Alevi Haber Ajansi

Orhan Aydın: Nefret söyleminden sevgiyle ve aşkla birlikte çıkacağız-VİDEO

PİRHA-Sanatçı Orhan Aydın, 21.yy’ın yeniden eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin verildiği bir zaman dilimine doğru evrileceğini belirterek, ” bu nefret söyleminden sevgiyle ve aşkla birlikte çıkacağız” dedi.

Nefret suçu; bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi ön yargı doğurabilecek nedenlerden dolayı işlenen, genellikle şiddet içeren suçlardır.

Nefret suçu, insanlığa karşı işlenmiş olarak görülüyor ve uluslararası hukukta karşılığı var. Ancak günlük yaşamda özellikle inancı, kültürü, yaşam biçimi, dili vb. farklı olan toplum ve topluluklar nefret diline, baskısına ve saldırısına maruz kalıyor.

Türkiye’de geçmişten günümüze nefret saldırılarına maruz kalan toplumlardan biri de Aleviler. Alevilere yönelik nefret saldırıları artarak sürüyor. Devlet tarafından inancı ve ibadethanesi kabul edilmeyen Aleviler, okulda, sokakta, işyerinde, hastane, mahallede, yaşadığı apartmanda aşağılanıyor, hor görülüyor, hakarete uğruyor.
Türkiye’de nefret suçları ile ilgili kapsamlı bir yasal düzenlemenin eksikliği sistematik bir biçimde bu saldırıların devam etmesine de zemin hazırlıyor.

Peki nefret suçu kaynağını nereden ve nelerden alıyor? Yargı Alevilere dönük nefret suçuna karşı ne yapıyor? Demokrasiyi ve eşitliği savunan kurum ve kuruluşlar Alevilere dönük nefret suçlarına karşı ne yapıyor? Tüm bu soruları ve daha fazlasını akademisyen, yazar, tarihçi, hukukçu, insan hakları savunucularına sorduk.

Sanatçı Orhan Aydın, sorularımızı yanıtladı.

“NEFRET, KAPİTALİZMİN EN BÜYÜK SİLAHLARINDAN BİRİ”

PİRHA: Türkiye’de ve dünyada nefret söylemi ve buna bağlı olarak da nefret söyleminin ortaya çıkardığı şiddet artıyor. Nefret diline daha fazla sarılarak ötekileştirdikleri halkları, inanç kimliklerini, sınıfları, kadını düşmanlaştırıyor. Yine Ortadoğu’da sonu gelmeyen mezhep savaşları bunun en belirgin örneklerinden biri. Siz bu nefret söylemini neye bağlıyorsunuz?

ORHAN AYDIN: Nefret 21. yy’da kapitalizmin körüklediği temel bir insan hakları, eşitlik, özgürlük, halkların barışık bir arada yaşaması kültürüne karşı kullandığı silah. Aslında Orta Çağlardan beri devraldığı ve bugün bayrak edildiği bir silah. Adı baskı, adı zulüm, adı yok etme, adı kan, adı kin, adı öfke, adı düşmanlık, adı katliam. Dolayısıyla 21. yy’da ekonomilerinin tıkandığı, toplumsal katmanlarının tamamının artık eşitsiz bir zaman diliminde yaşamak istemediklerini gördüğümüz hak, eşitlik ve adalet mücadelesinin kıpırdanmaya başladığı bir zaman diliminde nefret, kapitalizmin en büyük silahlarından biri.

Nefret dediğiniz şey aslında kafatasçılıktır, ırkçılıktır, ötekileştirmedir, düşmanlıktır ve beslendiği yer de savaştır yalnızca. Bunun kapitalizmin yaşadığı son buhran olduğunu düşünüyorum. Çünkü artık insanlığa verebileceği hiçbir şey yok alabileceğinin tamamını almış durumda. Emeklerini sömürerek, yetmiyormuş gibi tek tek bütün ülkelerde aynı şeyi yaparak, Emperyalizmin genel karakterinin de bir parçası olarak, yapabileceği hiçbir şey olmadığı için nefretle, kinle, öfkeyle, ötekileştirmeyle, ayrıştırma yaratarak oradan beslenmeye çalışıyor. Bunun içinde bütün dünyada tek tek oluşturmaya çalıştırdığı emperist damarın dayatmasından söz ediyorum. Diktatörler aracılığıyla bunu yürütüyor, bütün dünyada olduğu gibi. Ama sonu var mı? Bence asla yok. Çünkü kapitalizmin önce kirlettiği insan. Hem doğayı hem kendini kirlete kirlete bugüne geldi ve ne yaptığını görmeye başladı, diye varsayıyorum.

21.yy’ın yeniden eşitlik ve özgürlük mücadelesinin verildiği, bağımsızlık mücadelesinin verildiği bir zaman dilimine doğru evrileceğini, tek tek halkların dünyanın her yerinde barışın olması ve eşit olmak için mücadele edeceklerini ve bu nefret söyleminden sevgiyle, aşkla birlikte çıkabileceklerini düşünüyorum.

“NEFRET VE KİN BARIŞI HAYKIRANLARIN AYAKLARI ALTINDA YOK EDİLMEYE MAHKUMDUR”

Aleviler, Türkiye’de nefret söylemine en çok maruz kalan toplumsal kesimlerden biri. Evleri işaretleniyor. Zorunlu din derslerinde nefret söylemlerine maruz kalıyorlar. Alevi toplumuna dönük bu dil sizce kaynağını nereden alıyor?

Alevi toplumuna yapılan bu ilk değil. Bunun kökeni Maraş Katliamına , Çorum Katliamına kadar vardırılabilir. Maraş Katliamı’nın sorumlularının mahkeme tutanakları, mahkeme belgeleri ortadadır. Alevi düşmanlığının ne olduğu açıkça ortadadır. Üç hilalli işaretler ve de evlerin kapısındaki çarpı işaretleri Maraş Katliam’ının simgesi halindedir. Az önce sözünü ettiğimiz nefret, kin, düşmanlık budur işte. Faşizm bir insanlık düşmanlığıdır ve bugün bütün Alevi canlara karşı Kürt Sosyalist ve Devrimcilerine, bu ülkenin Sosyalist ve Devrimcilerine karşı, aydınlanmacılarına karşı Faşizmin dayattığı tek şey yok etme politikasıdır. Bunu da nefretle ve kinle yapıyor. Peki karşılığı var mı? Yok. Bunu ne Maraş’ta canlarımızı katlederken, ne Sivas’ta insanlarımızı yakarken, ne sokak ortasında gençlerimizi kurşuna dizerken, ne Gazi Mahallesinde, ne İstanbul Üniversitesinde ya da daha geriye gidelim 7 TİP’li canın katledilmesinde birlikte gördük.

Biz hep bu coğrafya da, bu coğrafyanın aydınları, yurtseverleri, sosyalistleri, devrimcileri olarak hep barışı haykırdık ve yine barışı haykıracağız. Nefret ve kin barışı haykıranların ayakları altında yok edilmeye mahkumdur.

“HUKUKUN VE ADALETİN OLMADIĞI YERDE DEMOKRASİ OLMAZ”

Hali hazırdaki hukuk sisteminin Alevilerden veya ötekileştirilenlerden yana bir artısından bahsetmek mümkün değil. Hukuksal anlamda nefret söylemine ve eylemine dönük yeterli bir mekanizmanın devrede olduğunu düşünüyor musunuz?

Asla düşünmüyorum. Ama mesele yalnızca Alevilere karşı hukuk meselesi değil. Bütün bir ülkede hukuk ve adalet yok ki. Eşitlik isteyen, hak isteyen, adalet isteyen hukuk isteyen kim varsa hepsine karşı despotik bir davranış biçimi var. Hukukun ve adaletin olmadığı yerde demokrasi olmaz. Karşısında yalnızca Aleviler değil, Sünniler değil, Hristiyanlar, Yahudiler değil, kim olursa olsun, hukuk yoksa, adalet yoksa, eşitlik yok demektir, özgürlük yok demektir. Düşünceyi açıklama ve ifade özgürlüğü toplantı, gösteriş ve yürüyüş özgürlüğü yok demektir. Sanat ve sanatçının üretme özgürlüğü yok demektir. Mesele yalnız Aleviler meselesi değil, yalnız benim coğrafyamda da değil. Bu dünyanın dört bir tarafında hukuğun ve adaletin olmadığı hiçbir yerde hiçbir özgürlükten söz edilemez.

“ÖRGÜTLENMİŞ CEHALETE KARŞI ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNDEN YANA OLANLAR ÖRGÜTLENMELİDİR”

Nefret söylemine ve suçuna karşı demokratik kurumlar yeterli refleksi ortaya koyuyor mu?

Koymadıklarını görüyoruz. Karşımızda örgütlenmiş bir cehalet olduğu açıktır. Örgütlenmiş cehalete karşı aydınlanmacılar, eşitlik ve özgürlük mücadelesinden , barış ve kardeşlik mücadelesinden yana olanların da örgütlenmesi gerektiği açıktır. Örgütlenmiş cehaleti yenecek olan güç de aydınlanma gücüdür. Şeyh Bedrettin’lerden, Pir Sultan Abdal’dan, Karacaoğlan’dan, Yunus Emre’den, Yaşar Kemal’den, Yılmaz Güney’den devraldığımız o aydınlanma ateşi, o aydınlanma ışığı boyutunda örgütlenmek gerekiyor. Dolayısıyla Demokratik kurumların, Sivil Toplum Örgütleri denilen yapılaşmaların da daha geniş ve gerçek anlamıyla demokratik biçimde örgütlenmeleri gerektiği açıktır.

“MEDYA, GÜCÜN, ERKİN BİR PARÇASI”

Nefret dilinin topluma yayılmasında başta rol oynayan güçlerden biri de medya. Gücü, sermayeyi ve zor aygıtını elinde tutan hegemonik odakların ideolojik zehrini kusuyor, toplumu ideolojik bombardımana tutuyor. Medya bu dili neden kullanıyor, kaynağını nereden alıyor? 

Çünkü medya, gücün, erkin bir parçası. Güç, erk yani yönetici sınıf ve onun temsilcisi olan siyasi erk, siyasal ahlaksızlık ne istiyorsa onu yapar. Medya bir maşa. Bazı gerçeklikler var. Ta Hitler’den beri Mussolini’nin ortaya attığı bir gerçekliktir bu, “Bir yalanı kırk kez söylerseniz gerçek olur.” Medya dediğiniz şey bunun üzerine kurulu Türkiye’de. Dolayısıyla bir mekanizma, bir silah ve o da nefret dilinden, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden besleniyor. Sistemin temel yürütücüsü durumundaki siyasal erkin bir parçası olmak, biat eden, oradan beslenen bunun adına daha yalın bir tanımlama yapabiliriz. Ortada bir yalak varsa, bu yalaktan beslenen, içinde nefretin, kinin, öfkenin olduğu, ötekileştirmenin olduğu bir yalaktan beslenme durumu varsa orada da biat kültürü kendiliğinden gelişmiş demektir. Medyanın durumu tam da budur.

“YENİ BİR MEVZİ OLUŞTURARAK ÖRGÜTLENMEK DURUMUNDAYIZ”

Yeni bir siyaset yapma tarzı oluşturmak, geliştirmek, yaratmak gerekiyor; hatta yeni öznelerin sahaya inmesi, oluşturulması, bu sürece müdahale etmesi gerekiyor. Nefret söyleminin ortadan kalkması için ya da en azından azaltılabilmesi için neler yapılmalı?

Elbette ki bir Alevi dedesi değilim. Ama Alevi canlar, canlarım. Yalnız benim ülkemde değil, dünyanın dört bir tarafındaki Alevi canlar benim canlarım. Çünkü eşitlik, demokrasi, özgürlükler sanat ve sanatçının özgürlüğü konusunda büyük bir duyarlılığa, barışın, aşkın ve sevginin egemen olması gerektiği konusundaki büyük bir utkuya sahipler.

Bence aslolan ve vazgeçilmez olan şudur; Düzen partilerinin peşine takılarak, bu sistemin içerisinde bir çözüm aramaya çalışmanın geleceği artık yok. Bunu görüyoruz. Her şeyiyle ele geçirilmiş, 98 yaşına gelmiş bir Cumhuriyet kurum ve kuruluşları ile ele geçirilmiş, bu coğrafyada yaşayan insanlığın ortak diyebileceğimiz, tek bir ağacı bile bırakılmamış, dereleri, suları, ovaları, dağları, kentleri, kültürel varlıklarının tamamı talan edilmiş ve halen burada bu sistemin içinde bir siyasal anlayışın peşinden koşturup, o siyasal anlayışla, düzenin bir parçası olmuş bir siyasal anlayışla bunu değiştirebileceğimizi sanmak, başlı başına bir yanılgıdır. Dolayısıyla gençliğin verdiği mücadeleye, kadınların verdiği mücadeleye, işçilerin, emekçilerin verdiği hak, özgürlük, eşitlik, adalet mücadelesine yüzünü dönmek zorundadır Alevi canlar ve bütün aydınlanmacılar. Ülkenin düzen partilerine değil, düzeni değiştireceğini söyleyen Sosyalistlere, Komünistlere, Devrimcilere, Aydınlara , biraz da oraya yüzünü dönmelidir. Biraz oraya doğru yüzünü döndüğü zaman görecek ki eşitlik ve özgürlük mücadelesinin damarı dünden bugüne, bu ülkenin kuruluş felsefelerine de uygun bir biçimde, yeniden bağımsızlığını kazanmak isteyen eşit, özgür, bağımsız, demokratik bir ülke isteyen bir anlayış var. Örgütleneceksek eğer, yeni bir mevzi oluşturarak örgütlenmek durumundayız diye düşünüyorum. Yoksa düzen içerisinde kalıp, bu düzeni değiştirme mücadelesinin anlamsızlığını birlikte şu zaman dilimlerinde bile birlikte yaşıyoruz.

Diren KESER-Diren SATI/PİRHA

 

İlgili Haberler

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak