PİRHA-Uzman Klinik Kültürlerarası Sosyal Psikolog Tülin Şahin, kadına yönelik şiddeti çözebilmemiz için kadın ve erkek olarak değil insan olarak yaklaşmamız gerekiyor” dedi. Şahin, “İnsana zarar veren her şeyi çözümlemeye doğru gidiyoruz ama kadın ile erkek olarak cinsiyet ayrımcılığı olarak ele aldığımızda ötekileştiriyoruz birbirimizi. Bu meseleye kadın erkek olarak bakmaktan ziyade daha insancıl yaklaşmamız gerekiyor” diye konuştu.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele, 1999 yılında kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık yaratmak amacıyla BM Genel Kurulu kararı ile ilan edilen gündür.
25 Kasım; Mirabal Kardeşler olarak bilinen Patria, Minerva ve María Teresa adlı 3 kız kardeşin, Dominik Cumhuriyeti’nde iktidardaki Trijillo diktatörlüğüne karşı isyanı örgütledikleri için devletin kolluk güçleri tarafından önce tecavüz edilip sonra katledildikleri günün adıdır.
Mevcut kapitalist, ataerkil aklın oluşturduğu sistemde, kadına yönelik şiddet, herhangi bir coğrafya ile sınırlı değil. Kadın katliamları, şiddet, hak ihlalleri oransal olarak değişiklikler gösterse de ülke, bölge ayrımı olmaksızın yükselerek devam ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gece yarısında aldığı kararla AKP hükümeti 20 Mart’ta İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2021 yılında 225 kadın katledildi.
“Ocak ayı 23 kadın, Şubat ayı 28 kadın, Mart ayı 28 kadın, Nisan ayı 16 kadın, Mayıs ayı 17 kadın, Haziran ayı 18 kadın, Temmuz ayı 20 kadın, Ağustos ayı 31 kadın, Eylül ayı 26 kadın, Ekim ayı 18 kadın.”
Uzman Klinik Kültürlerarası Sosyal Psikolog Tülin Şahin; kadına yönelik şiddet, kadının toplumdaki yeri, kadın ve şiddet, Dersim’de kadınların intiharları ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne ilişkin PİRHA’ya konuştu.
“ŞİDDET VE KADIN KAVRAMLARI TEK YÖNLÜ ELE ALINMAMASI GEREKİYOR”
PİRHA: Kadın ve şiddet birlikte kullanılır hale geldi. Bunun kadınlar üzerinde nasıl bir etkisi var?
TÜLİN ŞAHİN: Kadın ve şiddet kavramlarını sıklıkla yan yana kullandığımız zaman insan zihninde eksik bir algıya ve yanlış davranışlara da neden oluyor. Çünkü bu konuyu tek yönlü olarak ele aldığımız için burada sadece kadının şiddete maruz kaldığı algısını zihnimizde oluşturuyor ve zamanla da bu gerçeği kabul etmemize neden oluyor. Aslında bu gerçek kutuplaştırma eğiliminin ve ön yargısal bir sistemin sonucudur. Kadın ve erkeğin birbirlerine davranışlarında da ötekileştirme eğilimini yoğun bir şekilde gerçekleştirmelerine neden oluyor. Burada amacımız kadını korumak ve cinsiyet eşitsizliğini eleştirmek olsa da farkında olmadan ötekileştirmenin içinde yer aldığı şiddeti kullanarak yoğunlaştırıyoruz ve aslında kadın erkek cinsiyet eşitliğini derinleştiriyoruz.
Bu yaklaşımın kadınların psikolojisi üzerinde de çok büyük bir zararı var. Kadını mağdur etiketi adı altında çaresizlik ve kurban psikolojisi içine hapsettiriyoruz. Kadın buna inanarak kendini mağdur olarak gördüğü için bu inancı beslemekle alakalı nedenler buluyor. Bu sebeple şiddetin var olmasında kendi sorumluluğunun farkında olmuyor. Mağdur olan kadının mağdur edebilme ihtimalini hem göz ardı etmiş oluyoruz hem de yok saymış oluyoruz. Oysa şiddet toplumsal bir sorundur ve tek yönlü ele alınmayacak kadar da önemlidir. Bu sorunun içinde kadının rolü hafife alınmayacak kadar önemli ve ciddidir. Çünkü inanç kalıpları, kültürel ve toplumsal değerler içinde örneğin namus, ayıp ve saygı kavramını insancıl bir yaklaşımla değil de cinsiyetçi bir yaklaşımla aktarılmasında kadının çok büyük bir rolü vardır. Şiddet ve kadın kavramları tek yönlü ele alınmaması gerekiyor çünkü şiddet toplumsal bir sorundur.
“KADINLAR EŞ VE ANNE GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRMEDİĞİ ZAMAN BAŞARISIZ OLARAK TANIMLANIYOR”
-Kadının toplumdaki yerini, iletişimin bu kadar yaygın olduğu bir zamanda nasıl görüyorsunuz? Geçmişe göre bir farkı olduğunu düşünüyor musunuz?
Kadının toplumdaki yeri aslında öncelikle eş ve anne olarak öğrendiği görevleri, cinsiyetçi rollerin içinde barındırdığı görevleri yerine getirmesini beklediğimiz varlıktır. Kadın olarak toplum içinde kabul görülmesi için eş ve anne görevlerini layıkıyla yerine getirmesi gerekiyor. Kadın toplum içinde bir birey olarak var olmaktan ziyade aslında eşini, ailesini ve çocuklarını var etmekle görevlidir. Bu yüzden bu görevlerini yaptığı sürece kadın kimliğini taşıyabilir. Tabi ki değişimler var ama mücadeleler sonucunda; bunlar sadece kadın haklarıyla alakalı değişimler oluyor. Toplumun algısında, bakış açısında çok büyük değişikliklerin olmadığını düşünüyorum. Ne kadar kadınlar çalışsa da, okusa da eş ve anne olarak o görevlerini yerine getirmediği zaman toplum içinde eksik ve başarısız olarak tanımlanıyor. Başarısız olarak tanımlama bizim egomuza ne kadar zarar verdiğini tahmin edebiliriz, bu doğrultuda kadınlar bununla baş edebilmek için bazı yöntemler geliştiriyorlar bunlardan en önemlileri de genellikle normalleştirme ve kabul etme eğilimleri oluyor.
“DERSİM’DEKİ İNTİHAR VAKALARINI ÇOK YÖNLÜ ELE ALMAK GEREKİYOR”
-Dersim’de kadınların karşılaştığı sıkıntılar ve intihar nedenlerini neye bağlayabiliriz?
Dersim’deki intihar vakalarını ele aldığımızda çok yönlü ele almak gerekiyor çünkü çok farklı etkenler var. Dersim’de kadın olmanın zorluğu sanırım büyük bir çelişkinin içinde var olma çabasıdır. Eşitlik değerinin gerçek hayatta bireyler tarafından yerine getirilmemesinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Ne kadar sözde böyle bir değer savunulsa da ne kadar sözde eşitliği savunsak da aslında eşitsizliğin var olmasına neden oluyoruz. Bireyler cinsiyet ayrımcılığını ya da eşitsizliği sürdürüyorlar aslında iki taraftan da çıkar ve fayda sağlıyorlar kendilerine. Bu büyük çelişkinin içerisinde yer alan belirsizlik insanların güvenli bir alan sağlamalarına engel olduğu için psikoloji sorunlara neden oluyor. Umutsuzluğa, karamsarlığa, kaygıya, korkuya neden oluyor ve en uç noktada da intihara kadar gidebiliyor.
“COĞRAFYAMIZDA KÜLTÜREL VE TOPLUMSAL DEĞERLER ÖZGÜRLEŞMEMİZİ ENGELLİYOR”
-Görece daha özgür olunduğunun düşünüldüğü bir coğrafyada gerçekler böyle mi?
Özgürlüğü savunabilmek için özgürlüğün ne anlama geldiğini ve nasıl özgür olunduğunu bilmek gerekiyor. Özgürlük birey olmak, duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını kontrol edebilme niteliğidir. Ancak bizim coğrafyamızda da maalesef kültürel ve toplumsal değerler insanı özgürleştirme yolunda engelliyor ve kişiyi özgür kılmak yerine aslında tutsak kılıyor. Çünkü toplumun inanç ve düşünce yapıları daha çok bireyi kontrol edilmeye alıştırılıyor ve bu doğrultuda inanç ve düşünceler sorgulamaya kapalı olduğu içinde onun doğruluğunu kabul edip özgürleşmeyi engelliyor.
“KADIN, KURBAN VE ÇARESİZLİK PSİKOLOJİSİNE HAPSEDİLMEMESİ GEREKİYOR”
-Kadınlar kadına yönelik şiddetle mücadelede nasıl bir yol izlemeliler?
Kadının mağdur etiketi adı altında kurban ve çaresizlik psikolojisine hapsedilmemesi gerekiyor. Kadının da şiddetin var olmasında ki etkisini, rolünü ve sorumluluğunu kabul etmesi gerekiyor. Kadın ancak bu farkındalığı yaşarsa ve şiddeti çok yönlü ele alabilirsek en doğru yaklaşımı ve çözümlemeleri bulabileceğimizi düşünüyorum.
“MESELEYE KADIN-ERKEK OLARAK DEĞİL İNSAN OLARAK BAKMAMIZ LAZIM”
-25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne ilişkin neler söylemek istersiniz?
Kadına yönelik şiddeti çözebilmemiz için kadın ve erkek olarak değil insan olarak yaklaşmamız gerekiyor. İnsana zarar veren her şeyi çözümlemeye doğru gidiyoruz ama kadın ile erkek olarak cinsiyet ayrımcılığı olarak ele aldığımızda birbirimizi ötekileştiriyoruz. Bu meseleye kadın erkek olarak bakmaktan ziyade daha insancıl yaklaşmamız gerekiyor. Çocuklarımızı yetiştirirken daha bilinçli olmamız gerekiyor, bize dayatılan veya öğretilen rollerin doğruluğunu kabul etmekten ziyade sorgulayabilmemiz gerekiyor.
Cihan BERK-Nuray ATMACA/DERSİM
Yoruma kapalı.