PİRHA- Resmi rakamlara göre 7 gün süren katlaim sırasında 111 insan öldürüldü. Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı, 100’e yakın işyeri tahrip edildi. Maraş katliamının yıl dönümünde katliam davasının bir numaralı sanığı olarak yargılanan ve idam cezası Yargıtay’dan dönen Hamit Kapan o günleri anlattı.
Maraş Katliamı, Türkiye’nin bir kara lekesi olarak tarihe geçmiştir. İnsanların, yakıldığı, parçalandığı hunharca katledildiği bu katliam 19 Aralık’ta başlayıp 24 Aralık 1978’de sona erdi. Katliam cumhuriyet tarihinin en utanç dolu anlarından biridir.
19 Aralık 1978’de ülkücülerin gözde filmi, Cüneyt Arkın’ın başrol oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak”ın gösterildiği Çiçek Sineması’na ses bombası atıldı. Sinemanın ‘komünistler tarafından bombalandığı’ iddia edildi. Zaten şehirde Alevilerin Sünnilere saldıracağı, camileri bombalayacağı iddiaları günlerdir konuşuluyordu.
21 Aralık öğle saatleri Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı iki sol görüşlü Alevi öğretmen silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdi. 22 Aralık’ta öğretmenlerin cenazelerinin getirildiği camide bulunan sağcı bir grup, ölenlerin cenaze namazının kılınmasına karşı çıkarak engelledi ve kalabalığın dağılması ile cenazeler ortada kaldı
22 Aralık gecesi faşistler Sünni mahallelerinde “ertesi gün solcu Alevilerin silahlı saldırı yapacağını” anlatarak, bu kitlesel biçimde silahlanılmasını sağladılar. 23 Aralık’ta Kahramanmaraş’taki olaylar karşılıklı çatışma boyutunu tamamen yitirerek, bütün solculara ve Alevilere dönük bir kıyama dönüştü.
Resmi rakamlara göre 7 gün süren olaylar sırasında 120 insan öldürüldü. Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı, 100’e yakın işyeri tahrip edildi. Maraş Katliamı’nın yıl dönümünde katliam davasının bir numaralı sanığı olarak yargılanan ve idam cezası Yargıtay’dan dönen Hamit Kapan o günleri anlattı.
HEDEF MARAŞ
Neden hedef Maraş’tı?
O günkü şartlarda, yani katliamdan önceki yıllardaki ülkenin de durumunu görmek gerekir. Bilindiği gibi o dönemde ülkede sol muhalefet, sendikal muhalefet, üniversiteli muhalefeti çok boyutlanmış, çok genişlemiş, peşinden büyük kitleleri sürükleyecek bir pozisyona gelmiş durumdaydı. Bunun aksine de siyasi iktidarlar, hükümetler artık yönetemez duruma, toplumu daha rahat yaşama şartlarına götüremez duruma gelmişlerdi. Hatta biliyorsunuz ki cumhurbaşkanı seçilemez hale gelmiş, meclis kilitlenmişti, bunun Maraş’a yansıması da şüphesiz vardı. Maraş’ta da devrimci mücadele o zor şartlarına rağmen devam ediyordu. Maraş biliyorsunuz faşistlerin yoğun yaşadığı, genel olarak MHP’nin ağır olduğu, örgütlü olduğu bir şehir- orada siyasi mücadele, devrimci mücadele yürütmek biraz daha keskin bir anlayış gerektiriyordu. Çünkü orada mücadele daha sert bir zeminde yürüyordu ama buna rağmen hem ülke genelindekinin Maraş’a yansıması hem de Maraş özelindeki devrimci mücadele özellikle okullarda boy gösterdi ilk etaplarda. Daha sonra giderek dernekleşmeye, sendikalaşmaya doğru hızla evirildi. Bununla birlikte özellikle Maraş’ın çevresinde, Pazarcık bölgesinde yerleşik olan Alevi köylerinin sosyal ve ekonomik olarak güçlerine güç katmaya başlamışlardı. Bunun da en önemli kaynaklarından bir tanesi daha önceki yıllarda Maraş’ta sivrisinek ve hastalıkların çok olduğu bir bölge olan Pazarcık Ovası’na Alevileri yerleştirmeleri
İlk başta verimsiz toprakları Alevi kesimlerine mı veriyorlar?
Evet. Değerlendirmiyor ama o hastalıklı, sıtmanın ve sivrisineğin bol olduğu yaşanılmaz olan bir yere Alevileri sürüyorlar resmen. Yerleşmeleri için yer gösteriyorlar ama süre içerisinde o bataklık kuruyor. Adı Gavur Gölü diye anılan, daha sonra baraj haline getirilen bir yermiş ama o bataklık kuruyunca öyle verimli bir yer haline geldi ki, yılların oluşturduğu bataklık kuruyunca altında oluşan toprak o kadar verimli ki, yılda 2-3 kez ürün kaldırabiliyorlardı. O bölgede yaşayan Aleviler de bunu değerlendirdiler. Özellikle pamuk üretiminde Türkiye’nin en kaliteli pamukları burada yetiştirilmeye başlandı. Bu ekonomik olarak bir rahatlamaya yol açtı ve onları şehir ekonomisine girmeye yönlendirdi. Bilindiği gibi Aleviler sosyal anlamda yaşamayı ve paylaşmayı seven insanlardır, bunun şehre yansıması oldu. Özellikle şehir ekonomisine girmeleri, iş yerleri açmaları, insan çalıştırmaları, daha iyi arabalara binmeleri, eğlenmeyi ve gezmeyi sevmeleri Maraş’taki sünni kesim rahatsız etti.
Maraş üzerinde oyunlar oynanmaya ne zaman başlandı?
1975 ten sonra 1978 sonlarına kadar gelen 3 yıllık süreç içerisinde bu durum daha da kendini gösterdi. Tabi ülke genelinde de o siyasi çıkmaz, sol muhalefetin örgütsel anlamda niceliğinin o boyutlanmış mücadeleyi omuzlamaya gücü yetmese bile kitlesel ve yatay olarak çok güçlenen sol muhalefet aynı şekilde ülke genelinde de devam ediyordu, Maraş’ta da bu şekilde boyutlanıyordu. Bütün bu süreç devam ettiğinde Maraş’taki o dengeler artık Sünnileri ve faşistleri rahatsız etmeye başlamıştı. Bununla birlikte özellikle 1978’lerin başlarında Maraş’ın üzerinde birtakım oyunlar oynanmaya başlanmıştı. Bunun en çarpıcı noktalarından bir tanesi Nisan aylarında kendini göstermişti. Tarihi tam anımsamıyorum ama Nisan ayının 4’ü idi galiba. 4 Nisan’da bizim Yörükselim Mahallesi’nde bulunan bir kahvehaneyi hem tarayıp hem bombaladılar. O kahvehane taramasında 80li yaşlarındaki Gıjık Dede dediğimiz bir Alevi dedesi kendini kurtaramadı, herkes yere yatarken o ayağa kalktı ve o katliamda Gıjık Dede’mizi katlettiler. Nisan ayının 4‘üydü sanırım. Aleviler tarafından sevilen, sayılan, söz sahibi, alim ve kamil bir kişiydi. Bu dedemizi o kahve taramasında katlettiler. Bunun cenazesini organize ettik, korteji yürüttük.
Gıjık dedenin cenazesinde sorunlar çıkmadı değil mi?
Evet. Sorun çıkmadı. Maraş’taki ikinci siyasi törendi bu. Dedemizi defnettik. Aynı aylarda Maraş’ta Ankara merkezli ETKO isimli bir örgüt kurduruldu.
BU OLAYLAR KATLİAMIN SİNYALLERİNİ VERİYORDU: MARAŞ’TA ETKO
ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Örgütü) kuruluşunun amacı neydi?
ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Örgütü) taşeron bir örgüt oluşturuldu. Bu örgüt güya Maraş’ta eylemler yapacaktı. Maraş’taki o az önce izah ettiğimiz siyasi ve ekonomik gelişmeleri ters yüz ettirmek için, onları geri teptirmek için, eylem hazırlığı için kurdurulmuştu. Bunun için özellikle Ankara’ da o zamanki ismiyle Efsane Yüzbaşı diye geçen Ali isminde soyadını (Çelik) hatırlayamadığım bir yüzbaşı vardı. O yüzbaşının marifetiyle Maraş’a önemli bir miktarda silah kaydırıldığını, sevkiyatı yapıldığını biliyorduk. Bunlar daha sonra yakalandı, yakalandıktan sonra bırakıldılar, ayrı bir şey ama. Yani o dönem yüzbaşı marifetiyle Maraş’a silah ve patlayıcı madde sevkiyatı yapıldı. Hatta o patlayıcı maddelerin nerelere atılacağı, hangi camiye, hangi MHP’li iş adamının işyerine, hangi Alevilerin solcuların gittiği kıraathaneye, hangi imamın evine atılacağı bile not edilmiş halde yakalandı bu silahlar.
15 Nisan’da ETKO’ya bir operasyon yapıldı fakat olaylar örtbas edildi. Amaç neydi burada?
Yani burada amaç; camiye atıp, “Aleviler, komünistler camiyi bombaladı” diyerek insanları galeyana getirmek. İmamın evini bombalayacaklar, “komünistler imamın evini bombaladı”, “camiyi bombaladı” yaygarasıyla insanları katliamlara sürüklemeye çalışacaklardı. O aylarda Maraş bu tür olaylarla yaşıyordu. Nitekim 15 Nisan’ da ETKO’ya bir operasyon yapıldı, yakalananlar oldu, bombalar ve silahlara el koyuldu, ama daha sonra kayboldu ve örtbas edildi. Ama o örgütlenmeler ve mühimmat Maraş’ta bir kere hayata geçirilmişti.
Peki bu süre zarfında Yörükselim Mahallesi’nde ve diğer mahallelerde sorunlar yaşanıyor muydu?
O zamanki şartlarda şehrin değişik yerlerinde ufak tefek öğrenci kavgaları, yolda giderken karşılaşma sonucu çıkan kavgalar aşağı yukarı her gün oluyordu. Özellikle okul çıkışlarında, okulda sol hakimiyeti olması nedeniyle ancak dışarıdan gelen sivil polislerin marifetiyle, çatışmalar çıkıyordu. Buna da en büyük desteği Yörükselim Mahallesi veriyordu. Bu mahalledeki insanlarımız yürüyerek okulun önüne geliyorlardı, dışarıdan gelen sivil polislerle bizim aramıza tampon oluşturuyorlardı. Biz okuldan çıkıp bu şekilde mahalleye gidebiliyorduk. Bu şekilde olaylar gelişip gidiyordu.
Aralık ayına geldiğimizde artık şehirde bir zıtlaşmanın tavan yaptığı görülebiliyordu ama bunun bir katliam boyutuna ulaşacağını ya da katliam hazırlığı yapılacağını biz öngöremedik.
Hiç hissetmediniz mi bir katliam olacağını?
Biz bunu bu boyutta öngöremedik. Yani yine okul kavgaları olabilir, 1-2 yerde kahvehane taraması, bombalaması yaşanabilir gibi beklentilerimiz vardı ama biz 1 hafta sürecek bir katliamın hesabını yapamadık. Böyle bir öngörü eksikliğimiz vardı. Ben o zaman 22 yaşındaydım. Bu boyutta bir şeyi ne yaşadım ne gördüm, dolayısıyla böyle bir hesaba giremedik. Bu bizim eksikliğimiz olabilir, bunu kabul ederim. Aralık başlarında okul kavgaları en sert haline gelmişti, artık Yörükselim Mahallesi de tedirgin olmaya başlamıştı.
Alevilerin en yoğun yaşadığı ve sol örgütlenmelerin kendine alan bulduğu en önemli yerdi. Yörükselim Maraş’ın en geniş sınırları olan mahallesiydi. Katliamdan sonra Yörükselim Mahallesi’ni ikiye böldüler, önemli bir kısmını Mağralı Mahallesi’ne kattılar. Hali hazırda hala Yörükselim Mahallesi var ama yarı yarıya bölünmüş durumda şu anda. Biz bu şartlarda yaşamayı yürütürken, ben de liseyi bitirmiş üniversite sınavına girmiş durumda, kendimce mahallede sol direnişleri yapan biriydim.
GÜNEŞ 19 ARALIK’TA KARANLIK DOĞDU!
19 Aralık’ta sinemada yayınlanan “Güneş Ne Zaman Doğacak?” filmi var. Kırım Türkleri ve Rusya’ya karşı mücadelesini anlatan bu film esnasında sinema salonu içine bir bomba atıldı. Sonra neler yaşandı?
19 Aralık’tan 1 hafta öncesinde Maraş’ta Çiçek Sineması’na bir film getirdiler. Filmin konusu Sovyetler Birliği’nde Türkmen bir ailenin yaşadığı güya siyasi ve ekonomik sorunları, onların yaşamlarını sınırlayan ve gasp eden, Rus düşmanlığını körükleyen milliyetçi kökenli bir film gösterime sunuldu. Tek film olarak gösteriliyor ve sabah 11.00’de başlayıp gece 12.00’ye kadar tekrarlı halde gösteriliyordu. Bu film de herkese, sanki zorla getiriliyorlarmış gibi, bir coşkuyla, bir hazırlık içerisinde gibi izlettiriliyordu. Gelenlere slogan attırılma, sinemada heyecanlı konuşmalar yapılması, kapıda giriş çıkışta dergiler, bildiriler dağıttırılması, hatta çevre köylerden insanların bile araç ve kamyonlarla getirtilip, filmi izlettirilip onların o milliyetçi duygularını kabartmak üzere böyle bir film gösterime sunuldu. Filmin 3’üncü ya da 4’üncü günüydü tam hatırlamıyorum, akşam saatlerinde film oynatıldığı sırada kimsenin yara almadığı ses düzenekli bir bomba sinemada patlatılmış. Bu patlama sonucu zaten günlerdir duygusal olarak hazırlanmış olan kitle, özellikle Ecevit başbakanlığındaki hükümetin iş başında olmasından dolayı, sinemaya en yakın Cumhuriyet Halk Partisi binasına saldırmaları, ardından hükümetin bir resmi kurumu olan postaneye saldırmaları, ardından Alevilerin açtığı işyerlerine saldırmaları sonucu şehirde bir kargaşa ortamı yarattı. Hemen arkasındaki gün yine Alevilerin ve solcuların gittiği Yenimahalle’deki Akın Kıraathanesi’ni hem bombaladılar hem taradılar.
MARAŞ KATLİAMI’NIN İLK ŞEHİTLERİ
21 Aralık öğlen saatlerinde Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşı adlı iki sol görüşlü Alevi öğretmen silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdi. Neler yaşandı 21 Aralık günü?
Meslek lisesinde öğretmenlik yapan 2 yurtsever devrimci öğretmenimizi pusuya düşürüp katlettiler. O sıralar öğretmenler okuldan çıkıp Yörükselim’e yürüyerek gidip geliyorlardı. Çünkü okulla Yörükselim arasında herhangi bir ulaşıma gerek yok, yürüyerek gidip gelinebilecek bir mesafe. Böyle bir yürüyüş sırasında arkalarından gelen bir kişi iki öğretmeni haince katlediyor.
Neden iki öğretmen direk hedef alınıyor?
Öğretmenlerden bir tanesi Mustafa Yüzbaşıoğlu. Hem Sünni hem de önemli bir örgütlemenin sözcülüğünü yapan devrimci bir arkadaşımızdı. Diğer öğretmen arkadaşımız TÖB-DER üyesiydi. Mustafa Yüzbaşıoğlu ve Hacı Çolak isimli 2 öğretmenimizi böyle hain bir pusuyla katlettiler.
Peki bu süre zarfı içinde öğretmenler hiç tehdit alıp da bildirmemişler mi?
Tahmin ediyorum Mustafa Yüzbaşıoğlu’na önemli ölçüde tehditler vardı.
Çünkü emniyetin kayıtlarında olduğu söyleniyor.
Evet. Zaten Yüzbaşıoğlu olay yerinde ölmedi. Hacı Çolak olay yerinde ölmüştü. Biz haberi duyup Yörükselim’den olay yerine hızla yetiştiğimizde, Hacı Çolak olay yerinde şehit olmuştu. Mustafa Yüzbaşıoğlu ağır yaralıydı. Biz Yüzbaşıoğlu’nu ameliyat edilmesi için hastaneye naklettik hemen. Hacı Çolak’ı da hemen gerekli müdahaleyi yaparak morga alınması için hastaneye götürdük. Biz bunun arka arkaya gelen planlı bir şey olduğunu hala göremiyorduk. En son yapacakları şey buydu. 2 devrimci öğretmenimizi katletmek, Maraş gibi bir yerde ciddi bir eylemdi, ağır bir eylemdi, sol için önemli bir tehditti. Ama biz bunun arkasından daha da değişik olayların sahneleneceğini hala hesaplayamıyorduk. Bizim önümüzdeki ilk şey o aşamada öğretmenlerimize layık, hak ettikleri ölçüde bir cenaze merasimi düzenlemekti. Nitekim bu bağlamda hazırlıklara giriştik. Hastane zaten Yörükselim Mahallesi’ndeydi. Ertesi gün Cuma günüydü, bir kortej yapma hazırlığına giriştik. Gece geç saatlerde Mustafa Yüzbaşıoğlu’nun da şehit olduğu haberi geldi. Ancak Mustafa Yüzbaşıoğlu ölmeden önce ifadesini verebilmiş, kimin vurduğunu bilmediğini, görürse tanıyabileceğini, boyunu, yaşını, kıyafetlerine kadar hepsini tarif etmişti. Tanımadığını ancak görürse tanıyabileceğini söylemişti. Bu kayıtlarda, belgelerde var.
Cenazeler neden geç verildi?
Bir kortej disiplini komitesi oluşturduk. Saat 12.00 civarlarında artık 2-3 defa arandıktan sonra korteje dahil olduk biz. Kortej hazır bekliyoruz fakat bir türlü cenazelerimizi hastaneden teslim alamıyoruz. Dönemin hastane Başhekimi Çetin Diker isimli doktor otopsi yapılıyor gerekçesi ile cenazelerimizi geciktiriyordu. Biz bunun bir saat anlamı olduğunu bilemiyorduk, cuma namazı çıkış saatine denk getirilmeye çalıştığını göremiyorduk ne yazık ki. Nitekim cuma namazı çıkış saatine denk gelecek bir zamanda, saat 2.00 gibi biz cenazelerimizi aldık. Cenazelerimiz önümüzde, biz kortejin arkasında, disiplin içerisinde yürümeye başladık. Çünkü Maraş’ta ve ülkenin pek çok yerinde cenaze arabaları pek yoktu. Cenazeler omuzda taşınır, mezarlığa kadar götürülür, defnedilir, gelinirdi. İlginçtir ki Yörükselim Mahallesi şehrin en kuzeyinde mezarlık ise en batıda, şehrin diğer tarafındaydı. Cenazenin omuzda yürüyerek yaklaşık 1 saat taşınması gerekiyordu. Kortej komitenin kararlarına uygun şekilde sloganlar atarak disiplin içerisinde yürüyüşünü sürdürürken, Maraş’ın en eski camisi olan Ulu Cami’de cenaze namazını kılacak daha sonra mezarlığa gidecektik. O camiye yaklaştığımızda caminin içerisinde çok müthiş bir kalabalığı gördük. O güne kadarki cuma namazlarına benzemeyen bir kalabalıktı. Dolmuş taşmış bir halde insanlar tam bir teyakkuz halindeydi. Güvenlik güçleri bizim korteji durdurdu. Onları dağıtamamış demek ki, bizi durdurdular. 15-20 dakikalık bir beklemeden sonra birdenbire camidekiler başta olmak üzere çevre binadakiler, apartmandakiler hatta tam sağımızda kalan Maraş Kalesi’nin üstündekiler, daha önce mevzilenmişler ve üstümüze saldırdılar.
Hazırlıklıydılar yani?
Tabi tabi. Birdenbire Maraş Kalesi’nin üstüne çıkıp da üstümüze saldırmaları mümkün değildi, birdenbire evlerden üstümüze yağmur gibi malzemelerin yağması mümkün değildi. Bunlar bir süre önceden hazırlanmış ve yerleştirilmişti. Aynı anda camideki kalabalık bize saldırmaya başladı. Bizim kortejimiz bunlara hazırlıklı değildi, 2-3 defa aranıp yürüyüşe gelmiştik. Dolayısıyla böyle bir çatışmaya hazırlıklı bir topluluk değildik. Kortejimizde kadınlarımız var, çocuklarımız var, yaşlılarımız var. Bu grup bir çatışmaya hazır değildi. Bizim yapabileceğimiz en önemli şey olarak kortejdeki insanları geldiği istikametten geriye Yörükselim’e çekme kararı verildi. Bu doğru bir karardı bence o şartlarda. Ve üstün bir çabayla, özellikle askerlerin yardımlarıyla belki de, onların cemselerini kullanarak, öncelikle kadınlarımızı ve yaşlılarımızı olmak üzere insanlarımızı geri geri çekerek Yörükselim’e gitmeye çalıştık.
İki öğretmen cenazesine ne oldu olaylar sırasında?
O kargaşada maalesef istemeyerek de olsa cenazelerimizi bırakmak zorunda kaldık. Çünkü ölümle karşı karşıyasın her an. Her tarafından yağmur gibi mermiler yağıyor, adam bir şey bulamasa üzerimize sehpasını, masasını, televizyonunu, taş atıyor. Sığınacak, saklanacak bir yer de yok. Kafamız gözümüz paramparça bir şekilde Yörükselim’e çıkmak zorunda kaldık. Biz cenaze kortejinde bu tür bir saldırıya karşı hazır bir kitle değildik, çünkü 2-3 defa polis aramasından geçmiş bir kortejimizdi. Bu saldırılar sırasında biz cenazelerimizi bırakmak zorunda kaldık, onları askeri araçlarla yukarıya çıkarırken kortejdeki insanları da geldikleri istikametten Yörükselim’e çektik. Yörükselim’e vardığımızda pek çok insanın kafasının gözünün yarıldığını görüyorduk, kanlar içerisindeydik. Bir can kaybımız yoktu ama, önemli sayıda insanın kafası parçalanmıştı. Tam bir kaos yaşanıyordu. Herkes birbirini arar sorar haldeydi. Çünkü cenaze korteji için okullardaki bütün öğrenciler okulları boykot edip gelmişlerdi. Çevre yakın köylerimizden insanlarımız, diğer mahallelerden insanlarımız da gelmişlerdi dolayısıyla kortejdekilerin yarısı belki de dışarıdan gelen insanlardan oluşuyordu.
KATLİAMA ÇAĞIRAN ANONSLAR
Daha sonra neler yaşandı?
Artık şehir tam bir teyakkuz haline gelmişti. Belediye hoparlörlerinden sürekli “Hatboyu’nda buluşalım” şeklinde anonslar geçiyordu. Bizim mahallede de hoparlör vardı. Hatboyu dediği yer de Maraş’ın Yörükselim’e giriş bölgesidir. “O bölgede buluşalım. Kızılbaşlara gereken dersi verelim. Şehitlerimize sahip çıkalım. Aleviler camiye saldırdı. İşte imamıza şey yaptı” gibi sapık propagandalarla hoparlörden sürekli yayınlar yapıyorlardı. “Allah için savaşın” gibi çeşitli sapıkça tahriklerle insanları sokağa çağırıyorlardı. Biz bunu hoparlörlerden dinliyorduk sürekli. O sabah hastane önünde, Cuma günkü kortejde ölen katillerin cenazeleri hastaneye getirilmişti. Bunlar cenaze bahanesiyle hastane önünde büyük bir kalabalık oluşturmaya başladılar. Hastane Yörükselim Mahallesi sınırları içerisindeydi. Biz de bulunduğumuz yerden hastaneyi çıplak gözle görebiliyorduk. Aramızda 500 metre mesafe ancak vardı. Oradaki kalabalığı, birikenleri çıplak gözle görebiliyorduk. Asıl dikkatimizi bu taraftaki kalabalığa vermişken Yörükselim Mahallesi’nin Mağralı tarafından, yani doğu tarafından bir saldırı haberi geldi. Hemen hızlı bir hareketle o tarafa yöneldik ve oradaki saldırıyı kısa bir çatışma ortamı ile bertaraf ettik. Mahallemize sokmadık onları. Tekrar hastane bölgesine döndüğümüzde kalabalığın daha da çoğaldığını, ellerinde MHP, 3 hilal bayrakları, yeşil bayraklar, üzeri Arapça yazılı bayraklar, sloganlar, “Allah için savaşın, komünistlere ölüm, Alevilere ölüm, Alevilerin katli vaciptir” gibi sapık sloganlarla tam bir teyakkuz haline geçmişlerdi. Ancak grup mahalleye girmeye çekiniyordu. Çünkü Yörükselim Mahallesi onlar için de korkulu bir rüyadır, devrimcilerin, Alevilerin ve yurtseverlerin bir arada bulunduğu dayanışma içinde yaşadığı sıkı bir mahalledir, öteden beri mahalleden korkarlar. Bu yüzden Maraş’ın yerlileri kolay kolay Yörükselim mahallesine paldır küldür saldıramazlar, bunu göze alamazlardı. Ama bu hastane önünde biriken 5-6 bin kişilik grubun önlerinde değişik tipte insanlar çıkmaya başladı bir anda.
Maraş’ta daha önce bu tipte insanlarla karşılaştınız mı?
Biz bunları çıplak gözle görebiliyorduk. Bu tip insanlar şalvar giymişlerdi, kasket takmışlardı ama yabancı oldukları belliydi. Militan oldukları, başka yerden geldikleri, hazırlıklı oldukları, o insanları mahalleye saldırmak için kışkırttıkları belliydi. Şalvar falan giymişlerdi ama bir Maraşlı gibi değillerdi. Çünkü Maraşlı şalvar giydiği zaman yakışırdı. Köyden gelen bir insan şapkayı nasıl rahat takarsa, şehirdeki nasıl takarsa taksın şapka uymaz, sırıtır, o şekilde insanlar vardı. Onların bu baskısıyla kitle yavaş yavaş mahalleye doğru yürümeye başladı. Tam mahalleye doğru saldırıya geçtikten sonra da o öndeki kitleleri yürüten yabancı tipler ortadan kaybolmaya başladılar. Biz özellikle onları gözlüyoruz çünkü onların davranışları bizim için önemli, onlar çünkü kitleyi harekete geçiriyordu ama ortadan kaybolmuşlardı. Kitle bu arada saldırıya başlamış haldeydi. Belli bir mesafeye kadar geldiklerinde biz de sonuçta korkuyorduk. Çünkü öyle bir çatışmaya direnebilecek bir deneyimimiz, malzeme hazırlığımız vardı diyemem, yoktu. Biz de korkuyorduk çünkü sonuçta seni öldürmeye gelen kalabalıkla, cahil, cani bir toplulukla karşı karşıyasınız. Ellerinde silahları, baltaları, nacakları, gaz bidonları var, dillerinde sapık sloganlar var. Yani karşınızda “Allah için savaşın” denildiği zaman hiçbir sorgulama yapmadan saldıran insanlar var. Artık biz de o korkuyla, daha fazla gelmesinler, dönsünler düşüncesi ile, tabancalarla karşılık vermeye başladık, küçük tabancalarla. Ancak henüz tabanca mesafesinde değillerdi. Yani onlara mermiler yetişmiyordu, o mesafede değillerdi. Biz sadece sesleri duysunlar, korksunlar, çekilsinler anlayışı ile yapıyorduk. Evet doğru, kitle bir anda durdu ama dediğim gibi menzili dışında oldukları için ulaşmamıştı hiçbir şey.
ASKER SESSİZ KALDI
Bu arada askerler olaylara müdahale etmiyorlar mı?
Faşistlerin toplandığı o Çamlık Bölgesi’ne 4-5 tane askeri tankın gittiğini gördük. Tamam dedik bu sefer; tank, askerler gittiyse bunları da oradan dağıtır, rahatlatırız, kurtarırız, saldıramazlar diye düşünüyorduk. Bir süre sonra askerlerin yan yana geldiklerinde, buluştuklarında bu sefer saldırgan grupların tankların üzerine çıktığını, tankların üzerine bayrak diktiklerini, onların üzerinde şekillendiğini görüyorduk. Buna bir anlam veremedik ama 5 dakika sonra mesela, hızlı bir şekilde bu gelen askeri araçların gerisin geriye çekildiklerini gördük. Bu daha sonra öğrendiğimiz bir bilgiydi ki o askerlere şöyle bir bilgi gitmiş: askeri kışlayı bastılar, bütün şeyi bırakın, gücü oraya çekin diye, yandaki kışlayı basıp silahlarını almaya çalışmışlar diye bir haber gitmiş askerlere. Askerler de bunun üzerine oradaki operasyonu bırakıp kışlaya çekilmeye gittiler. Bu çekilmeyi saldırgan grup büyük bir coşkuyla karşıladı, askerler bize karışmadı, bize yol verdiler anlayışıyla daha da bir galeyana gelmişlerdi.
İlk büyük çatışmalar bundan sonra mı başlıyor?
Yörükselim Mahallesi’nin yukarı tarafından bizim insanlarımızın bağırışlar çağırışlar halinde aşağı doğru bizim olduğumuz kısma doğru kaçmaya, çekilmeye başladığını gördük. Aşağı inip sorduk ne oluyor, ne var, niye diye. Dediler Çamlık tarafından geliyorlar, oradan saldırdılar, evlere girdiler, insanları öldürdüler diye bağırış çağırış. Çamlık tarafına doğru, saldırıların olduğu yere doğru koşmaya başladık biz. Gerçekten de oradaki ilk sıradaki evlere, ikinci sıradaki evlerimize girmişler. İnsanlarımız çekilmiş kaçmış ama o evlere girip yakılmış, yağmalanmış bir halde gördük. Biz karşılaştığımızda evlerden çıkardık bunları, tekrar geldikleri şekilde göndermek zorunda kaldık. Kaçıyorlardı, belki yaralananları vurulanları oluyordu ama hiçbirini bir yerde bırakmıyorlardı, hepsini paçasından tutup çekip çekip kaçıyorlardı. O şekilde uzun bir çatışma yaşandı orada da. Çünkü evlere girdikleri için ev ev onların kontrol edilmesi, onların tekrar evden çıkartılması bayağı ağır geçiyordu, zor geçiyordu.
Tüm mahalle halkı büyük bir direniş gösteriyorlar…
Evet. Yörükselim Mahallesi bu katliam sürecinde örnek olacak bir direniş ortaya koydu. Tüm mahalle insanıyla, tüm mahalledeki halkın desteğiyle ve devrimcilerin inisiyatifiyle, disipliniyle mahalleyi faşistlerin bu saldırılarından kurtardık, sokmadık mahallemize. Eğer ki o direnişleri örgütlemeseydik, mübalağa etmeden söyleyeceğim, Yörükselim Mahallesi’nde 30.000’e yakın insanımızı katlederlerdi çünkü en az 5-10 bin kişi dışarıdan gelmiş misafirimiz vardı, yürüyüş için gelmiş, okul için mahallede bulunan insanlarımız vardı. Yani rahat bir 30.000 insanımızı belki de daha fazla insanımızı acımasızca katlederlerdi. Çünkü o anlayışta, o mantıkla gelmişlerdi. Onlara yapılan, verilen vaatlerde Alevilerin, komünistlerin katli vaciptir, onları öldürürseniz cennete gidersiniz, malları helaldir, namusları helaldir gibi sapık propagandalarla hepsi yola çıkartılmış tiplerdi bunlar. Bunların katliamları çok vahşice yaşanıyordu.
BU KEZ HEDEF KARAMARAŞ MAHALLESİ
Daha sonra Karamaraş mahallesine girmeye çalışıyorlar. Burada neler yaşandı?
Yörükselim’e giremediler. Yörükselim’e giremedikten sonra yine Maraş’ta Alevilerin ya da …. bir arada yaşayabildiği bir mahalle daha vardı, Karamaraş Mahallesi diye bir mahalle. Bu da Maraş’ın Antep girişindeki mahalledir. İkinci olarak da o mahalleye saldırdılar. O mahallede de bizim daha önce haber salıp yardımını istediğimiz yoldaşımız Mehmet Mengücek’in yetişmesiyle, mahalleye girmesiyle o mahalledeki direnişin önünde durup faşistleri püskürtmesi sayesinde o mahallede bizim kaybımız pek yaşanmadı. Ama faşistler o mahalleye de giremediler. O mahallede muhtar Mehmet Mengücek yoldaşımız sonuna kadar direndi, çatıştı ve faşistleri püskürttü. Ancak bu arada yaralanmıştı. Yalnızdı kendisi. Faşistleri püskürttükten sonra askerlerle karşılaşıyor, askerler yakın mesafeden arkadaşımızı şehit ettiler, göğsünden vurarak öldürdüler arkadaşımızı orada. Bu şekilde Karamaraş’a giremedikten sonra faşistler bu sefer şehrin değişik mahallelerinde daha önceden zaman içerisinde yerleşmiş, iş yeri açmış ancak işaretlenmiş Alevi evlere, mahallelere, iş yerlerine saldırmaya başladılar. Asıl katliamlar da bu mahallelerde yaşandı. Öyle katliamlar yaşanmıştı ki artık bunları nasıl sözlü olarak ifade ederim bilemiyorum ben. Vahşice saldırılar, katliamlar yapmışlardı. İsterseniz bunlardan birkaç tane örnek izah etmek istiyorum ben.
KATLİAM SOYKIRIMA DÖNÜŞTÜ
Maraş Katliamı ara davasının gerekçeli kararından aynen okuyacağım. “Başlarında Cuma Yalçın, 529 numaralı sanık olduğu halde bir grup saldırgan, bu defa 80 yaşında, bir gözü sağlam diğer gözü çok hafif Cennet Çimen’in evine gelmişlerdir. Saldırganların geldiğini gören oğlu Hasan Çimen evden kaçmıştır. Saldırganlar yaşlı kadının, Cennet Çimen’in evinin içinden “Gel Nine, gel Nine” diyerek dışarı çıkarmışlardır. Bu yaşlı kadının “beni kurtarın” diye feryatlarına aldırmayarak ayaklarından tutup sürükleyerek yakındaki hela çukurunun oraya götürmüşlerdir. Orada Cuma Yalçın bu yaşlı kadının az gören gözünü tornavida ile oymuş, diğer saldırganlar da silah sıkarak Cennet Çimen’i öldürmüşlerdir. Saldırganlar bununla da yetinmemiş. Öldürdükleri Cennet Çimen’i baş aşağı hela çukuruna atmışlar ve üzerine at arabasını devirmişlerdir.” Buradaki vahşiliği ve katliamın yapılış şeklini, yazıldığı gibi okumak çok kolay görünebilir ama, o olayı gözünüzde canlandırırsanız, bunun bir insan silueti taşıyan birinin yapacağı bir şey olmadığını görürsünüz. Bu sapık bir ideolojinin, sapık bir katliamcının yapacağı, Yezid zihniyetinden gelen anlayışın yapacağı bir katliamdır. Düşünebiliyor musunuz? 80 yaşında bir kadının gözünü tornavida ile oyup, silahla sıkıp öldürüyorsunuz, bu da yetmiyor hela çukuruna baş aşağı gömüyorsunuz. Üstüne de at arabasını deviriyorsunuz. Bu ne intikam, bu ne hınç, bunu tarif etmek, anlatmak pek kolay değil.
Bir de yine 11 yaşındaki bir çocuk katliamı var. Yine aynı bölgede evi bulunan Döne Tıraş saldırganların geldiğini görünce KaraMaraş’a doğru kaçmaya başlamış. Bir süre sonra oğlu Ali Tıraş da saklandığı yerden çıkarak annesinin arkasından gitmiştir. Afetevleri semtinde bir grup saldırgan Ali Tıraş’ı yakalayıp götürmüşlerdir. Ali Tıraş’ın cesedi olaydan 4 gün sonra Döne Tıraş’ın evinin ön tarafındaki Dilber Yılmaz’ın evinin bodrum katında bir kazan içinde yakılmış vaziyette bulunmuştur. Bu 11 yaşındaki bir çocuk, yakalamışlar, bacaklarını ve kollarını kesmiş halde yakmışlar, bir kazan içerisinde yakmışlar. Bu vaziyette çocuğun cesedi 4 gün sonra bodrum katında bulunmuştur. Bunu insanım diyen birinin yapması, insan silueti ile dolaşan birinin yapması mümkün değildir. Katliam sürecinde elbette ki sadece Aleviler değil, Maraş TÖB-DER üyesi olan demokrat, solcu ama Sünni bir öğretmenin katliamı var.
Özgür UTUŞ
İsmet SEFER-Kamera
Evet doguru soyluyor icimizde karamanca savasan hamiti onum diresini her yerde doyluyorum zaten elinde silha olan yalniz kendisi vardi cogumuz yassmimizi ona borluyuz halen elinde silyla nasil direndigini unutamiyorum o bir karhmandir