PİRHA -Cafran, dokuz Alevi köyünden oluşan Karer bölgesine bağlı bir dağ köyü. Bingöl’e bağlı bu köy görkemli coğrafyası ile bilinir. Geniş ormanların ve yüksek dağların arasına saklanmış bu yeryüzü cennetinin viraneye dönmüş yaylasına ağıt yakan Şevket Kişin “biz eskiden bu yaylada 7-8 bin hayvan beslerdik” diyor.
Dokuz Alevi köyünden oluşan Bingöl’ün Karer bölgesine bağlı bir dağ köyü olan Cafran geniş ormanları, yüksek dağları, çağıldayan şelaleleri ile adeta bir yeryüzü cenneti. Dağların arasına saklanmış bu doğa harikasında viraneye dönmüş yaylasına ağıt yakan Şevket Kişin “Birliğimiz eskiden çok iyiydi. Sonradan insanlarımız sağa sola gidince birliğimiz biraz dağıldı” diyor.
İlk işi yakılarak viraneye döndürülmüş yaylasının duvar taşından öpüp kutsamak oluyor Şevket Kişin’in. Bölgedeki çatışmalı ortamdan, askeri operasyonlardan ötürü 1993 yılından bu yana yaylalarına gidemediklerini bu nedenle hayvancılık yapamadıklarını, bunun da yaşantılarını olumsuz etkilediğini anlatıyor.
Viraneye dönmüş yaylasının yaşam kaynağı olan çeşmesinin başında oturup ağıt yakan Kişin “Eskiden bizim bu yaylalarda 7-8 bin hayvan otlatırdık. Şimdi 15-20 hayvan ya var ya yok” diyerek tabloyu özetliyor.
“BAHARLA BİRLİKTE SOLUĞU YUKARI YAYLADA ALIRDIK”
Köyümüzün iki yaylası var. Biri en yüksekteki Yukarı yayla da dediğimiz Warê Kemerê Sîyayî’dir. Diğeri ise Aşağı yayla anlamına gelen ve şu anda içinde bulunduğumuz Warê Cêrî’dir diye tarif ediyor yaylalarını.
Geçmişte her bahar bu yaylalara aşama aşama nasıl gittiklerini ve nasıl döndüklerini şöyle anlatıyor:
“Burası bizim aşağı yaylamızdır. Bizim insanlarımız eski yıllarda ilkbaharın başlangıcında, hayvanlarıyla birlikte birkaç günlüğüne buraya gelirlerdi. Kış biter bitmez köyde hayvanlar çok olduğu için hayvanları alıp yaylaya getirme ihtiyacı duyardık. Eğer hava sıcak ise bu yaylada mola vermeden doğrudan daha yukarıdaki yaylaya götürürdük. Eğer hava daha yeterince ısınmamış ise hayvanlar soğuktan etkilenmesin diye birkaç gün buralarda kaldıktan sonra hayvanlarımızı alıp daha yukarılarda olan yaylamıza giderdik.”
Kişin sonraki aşamayı ise şöyle anlatıyor. “Yukarı yaylaya gittiğimizde Bingöl’deki akrabalar gelirdi. Kışın hayvanlarını sıcak yerlere götürenler baharla birlikte alıp yaylaya gelirdi. Hepimiz yaylada bir araya gelirdik.”
“BİZİM KÖYDE ÜÇ-DÖRT SÜRÜ HAYVAN VARDI”
Baharla birlikte ekinlere ve biçilecek otlara zarar vermesin diye köy yerinde hayvan bırakmazdık diyen Kişin “Bir yandan yaylaya yerleşmeye çalışırken bir yandan da köyde çift sürme işiyle uğraşırdık. Bostanlarla uğraşırdık. Çift sürümünden sonraki zamanda hava ısınmış oluyordu. Bu defa da koyunları kırkma zamanı başlardı” ifadelerini kullanıyor.
O günlere dair canlı hafızasını koruyan Kişin “Beş on aile hayvanlarını bir araya getirerek oluşturdukları sürülerin önüne çobanları koyarlardı. Eğer çoban konusunda bir uzlaşma yok ise sırayla hayvanların önüne gidilirdi. Bizim köyde üç-dört sürü hayvanın olduğunu ben gördüm, vardı o zamanlar. Bir de büyük baş hayvan sürüsü vardı. Onun da çobanı vardı. Yaylanın arka tarafındaki ovaya götürülüp yayılırdı” diyor.
“KÖYDE GENÇLER ÇOCUKLAR YOK”
Toplamda kaç bin hayvan vardı köyünüzde diye soruyorum. “Bence 7-8 bin hayvan vardı. Şimdi ise 10-15 koyun ile 5-6 inek var. Kimse de kalmadı köyde. Eskiden 30-40 hane vardı. Şimdi beş on hane kalmış, onlar da hep yaşlılardan oluşuyor. Köyde gençler çocuklar yok” diye yanıtlıyor beni.
Kişin geçmişle kıyasladığı köyünün fotoğrafını bir de şu açıdan çekiyor “Eskiden okul da vardı köyümüzde, 1940 yılından beri köyümüzde okul vardı. Şimdi yok. Şimdi ne okul var ne de çocuklar.
“EKİNLER BİÇİLİP ÜRÜN KALDIRILMADAN KÖYE İNİLMEZDİ”
Aşağı yayla diye tanımladığı bu yaylanın kalıntıları içinde hüzünle konuşan Kişin, aşağı yaylaya geliş süreçlerini “Mayısın sonlarında yukarı yaylaya giderdik. Orada bir süre kaldıktan sonra genelde temmuzun 15’inden sonra bu yaylaya gelirdik. Bu yaylada da ağustosun sonu hatta eylül ayının 10’una kadar kalırdık. Bu arada ekinler biçilmiş, harman yerlerinde ürünler kaldırılmış otlar yığılmış, samanlar samanlıklara taşınmış oluyordu. Tüm bu işler bittikten sonra da köye inilirdi.”
“1993’TEN BERİDİR YAYLAMIZA GELEMİYORUZ”
1993’te bu yaylalarımızı terk ettik. Operasyonlar girdi. Biz kendi yaylamızı neden terk ettik? Çünkü bölgemiz ormanlıktı, askeriye devamlı gelip gidiyordu, operasyonlar oluyordu. O nedenle biz bu yaylalarımızı terk etmek zorunda kaldık diyor üzüntüyle. Her şeye rağmen köylerine sahip çıkıp terk etmediklerini de ekliyor peşinden.
“Biz köyde kaldık. Köyde de hayvan beslemek zor oldu. Çünkü köy yeri sıcaktı, hayvanlar sıcağı sevmiyor. Hayvancılık yapılamayınca köylüler hayvan beslemeyi terk ettiler. Şehirlere gitmek zorunda kaldılar. Yine de köyümüzü tümden terk etmedik, insanlarımız duruyor. Köyümüze sahip çıkıyoruz.”
“ATALARIMIZIN MEZARLARINI TERK ETMEYİZ”
Her şeye rağmen köylerini terk etmeme öykülerini bir anıyı anlatarak pekiştiriyor. “Geçmiş yıllarda bir yüzbaşı geldi bizim buraya. Bize dedi ki ‘Birçok köy boşaldı, insanlar köylerini terk edip şehirlere gittiler ama siz bu ormanın içinde inat edip köyü terk etmiyorsunuz. Sizi anlamak zor, ya çok cahilsiniz ya da çok cesursunuz’ dedi.
Bizimkiler de dediler ki “Biz köyümüzü, ölülerimizi, atalarımızın mezarlarını terk etmeyiz. Biz öleceksek de kendi topraklarımızda ölürüz. Kendi topraklarımızda ölürüz’ dediler.”
EN ÇOK DA DAYANIŞMAYA, BİRLİĞE OLAN ÖZLEMİNİ DİLE GETİRİYOR
Terk edilmişliğin içine akmayı inatla sürdüren yayla çeşmesinin başına oturan Kişin “Bu çeşmenin suyu çok güzeldir. İç iç doymazsın, tekrar tekrar içmek istersin. Öyle mübarektir” diyor. Yine eski günlere gidiyor. Ortak çeşmenin köy kadınları tarafından nasıl kullanıldığını, paylaşımcı yaşamlarının güzelliğini anlatıyor.
“Eskiden köyümüzün nüfusu çoktu, hayvan sayısı da oldukça fazlaydı. Buna rağmen insanlarımız tedbirliydiler. Çok planlıydılar. Birbirlerine değer verirlerdi. Kimse kimsenin sözünü çiğnemezdi. Birlik halindeydiler. Köylülerin ortak koyduğu kurallara herkes uyardı. Yabancıların rastgele gelip ormanlarımızı kesmesine izin verilmezdi. Köyümüzün ormanlarını bu şekilde koruduk bu günlere getirdik. Birliğimiz eskiden çok iyiydi. Sonradan insanlarımız sağa sola gidince birliğimiz biraz dağıldı” diyor.
“ZİYARETLERİMİZE İNANIRSAN SENİ YALNIZ BIRAKMAZLAR”
Oturduğu çeşme başında kendi yazdığı ağıdı seslendiriyor. Seslendiriyor ama ağlamaklı olduğu için daha fazla sürdüremiyor. Ziyaretlerimizin gücü büyük diyor. “Ziyaretlerimize inancın güçlü olursa seni yalnız bırakmazlar” diyor. İtikatlı olun, itikatınızdan vazgeçmeyin” diye de bize tembihte bulunurken “bu gün bu yaylaya geldiğim için çok duyguluyum, kusuruma bakmayın” diye bitiriyor sözlerini.
Turabi KİŞİN/BİNGÖL
Yoruma kapalı.