesi gerekiyor. İklim krizinin bu aşamaya geleceği zaten yeni bir şey değil ki. 1800’lü yıllardan itibaren sera gazı etkisini tanımlamış bilim insanları. Bu konuda siyasetçilerin politika üretmesi gerekiyor. Bunu da gündemde tutacak şey de Yeşil siyasettir. Biz de bunun için politika yapmak, çözümler üretmek için sahadayız.

Barış KOP / İSTANBUL

*Yeşiller Partisi eş sözcüsü Özlem Taşdemir Teke ile “Türkiye gündemine dair” söyleşimiz ilerleyen günlerde devam edecek.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak