PİRHA-Şair/Yazar Selahattin Gider, üç dile çevrilen öykü türündeki “Ateşte Doğanlar” kitabının detaylarını anlattı. Gider, kaleme aldığı 10 öykünün de gerçek olaylardan esinlendiğini söyledi. Gider, “Aslında hepimizin hikayesi, yani kitabı okuyanlar kendinden bir parça bulabilecektir” dedi.
Şair/Yazar Selahattin Gider’in “Ateşte Doğanlar” isimli öykü kitabının 2. Baskısı Ange Yayınları’ndan okuyucuya ulaştı. Yazarın yedinci kitabı olan Ateşte Doğanlar, aynı zamanda üç dile; Türkçe, Kürtçe ve Ermenice olarak raflardaki yerini aldı.
İlk eserinin 1994 yılında “Köyüm Gurbet” adlı şiir kitabı olduğunu söyleyen Selahattin Gider, öykü türündeki çalışmasının içeriğini PİRHA’ya anlattı. Kitabın çerçevesini yaşanmış hayatlardan derlediğini belirten Gider, şunları kaydetti:
“Yaşanmış gerçekliklerin dokuları üzerinde çok fazla oynamadan çıkarmış olduğum bir kitap oldu. Öykülerde benim tanıklıklarım da var başkalarını dinleyip öyküleştirdiğim olaylar da… Ancak şunu söyleyeyim, bu kitap içerisinde 10 öykü var ve her öyküde hemen hemen ben de varım. İnsanın kendi gerçekliğinin yansımasının çok daha doğru olabileceğini düşünerek böyle bir şeye giriştim. Kitapta hem kentteki hem de kırsaldaki öykülerde ben de varım. Çünkü bizim yaşadığımız coğrafya bu iki yerde olmamızın koşulunu sağlayan bir coğrafya.
Beni en fazla etkileyen öykülerden bir tanesi ‘Kasım Dede’ isimli öykü oldu. Kasım Dede, 1915 olaylarının bizzat tanığı, hatta eğer gerçek anlamda bir adalet divanı kurulacaksa aynı zamanda da sanığı olabilecek bir isim. Kendisi 1915 yılında Ermenilere dönük katliamlar yapılırken bizzat olayların içerisinde yer almış bir şahıs. Geçmişine dönük duyduğu pişmanlığın bana anlatımı oldu. Kendisi ile görüşmelerinde ‘yazabilirsen benim yaşadıklarımı da yaz’ dediği bir öyküyü kaleme aldım. Bu hikayeden çok etkilenmiştim.
Onun dışında ‘Dicle’nin Öfkesi’ isimli bir öykü var. Buradaki öyküde Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde okuyan bir gencin, hendek çatışmalarının patlak verdiği dönemde kalkıp memleketine gitme serüvenini anlatıyorum. Ve orada bodrumlarda yakılana dek süreci kaleme aldım. Bu iki öykünün etkisinin bende fazla olduğunu söyleyebilirim.
Kaleme aldığım 10 öykü de gerçek olaylara dayanıyor. Anlatımlarda kurgu tabii ki var ama hikayelerin öznesi ve temeli hep gerçek.”
“KÜLLERİ SAVRULAN İKİ HALK VAR”
Yazar Selahattin Gider, kitabında Ermeni ve Kürt halkının acılarına odaklandığını belirtti. Gider, kitabın kapak resmindeki iki çiçeğin anlamına da vurgu yaparak şunları söyledi:
“Aslında Ermeniler ile Kürtler başta olmak üzere bu coğrafyadaki halkların acıları hep benzerdir. Kitabımda sadece Ermenilerin acılarını yazmadım. Kürtler ile Ermeniler şahsında yaşanmış gerçek olaylar yazıldı ama bu aynı zamanda Türk’ün de Arap’ın da bu coğrafyada yaşayan bütün halkların da gerçekliğini ortaya koyan bir öyküler dizisidir. Bu anlatımların içerisinde mizah da siyaset de görürsünüz. Ama ağırlıklı olarak Kürdistan Bölgesi’ndeki insanların yaşamından hikayeleri öyküleştirdim.
Kitabın kapak resmindeki anlatımda Ermeniler ile Kürtlerin kaderlerinin benzerliğine dikkat çektim. Yani bizim yaşadığımız coğrafya aynı zamanda Bir Ateş Çemberi. Bu Ateş Çemberi içerisinde en fazla bu yakıcılığı hisseden, en fazla yanan ve külleri savrulan iki halk var; Ermeniler ve Kürtler. 1915’te Ermenilerin yaşadığı katliamla bugün Kürtlerin yaşadıklarına baktığınızda aslında hiçbir fark olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla ben de bu kitap kapağında bu iki halk için özel olan iki çiçeği; Beni Unutma ve ters lale çiçeğini birbirine dolanmış halde öne çıkardım.”
“TOPLUMUN OKUMAMASI İÇİN ELİNDEN GELEN HER ŞEYİ YAPIYORLAR”
Yazar Selahattin Gider, kaleme aldığı öykülere dair “Aslında hepimizin hikayesi, yani kitabı okuyanlar kendinden bir parça bulabilecektir” diyerek okuyucuya da şu mesajı verdi:
“Şu andaki mevcut sistem, toplumun okumaması için elinden gelen her şeyi yapıyor. Toplumun düşünmesini de istemiyor. Onların temel politikası ‘Siz okumayın, yazmayın, düşünmeyin’ yönünde. ‘Biz sizin yerinize bunları yaparız’ mantıkları var. Bunu reddetmeliyiz.”
“İKİYÜZLÜLÜĞÜN BİR GÖSTERGESİDİR”
Selahattin Gider, son olarak toplumsal sorunlara dair yorumda bulunarak, cezaevleri başta olmak üzere insan hakkı ihlallerine ilişkin şu eleştiriyi yaptı:
“Huzurun olmadığı, umudun bulunmadığı, aydınlığın karanlığa mahkum olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Böylesi bir ülkede Kürt olmak, solcu, sosyalist, Alevi, öteki, yani muhalif olmak; hatta altını çizerek belirtiyorum Türk olmak dahi ciddi anlamda bir bedel ödemeyi gerektiriyor. İşte bugün bu bedelin ortaya çıkardığı bir resimdir aslında Aysel Tuğluk’un cezaevinde olması. Hastalığına rağmen serbest bırakılmıyor olması ve yine Aysel Doğan’ın cenazesine yönelik yapılan saldırılar bu devletin ikiyüzlülüğünün bir göstergesidir. Bugün İsrail’in bir Filistinlinin cenazesine yaklaşımı sonucu Türkiye kamuoyunun eleştirisi yaklaşımı söz konusu ama bugün Aysel Doğan’ın cenaze törenine yapılan saldırıya dair bu duyarlılık gösterilmedi. İşte bu ikiyüzlülüğün bir göstergesidir. Bu durumu kınıyorum. Bu sadece Kürtlerin ya da Aysel yoldaşın düşüncesini taşıyan insanların kınaması gereken bir durum değildir. Çünkü bu durum hem ahlaki hem de vicdani bir sorumluluktur. Eğer burada böylesi bir tepki verilmiyorsa bu bir eksikliğin var olduğunun göstergesidir.”
Eren GÜVEN/ANKARA
Yoruma kapalı.