Alevi Haber Ajansi

Suriye İnsan Hakları Derneği Başkanı Prof. Dr. Kreinath: Suriye’de yaşananlar soykırımdır!

PİRHA- Berlin Cemevinin organize ettiği panelde konuşan Suriye İnsan Hakları Derneği Başkanı Prof. Dr. Jens Kreinath, katliamdan kurtulan tanıklarla görüşmeler sonucunda yaptığı belgelendirmeler ile yaşananların sistematik bir soykırım olduğunun altını çizdi.

Berlin Alevi Toplumu Cemevi ana salonunda dün gerçekleşen panele; Cemevi Yönetim, İnanç, Kadın Gençlik, Denetleme ve Disiplin Kurulu üyeleri ile Avrupa Arap Alevi Federasyonu, demokratik kitle örgütü temsilcilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı. Panel öncesi selamlama ve açılış konuşmasını BAT-Cemevi Yönetim Kurulu 2. Başkanı Kadir Şahin yaptı.

Prof. Dr. Jens Kreinath’a ve gelen konuklara cemevi yönetimi adına teşekkür eden Kadir Şahin, 2024 sonunda HTŞ gibi radikal selefi İslamcı terör organizasyonun Suriye’de iktidarı ele geçirme sürecine ve sonrasında yaşanan Alevi, Dürzi ve Hristiyan katliamlarına dikkat çekerek, “HTŞ’nin 2024 sonunda Suriye’de iktidarı ele geçirmesinden bu yana, tüm farklı gruplar, Colani liderliğindeki bu İslamcıların vahşi ideolojisinden korkuyor. Colani, savaş kıyafetlerini çıkarıp takım elbise ve kravatla değiştirmiş olsa da, insanlık dışı fikirlerinden vazgeçmedi. HTŞ’nin zulmüne boyun eğmeyen herkes baskı görüyor. Onların nefret dolu ideolojisini reddedenler ise takip ediliyor ve öldürülüyor. Ve bu duruma dünya medyası ve batılı devletler ise sessiz” dedi.

“SESSİZ KALMAYACAĞIZ”

Kadir Şahin, Almanya’daki protesto gösterilerinin devam edeceğini ve Avrupa’daki devletletin katliama göz yummasını kabul etmeyeceklerini ifade ederek, “Anadolu Alevileri olarak kurumsal ve örgütsel yapımız güçlüdür. Bu gücü, baskıyı sürdürmek için kullanacağız. Avrupa Alevi Konfederasyonumuz, 10 Temmuz’da Strazburg’daki AB Parlamentosu’nda bir konferans düzenleyecek. Bu etkinlikte, Suriye’deki insanlık suçları masaya yatırılacak. Avrupa gözlerini kapamak istiyor, ancak biz Aleviler artık buna izin vermeyecek kadar güçlüyüz. Parlamentolarda Suriye’de olup bitenleri hatırlatmalı, terörist örgütlerle devlet kurulamayacağını vurgulamalıyız. İşte bu mücadelede Sayın Kreinath gibi bilim insanlarının çalışmaları paha biçilmez değerde. HTŞ’nin Alevilere yönelik sistematik zulmünü belgeliyor ve kanıtlıyor. Bu vahşetin son bulması için emek veren herkese teşekkür ederim. Birlikte susmayacağız. Birlikte adalet ve insanlık için mücadele edeceğiz” diye konuştu.

“MEDYANIN ÇOĞUNLUĞU İKTİDAR LEHİNE ALGI YARATIYOR”

Şahin’in adından Wichita State Üniversitesi’de görevli ve Almanya Manheim’de kurulan Suriye İnsan Hakları Derneği Başkanlığı yapan Prof. Dr. Jens Kreinath ise cemevi yönetiminin davetine ve katılımcılara teşekkür ederek sözlerine başladı. Konuşması boyunca Suriye’deki Alevi katliamlarına ilişkin çeşitli enformasyonlar içeren harita ve görseller ile sunumunu gerçekleştiren Prof. Dr. Kreinath’ın konuşmasından başlıklar şöyle:

“7 Mart 2025’te Banyas’ın kuzey mahallesi Al-Qusur’da yaşanan katliam, Suriye’de 2011’den beri süren çatışmalar sırasında gerçekleşen en büyük katliamlardan biri olarak tarihe geçebilir. Burada önemli olan, olayların rastgele bireysel saldırılar değil, sistematik şekilde hazırlanmış eylemler olduğunu vurgulamaktır. Bu bağlamda medya sunumlarının nasıl kullanıldığı da önemli. Alman, Avrupa ve Amerikan medyasına ulaşan bilgiler genellikle çok sınırlı. Fransız gazeteleri çoğunlukla en tarafsız şekilde haber veriyor. BBC de bazı haberleri yayımladı. Ancak önemli olan şu ki, genellikle Esad rejiminin kalıntıları olarak adlandırılan unsurlar ile Alevi direnişi arasında sistematik bir bağ kurularak bu yapıların yeni hükümet tarafından bastırılması gerektiği öne sürülüyor. Bu resmi anlatının dışında, mağdurlarla görüşüldüğünde ve eleştirel sorular sorulduğunda, ortaya oldukça farklı bir tablo çıkıyor. 7 Mart’tan 10 gün sonra Colani Avrupa Parlamentosu’na davet edildi. Kendisi gelmedi, dışişleri bakanı geldi. Nisan ayında BM Güvenlik Konseyi toplantılarına da katıldı. Benim durduğum nokta, mağdurların perspektifine ışık tutmak. Suriye medyasının eksikliği ya da Al-Jazeera gibi kurumların olaylara tek taraflı bakışları, gerçekliği yansıtmıyor ve iktidar sahiplerinin lehine bir algı yaratıyor.

ORTADA ALEVİ AZINLIK REJİMİ YOKTU

Mevcut çatışmaların tarihsel bağlamı olmadan anlaşılması mümkün değil. 50 yılı aşkın süredir süren Esad rejimi çoğu zaman Katar ve Türkiye gibi ülkeler tarafından Alevi azınlık yönetimi olarak lanse edildi. Ancak gerçek şu ki, güvenlik, savunma ve hava kuvvetleri gibi alanlarda görevli birçok yetkili aslında Sünni nüfusa mensup. 8 Aralık’tan itibaren ilk katliamlar başladı. Aleviler, Esad rejimiyle iş birliği yapmadıkları hâlde hedef alındılar. Çoğu yoksuldu, orduyla bağlantıları yoktu ama 7 Mart 2025’te bu insanlar bile saldırıya uğradı.

Benim bu çalışmayı yapmamın ardındaki motivasyon ise 2008’den itibaren Antakya’da yürüttüğüm alan araştırmaları. Antakya’da Alevilerin Sünniler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Ermenilerle birlikte yaşama biçimlerini inceledim. Bu çalışmaların ardından 2023’teki depremle birlikte akademisyen kimliğimle şehirdeki yeniden inşa sürecine dahil oldum. 2023 yazında ve 2025’teki ikinci yıl anmasında şehri ziyaret ettim ve hem yeniden inşa süreci hem de yaşanan travmaları yerinde gözlemledim. Bu süreçte politika ve ekonomi temsilcileriyle de iletişim kurarak, akademik çalışmamın ötesine geçmem gerektiğini fark ettim.

ALEVİLERİN YAŞADIKLARINA DİKKAT ÇEKEREK KLİŞEYİ KIRMAK İSTEDİM

Colani, El-Nusra, El-Kaide ve IŞİD’in Hristiyanlara, Alevilere ve diğer dini azınlıklara yönelik katliamları, farklı dönemlerde benzer yapılarla gerçekleşti. Görüşüm şu ki; 2013, 2014 ve 2024-25 yıllarında Alevilere karşı uygulanan şiddetin ardındaki ağlar büyük ölçüde aynı. Depremin ikinci yılı vesilesiyle Antakya’ya gittiğimde, Doğu Hristiyanları Merkez Konseyi’ne üye oldum. Bu bana Aleviler hakkında yazmak için bir fırsat sundu. Konsey ağırlıklı olarak Hristiyanlara odaklanmıştı ama ben bu forumda Alevilerin sistematik şekilde hedef alındığını vurgulamak istedim. Çünkü politikacılar ancak Hristiyanlar hedef alındığında ses çıkartıyor gibi görünüyor. Bu klişeyi kırmak istedim. Sonraki çalışmalarımda, deprem vesilesiyle edindiğim bağlantılar sayesinde Suriyeli aktivistlere ve akademisyenlere ulaşma fırsatım oldu. Bu sayede olaylara tanıklık eden kişilere ulaştım ve onların ifadelerini belgeledim. Bir antropolog olarak amacım genellikle sesi duyulmayan insanların anlatılarını onurlu bir şekilde görünür kılmaktır. Özellikle 7 Mart olaylarına ilişkin bir vakalar oldukça medyada yayıldı. Solda bir ailenin evinde öldürüldüğü fotoğraf var. Kurbanlar bir matematik öğretmeni 3 kızı. Banyaslı farklı kişilerle yaptığım görüşmelerle olayın nasıl gerçekleştiğini yeniden yapılandırabildim.

CİHAT ÇAĞRILARI!

Yaşanan bu katliam olaylarında ben ilk olarak Banyas’a odaklandım. Çünkü orada ilk bağlantılarım vardı. Orada bir aileye yardım etme şansım oldu, onları o durumdan kurtardım. Daha sonra Lübnan’ın kuzeyinde kendim görüştüm. Onlarla birlikte ilk yeminli beyanları hazırladık, ileride daha fazla adım atmak için. Bunun dışında da farklı zamanlarda tanıklarla görüşmeler yaptım ya da ifade vermeye istekli olanları dinledim. Lazkiye’de, Ceble’de ve medyada fazla yer almayan diğer yerlerde de defalarca yargısız infazlar oldu. Ocak ayında da yeni katliamlar yaşandı. Ancak özellikle Ramazan ayı olan Mart ayında her şey sistematik hâle geldi. Tanıklıklara dönecek olursak: 6 Mart akşamı Banyas’ta, başka şehirlerde de olduğu gibi (örneğin Ceble), özellikle Alevi mahallesi Kusur bombalandı. Kaçmak isteyenler oldu. Ama onlara evde kalmaları söylendi, her şeyin kontrol altında olduğu belirtildi. Sabah 6’da Banyas’taki camiden cihat çağrısı yapıldı. Alevilerin öldürülmesi gerektiği duyuruldu. 7 Mart günü saat 10.00 civarında, El Kusur mahallesi askerler veya silahlı kişiler tarafından kuşatıldı. Bu kişiler kamyonetlerle, motosikletlerle mahalleye girdiler ve ev ev dolaşmaya başlayarak öldürmeye başladılar ve insanların değerli mallarını yağmaladılar. Farklı mahallelerde ve yerleşim yerlerinde benzer saldırılar tekrarlandı. İlk soruları “Alevi misiniz, Sünni misiniz?” idi. Sadece Sünniler bağışlandı, Aleviler soyuldu. İkinci turda, saat 12.00 ile 13.00 arasında ise sistematik olarak erkekler öldürüldü. Diğer mahallelerde isimleri verilen kişiler yerel muhbirler aracılığıyla hedef alındı. Özellikle eczacılar, doktorlar, öğretmenler, mühendisler – yani akademik elit – önce saldırıya uğradı ve infaz edildi. Kadınlar ve çocuklar ise bazen tesadüfen, bazen de itaat etmedikleri için evlerinde vurularak öldürüldü.

ALEVİ ÇOCUKLAR KAYDEDİLMİYOR

Yaptığım araştırma ve röportajlardan çıkan diğer sonuçlar da şunu gösteriyor: Hayatta kalanların çoğu kaçmak zorunda kaldı. Bazıları ormanlarda, dağlarda ot, yaprak, ağaç kabuğu yiyerek hayatta kalmaya çalıştı. Kaçmaya çalışırken Aleviler, kontrol noktalarında ya da kimliksiz yakalanırlarsa infaz ediliyordu. Bu infazlarda bir diğer sistematik yön ise ölüm belgelerinin sadece şu şartla verilmesi: Hayatta kalanlar, ölenlerin ya Esad rejiminin savaşında öldüklerini ya da rejimle bağlantılı olduklarını imzalayacaklardı. Delil yok etme, belgeleri imha etme sistematik. Duyduğum kadarıyla – bu bilgiyi doğrulayamam – Aralık ayından beri Alevi çocuklar kaydedilmiyor. Fail kimlikleri değiştiriliyor, nüfus kayıtları yok ediliyor ya da değiştiriliyor. Bu da şunu getiriyor: eğer bir köy ya da mahalle tamamen yok edilmişse ve tanık kalmamışsa, orada kaç kişinin yaşadığını artık kimse belgelendiremez.

ULUSLARARASI HUKUKİ ALANA TAŞIMAK İÇİN BELGELEMEK ÖNEMLİ

Benim için öncelikli olan bu durumu ortaya koymak. 7 Mart’tan itibaren avukatlarla iletişime geçmeye başladım, “Ne yapabilirim?” diye düşündüm. Şöyle diyelim: Ben antropolog olarak tanıklıklar ya da hikâyeler toplamaya devam edebilirdim, başta deprem gibi olaylarda yapmayı planladığım gibi, yani travmatik deneyimi kelimelere dökmeye çalışmak. Ama bu durumda bu artık yeterli değil. Burada suçlular var, planlı organize kasıtlı davranan failler var. Bu da beni şu soruya getirdi: Hukuki olarak bu nasıl işlenebilir? Ben hukukçu değilim, antropoloğum. Ama biz antropologlar, tanıklıkların ve olayların detaylarını mümkün olduğunca ayrıntılı bir şekilde yeniden inşa etmeye çalışırız. Hukukçularla iş birliği içinde tanıklıklarla çalışmak için bir kılavuz oluşturdum. Bu kılavuzla hayatta kalanlarla görüşmeye başladım. Tanıkları aktif şekilde kaydedebildim. Bunları hukuki olarak işleyip yeminli ifadeler hâline getirip hukukçulara teslim ettim. Umuyorum ki bunlar uluslararası ceza mahkemelerinde veya başka uluslararası davalarda kullanılabilir.

“YAŞANANLAR SOYKIRIMDIR”

Özetle: Hayatta kalanların tanıklıklarını belgelemek, elimizden geldiğince çok belge toplamak. Çünkü yaşananlar, bana anlatılanlara göre, çok sistematik işleyen bir soykırımdır. Tanıklar öldürülüyor, tehdit ediliyor, tanıklıklar bastırılıyor. Ve şimdi sormak gerekir: Geçici Suriye hükümetinden herhangi biri bugüne kadar o bölgeye gidip sivillere destek oldu mu? Binlerce kurban varken bir taziye bile dile getirdiler mi? Gerçekler hafifletiliyor, sistematik olarak inkâr ediliyor. Şu an AB’nin aldığı yeni bir karar var, üç terör grubu ve iki sorumluya yönelik yaptırımlar içeriyor. Ama bu da sadece sözde. Asıl mesele şu: Failler tanınıyor, yerel faillerin çoğunun isimleri biliniyor. Gerçekten bir dava açılırsa, tanık koruma daha da önemli hale geliyor. Ve bizim de BM ve diğer mekanizmalarla başarmaya çalıştığımız tam olarak bu.”

Panel Dr. Kreinath’ın sunumunun ardından soru-cevap bölümü ile son buldu.

Ulaş Yunus TOSUN/ALMANYA

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.