Alevi Haber Ajansi

Yazar Nesrin Akgül, ‘İnançlar Tarihinde Alevilik’ adlı kitabını konuştuk: Bir hafıza oluşturma uyanışı var-VİDEO

PİRHA-Yazar Nesrin Akgül’ün ‘İnançlar tarihinde Alevilik’ kitabı çıktı. Yazar Nesrin Akgül, Alevi inanç tarih yazımında çok fazla pozitivist tarih anlayışıyla hareket edildiğinin altını çizerek, “Çok fazla köşeli bir, çok fazla mutlak, indirgemeci, özcü bir tarih anlayışı var. Bütünlüğü yok. Bu nedenle kitabımda yöntem eleştirisi yapmak istedim” dedi.

Yazar Nesrin Akgül’ün ‘İnançlar tarihinde Alevilik’ kitabı Jingeh Yayınları’ndan çıktı. Nesrin Akgül ile ‘İnançlar Tarihinde Alevilik’ kitabına ilişkin konuştuk.

“KİMLİĞİN KENDİSİNİ UYANDIRMA HALİ”

PİRHA: İnançlar tarihinde Alevilik kitabını çıkardınız. Alevilik üzerine çalışma fikri nasıl başladı?

Nesrin Akgül: İnançlar Tarihinde Alevilik kitabı, yazımsal süreç itibarıyla benim cezaevinde olduğum ve tahliye olduğum süreç aralığında yazıldı.Tekrar basımı ikinci defa tutuklanmamla birlikte girdi. Tabii kitabın yazım süreci biraz daha zindan süreciydi. O süreçte yazıldı. Tabii bunu tetikleyen bir arka plan var. Bu kişisel tarihle ilgili, içinde bulunan toplumsal gerçeklik, o coğrafyanın sahip olduğum kimlikler üzerindeki etkisiyle ilgili. Aslında bir nevi kimliğin kendisini uyandırma hali, hakikatin uyandırma haliydi.

İlk uyanış, aslında bir Alevi olarak daha çocuklukta başlayan bir uyanış. Ancak çok anlamlandırılan, çok tanımlanan bir süreç değil. Daha çok duygusal tepkilerle şekillendi. Sivas Katliamı’yla başlayan, peşi sıra Gazi olaylarıyla gelen bu süreçler aslında Alevi kimliğinin direniş eksenini daha farklı bir boyutta ortaya çıkartması, kendi kimliğini şekillendirmesi ve bunun üzerinden yediği müdahalelerle gelişen yeni katliam süreçleri daha çocukluk evresinde beni de etkiledi.

Bu bir uyanış süreci ama duygusal bir uyanıştı dediğim gibi. Peyderpey bu uyanış bir yerden sonra yaşamı tanımlama noktasında yüksek bir motivasyona dönüştü. Sürekli seni felsefik olarak da, içgüdüsel olarak da yaşamı anlamaya, tanımlamaya, durduğun yerin ne olduğunu anlamaya iten bir felsefesi var. Çünkü yaşam koşullarımız sürekli seni öteki olmaya, kimliği saklamaya iten bir yaşam koşulu. Bu bir yerden sonra ‘sen kimsin?’ sorusunu sana sordurtuyor. Kısaca çocukluk süreci biraz buna evre oldu. Bir uyanış, duygusal bir uyanış yarattı. Daha sonrasında Kürt kimliğinin uyanışı, kadın kimliğine dair bir uyanışla daha siyasal özgürlük mücadelesine kayış bir kimlik arayışına yol açtı ve bu kimlik arayışı içerisinde zamanla Kürt Alevi olduğuna dair bende yeni bir tanım uyandırdı.

Bu daha siyasal bir boyut oluyor. Mücadele bir yerden sonra aslında bir Kürt Alevi olduğuna, Alevilik kimliğinin bu noktada sende bir aidiyet ve sahiplenme yarattığına dair bir bilinç oluşturuyor. Bu bilinç vardı, Kürt Alevi olduğumuza dair siyasal bilinç oluştu. Ancak temel eksik kalan boyut ki ben özellikle mücadele, siyasal mücadele tarihim içerisinde bu kimliğe dair bir sahiplenme oluştursam da eksik kalan boyut bu kimliğin ne olduğu, nasıl tanımlanması gerektiğine dairdi. Arayış biraz buradan gelişti. Alevisin ama nesin? Hangi inanç var? Çünkü kendi kendine de bir otoasimilasyona uğradı Alevilik kimliği. Daha çok siyasal mecrada bir mücadele eksenine dönüştü. Ancak inancın ibadeti, inancın siyasal tarihi, inancın tarihsel hafızası çok fazla yok. Bu bizde çok eksik kalan bir boyut. Bilinç noktası, kendine ait kimlik bilincini oluşturma noktasında eksik bir boyuttu bu.

Diyebilirim ki, bu bir hakikat uyanışına dönüştürdü ve küçük de olsa, küçük emarelerle de olsa biraz bu noktada kimliği tanımlama, kimliği anlamlandırmaya dair bir süreçle gelişti bu. Diyebilirim ki kimlik biraz kendisini haykırdı ister olarak. Kendini bil dedi yani. O bilmeler belli bir seviyeye eriştikçe aslında bir kadın olarak, bir Kürt olarak, içinde yaşadığım coğrafya olarak aslında çok iç içe geçen, çok birbirini yoğuran, çok fazla kendini harmanlayan bir kimlik.

Bir de şöyle bir sorun var. Yani Alevilikte çok fazla etnik milliyetçilik yapılıyor ve Kürt Alevi kimliği evrensel olarak çok fazla yok sayılıyor. Özellikle Rea Haq kimliği çok fazla yok sayılan, üzerinde çok fazla dejenerasyona maruz bıraktırılan bir kimlik. Bu nedenle de bu kimliği bir de Kürt Alevi kimliğiyle sahiplenme, bunu tarihsel arka planını oluşturma arayışı buna vesile oldu diyelim. Kişisel arayışlar ve bunun içinde bulunduğu toplumsal şekillenişler ve siyasal ortam, bu kitabın yazılmasına vesile oldu diyebilirim.

“BİR YAZILI TARİH VE HAFIZA OLUŞTURMA UYANIŞI VAR”

-Alevilik yazım dünyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aleviliğe dair çok fazla araştırma var. Özellikle doksanlı yıllardan itibaren kimliği kendisini tanımaya dönük çok fazla araştırma şekilleniyor. Aslında bu süreçler Alevi kimliğinin ilk defa diyebiliriz. Daha küresel ölçekte ya da daha komple bir şekilde yazılı sürece kendisini yazılı bir hafızaya dönüştürdüğü süreç. Her cepheden buna dair bir yazış var. Güçlü bir envanter oluştu. Bu önemli. Alevi hafızasını yazılı hafızaya dönüştürmek, buna dair saha araştırmaları yürütmek çok değerli. Buna dair verili olan yok olmak üzere. Çünkü Alevi tarihi daha çok sözlü bir hafıza. Kendisini sözlü olarak aktarmış ki bu zaten Kürt tarihinde de biz bunu görüyoruz. Hep sözlü bir aktarım var, sözlü bir hafıza var. Böyle bir aktarım var.

Doksanlardan itibaren bu yazılı tarih sürecine çok daha geniş yelpazeden bir katılım var. Bir uyanış var, yazılı tarih uyanışı ve hafıza oluşturma uyanışı var. Buna katılımla ilgili çok fazla yazılı envanter oluşturdu, çok güçlü yazarlar var bu noktada.

Bunu en başta Cemşid Bender, Mehmet Bayrak, bunların hepsi çok güçlü. O dönem açısından güçlü hafıza oluşturan araştırmalar da bulunuyorlar. Alevi toplumu, Kürt Alevi toplumu, Rea Haq inancı açısından da çok güçlü araştırmalara vesile olmuş tarih yazıcıları bunlar. Tabii bunların okumasını çok fazla yaptım. Çok fazla araştırma yaptım diyebilirim ki bu zindan koşullarında gelişti, yeterlikleri tartışma konusu olabilir ama çok da parçalı buldum. Yani kendi tarihimize ait çok fazla bütünleştiren, bu tarih okumasını doğru bir şekilde başlatan, bunu tarihsel sosyolojide buluşturan bütünsellikteki yazılımlar parçalı ve daha çok bu Türk Alevi ekseninde yazılmış. Rea Haq inancı ekseninde yazılı tarih araştırmaları daha sınırlı. Bunlar okunduktan sonra bende şöyle bir düşünce oluştu. Yani biz inanç olarak inanç tarihine bakış açımızda hangi yöntemi ele almalıyız? Bu bir soru işareti oluşturdu. Bu noktada öne çıkan husus şu, pozitivist tarih anlayışıyla biz inanç tarihini ele alıyoruz. Alevi inanç tarihi de çok fazla pozitivist tarih anlayışıyla yöntem olarak ele alınıyor. Bu nedir? Çok fazla köşeli bir, çok fazla mutlak, sınırları çok fazla çerçevelenmiş bir tarih anlayışı. Çok fazla indirgemeci, çok fazla özcü bir tarih anlayışı ve tarihsel sosyoloji oluşturmuyor. Çok sınırlı kalıyor ve çok etnik kalıyor. Bütünlüğü yok. Bu nedenle biraz daha yöntem eleştirisi yapmak istedim. Kitapta da biraz ön plana çıkan bu.

Biz dinler tarihine nasıl yaklaşacağız sorusu ekseninde din nedir, kimlik nedir, biz dinleri hangi tarih anlayışıyla ele alacağız, biraz bu noktada cevap oluşturmaya çalıştım. Biraz buradan bakabiliriz.

Burada ne ön plana çıktı? Özgürlük sosyolojisi bakış açısında toplumlar tarihini tarih sosyolojisiyle ele alma, bu da yapısal sosyoloji kavramının etrafında evrensel tarihle tikel tarihi buluşturma. Yani nedir? Bir toplumsal hafıza var. Bu toplumsal hafıza içerisinde her toplumun da kendine özgün farklılığıyla yer ettiği bir hafıza var. Ve bu çok canlı bir hafıza. Kendisini sürekli yenileyen, etkileyen ve etkileştiren bir tarih. Canlılık var çünkü tarihin kendi canlılığı var.

Pozitivizm, bu tarihi ölü bir tarih olarak ele aldırıyor. Yazılı tarihi esas alıyor. Sözlü hafızayı aslında çok tarihsel belge olarak ele almıyor ve çok özcü yaklaşıyor. Buna alternatif olarak mekan ve zamanı buluşturan bir tarih anlayışı ortaya koyuyorum.

Alevi toplumu dediğimizde bizim mekan ve zaman olarak başlangıç noktamız ne olmalı? Tek başına bir tarih değil ama yok sayılacak bir tarih de değil. Örneğin hep şöyle bir algı var. Yanılgılı bir algı. Alevilik, İslamiyet’in bir mezhebi. Bu Kürt hareketi içerisinde de aslında çok fazla eleştirilen ya da Kürt toplumu içerisinde de çok fazla tanımını bulmayan, henüz çok fazla Alevilik dediğimizde nasıl bir kimlik ortaya çıkıyor dediğimizde net bir cevabını kuramadığımız bir husus. Çünkü Alevilik çok fazla İslamiyet’in hamuruyla yoğrulmuş, adeta İslamiyet’in mezhebi olarak tanımlıyor. Bu, aslında karşıtlaştıran ve bir öteki karşısında Alevi kimliğini tanımlayan bir yaklaşım. Nedir? İslamiyet esas ana akım inançtır, Alevilik de bunun karşısında tanımlanmalıdır şeklinde bir yaklaşım var. Oysa ben de şunu esas olarak, yöntem olarak belirledim. Elbette Alevilik birçok inançtan besleniyor ve birçok inancı da besliyor. Çünkü inanç tarihi çok katmanlı, çok iç içe geçmiş bir inanç tarihi. Tarih dediğimiz olgu biraz burada inanç tarihinde. Bu kadar çok katmanlı, çok iç içe geçmiş sarmal bir sistemde biz özcü yaklaşamayız. Ne İslamiyet içerisinde ne onun karşısında yorumlayabiliriz.

Etkileşimler sorgulanabilir. Nereden etkilenmiş? Nasıl etkilenmiş? Ama Alevilik kendi başına bir inançtır. Peki bu inanç nereden beslenmiş, nasıl beslenmiş? Biraz daha bu sorulara cevap oluşturmaya çalışıyorum ama kitapta ilk etapta ön plana çıkardığım hangi yöntemle biz bunu ele alabiliriz? Pozitivizmin eleştirisi ve buna alternatif olarak da özgürlük sosyolojisinin tarihe yaklaşım yöntemine dayalı olarak tarihsel, evrensel tarih bünyesinde Mezopotamya’dan hangi inançlar nasıl çıktı, biz bu inançlardan nasıl besleniriz şeklinde bir bakış açısı, bir tarihsel düzlem oluşturduk. Burada simgesel düşünce dediğimiz husus ön plana çıkıyor. Çünkü Alevi tarihi ki Kürt toplumunda ve bu coğrafyada yaşayan bütün etnik topluluk ve inançlarda bu çok hakimdir yazılı tarihi geçene kadar. Simgesel düşünce çok baskın bir düşünce tarzı. Simgesel düşüncedeki metaforlar, simgesel düşüncesindeki simgeler beraberinde bizi Göbeklitepe’ye götürüyor.

Örneğin işte kadın, yılan, güneş, ay, taş, kaya. Bunların hepsi örneğin Alevi inanç düşünce tarihinde çok güçlü simgeler. Halen da mesela biz Dersim coğrafyasındayız ve hak inancının düşünce merkezidir. Bugün halen ziyaretlerde, bugün halen toplumda her ne kadar yoğun asimilasyonu uygulasa da yirmi birinci yüzyılda da halen bu semboller bir hafıza olarak bize yer alıyor. Biz bu hafızadan izlek oluşturuyoruz. Bu nedenle ben biraz yöntem olarak inançlar tarihine giderken simgesel düşüncenin izlerinden, Alevi toplum tarihinin geçmişini, nereden beslendiğini biraz ortaya koymaya çalıştım. Bizler için bunlar önemli. Tarihsel hafıza nereden oluşturulur ve hangi yöntemlerle, hangi izlerle geçmişimize gidebiliriz? Çünkü bunlar hep bir hurafe olarak ele alındı.

Bunlar materyalist düşünce tarzının yanıldığı dogmatik yaklaşımıyla yok sayıldı, bir hurafe sayıldı. Bunun bir tarihsel bellek olduğu toplumsal hafızanın, bu inanç tarihiyle kendisini bugüne taşırdığı ve bir kimlik oluşturulduğu yok sayıldı. Biz bunu aşıyoruz aslında. Daha metafizik bir varlık insan, metafizik farlığında düşünce yapısını ve hafızasını, tarihsel hafızasını oluşturuyor ve Alevi tarihi bugün gerçekten bu simgesel düşünce tarihiyle, ziyaretleriyle, halen kendi inancını zor da olsa yürütme şekliyle aslında insanlık açısından çok kadim bir toplumsal hafızadır. Saha araştırmasını bu noktada çok güçlü yaparsak biz bu coğrafyada insanlık tarihi açısından ne kadar güçlü bir tarihsel hafızanın canlı olduğunu görürüz. Bu noktada bence çok önemli bir tarih. Bu yöntemleri denedim. Bu yöntemler içerisinde simgesel hafızayı yoklamak da aslında ele aldığım yöntemlerden biri oldu.

“ALEVİLİK İNANÇ TARİHİNDE FELSEFİ OLARAK YARATMA YOKTUR, DOĞURMA VARDIR”

– Kadının Alevi inancındaki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Alevilik inanç sistemi daha çok dişil bir düşünceye sahip, dişil bir felsefeye sahip her şeyden önce. Bu, onun ritüellerine giriyor. Bu onun yaşam şekline girmiş. Bu onun mitolojisine girmiş. Bu noktada dişil bir düşünce tarzı var.

Dişil düşünce dediğimiz olay belki çokça da ortaya koyduğumuz tanrıçalık dediğimiz bir ideoloji var. Biz buna artık kadın kurtuluş ideolojisinde temel bir nirengi noktası olarak alıyoruz. Tanrıçalık düşüncesi, Tanrıçalık ideolojisi. Yani bu çok ajitatif bir yaklaşım değil. Ya da çok fazla tarihten ajitatif unsurlar çıkartarak kadını yücelten bir yaklaşım değil.

Aslında nesnel olarak da yaşanmış bir tarihin ideolojik olarak tanımlanmasıdır bu. Bu noktada bizim Kürt kadın hareketi olarak ortaya koyduğumuz jineoloji, bir kadın bilimi olarak bütün dinlere, bütün tarihe bir de kadın bakış açısı oluşturuyor. Bu kadın biliminin tarihe yaklaşımında salt kadını arama ve araştırma değil, kadın bakış açısıyla tarihi yorumlama, kadın bakış açısıyla direnen toplum gerçeğini demokratik uygarlık değerlerini ortaya çıkarma yaklaşımını ortaya koyuyor. Yani toplumsal tarihi sosyolojik olarak ele alma yaklaşımıdır. Çünkü tarih eril ve dişil tarih olarak ya da devlet odaklı tarih, iktidar odaklı tarih ve demokratik uygarlık tarihi olarak bir çatallaşmayı yaşamış.

Günümüze kadar da böyle gelmiş. Jineoloji bu noktada ezilen demokratik toplum değerlerini tarih içerisinde canlı bir hafıza olarak ortaya çıkartır. Bu bakış açısı tarihsel bellekte dişil öğeler dediğimiz, dişil düşünce tarzı dediğimiz felsefik yaklaşımı da ortaya koyuyor. Şimdi Alevilik bu noktada çok besliyor. Alevi düşünce tarzı da bunu çok fazla benimsiyor.

Elbette bu noktada çok fazla yücelten, gerçekliğinden kopartan bir yaklaşım içerisinde de değiliz. Çünkü Alevilik de İslamiyet’le temas ettikçe ya da eril düşünce tarzı hakim kılındıkça kendi içindeki o dişil ögeleri bastırmış ya da bastırılmış bu noktada. Ama nüvesinde bu var, felsefesinde bu var. Biraz bu felsefeyi araştırmak gerekiyor. Bu felsefede ne var? Bu felsefe her şeyden önce beslendiği kaynak olarak bu coğrafyadan çıkmış bir inançtır bu. Rea haq inancı dediğimiz inanç bu coğrafyadan çıkmış. Bu coğrafya aynı zamanda inançlar tarihi ekseninde Tanrıçalık kültürünü ideolojik olarak da kendisini yükseltmiş, yüceltmiş ve bunu bir yaşam tarzı, bir direniş geleneği haline getirmiş bir coğrafya. Alevilik buradan çok beslenmiş bu coğrafyada. Bu dişil öğeler nasıl kendisini ortaya çıkartmış felsefesinde çok önemli bir örnek vermek isterim.

Mesela Alevilik inanç tarihinde felsefi olarak yaratma yoktur, doğurma vardır. Semavi dinlerde Tanrı vardır, tanrısallık vardır ve bu eril bir ideolojidir. Burada yaratır, Tanrı yaratır ve onun karşısında insan onun kuludur. Ama Alevilik felsefesinde, mitolojisine de baktığımızda doğuş vardır. Doğuş da bu noktada kadından bir doğuştur. O doğuş var olmanın ispatıdır. Varlığının ispatıdır. Bu noktada güruh-u Naciye derler. Yani biz güruh-u Naciye’den geldik derler. Mitolojisini de bunun üzerinden inşa eder. Yani buradan bile, yani kendisinin doğuş felsefesi, Alevilik Doğuş felsefesinden bile ele alsak aslında bir karşı çıkış var. Semavi dinlerdeki eril ideolojiye karşı çıkışı doğuş felsefesiyle ortaya koyar. Burada bile bir dişilik görüyoruz.

Yani belki kitap bunu çok yoğun işlemedi. Daha çok Aleviliğin hem Alevi inancına yaklaşım yöntemini, nasıl olması gerektiğini koyuyor. Artı siyasal tarihini biraz daha ele alıyor. Ama bunun içerisinde belirli aralıklarla şu da işlenmiş. Alevilik aslında felsefik olarak dişil bir inançtır. Beslendiği kaynaklar coğrafya olarak dişil coğrafyanın ya da dişil düşünce tarzının şekillendiği bir coğrafyada mekan ve zaman olarak şekillenmiştir. Bunu biraz daha ortaya çıkartmak gerekir. Bunlara bir vurgu da var kendi içerisinde. Buradan beslenerek biraz hangi simgesel olarak, inanç felsefesi olarak, mitos olarak nereden beslenmiş? Bunun içindeki dişil öğeler de nedir? Jineolojinin bu noktada buna yaklaşımı nedir? Biraz daha buradan da naçizane bir şekilde dokunuşlar yapıyor.

“ALEVİLİK TARİHİNİ BELİRLİ KESİTLERİ KOYARAK ORTAYA KOYMAYA ÇALIŞTIM”

-Söylediklerinizden kitabın devamının geleceğini mi anlamalıyız?

Yani ilk kitap tabii kendi içinde yetersizlikleri var. Çünkü çok ciddi araştırmalar yapan, doğrudan saha araştırmasıyla Alevilik tarihine, Alevilik yazınsal çalışmasına çok güçlü hafızalar oluşturan yazarlar var. Bunlardan hepsinden beslendim. Bu konuda bu araştırmaların çok desteği oldu.

Bu kitap Jingef’ten çıktı. Özellikle kadın yazarlığının ve kadının tarihe bakış açısını da ortaya koyarak, kadının tarihe, kadının inançlara bakış açısını koymak açısından özellikle tercih edilen bir boyuttu.

Buradan bir eser ortaya çıkartmaya çalıştık. Bu süreçte Alevilik tarihini belirli kesitleri koyarak ortaya koymaya çalıştım. Çünkü Aleviliğin siyasal tarihini biraz daha ortaya koyduk. Aleviliğin siyasal tarihi belirli kesitlerde ele alınır. Yani belirli kavşaklar vardır.

Zaten yapısal sosyoloji dediğimiz olay o öznenin, tarihsel özne dediğimiz ki biz buna Alevilik dedik, Rea Haq inancı dedik daha çok, Rea Haq inancının şekillenmesini etkileyen iç ve dış faktörlerdir. Temel kesitlerdir. Tarihsel kesitler oluşturdum. Bu ilk kesit olarak on üçüncü yüzyıla kadar ki süreç bu İslamiyet’in Mezopotamya Kürdistan coğrafyasına yayılmasıyla birlikte Kürt toplumunun kendi yerel inançlarıyla hakim İslamiyet ideolojolojisi siyasal İslam karşısındaki direnişini nasıl tamamladı?

İkinci kesit on beşinci yüzyıl sürecidir. On beş ve on altıncı yüzyıllar Safevilerin aslında ortaya çıktığı, artık Kürdistan’da Osmanlı ve Safeviler arasında iktidar kavgasının yürütüldüğü, bu imparatorlukların kendi içerisindeki iktidar kavgasında inançları nasıl siyasallaştırılarak toplumsal kavgalara, toplumsal çatışmalara yol açtığı bir süreç ve bu dönemde çok yoğun, Alevilik düşünce tarzına ve yaşam şekline bir müdahale var. Safevilerden doğru da var, Osmanlı’dan doğru da var ve bir katliamlar süreci aynı zamanda.

Bu, kimliğe ciddi bir müdahale ve kimliğin yeniden şekillenmesi açısından bir ikinci kesit oluşturuyor aslında. Bu kesitte çok yoğun göçler var. Mobilize olmuş coğrafya çünkü. Çok yoğun göçler, kimliğin yeniden şekillenmesi, kimliğin İslamiyet’te yeniden şekillendirilmeye çalışması, onun nüvelerine, onun nüvelerinin artık Alevi kimliğine nüfuz etmesi var. Üçüncü kesit olarak da ortaya koyduğum süreç, ki ikinci kitapta bunu koydum.

O kitap henüz yayımlanma aşamasında. Orada da on sekizinci yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar ki süreçtir. Bu dönemde daha çok Türkiye Cumhuriyeti’nin inşa sürecidir. Osmanlı’nın yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin inşa sürecidir. Bu dönemde de aslında çok yoğun olarak kimliğe, devlet iktidarının çok yoğun bir müdahalesi var.

Kimliğin yeniden kendisini şekillendiği, bir direniş olgusu olarak kendisini şekillendirdiği bir süreç. Alevi kimliğinin tarihsel perspektifini bu üç kavşakta ele alıyorum.

Nuray ATMACA-Cihan BERK/DERSİM

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.